Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Şükrün Faziletli Ve Üstün Olduğunu İddia Edenlerin Delilleri

Şükrün daha üstün olduğunu iddia edenler, sabrın daha üstün olduğunu iddia edenlere şöyle demişlerdir, «Siz, haddi­nizi aşdınız. Aşağı derecede bulunan sabır makamını, kendi­sinden üstün derecede bulunan şükür makamının üzerine ge­çirdiniz. Böyle yapmakla vesileyi gaye ve maksad üzerine ve başkasından dolayı yapılması istenilen şeyi, bizzat yapılması is­tenilen şey üzerine ve kamil olan bir ameli daha mükemmel olan bir amel üzerine ve faziletli olan bir şeyi daha faziletli olan bir şey ü'zerine takdim etmiş oldunuz. Bundan dolayı şük­rün tam hakkını vermediniz. Halbuki Allah Teala, mahluka-tından talebettiği şükr'ü kendi zikr'inc-yakın kiîarak bunların her ikisini de mahlukatmdan istemiştir. Sabır, bunlara giden bir yoldur ve bunların hizmetçisi ve yardımcısıdir. Nitekim Al­lah Teala, «Sîz beni zikredin ki, ben de sizi anayım. Bana şük­redin, nankörlük etmeyin» (Bakara/152) buyurmuştur. Yine Allah Teala Hazretleri şükrü, imana yakın kılıp, insanlar şük­reder ve İman ederlerse ,onlara azap etmek için bir garazı bulunmadığını haber vererek, «Eğer siz şükreder, iman ederseniz, Allah size ne diye azap etsin. Yani siz yaratıhşınızdaki gaye ve maksadı bilerek şükreder ve iman ederseniz, bunları yaptıktan sonra Allah size ne diye azap etsin» (Nisa/147) buyurmuştur. Yine Cenab-ı Hak, kullan arasından şükredenlere, îutûf ve ih­sanını tahsis etmiş olduğunu haber vererek, «Bazılarını bazıla­rıyla imtihan ettik ki, (Kureyş'in ileri gelenleri), «bunlar mı, Allah'ın aramızdan lutfûna layık gördüğü kimseler?» dediler. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil midir?» (En'am/53) bu­yurmuştur. Allah Teala Hazretleri, insanları, şükredenler ve nankörler (küfredenler) olmak üzere iki kısma ayırmış ve en çok buğuz ettiği varlıkların kafirler olduğunu ve en çok sev­diği varlıkların da şükredenler olduğunu haber vermiştir. Allah Teala, insan hakkında, «Biz ona yolu gösterdik. İster şükreden (mümin) olsun, ister nankör (kafir) olsun» (İnsan/3) buyur­muştur. Yİne Allah Teala, Süleyman aleyhisselam'dan haber vererek, «Süleyman, bu Rabbimin fazhndandır. Beni imtihan için ki, bakalım şükür mü edeceğim, yoksa küfran-ı nimet mi? , Kim şükrederse ancak kendi nefsi için şükreder. Kim de nan­körlük ederse, bilsin ki; Rabbım onun şükrüne muhtaç değil­dir. Kerimdir» (Neml/40). Diğer bir ayette de, «Ve Rabbini-zin şöyle söylediğini bir düşünün, And olsun eğer siz şükreder­seniz elbette size (nimetimi) artırırım. Fakat nankörlük eder­seniz, muhakkak ki, benim azabım çok şiddetlidir». (îbrahim/7). Başka bir ayette de, «Eğer küfrederseniz, bilmiş olun ki, Allah sizden müstağnidir. Size muhtaç değildir. Ama kulları için küfre razı olmaz. Eğer şükrederseniz, sizin hesabınıza ona razı olur.» (Zümer/7) buyurmuştur. Kur'an-ı Kerimin bir çok ye­rinde, şükrün karşısında zaddı olan .küfür zikredilmiştir. Nite­kim Allah Teala Hazretleri, «Muhammed, peygamberden baş­ka bir şey değildir. Ondan önce bir çok peygamberler gelmiş geçmiştir. O ölür veya öldürülürse, siz hem geriye mi dönecek­siniz? (yani tekrar kafir mi olacaksınız?) her kim ardına dö­nerse, iyi bilsin ki, Allah'a asla bir zarar getirecek değildir. Al­lah, şükredenleri mükafatlandır ocaktır. (Al-i lmran/144) bu­yurmuştur.

Şükredenler iman nimeti üzerine sebat edip geriye dönmemistirler, yani kafir olmamışlardır. Ccnab-ı Hak nimetin art­masını şükre bağlamıştır. Şükrün nihayeti olmadığı gibi Allah'

in nimetinin de nihayeti yoktur.

Allah Teala, zengin kılmayı, duayı kabul etmeyi, nzık ver­meyi, mağfiret etmeyi ve tevbeyi kabul etmeyi dilemesine bağ­ladığı halde şükrün mükafatını kesin olarak vereceğini vaad etmiştir. Zengin kılmada; «Aİlah dilerse, sizi yakında fazlından zengin kılar» (Tcvbe/28). Duayı kabul etmede; «O da dilene bertaraf edilmesine yalvardığımz belayı kaldırır» (En'am/41) Rizık vermede; «Allah dilediğine hesapsız nzık verir» (Bakara/ 212). Mağfiret etmede; «Doğrusu Allah, kendisine ortak ko­şulmasını bağışlamaz, ama ondan aşağısını, dilediği kimseler İçin, bağışlar» (Nisa/48). Tevbeyi kabul etmede; «Allah diledi ğinc tevbe nasip eder» (Tevbe/15). Şükrün mükafatını verme­de; «Şükredenlcre ise muhakkak mükafat vereceğiz» ve başka ayette de, «Allah şükredenleri mükafatlandır ocaktır.» (Al-i îm-ran/144-145). buyurmuştur.

Allah'ın düşmanı İblis, makamların en büyüğü ve en yü­cesi olan şükür makamının kadrini ve kıymetini bilince insan­ları onun yolundan men etme hususunda var kuvvetiyle çalışa­cağını haber vererek, «Sonra onlara, önlerinden arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükre-. dici bulamayacaksın» (Araf/17) demiştir.

Allah Teala, kullarından şükredenlerîn az bulunduğuna beyanla «Kullarım içinde şükreden azdır» (Se'be/13) buyur­muştur. İmam Ahmed'in rivayetine göre, Ömer b. Hattab (r.a.), bir kimsenin «Allah'ım beni azlardan kıl» dediğini işit­miş, o da «Bu azlar kimlerdir?» diye sormuş. O da, «Ey mü' mİnlerin emİri Allah Teala'nm, «Zaten Nuh'un beraberinde bulunan az bir kimseden başkası da İman etmemişti» (Hud/40), Yine diğer bîr ayette de, «Kullarım içinde şükredeni azdır» (Se'be/13), yine başka bir ayette de, «Yalnız iman edip saîih amel işleyenler müstesna. Ama onlar da pek azdır» (Sad/24) buyurduğunu duymadın mı?» diye cevap vermiş. Bunun üze­rine Ömer (r.a.), «Doğru söyledin» demişti.

Allah Teaîa, yeryüzündeki bütün insanlara, iki defa, gön­derdiği peygamberini şükretmesi dolayısıyla överek «Ey Nuhile beraber gemiye yüklediğimiz kimselerin soyundan gelenler' Şüphesiz Nuh, çok şükreden bir kul idi» (İsra/3) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimede Nuh (a.s.v.)'un zikredilerek tahsis edilme­sinde ve İnsanlara onun zürriyeti olmalarıyla hitap edilmesinde, ona uyulacağına İşaret vardır. Çünkü Allah Teala, mahlukatı-nı tufanda suya gark ettikten sonra onun zürriyetinden başka nesil bırakmamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak, «Nuh'un zürriyye-tini, baki kalanların ta kendileri yaptık» (Saffat/77) buyurmuş ve zürriyetine, şükürde babalarına benzemelerini emretmiştir. Çünkü Nuh (a.s.v.) çok şükreder bir kul idi.

