Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Allah'i zikr etmek

Muhterem Müslümanlar!
Allahü Teâlâ'yı anmak ve hatırdan çıkarmamak, her mü'minin en ulvî vazifesidir. Hüsn-ü mutlakın sahibi, kemâl sıfatlan ile mut-tasıf, noksan sıfatlardan münezzeh bulunan Rabbimizi zikretmek; di­nimizin emri, dilimizin virdi, gönlümüzün miracıdır.
Demir ve bakırın küflendiği gibi, kalbler de pas tutar. Onun arı­tılması Allah'ı anmaktır. Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde buyuru­yor ki:

aHer şeyin bir cilâsı vardır. Kalblerin cilâsı da zifcrullahtır. (in­sanı) Allah'ın azabından zikrullah kadar kurtarıcı hiçbir şey yoktur. Velev ki kılıcınla —fcınlıncaya kadar— (düşmana) vurmuş olsan da» (1),

Zikrullah İle kalb rahat, ruh sakin, göz aydındır, insan ancak Al­lah'ı anmakla kemâle ulaşır. Mü'müı, Allah'ı andıkça gafletten kur­tulur.
Maksadın tahsil-i itminan ise, Zikr-i H ak'tan olmasın kalbin teni.

Zikrullah; nzâ-i ilâhîye ulaşmanın şartı, cehennemden kurtul­manın sebebi ve lâhuti fezada seyredebilmenin manevî kanadıdır.

Zikrullah, velayet makamının beratıdır. Kim zikre, muvaffak olursa ona beratı verilir. Onu bırakan da makamından azlolunur. Ve­lîler kervanına dahil ne kadar zat varsa Allah'ı anmaya devam ede­rek saadete, velayete, keramete nail olmuşlardır.

Zikrullah; fikrin rehnüması ve ruhun gıdasıdır. Kalb, Mevlâ'yı anarak sükûna kavuşur. «Haberiniz olsun ki kalbler ancak zikrullah ile oturaklasın) (2).

Zerreden küreye kadar bütün eşya, deveden pireye kadar her canlı, Allah'ı zikr ü teşbih etmekle varlığını korumakta ve devam et­tirmektedir. Her ne kadar biz, eşyanın teşbihini anlamasak da Kur'-ân-ı Kerim'in açıkladığı hakikat budur. Kalb kulağı açık olanlar bu­nu işitmektedir.

Allah'ı anmak, faziletçe, ibadetlerin en üstünüdür. «Zikrullahtan daha faziletli bir sadaka yoktur

Şayet bir adam, kucağındaki paralan (fakirlere) taksim etse, diğeri de Allah'ı zifcretse Allah'ı anan daha faziletli (bir iş yapmış) olur» (4).
Ashaptan Ebû Saîd (r.a.) naklediyor: Bir adam Peygamber Efendimiz'e:

«Kıyamet günü Allah katında, derece itibariyle, hangi ibadet (sahibi) daha faziletlidir?» diye sordu. Resûlullah:

«Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlardır» buyurdu. O şahıs:

«Allah yolunda gaza eden kimseden (de üstün) mü» dedi. Efen­dimiz buyurdu:

«Şâyed gazi, kılıcı ile kâfirler ve müşrikler arasına dalıp kılıcı kı­rılıp kaııl aı a b ulanınca ya kadar (düşmanı) vursa bile Allah'ı zikre­denler, derece itibariyle ondan üstündürler» (5).

Dünya ve âhiretin saadeti Allah'a kul.olmak ve onun ism-i celâ­lini dilden düşürmemektir. Zira Allah'ı seven, onu çok anar. Onu an­mak, insanı cavidânî bir hayata mazhar kılar. Bu idrâkten mahrum kalmış insanı, insanlığın Fahr-i Ebedisi, «Allah'ı zikredenle etmeye­nin benzeri, ölü ile dirinin misâlidir» (6) diye temsil etmiştir.

Ruhsuz cesed gibi, zikrullahtan mahrum insan da kokmaya ve perişan olmaya mahkûmdur.

Aziz mü'minler!
Her hayrın bir değeri vardır. Fakat Allah'ı zikretmek, faziletçe her iyiliğin başıdır. Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde bu­yurmuşlar ki:
«Amellerinizin hayırlısını, melikiniz katında en temizini, derece­lerinizde en yükseğini, sizin için altın ve gümüş üıfak etmekten ha­yırlı, düşmanlarınız ile karşılaşıp boyunlarını vurmanız ve onların si­zin boynunuzu vur (up şehid et) meşinden daha hayırlı bir işi size haber vereyim mi?» Ashab:
«Evet» dediler. Peygamber Efendimiz: «AIlahh zikretmektin) buyurdu (7).