Allah Teala, kendisine şükredenin ancak ibadet ettiğini ve şükretmeyenin ibadet ehlinden olmadığını haber vererek, «Eğer yalnız Allcûı'a tapıyorsanız O'na şükredin» (Bakara/ 172) buyurmuştur. Allah Teala Musa Aleeyhisseîam'a, kendi­sine verilen peygamberliği, risaleti ve kelâmı, şükretmekle at­masını emrederek, «Ya Musa.' Ben seni risaletimle ve kelâ­mımla insanların üzerine seçkin kıldım. Şimdi sana şu verdi­ğimi al da şükredenlerden ol!» (Araf/144) buyurmuştur. Akıl baliğ olan insana Allah Teala'nın ilk vasiyeti, Kendisi'ne, anne ve babasına şükretmesi olduğunu tavsiye ederek, «Biz, insana, ana babasını (gözetmesini) tavsiye ettik. Anası onu çile üstüne

çile ile taşıdı (doğum sancıları ve doğum acısı çekti). Sütten kesilmesi de iki sene (müddetli) dir. Ve insana dedik ki, Ba­na ve anana babana şükret, dönüşün ancak banadır.» (Lok­man/14) buyurmuştur. Yine Cenab-ı Hak rızasının kendisine şükretmekds olduğunu haber vererek, «Eğer şükrederseniz si­zin hesabınıza ona razı olur» (Zümer/7) buyurmuştur. Yİne Al­lah Teala Hazretleri nimetlerini şükreden İbrahim Halilullah'ı methederek, «Muhakkak İbrahim, Allah'a itaat eden ve hakka yönelen (başlıbaşına) bir ümmetti (Önderdi). O hiçbir zaman müşriklerden olmamışdı. Allah'ın nimetlerine şükredici idi. (Al-, lah) onu seçmiş ve doğru yola hidayet buyurmuştu» (NahV 120-121) buyurdu. Yani, Allah Teala, İbrahim Halilullah'ın kendisine hayırda uyulan Önder olduğunu, Allah'a devamlı f.aat ve ibadette bulunduğunu, yalnız O'na yönelip başkaların­dan yüz çevirdiğini haber vermiş, sonra bu sıfatlarla muttasıf olmasına Allah'ın nimetlerine şükredici olmasıyla bitirerek şük­rü, Halilullah'ın gayesi ve maksadı kılmıştır.

Allah Teala Hazretleri, kullarını yaratmaktaki gayesinin de şükretmeleri olduğunu haber vererek, «Allah, sizi anaları­nızın karnından öyle bir halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyor­dunuz. Size kulaklar, gözler ve kalpler verdi ki, şük redesiniz» (Nahl/78) diğer bir ayette de, «And-olsun ki, Bedir savaşında siz düşkün bir durumda iken, Allah sizi muzaffer kıldı. O hal­de Allah'dan korunun kî, şükredesiniz» (Al-i îmran/123) bu­yurmuştur. Ayet-i kerimedeki, «şükredesiniz» kavli kerimi, on­ları muzaffer kılmasının ve onlara takvayı emretmesinin illeti olabilir. Allah Teala'nın mahlukatım yaratmaktaki ve onlara emretmekteki hikmeti şükretmeleridir. Nitekim, Allah Teala Hazretleri, emrinin ve peygamber göndermesinin gaye ve hik­metini açıklayarak, «Nitekim size içinizden bir peygamber gön-. derdik. O, size ayetlerimizi okuyor, sîzi şirkten temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor ve size bilmediğinz şeyleri öğreti­yor. O halde siz, beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şük­redin nankörlük etmeyin» (Bakara/151-152) buyurmuştur.

Şükür bizzat murad edilirken sabır başkasından dolayı murad edilmektedir. Sabır, şükre götürdüğü için övülüi. O halde sabır, şükrün hizmetçisidir.

Buharı İle Müslim'de- sabit olduğuna göre, Allah Resulü (namaz kıldığı vakit) ayaklan patlıyacak derecede ayakta du rurdu. Kendisine, «Sen niye böyle yapıyorsun? Halbuki Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir.denilmiş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) «şükreden bir kul olmaya­yım mı?» buyurmuştur.

îmam Ahmed'in Müsned'inde ve Tirmizi'de sabit olduğu­na göre, Resulullah (s.a.v.) Muaz (r.a.)'a «Vallahi ben seni se­viyorum,- her namazın sonunda «Allah'ım bana seni zikretme­me, şükretmeme ve sana güzel ibadet etmeme yardım et» diye-dua etmeyi unutma» buyurmuştur.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nm rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle demiştir. «Allah Resulü, Dört şey vardır ki. onlar kime verilirse, dünya ve ahiret hayrı verilmiş olur; şükreden kalp,zikreden dil, belaya sabreden beden, nefsinde ve malında ken­disine hiyanctlik etmeyen kadın» buyurmuştur.

Yine İbn-i Ebi'd-Dünya'nın rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir, «Resulullah (s.a.v.), Allah bîr kuluna bir nimet verir de o da onun Allah'dan olduğunu bilirse, mutlaka onun için şükür sevabını yazar. Allah, kulunun işlediği günahına pişman olduğunu bilirse, mutlaka o istiğfar etmeden önce ona mağfiret eder. Bir kimse bir dinara bîr elbise satın abp onu gi­yip de Allah'a hamd ederse, o elbise diz kapaklarına varma­dan Allah ona mağfiret eder.» buyurmuştur.

Sahih-i Müslim'de sabit olduğuna göre, Resulullah (s.a.v.), «Şüphesiz ki Allah, yemek yedikten sonra, ondan dolayı Al­lah'a hamdeden, suyu içtikten sonra, ondan dolayı Allah'a hamd eden kuldan razı olur» buyurmuştur. Bu büyük müka­fat, yani Allah'ın razı olması, mükafatların en büyüğüdür. Ni­tekim Cenab-ı Hak, «Allah'ın, (kulunun hamdederek şükret­mesi karşılığındaki) rızası daha büyüktür (Tevbe/72) buyur­muştur. Bir hadis-i şerifde, «Allah Teala bir kuluna şükretme-yi ihsan ederse, onu ziyadeden mahrum etmez» buyrulmuştur. Çünkü Allah Teala Hazretleri, «Andolsun eğer siz, şükreder­seniz, elbette size (nimetimi) ai'tırırım» (îbrahim/7) buyurmuş­tur, (ibn-i Ebi'd-Dünya.)Hascn-ı Basri demiştir ki, «Allah Teala, nimetiyle dilediği kadar faydalandırır. Nimete şükredilmediği takdirde onu aza­ba çevirir. Bundan dolayı şükre, «Hafız — koruyucu» İsmi ve­rilmiştir. Çünkü şükür ,mevcud olan nimetleri korur, mevcud olmayan nimetlerin de elde edilmesine vesile olur. A1İ b. Ebu Talip (r.a.), Hemedanh bir adama, «Nimete, şükür ile ulaşılır. Şükürle nimet artar. Şükür ile- nimet, bir arada bulunurlar Kuldan şükür kesilmedikçe, Allah'dan da nimetin artırılması kesilmez» demiştir. (İbn-i Ebi'd Dünya.)Ömer b. Abdülaziz, «Allah'ın nimetlerini, Allah'a şükret­mek suretiyle bağlayınız» demiştir. Şükür nimetlerin bağıdır.

Mutarrif b. Abdullah, «Andolsun kî afiyet verilip de şük­retmem, bela verilip de sabretmemden daha hayırlıdır» demiş­tir.

Hasan-ı Basrİ demiştir ki, «Elinizde bulunan nimetleri devamlı anlatın. Çünkü, nimetleri anlatmak şükürdür. Nitekim Allah Teala Resulüne, Rabbinin nimetlerini anlatmasını em­rederek, «Rabbi'nin nimetlerine gelince, onu anlat da anlat.» (Duha/11) buyurmuştur. Allah Teala, kulunun üzerine vermiş olduğu nimetinin eserini görmeyi sever. Çünkü kulun üzerin­de nimetin eserinin görülmesi lisan-ı hal ile nimetin şükrüdür Süfyan-ı Sevri demiştir ki, «Dayud aleyhisselam, Allah'a, vechinin keremine ve celalinin izzetine layık olduğu gibi ham-dolsun» demiş. Bunun üzerine Allah Teaîa, ona, «Ya Davud, sevap yazmaktan melekleri yordun» diye vahyetmiştİr.

Ebu Reca el-Utaridi demiştir ki, bir gün bizim yanımıza Imran b. Husayn üzerinde ipekli bir şal bulunduğu halde gel­di ben bu şalı onun üzerinde ne bundan Önce ne de bundan, sonra görmedim ve dedi kî, ResuluIIah (s.a.v.), «Allah Teala, bir kuluna nimet verdiğinde nimetinin eserini kulunun üzerin­de görmeyi sever» buyurdular.

Amr b. Şuayb'in sahifesinde o babasından, o da dedesin­den, o da Resulullah'dan rivayet ettiğine göre, ResuluIIah (;>. a.v.), «Yiyiniz içiniz kibirlenmeden, israf etmeden. Tasadduk edin, çünkü Allah Teala, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever» buyurmuştur.

Ebu'l-Ahvas babasından naklen rivayet ediyor. Babası şöy­le demiştir. «Ben ResuluIIah (s.a.v.)'m yanına perişan bir hal­de geldim. Bana, «malın var mı?» diye sordu. Ben de «Evet» dedim. ResuluIIah (s.a.v.), «Hangi maldan?» dedi. Ben de, «Her çeşit maldan vardır. Allah bana deve, at, ve koyunlar verdi» dedim. Bunun üzerine, ResuluIIah (s.a.v.), «Allah sana mal verince, nimetinin eseri ve şerefi üzerinde görülsün» buyurdu.

Bir mürsel hadis-i şerifde, «Allah Teala, kulunun yemesin-de içmesinde nimetinin eserini görmeyi sever» buyiHİmuştur.

Bükeyr b. Abdullah merfu olarak rivayet ettiği bir ha­dis-i şerifde, «Bir kimseye servet verilir de onun üzerinde ese­ri görülürse, ona, Allah'ın dostu ve Allah'ın nimetini anlatan» denilir. Bir kimseye servet verilir de, onun üzerinde eseri gö­rülmezse, ona da, Allah'ın buğz ettiği ve Allah'ın .nimetinin düşmanı denilir» buyrulmuştur.

Fudayl b. İyaz demiştir ki, «Şöyle nakledilmektedir,birkimse Allah'ın nimetini kalbiyle bilip, diliyle hamdederse, bu hamdi tamam olmadan Allah onun nimetini artırır. Çünkü, Hak Teala, «And olsun eğer siz şükrederseniz elbette size ni­metim!- artırırım» (İbrahim/7) buyurmuştur. Nimeti anlatmak nimetin şükründendir. .

Bir hadis-i kudside Allah Teala, «Ey Ademoğlu! Benim nimetim içinde dolaşırken devamlı bana karşı günah işlemek­tesin, benden sakın (aksi takdirde) bana karşı işlemiş olduğun günahların arasında seni perişan ederim. Ey Ademoğlu! Ben­den kork ve dilediğin yerde uyu» buyurmuştur.

Şa'bi dedi ki, «Şükür imanın yarısıdır, yakîn ise, imanın hepsidir.»

Ebu Kalabe, «Şükrederseniz dünya size zarar vermez» de­miştir.

Hasan-ı Basrİ demiştir ki, «Allah Teala bir kavme nimet verdiğinde onlardan şükretmelerini İster, eğer şükrederlerse, nimetlerini artırmaya kadirdir. Eğer nankörlük ederlerse ni­metini aleyhlerine azaba çevirmeye de kadirdir. Allah Teala Hazretleri nimetlerine şükretmeyen nankörleri yermiştir. Ha­san-ı Basri, «İnsan Rabbine karşı pek nankördür. Başına gelen musibetleri sayar durur, nimetleri unutur» demiştir. Bu sebeb-den dolayı Rcsuluîlah (s.a.v.), cehennem ehlinin çoğunun ka­dınlar olduğunu haber vererek, «Onlardan birine, dünya dur­dukça iyilik etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen) bir şey görse, 'ben senden hiçbir hayır görmedim' der» buyurmuştur. O halele kocasının nimetinin şükrünü terkedenİn hali böyle olursa, Allah'ın nimetinin şükrünü terkedenin hali nice olur.

Ey işinde zulmeden kimse! zulüm, ' zulmeden kimsenin aleyhine döndürülecektir. Sen .bu zulmüne ne zamana kadar devam edeceksin? Başına gelen musibetlerden şikayet ediyor­sun ve nimetleri ise unutuyorsun.

tbn-i Ebi'd-Dünya'nm rivayet ettiğine göre, Numan b. Be-şir şöyle demiştir, «ResuluIIah (s.a.v.), «Nimeti anlatmak şü­kürdür. Nimeti anlatmayı terketmek nankörlüktür. Aza şük­retmeyen, çoğa şükretmez. İnsanlara şükretmeyen Allah'a şükretmez. Cemaat berekettir. Cemaattan ayrılmak azabdır» buyurmuştur.

Mutarnf b. Abdullah demiştir ki, «Ben afiyete de, şükre de baktım, her ikisinde de dünyanın ve ahîretin hayrını bul­dum. And olsun, bana afiyet verilip de şükretmem, bela verilip de sabretmemden daha sevimlidir.»

Bekir b. Abdullah el-Muzeni, «Allah'a hamd ederim ve beni mağfiret etmesini dilerim» diyen bir hamal görüp onun sırtından yükünü indirmesini bekleyip ona, «Bundan başka bir şey bilmez misin?» dedi. O da «Çok'şey bilirim... Allah'ın ki­tabını okurum. Yalnız kul, nimet İle günah arasında bulunmak­tadır. Allah Teala'ya vermiş olduğu nimetlerinden dolayı hamd ederim. Günahlarımdan dolayı da affımı dilerim» dedi. Bunun üzerine Bekir b. Abdullah, «Hamal, Bekir'den daha fakihmİş» dedi.

Tfrmizi'nm rivayet ettiğine göre, Cabir b. Abdullah (r.a.), ashabın yanına gelip onlara Errahman suresini başından sonu­na kadar okudu. Ashab sükût ettiler. Bunun üzerine Allah Re­sulü buyurdu ki, «Cin gecesinde ben bu sureyi cinlere okudum da onlar sizden daha güzel cevap verdiler. «Ey insanlarla cin7 ler! Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz?» kavli ilahisine her geldiğimde onlar, «hayır nimetlerinden hiçbir şeyi tekzip etmeyiz. Ey Rabbimiz'. hamd sana mahsustur.» dediler Miş'ar dedi ki, «Davud hanedanına, «Çalışın ey Davud hanedanı! Şükür için çalışın» denilince onlar arasında her an namaz kılan bulunurdu.

Avn b. Abdullah dedi ki, «Fukahadan biri, 'Ben hayır olan her işimin beraberinde şerrin bulunduğunu gördüm. Ancak afi­yetle şükürde, şer bulunmaz. Belaya uğrayanların bir çokları şükreder, afiyette olanların bir çokları şükretmez. Siz Allah dan istediğiniz zaman hem şükrü hem de afiyeti İsteyin' de-mîşti.»

Ebu Muaviye dedi ki, «Ömer b. Hattab (r.a.), bir elbiseyi başından giyip cmuzlanna gelince, «Avretimi örtecek ve ha­yatımı süsleyecek elbiseyi bana giydiren .Allah'a hamd olsun» dedikten sonra kollarını sokup elbiseyi giydi ve el bileklerini aşan kısmını kesti. Sonra dedi ki, 'Allah Resulünü şöyle derken işittim, 'Bîr kimse yeni bir elbise giyer ve, 'Avretimi örtecek ve hayatımı süsleyecek elbiseyi bana giydiren Allah'a hamd olsun' der ve sonra eskitmiş olduğu elbiseyi alıp birine sadaka olarak verirse, hayatında ve ölümünde Allah'ın hıfzına ve hi­mayesine mazhar olur» Tirmizi...

Avn b. Abdullah dedi kî, «Bir kimse yeni bir elbise alıp giyer de Allah'a hamd ederse Allah ona mağfiret eder. Bunu işiten bir adam, «Gidip bir elbise satın alıp, onu giyeyim de Allah'a hamd edeyim» dedi.

Şurayh dedi ki, «Bir kulun başına bir musibet gelirse mut­laka o musibette, Allah'ın kulu üzerinde üç nimeti vardır. Bi­rincisi, o musibetin dininde olmamasıdır. İkincisi, o musibetin bulunduğundan daha büyük olmamasıdır. Üçüncüsü, o musibet mutlaka kulun başına gelmesi mukadderdi geldi.»

Ömer b. Abdülaziz'in oğlu Abdullah demiştir ki, «Babam Ömer b. Abdülaziz, kendisine Allah'ın ihsan ettiği bir nimete baktığında mutlaka, «Allah'ım nimetini küfre çevirmekteu, onu tanıdıktan sonra nankörlükten ve <*ıu övdükten sonra, unutmaktan sana sığınırım» derdi.

Ruh b. el-Kasım demiştir ki, «Kendisini ibadete veren bir kimse, 'Ne hurma tatlısı yerim, ne de şükrünü yaparımde­yince bunun üzerine Hasan-ı Basri, «Bu kimse pek ahmak aca­ba sırf içtiği soğuk suyun şükrünü eda edebiliyor mu?» dedi.»

Bir hadis-i kudside Allah Teala, buyurdu ki, «Ey Adem­oğlu! Benim hayrım sana iniyor ama senin kötülüklerin bana yükseliyor. Ben seni nimetlerimle seviyorum, sen ise bana gü­nahlarla buğzediyorsun. Şerefli bir melek durmadan senin gü­nahlarını bana yükseltmektedir.»

Ebu Ali demiştir ki, bir komşumun geceleyin şöyle dedi ğini İşitiyordum «Ya İlahî! Senin haynn bana İnmektedir, be­nim kötülüklerim sana yükselmektedir. Nİce şerefli melekler, benim çirkin amellerimi sana yukseltmektedirler. Senin bana ihtiyacın olmadığı halde, beni nimetlerinle seviyorsun. Ben, sana devamlı muhtaç olduğum halde, günahlarla sana buğuz ediyorum. Sen, bu hususda bana destek oluyor, günahlarımı örtüyor ve bana nzık veriyorsun» derdi. (İbn-i Ebi'd-Dünya.)

Ebu'l-Mugire'ye, «Ey Ebu Muhammed nasıl sabahladın?» denildiğinde, şöyle cevap verirdi. «Allah'ın nimetlerine gark olmuş olarak ve onların şükründen aciz olarak sabahladık.

Rabbimiz bize muhtaç olmadığı halde bizi sevmektedir.Biz ona muhtaç olduğumuz halde ona buğz etmekteyiz.»