Enbiyanın serdarı bulunan Peygamber Efendimiz vakitlerinin ta­mamında Allah'ı zikrederdi (8).
Hutbemizin başında okuduğumuz âyet-i kerimede buyruluyor ki: «Allah'ı çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşanız» (9),

Peygamber Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmak­tadır:
«Zikrin faziletçe en üstünü LA İLAHE İLLALLAH, duanın efdali de ELHAMDÜLİLLAH'dır» (10).

Bir kimse Allah'ın adını zikretmeye başlayınca andığı ismin nuru, hâle hâle etrafa yayılıp akisler yapar. Bunu gören melekler, «Buraya gelin! Aradığınız ve muhtaç olduğunuz şey buradadır!» diye birbirine seslenirler. Bu nurânî varlıklar, hemen onların etrafını kuşatıp zikre şahid olurlar.

Resûlullah Efendimiz bu hususu şöyle açıklamaktadır:
«Bir topluluk Allah'ı zikretmeye otururlarsa muhakkak onların etrafını melekler kuşatır.

Onlan rahmet-İ ilâhî kaplar, üzerlerine se-kinet (ve vakar) iner. Allah da onları katında bulunan topluluk
(yâni melekler) arasında anar» (11).

Allah'ın adını anmak için toplanmış bir cemaate gıpta eden'bir melek, şöyle seslenir: «(Yerinizden) yarlığanmış olarak kalkınız» (12).

Gönlünü Allah'ın sevgisine tahsis etmiş kimseler, Mevlâ'yı anma­dan duramazlar. Kul, Allah'ı anarken, Cenâb-ı Hak da kuluna muka­belede bulunur. Bir hadîs-i kudsîde buyuruluyor ki:
«Kulum, sen benî (kimse) bulunmayan yerde anarsan ben de se­ni öyle anarını. Eğer sen beni, bir topluluk içinde zikredersen, ben de seni onlardan daha hayırlı ve daha büyük bir cemaat içinde anan m» (13).

Bîr âyet-i kerimede ise şöyle buyurulmaktadır: «Siz beni (itaatle ibadetle) anın, ben de sizi (sevap ile mağfiretle) anayım» (14).

Kul, Cenâb-ı Hakk'ı zikretmeye başlayınca Allahü Teâlâ kendisi-
ni rahmanı bir feyze nail kılar. Kalbi, hikmet ve envâr-ı ilâhî ile do-lup taşar ve gözlerinden aşk-ı ilâhî ile akan yaşlar, kıyamet günü, ce-hennemi söndüren bir sel hâlini alır. Bir hadîs-i şerifte:
«Zikir ehli meclislerinin ganimeti, cennettir» (15) buyrulmakta-dır.

insan Allah'ı anarken, sanki cennet içinde ve oranın nimetlerini deriyormuşcasına büyük bir saadete ulaşır.

Her ibadetin makbul ve sahih olabilmesi için birtakım şartlar vardır. Fakat, zikir için hiçbir şart yoktur. Ayakta, oturarak ve hattâ uzanmış halde iken bile Allah'ı anmak caiz olup, kerahet de yoktur. Abdestli olmak her ne kadar efdal ise de, abdestsiz olarak Allah'ı zik­retmek caizdir.
Zikir hususunda ileri sürülen tavsiyeler, zikrin âdâbındandır. Ya­pılmasında faydalar mevcut olup terkinde kerahet yoktur. O edeble-ri şöyle ifade edebiliriz:
Allah'ı zikredecek kimsenin elbisesi, bedeni ve mekânı temiz ol­malı; abdest almalı ve kıbleye dönük oturmalıdır.

Bunlardan başka nazargâh-ı ilâhî olan kalbin içini kin, kibir, ri­ya, buhul ve benzeri kötülüklerden temizlemelidir.

Sür çıkar ağyân dilden tâ tecelli ede Hak, Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan.
Hutbemize, Efendimiz'in bir hadîs-i şerifi ile son vermek isterim:
«Zikrin hayırlısı gizli olanı, rızkın hayırlısı (ihtiyaca) kâfi gele­nidir»


Eserin yazarı: Mehmed Emre Eser: Yeni Hutbe Kitabi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Yeni Hutbe Kitabi

MollaCami.Com