Abdullah b. Sa'Iabe şöyle derdi, «İlahî! Kereminden dolayı sana itaat edilip isyan edilmez, hilminden dolayı sana isyan edilir, sanki sen görmezsin, Yeryüzünde bulunanlar her an sa­na isyan ettikleri halde sen onlara iyilikle muamele edersin.»

Muaviye b. Kurre, yeni bir elbise giydiği vakit, «Bismillah ve'lhamdülillah» derdi.

Enes b. Malik demiştir ki, «Bir kul kendisini ibadete verir­se Allah Teala onun rızkını göklerden ve yerden geçirerek İn­sanların ellerine teslim eder, onlar da onu işliyerek yenilecek hale getirirler, sonra o rızık o kula verilir. O kul o rızkı alınca şükür kendisine vacip olur, eğer şükretmezse, hamde layık olan Allah o rızkı kendisine şükredecek olan fakir kullara ve­rir.»

Bir kimse, Ebu Temİme'ye, «Nasıl sabahladın?» dedi. O da, «İki nimet arasında sabahladım, onlardan hangisinin üstün ol­duğunu bilmiyorum, birincisi, Allah Teala'nın günahlarımı ört-mesidîr. Bu yüzden hiçbir kimse benî onlarla ayıplayamıyor. İkincisi, Allah Teala'nın insanların kalplerine benim sevgimi koymuş olmasıdır ki, ben ona amelimle erişemem» demiştir.

ibn-i Ebi'd-Dünya, Said el-Mukbiri'den rivayet etti, o da babasından rivayet etti, o da Abdullah b. Selam'dan rivayet etti. Abdullah b. Selam dedi ki, «Musa aleyhisselam, «Ey Rab-bim sana layık olan şükür nedir?» dedi. Cenab-ı Hak da, «Di-Iİn devamlı zikrimle meşgul olsun» buyurdu.»

Sehl b. Ebu Salih babasından o da Ebu Hüreyrc (r.a.)'den cıva ver etti. Ebu Hüreyrc (r.a.) demiştir ki, «Kuba'lı ensardan bîri Resulullah'ı davet etti, beraber gittik. Resulullah (s.a.v.) yemeğini yiyip, ellerini yıkayınca şöyle dua etti, «Yediren, ye­di rilmiyen, bize ihsan eden, bize doğru yolu gösteren, bizi do­yuran ve sulayan, her güzel bela ile imtihan eden, (divanın­dan) red olunmayan (kabul buyrulan) ve terk olunmayan, bizi nmetine küfredenlerden kılmayan (şükredenlerden kılan) ve kendisinden müstağni olunmayan Allah'a hamdolsun. Yemek yediren, su içiren, çıplakları giydiren, delaletten kurtarıp hi­dayet veren, karanlıklardan aydınlığa çıkaran, mahlukatındanbir çokları üzerine bizi üstün kılan, Allah'a hamd olsun. EI-hamdulillahirabbilalemin.»

Hüseyin b. Salah'ın Müsned'indz Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Enes b. Malik (r.a.) şöyle demiştir, «Re­sulullah (s.a.v.), «Allah Teala, bir kuluna ehil mal veya evlad nimeti verir de o da, «Maşaallah, lâ kuvvete illâ billah» derse onlarda ölümden başka bir afet görmez.» buyurmuştur.

Rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir, «Resu-luüah eve girdi yere düşmüş ekmek kırıntıları gördü. Onları temizledi ve, «Ey Aişe! Allah'ın sana vermiş olduğu bu nimet­lerin kadrini ve kıymetini bil, çünkü bir nimet bîr evden uzak laşırsa onlara kolay kolay geri dönmez» buyurdu. (İbn-i Ebid )

îmam Ahmed'in naklettiğine göre Ebu'l-Halad şöyle de­miştir, «Davud aleyhisselam'ın şöyle münacatta bulunmuş ol­duğunu okudum, «Yarabbi sana nasıl şükredeyim. Çünkü se-nİn şükrüne ancak senin nimetinle erişiyorum». Bunun üzerine kendisine, «Ya Davud! Seninle olan nimetlerin hepsinin ben­den olduğunu bilmez misin?» diye vahiy geldi. O da «bilirim ya Rabbi» dedi. Cenab-ı Hak, «Bunu bilerek şükredersen sen­den razı olurum» buyurdu.

Said b. Abdülaziz, «Nimet verip şükrettiren, bela verip dua ettiren Allah Teala, her türlü noksanlıktan münezzehdir» duası Davud aleyhisselam'ın dualarmdandır.» demiştir.

îmam Ahmcd, Ebu Muaviye'den, o da A'meş'den, o da Minhal'den, o da Abdullah b. Haris'den naklen rivayet etti. Abdullah b. Haris demiştir ki, «Allah Teala, Davud aleyhisse-lam'a, «Benî sev, ibadetimi sev, ve beni kullanma sevdir» diye vahyetmiş o da, «Ya Rabbi! Bu sevgi, sana ait ve kullarına ait­tir. Ben seni kullarına nasıl sevdireyim?» dedi. Bunun üzeri­ne Cenab-ı Hak, «Onların yanında beni güzel bir şekilde an ki, onlar benden ancak güzel olanları bilsinler» buyurmuştur. Rab-btmizin azameti ve celali pek yüksektir. İsmi pek mübarektir. Şanı pek yücedir. İsimleri mukaddestir. Senası pek büyüktür. Ondan başka hak mabud yoktur.»

îmam Ahmcd dedi ki, «Bize Abdürrezzak b. îmran dedi ki, «Vchb'i şöyle derken işittim, «Ben Davud hanedanının kitabında gördüm ki, şunlar yazılıydı; Allah Teala, buyuruyor ki, izzet ve celalime yemin ederim, eğer bir kimse bana sanhi-sa göktckiler ve yerdekİIer ona kötülük yapmak isteseler ben onun için, bunların arasından bir çıkış yolu yaratırım. Bir kimse de bana sanlmazsa onun gökteki çarelerini keserim, ayakları­nın altındaki toprağı yere batırıp, onu muallakta bırakırım, sonra nefsine havale ederim. Ben kuluma mal cihetinden kafi­yim, kulum benim taat ve ibadetimde bulunursa, benden iste­meden önce ona veririm. Bana dua etmeden önce duasını ka­bul ederim. Ben onun ihtiyacını ondan daha iyi bilirim.»

İmanı Ahmed, Ycsar'dan, o da Hafs'dan, o da Sabit'ten naklen rivayet etti. Sabit dedi ki, «Davud aleyhİsselam gece ile gündüzün saatlannı ehline taksim etti. Gece ile gündüzün her saatmda mutlaka Davud hanedanından biri namaz kılardı. Çünkü Allah Teala, şu ayeti kerimeyi «Davud hanedanı! Şü­kür için çalışın mamafih kullarım içinde şükreden azdır» (Sebe/13)» onlar için inzal etti.

İmam Ahmed, Cabir b. Zeyd'den, o da Musire b. Uyey-ne'den naklen rivayet etti. Mugire b. Uyeyne demiştir ki, «Da­vud aleyhİsselam, «Ya Rabbi! Bu gece, mahlukatından biri se­ni, benden daha çok zikretti mi?» dedi, Bunun üzerine Allah Teala, ena, «Evet, kurbağalar» diye vahyetti ve yukarıda ge­çen ayet-i kerimeyi indirdi. Davud aleyhİsselam, «Ya Rabbi! Senin şükrüne nasıl gücüm yeter? Çünkü bana nimet veren sensin, bir nimetten sonra diğer bir nimet veriyorsun, nimet­ler de senden şükür de sendendir. Buna göre senin şükrüne, nasıl gücüm yeter?» dedi. Allah Teala, Davud Aleyhisselam'a, «Şimdi beni bildin ya Davud» buyurdu.

İmam Ahmed, Abdürrahman'dan, o da Redi b. Sabih'den, o da Hasan-ı Basriden naklen rivayet etti. Hasan-ı Basri de­miştir ki, «Davud Aleyhİsselam, «İlahî! her bir kılımın, iki dili olsa da gece gündüz ve dünya durdukça seni teşbih etseler, bîr nimetinin hakkım ödeyemem» dedi.»

İbn-i Ebi'd-Dünya, Ebu İmran el-Cuweni'den, o da Ebu'l Halad'dan naklen rivayet etti. Ebu'l Halad demişdir ki, Musa aleyhİsselam '«Ya Rabbi, sana nasıl şükredeyim?. Bana ih­san ettiğin nimetlerinden en küçük bir nimete bile bütün amellerim karşılık olamaz» dedi. Bunun üzerine Allah Teala, «Ya Mıs.sa! çimdi bana şükretmiş oldun» diye vahyetti.

Bekir b. Abdullah demiştir ki, «Bir kul «Elhamdülillah» dorse, mutlaka, «Elhamdülillah» demesi sebebiyle kendisine bîr nimet verilir. Bu nimetin mükafatı da tekrar «Elhamdülil­lah» demesİdir. Bunu söylediğinde de tekrar bir nimet daha verilir. Allanın nimetleri bitmez.»

Hasan-ı Basri demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.) bir adamın, «Elhamdülillahi bi'I-lslam» dediğini işitmiş bunun üzerine Re-sulullah ona, «büyük bir nimet üzerine Allah'a hamdediyor-sun» buyurmuştur.»

Halid b. Mi'öan demiştir ki, «Abdiilmelik b. Mervan'ı şöyle derken işittim, «Bir kimsenin, «Elhamdülillahillezi en'ame aleyna ve hedana lil İslam» demesinden, Allah katında şükret­mek hususunda bundan daha üstün, daha sevimli bir dua yok­tur.»

Süleyman et-Teymi demiştir ki, «Allah Teala, kendi aza­metine layık olan şekilde kullarına nimet verir. Onlardan da kudretlerine göre, şükretmelerini ister.

Hasan-ı Basri, sözüne başlarken, şöyle derdi, «Hamd Al­lah'a mahsustur. Ey Rabbİmiz! Bizi yarattığın, bize nzık ver­diğin, bize doğru yolu gösterdiğin, bize öğrettiğin, bizi sapıklık­tan kurtardığın, bizim gam ve kederimizi giderdiğin için ancak, sana hamd ederiz. Bize İslam dinini ve Kur'an-ı Kerimi ihsan ettiğin İçin ancak sana hamdederiz. Bize ehil, mal ve-afiyet verdiğin düşmanlarımızı perişan ettiğin, bize bol nzık verdiğin, bize emniyet verip bir araya topladığın, bize güzel afiyet verdi­ğin, ve her istediğimizi bize verdiğin İçin ey Rabbimiz sana bin­lerce hamd-ü senalar olsun. Ey Rabbimiz! bize eski, yeni, gizli, açık, hususi, umumi verdiğin nimetler için ve biz diriyken, ölüyken, hazır iken, gaib iken vermiş olduğun nimetlerin için ancak sana hamdederiz. Sen razı oluncaya kadar sana hamd ederim. Sen razı olduğunda da sana hamd ederiz.» Hasanı Basri, demiştir ki, «Musa Aleeyhİsselam, «Ya Rabbi! Adem aleyhİsselam senin ona verdiğin nimetlerinin şükrünü nasıl öde-yebîlİr? Çünkü sen onu yed-i kudretinle yarattın, ona ruhun­dan üfürdün, onu cennetine koydun, ona meleklerin secde etmelerini emrettin de, onlar da ona secde ettiler» dedi. Bunun

üzerine Allah Teala, «Ya Musa! Adem aleyhisselam bunların benden, olduğunu bilir de bundan dolayı bana hamd ederse, işte onun bu hamdİ benim ona verdiğim nimetlerin şükrü olmuş olur» buyurdu.

Sa'd b. Mes'ud es-Sekafi demiştir ki, «Nuh aleyhisselam'a, «çok şükreden bir kul» diye isim verilmiştir. Çünkü o yeni bir elbise giydiğinde, yemek yediğinde mutlaka, «Elhamdülillah» derdi.

Aii b. Ebu Talib, beladan çıkınca eli ile karnını mesheder ve «Bu ne büyük bir nimettir fakat insanlar bunun şükrünü bilmezler» derdi. .

Mahled b. Hüseyin demiştir ki, «Şükür günahları terket-mektir» denilirdi.

Ebu Hazim, «Allah'a yaklaştırmayan her nimet beladır ve musibettir» demiştir.

Ebu Süleyman, «Nimetleri anmak, Allah-ı sevmeyi gerek­tirir.» demiştir.

Hammad b. Zeyd, Leys'den, o da Ebu Bürde'den naklen rivayet etti. Ebu Bürde dedi ki, «Ben Medine'ye» gelince, Ab­dullah b. Selam İle karşılaştım. Bana, «Resulullah (s.a.v.)'ın girdiği eve girmez misin? Sana kavun ve hurma yedireyim» de­di. Sonra şunları anlattı, Allah Teala İnsanları kıyamet günün­de topladığı vakit onlara vermiş olduğu nimetlerini hatırlatır. Bunun üzerine kul, «Bunun alameti nedir?» der. Cenab-ı Hak, «Bunun alameti sen şöyle şöyle bir sıkıntıda idin. Bana dua et­tin. Ben de senin sıkıntını giderdim. Bunun alameti sen bîr va­kit seferde idin, benden yardım istedin, ben de sana yardım et­tim. Cenab-ı Hak hatırlatır, kul da hatırlar. Allah Teala, bu­nun alameti, sen filanın kızını istedin, seninle beraber bir çok isteyenler bulundu, onu sana verdim, diğerlerini, reddettim» buyurur. Sözüne şöyle devam ederek, «Allah'ın huzurunda ku­lu da ona nimetlerini sayacaktır? deyip, ağladı, ağladı. Sonra «Allah Teala'dan bir kulunu huzuruna oturtup da &ual azabına tutmamasını niyaz ederim» dedi.

Leys b. Ebu Sülcym, Osman'dan, o da tbn-İ Sirin'den, o da Encs b. Malik (r.a.)den naklen rivayet etti. Enes b. Malik demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.) «Kıyamet gününde nimetler, iyilikler, kötülükler getirilir. Allah Azze ve Celle nimetlerden bir nimete «iyiliklerden hakkını al» buyurur. O da İyiliklerden hiçbirini bırakmayıp alıp götürür» buyurdu.»

Bekir b. Abdullah el-Müzeni demiştir ki, «Bir kulun ba­şına bir bela gelince, Allah'a dua eder. Allah da onu giderir. Bunun üzerine şeytan ona gelip, şükrünü zayıflatmak için ona, «Bela, senin dua ederek çektiğin zahmetten daha şiddetli idi Fakat Allah Teala cnu benden giderdi» demelidir.

İbn-i Ebî'd-Dünya'nın Sadaka b. Yesar'dan rivayet ettiği­ne göre, Sadaka b. Yesar şöyle demiştir, «Davud aleyhisselam, mihrabda iken yanından bir zerre geçti. Ona bakıp yaradılışım düşünüp hayret ederek, «Allah, buna da önem veriyor mu?» dedi. Bunun üzerine Allah ona dil verip o da «Ey Davud sen kendini beğeniyor musun? Nefsim yed-i kudretinde olan Al­lah'a yemin ederim ki, ben Allah Teala'nın bana vermiş olduğu fazl-u İhsanına sana vermiş olduğu fazl-u ihsanından daha çok şükrediyorum» dedi.

Eyyüb dedi ki, «Şüphesiz Allah'ın kulu üzerindeki nimet­lerinin en büyüğü, kulun Resulullah (s.a.v.)'m getirmiş-olduk­larım tasdik etmesidir. Süfyan-ı Sevri demiştir ki, «Bir kimse, belayı nimet, bolluğu musibet saymadıkça fakih ve alim ola­maz» denilirdi.

Zazan, «Allah'ın nimet vermiş olduğu kimse üzerindeki hakkı o kimsenin o nimetle günah işlememesİdir.» demiştir.

İbn-i Ebi'd-Dünya dedi ki, bana Mahmud el-Verrak şöyle okudu: «Allah'ın nimetine şükrettiğimde bana başka bir nimet verilir ki, ona da ayrı bir şükür vacib olur. O halde her bir şükre karşılık Allah Teala, fazt-u kereminden bir nimet verir. Hsr ne kadar günler uzasa ve ömür devam etse de. Genişlik ve bolluk olduğunda sevinci umumi olur. Darlık ve kıtlık olursa sonu mükafat olur. Darlık ile bolluktan her birinde Allah'ın öyle bîr nimeti vardır ki, ona hayaller, kara ve deniz dar gelir.»

Ebu Hüreyre demiştir ki, Resulullah (s.a.v.) «Allah Teala, buyuruyor, «Benim katımda mü'min kulum daima hayır üze­redir. Ben onun canını alırken o bana hamdeder» buyurmuş­tur. Müsned-i î/nam Ahmed...

Muhammed b. el-Münkedir, «Bir kadına göz kırpan bir gencin yanından geçerken ona «Ey genç bu, Allah'ın sana ver­diği nimetlerin mükafatı mıdır?» dedi.

Hammad b. Seleme, Sabit'den, o da Ebu'l-Aliye'den nak­len rivayet etti. Ebu'I-Aliye demiştir ki, «Ben kulun iki şey arasında helak olmayacağını ümid ederim, biri, Allah'a hamd ettiği nimet diğeri de istiğfar ettiği günahtır.»

İbn-i Semmak, Muhammed b. el-Hasan'a, Rakka'ya kadı olduğu zaman mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu, «Bun­dan sonra bilmiş ol ki, takvalık hiçbir zaman kalbinden çıkma­sın, Allah'ın sana vermiş olduğu nimetlere az şükretmekten ve onunla günah işlemekten Allah'dan kork. Çünkü her nimette bir hüccet ve bir vebal vardır. Nimetin hüccet olması onunla günah işlenmesidir. Vebal olması ise, nimete şükrün az yapıl­masıdır. Şükrü zayi ettiğinde veya günah işlediğinde veyahut bir hakta kusur ettiğinde Allah seni affetsin.

Rebİ b. Ebu Raşİd, kötürüm olan b> adamın yanından geçti, sonra oturup Allah'a hamd ederek ağladı, ona, «Seni ağ­latan nedir?» diye soruldu. O da, «Cennet ehlini ve cehennem ehlini hatırladım, cennet ehlini afiyette olanlara, ve cehennem ehlini de belaya uğrayanlara benzettim. îşte beni ağlatan bu­dur» diye cevap verdi.

Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre, Resulullah, «Siz­den biri kendisine verilmiş olan Allah'ın nimetinin kadrini gör­meyi arzu ederse, kendisinden daha fakir olanlara baksın, zen­gin olanlara bakmasın» buyurmuştur.

İbn-İ Mübarek, Yezid b. İbrahim'den, o da Hasan'dan, o da, Ebu'd-Derda'dan. naklen rivayet etti. Ebu'd Derda, «Bir kimse Allahin nimetinin yalnız yemeden, içmeden ibaret oldu­ğunu bilirse, onun ameli az olmuş ve azabı hazır ohnuş oluı» dedi.

Yine İbn-İ Mübarek, Malik b. Encs'den o da, Enes (r.a.)' don naklen rivayet etti. Enes (r.a.) dedi ki, «Hazreti Ömer'den dinledim, Hz. Ömer bir kimseye selam vermiş, o da selamını almış, Hz. Ömer o adama, «Nasılsın?» demiş o adam da «Al­lah'a hamd ettiğimi sana bildiririm» demiş. Bunun üzerine Hz. Ömer de «Senden bu cevabı bekliyordum» demiş.

Yine İbn-i Mübarek, Mes'ud'dan, o da Allcame, b. Mer-sed'den, o da, Ibn-i Ömer'den naklen rivayet etti. İbn-i Ömer, «Biz bir günde defalarca karşılaşıp birbirimizin halinden sor­mayı arzu ederdik. Bununla yalnız Allah Azze ve Celle'ye met» İle murad, «Lailahe İllallah'dır.» demiştir.

«Allah, görünür, görünmez bütün nimetlerim üzerinize yığmıştır» (Lokman/20) Mücahid bu ayet-i kerimedeki, «ni­met» İle murad, «Lailahe illallah'dır.» demiştir.

îbn-t Uyeyne demiştir ki; «Allah Teala kullarına, «La ila­he illallah»dan daha üstün bir nimet vermemiştir ve «La ilahe illallah» ahirette insanlar için dünyadaki su gibidir.»

Selef-i salihinden biri bayram hutbesinde demiştir ki, «Ey mü'minler, siz çiçekler gibi sabahladınız. İnsanlar kumaşları dokuyor siz giyiyorsunuz, insanlar veriyorlar siz alıyorsunuz, insanlar hayvanları yetiştiriyorlar siz biniyorsunuz. İnsanlar ekip biçiyor siz yiyorsunuz» diyerek ağladı ve cemaatı ağlattı.

Sahabeden Abdullah b. Kurt el-Ezdî, kurban bayramı gü­nü hutbe okumak için minbere çıktığında cemaatın üstünde rengarenk elbiseleri görünce, «Ne doyurucu büyük bir nimet­tir, ne kadar açık büyük bir keramet ve ihsandır. Bir kavmin elinden nimetten daha çabuk giden bir şey yoktur. Nimet el­den gidince bir daha geri döndürülemez. Nimet ancak kendisi­ne nimet verilen kulun, nimet veren Allah Teala'ya şükretme-siylc sabit ve daim olur» demiştir.

Selman-i Farisî (r.a.) demiştir ki, «Bir adama servet veril­di, sonra elinden alındı, o kimse Allah'a hamd-ü sena ediyor­du. Hatta bir hasırdan başka birşeyi kalmadı. Yine o kimse Al­lah'a, hamd-ü sena ediyordu. Başka bir şahsa servet verildi. Bu şahıs o fakir düşen kimseye, «Ne üzerine Allah'a hamd ediyor­sun, bana haber ver.» dedi. Fakir de, «O şeyler üzerine hamd ediyorum ki, onların yerine bütün İnsanlara verilen servet ba­na verilmiş olsaydı. Onlan insanlara vermezdim» dedi. O zen­gin «Onlar nedir?» diye sordu. O da, «Gözler, û'X eller, ve ayaklardır» diye cevap verdi.

Bir kimse, Yunus b. Ubeyd'e fakirlikten şikayet etti. Bu­nun üzerine Yunus ona, «Gözlerini yüz bin dirheme verir mi­sin?» dedi. O da, «Hayır» dcM. «Ellerini yüz bin dirheme verîr misin?» dedi. O da, «Hayır» dedi. «Ayaklarım yüz bin dir­heme verir misin?» dedi. O da, «Hayır» dedi. Yunus ona üze­rinde Allah'ın nimetlerini hatırlattıktan sonra, «Senin yanın­da yüzbinlerce nimet bulunduğu halde, sen hala fakirlikten

şikayet ediyorsun» dedi.

Ebu'd-Derda, «Sıhhat en büyük servettir» derdi.Cafer b. Muhammed (r.a.) demiştir ki, «Babam katının kaybetti ve «Allah onu bana İade ederse Allah'ın razı olacağı şekilde hamd edeceğim» dedi. Biraz sonra katın, cycriyle yu-lanyla birlikte geldi. Onun üzerine binip elbisesini topladıktan sonra başını semaya kaldırarak. «Elhamdülillah» deyip bunun üzerine bir şey ziyade etmedi. Ona, «Allah'ın razı olacağı şe­kilde hamd edecektin» denildi, o da, «Bİr şey terk ettim mi? Geriye bir şey kaldı mı? Bütün hamdi Allah için kıldım» dedi.

İbn-i Ebi'd-Dünya'nm Sa'd b. İshak b. Ka'b b. Ucre'den, O da babasından, O da dedesinden naklen rivayet ettiğine gö­re, dedesi dedi ki, «Resulullah Ensardan bir müfreze gönderdi ve «Eğer Allah onları selametle ve ganimetle döndürürse bu hususda Cenab-ı Hakk'a şükretmek bana borç olsun» dedi..Bir müddet sonra müfreze selamet ve ganimetle döndüler. Saha­beden bazıları Resulullah (s.a.v.)'a, «Allah müfrezeyi selamet ve ganimetle döndürürse bu hususda Allah'a şükretmek bana borç olsun.» diye söylediğinizi işittik» dediler. Resuîullah (s.a. v.) ,«Allahümme lekelhamdü şükren ve lekel mennü fat'İen» demek suretiyle onu yaptım» buyurmuştur.

Abdurrrahman b. Yezid b. Esleme demiştir ki, «Muham­med b. ei-Münkedir, Ebu Hazim'c, «Ey Ebu Hazim! Benimle karşılaşıp bana hayırla dua edenler ne kadar çoktur. Kesinlikle ben onları ne tanıyorum, ne de iyilik ettim» dedi. Bunun üze­rine Ebu Hazim ona, «Bunun seni tarafından olduğunu zannet­me, fakat bunun Allah tarafından olduğunu düşün de O'na şükret» dedi. Bunun üzerine Ebu Abdurrahman, «îman edip salih amel işleyenler var ya, Rahman bunlar için bir sevgi ve­recektir (gönüller onları sevecektir)» (Meryem/96) ayet-i keri­mesini okudu.

Ali b. el-Ca'd, Abdülazi^ b. Ebu Selcme'dcn, naklen ri­vayet etti.- Abdülaziz, «Benim kendisini tasdi1: edeceğim bir zat Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'nın duasında şöyle dediğini bana anlat­tı «Allah'ım senden her şeyde nimetin tamamını isterim. Sen razı oluncaya kadar ve razı olduktan sonra bütün nimetlere şükretmek hususunda beni muvaffak etmeni dilerim. Zor olan islerin değil kolay olan işlerin hayırlısını isterim.»

Hasan-i Basri, «Allah Tcala, bir kuluna bir nimet verh de o da, «Elhamdülillah» derse, mutlaka o kul, aldığından da­ha çok şeyi Allah'a vermiş olur» dedi.

tbn-i Ebi'd-Dünya demiştir ki, «Süfyan b. Uyeyne, «Ha-san-ı Basri'nin bu sözü hatalıdır. Çünkü kulun fiili, Allah'ın fiilinden üstün olamaz» demiştir.

Al-'mlcrucn bazıları Hasan-ı Basri'nin bu sözünü şöyle açıklamışlardır, Allah'a hamd etmek kendisine vacip olan bir kimseye Allah nimet verip ve verdiği nimeti ona bildirir de, o da Allah'a şükredilmesi layık olduğu şekilde şükrederse, onun hamdı Allah'ın vermiş olduğu nimetten daha üstün olur.

Ben derim ki, ,Süfyan b. Uyeyne'nin zikrettiği Hasan-ı Basri'yi ilzam etmez. Çünkü, kulun, «Elhamdülillah» demesi de Allah'ın nimetlerinden bir nimettir. Kulun verilen nimet üzerine Allah'a hamd etmesi de Allah'ın nimetlerinden bir ni­mettir. Nimetlerin bazısı bazısından daha büyüktür. Şükür ni­meti ise mal. mevki, makam, çocuk, zevce ve benzeri nimet­lerden daha büyüktür. Buna göre kulun fiili Allah'ın fiilinden üstün olmasını gerektirmez. Kulun şükür fiili Allah'ın bazı fiil­lerinden üstün olabilir. Çünkü kulun fiili de Allah'ın fiiUcrin-dendir. Şüphe yok ki, Allah'ın fiillerinin bazısı bazısından üs­tündür.

Alimlerden bir kısmı, «Aliah Teala'nm bize dünyadan ver­mediği nimetler, vermiş olduğu nimetlerden daha üstündür. Çünkü Allah Teaîa, Resulü için dünyaya razı olmamıştır. O halde Resulullah için razı olup sevdiği şeyi severiz. Resulü için hoş görmediği ve buğz ettiği şeye biz de buğz ederiz.» de­mişlerdir.

Yine, İbn-i Ebi'd-Dünya demiştir ki, «Ulemadan bir kısmı da, «Bir aîimin kendisine dünyadan verilen nimetlere hamd et­mesi lazım olduğu gibi, verilmeyen nimetlere de hamd etmesi lazımdır. Çünkü kendisine verilen nimetlerden dolayı hesaba çekilecektir. Fakat kendisine fazla mal verilmediği takdirde kalbi meşgul olmaz, azalan yorulmaz bu yüzden varlığı İle ben­liği ile ve huzuru kalble Allah Teala'ya şükreder» demislerdiı.

İbn-i Ebi'l-Havari demiştir ki, Fudayl b. îyaz ile Süfyan b. Uyeyne bir gece oturup sabaha kadar nimet hakkında ko­nuştular. Süfyan, Allah bize şu nimetleri ve şu nimetleri verdi. Bİze şöyle ihsanlarda bulundu, diye_ Allah'ın vermiş olduğu nimetleri sabaha kadar saydı.

«Biz onları bilmedikleri yönden azar azar helake yaklaş­tıracağız» CA'raf/132) Süfyan b. Uyeyne bu ayet-i kerimenin tefsirinde, «Allah onlara bol bol nimet verir ve onlan şükürden men eder» demiştir. Süfyan'dan başkası da, «Onlar her günah işlediklerinde Allah, onlara nimet verir» demiştir.

Sabit el-Bennani'ye, «istidracmn manası sorulmuş o da, «istîdraç, Allah»ın şükrü zayi eden kullarına mekridir, yani dış­tan lütuf, İçten kahrıdır» diye cevap vermiştir.

Yunus bu ayet-i kerimenin tefsirinde, «Kulun, Allah ka­tında bir makamı bulunur. Kul, o makamı muhafaza eder ve o makamda kalır. Sonra Allah'ın kendisine vermiş olduğu nİme-te şükreder, Allah da ona o makamdan daha şerefli bir makam verir.. Kendisine verilen nimetin şükrünü zayi ederse Allah onu yavaş yavaş helake yaklaştırır, onun şükrü zayi etmesi, «istid-rac, yani helaki olur» demiştir.

Ebu Hazıra, «Allah Teala'nın dünyadan bana vermediği nimetleri, bana vermiş olduğu nimetlerden daha büyüktür. Çünkü, Allah Teala'nın nimet vermiş olduğu bir çok kavimler bu yüzden helak olmuşlardır. Allah'a yaklaştırmayan her ni­met, beladır. Allah sana nimetlerini bir biri ardınca verdiği halde sen de O'na isyan etmeye devam edersen bu nimetin is-tidrac olmasından kork» demiştir.

îmam Evzaî, bir vaazında, şöyle demiştir: Ey insanlar! İçinde bulunduğunuz nimetler ile kalplere ulaşan Allah'ın ya­kılmış ateşinden kaçmak üzere kuvvet kazanın. Çünkü, içinde çok az faydalanacağınız bir yurtta bulunmaktasınız. Dünya­dan en çok faydalanan devirlerden sonra onların yerine siz bı­rakıldınız. Onların ömürleri sizinkinden daha uzundu, vücud-lan daha kuvvetli, eserleri daha büyüktü, dağlan deldiler, kavalan oydular, memleketleri dolaştılar, vuruşları pek şiddetli itli Vücudlan kapı gibi idi. Böyle olmalarına rağmen bir müd­det sonra yok oldular, eserleri silindi, evleri bom boş kaldı, anılmaları unutuldu, onlardan hiçbirini hissediyor musun? On­lardan bir ses işitiyor musun? Onlar, gafil olan kavmin gece­ledikleri yerde her şeyden habersiz oynuyorlardı. Sonra siz, Allah'ın azabının, gece yatarlarken onların bölgesine inmiş ol-du&unu ve onlardan pek çoğunun yurtlarında diz üstü çöküp helak olduklarını biliyor musunuz? Geride kalanlar ise onla­rın eserlerindeki tahribata, ellerinden gitmiş olan nimete, bom­boş kalan meskenlerine bakıyorlardı. Bunlarda Allah'ın acıklı azabından korkanlar için alametler ve ibretler vardır. Onlar­dan sonra sizin de dünyanın da ömrü eksilmektedir. Zamanın bolluk ve bereketi kalmamıştır. Dünyada ancak şerri koruyan­lar, bulanık kalıntılar, korkunç ibretler, sair bilumum kötülük­ler, fitnelerin gönderilmesi, zelzelelerin devam etmesi, rezil ne­siller kalmıştır. Bunlar yüzünden karada ve denizde fesad mey­dana çıkmıştır. Hırs, tamah, uzun yaşama ve boş umutlarla kendilerini aldatanlara benzemeyin. Allah Teala bizi de sizi de azabından korkan, rahmetini ümid eden, ahİret için hazırla­nanlardan kılsın. 'Şükür günahı terketmektedir' denilir.»

İbn-i Mübarek, Süfyan-ı Sevri'nin, «Belayı nimet, bolluğu musibet saymayan kimse fakih değİdir,» dediğini nakletmîştir.

Mervpn b. Hikem, îslamı andığı zaman şöyle derdi, «Ben İslam'a Allah'ın nimeti ile ulaştım, yoksa yaptığım iyilikler ve irademle ulaşmış değilim. Çünkü ben günahkarım. Bir çok yerlere girdim, eğer orada ölseydim, kavmim arasında kötü bir örnek olurdum. Fakat Allah Teala, o kötülüklerden beni mu­hafaza edip, en büyük nimeti olan Mam nimetine mazhar etti. Allah Teala'nın akşam sabah, gizli açık nice nimetleri vardır.

Bir topluluğun fenalık işlediği, Osman b. Affan (r.a.)'a şikayet edildi. Bunun üzerine Osman (r.â.), onlan yakalamak için gitti, fakat daha onlann yanına varmadan onlar dağıldı­lar. Osman, Önünde bîr müslüman rezil edilmediğinden dolayı, Allah'a şükür için bir köle azad etti.

Yezîd b. Harun, bize Usbuğ b. Yezid şöyle anlattı, «Nuh aleyhisselam, heladan çıktığı vakit, «Bana nimetin lezzetini tattıran, faydalı olan kısmını vücudumda bırakan, eza veren kısmını benden gideren Allah'a hamd olsun» derdi. Bundan dolayı, kendisine, «Çok şükreden bir kul» ismi verilmiştir.

İbn-i Ebi'd Dünya'nın, rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir, «Resulullah (s.a.v.) heladan çıktığı vakit mutla­ka «Elhamdülillah» derdi.

Bİr adam Ebu Hazİm'e, «Ey Ebu Hazım, gözlerin şükrü nedir?» diye sordu. O da, «gözlerinle İyi bîr şey görürsen onu açıklaman, onlarla kötü bir şey görürsen onu da gizlemendir» diye cevap verdi. O adam, «Kulakların şükrü nedir?» diye sor­du. .O da, «Kulaklarınla iyi bir şey İşitirsen onu bellemen, on­larla kötü bir şey işitirsen onu duymamandir» diye cevap ver­di. O adam, «Ellerin şükrü nedir?» diye sordu. O da, «Ellerinle sana ait olmayan şeyi almamandır, onlardaki Allah'ın hakkını menetmendir» diye cevap verdi. O adam, «Karnın şükrü ne­dir?» diye sordu. O da, «Karnın alt kısmı yemek için, üst kı.s-mı ilim için olmalıdır» diye cevap verdi. O adam, «Fecrin şük­rü nedir?» dedi, o da, «Allah Teala buyuruyor, 'Onlar ki, ırz-. lanm korurlar ancak zevcelerine ve sahib oldukları cariyeleri­ne karşı münasebetleri müstesnadır. Çünkü bunlar kınanmaz­lar. Artık kim de bundan ötesini ararsa, İşte onlar mütecaviz­lerin ta kendileridir» (Mü'minun/5-6-7) O adam, «Ayakların şükrü nedir?» diye sordu. O da, «Senin gıpta ettiğin bir kimse ölünce hayatta iken onun gitmiş olduğu yoldan gitmendir. Kö­tü bir kimse öldüğünde de Allah'a şükrederek, onun gittiği yol­dan gitmemendir» diye cevap verdi. Dilinle şükredip bütün aza­larıyla şükretmeyen kimsenin hali, elbisesinin bir tarafından tutup ta giymeyen şahsın hali gibidir. Zira o elbise o halde, o şahsı sıcaktan, soğuktan, kardan ve yağmurdan korumaz.

İbn-i Mübarek şöyle anlatıyor, «Habeş hükümdarı Necaşi, bir gün oraya hicret eden Cafer (r.a.) iie arkadaşlarına huzu­runa gelmeleri İçin haber gönderdi. Bunun üzerine onlar da huzuruna girdiler. Nccaşi, eski elbise giyinmiş, bir odada top­rak üstünde oturuyordu. Cafer (r.a.) «onu bu vaziyette görün­ce, ondan korktuk» dedi. Necaşi, rengimizin değiştiğini görün­ce, «Sîze sevineceğiniz bir haber vereceğim. Zira bana memle­ketinizden bir gözcü gelip haber verdi ki, Allah Teala, Resulüne yardım edip düşmanlarını helak etmiş, filanca ve filanca csir edilmiş, falan ve filan da Öldürülmüş. Bunlar Bedir deni­len yerde karşılaşmışlar. Sanki ben orayı görüyorum. Çünkü ben orada Beni Danıre kabilesinden bir adamın hayvanlarını otlatmıştım» dedi. Cafer (r.a.), ona, «Eski elbiseler giyip altına minder almadan, toprağın üstünde oturmaktaki maksadın ne­dir?» diye sordu. O da, «Biz Allah Teala'nin îsa aleyhisseîam'a İndirmiş olduğu İncil'de görüyoruz ki, Allah'ın kullan üzerin­deki hakkı, Allah'ın kullarına yeni bir nimet ihsan ettiğinde kulların da Allah'a karşı mütevazı olmalarıdır. A.lah, Resu­lüne yardım edip muzaffer kılmak suretiyle yeni bir nimet ih­san edince ben de Allah için böyle tevazuda bulundum» diye cevap vermiştir.

Habib b. Ubcyd demiştir ki, «Allah Teala, bir kuluna bir bela verdiğj zaman o belada kul için bir nimet vardır. Çünkü o beladan daha şiddetlisini vermemiştir.»

Abdülmelik b. İshak demiştir ki, «Allah Teala, insanlar­dan bir kısmına nasıl şükredeceklerini görmek için afiyet ver­miştir. Bir kısmına da nasıl sabredeceklerini görmek İçin bela vermiştir.»

Süfyan-ı Scvrİ demiştir ki, «Allah Teala, bir kulunun ken­disinden tazarru ve niyaz İle İstediği ihtiyacından daha çok ni­met ihsan eder.»

İmam Ahmed'in zikrettiğine göre, Resulullah (s.a.v.)'a, se­vindiren bir şey geldiği vakit, Allah'a şükretmek için secde ederdi.

Abdurrahman b. Avf demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.), ya­ramıza geldi. Sonra Sadaka tarafına yönelip mescide girdi. Kıb­leye dönüp, secde etti. Secdeyi uzattı, ben «Ya Resulullah! öy­le bir secde yaptın ki, orada Allah Teala'nm senin ruhunu kabzettiğini sandım» dedim. Bunun üzerine Resulullah, «Ceb-nü bana gelip, Allah Teala, sana şöyle buyurdu diye müjdelt-Q-, «(Ümmetinden) her kim, senin üzerine selavat-ı şerife ge-Unrse, ben de ona rahmet ederim. Her kim de sana selam ve-rjrse, ben de ona selam veririm.» Bunu işitince ben Allah'a şükür için secde ettim.» buyurdu. İmam Ahmed...Sa'd b. Ebu Vakkas (r.a.) demiştir ki, «Biz Resulullah (s.a.v.)*la beraber Mekke'den Medine'ye gitmek üzere, yola çıktık. Azver'in, (Medine'ye yakın bir yerin ismi) yakınında konakladık. Sonra Resulullah (s.a.v.) mübarek ellerini kaldı­rıp bir saat Allah'a dua etti, sonra secde etti. Uzun müddet secdede kaldı, sonra secdeden kalkıp, ellerini kaldırarak, bir saat dua etti. Sonra yine secde etti, bunu üç defa yaptı. Ret>u-lulîah (s.a.v.), «Ben Rabbİmden ümmetim hakkında şefaati­min kabul edilmesini istedim. Bana ümmetimin üçte birini ver-dİ. Bunun üzerine Rabbıma şükür için secde ettim. Sonra ba­şımı kaldırdım, Rabbİm'den ümmetimi istedim, ümmetimin di­ğer üçte birini verdi, bunun üzerine yine Rabbıma şükür için secde ettim. Sonra başımı kaldırdım, Rabbİm'den ümmetimi is­tedim, ümmetimin diğer üçte birini de verdi. Bunun üzerine yine Rabbim'a secde ettim» buyurdu.» Ebu Davud...

Muhammed b. İshak, «Kitabü't-Fütûh» isimli eserinde zik­retmiştir ki, Bedir gününde, Ebu CehiFin öldürüldüğünü müj­de veren kimseye Resulullah onu Ölü olarak gördüğüne dair, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a, üç defa yemin etme­sini istedi. O da yemin etti. Bunun üzerine, Resulullah, secde etti.»

Said b. Mansur zikretmiştir kİ, «Ebu Bekir Sıddık (r.âO'a Müseyleme el-Kezzab'm öldürüldüğü haberi gelince secde et mistir.»

imam Ahmed zikretmiştir ki, «AH (r.a.), memeli kimseyi Havaric tarafında görünce secde etmiştir.» Peygamberimiz za­manında Ka'b b. Malik (r.a.) Allah'ın tevbesini kabul etmiş olduğu müjde edilince secde etmiştir. Buharı ve Müslim...

Eğer şöyle bir soru sorulursa; «Allah'ın nimetleri kullan üzerinde devamlıdır. Devamlı olan nimetlere değil de yeni ve­rilen nimete şükrün tahsis edilmesini gerektiren sebep nedir?» Halbuki devamlı olan nimetler daha büyüktür. Buna bir çok yönlerden cevap verilir. Birincisi, yeni olan nimet devamll olan nimeti hatırlatır. İnsan, yeni olan nimete daha çok bağlanır, ikincisi, bu yeni nimet -yeni kulluğu gerektirir. İnsana en ko­lay olan Allah katında en sevimli olan Allah'a şükür için ya­pılan secdedir. Üçüncüsü, yeni nimet nefislerde daha çok tesir eder, kalbler ona daha çok bağlanır. Bundan dolayı bir kimşeye, yeni nimet verildiği vekit tebrik edilir, nimet kaybedildiği vakit taziye edilir. Dördüncüsü yeni nimetler nef^n sevincini ve nefsin ferahlamasını ve genişlemesini gerektirir. Çok defa ytni nimet insanı azgınlığa ve şımarmaya sürükler.

Kulun Allah için secde etmesi, acizliğini, kulluğu v& bo­yun eğmesini itiraf ve ikrar etmesinden ibarettir. Buna göre, Allah'ın vermiş olduğu nimete nefisin sevineceği, ferahlanaca­ğı ve genişi iveceğinden dolayı, o nimeti secde ile karşılaması, o nimetin devam etmesi için daha layıktır. Bir kul yeni veri­len bir nimeti, cahillerin Allah tarafından kendilerine verilen nimetleri azgınlık ve şımarıklıkla ve Allah'ın sevmediği bir se­vinçle karşıladıkları gibi, karşılarsa, o nimetin çabuk elden çıkmasına hatta azaba dönüşmesine ve istidrac (helak) olması­na sebep olur. Yukarıda geçtiği üzere, Necaşi'nin yaptığı gibi Allah bîr kuluna bir nimet verirse, kulun o nimete karşı alçak gönüllü olmasını sever.

El-Ala el-Mugire demiştir ki, Hasan-ı Basri gizlenmişti, ona Haccac-ı Zalim'in öldüğünü müjdeledim bunun üzerine Hasan-ı Basri Allah için secde etti.

Allah'ın kul üzerinde olan bazı nimetleri Allah Teala, nimet verdiği kuluna nimetini bildirmek için, o kapısını kapadığı zaman ona bir isteyici gönderip, onun ka­pısını çalıp yiyecek ister. İşte isteyicinin istemesiyle Allah'ın kendisine nimet vermiş olduğunu düşünmelidir.

Sellam b. Ebu Muti demiştir ki, «Ben bir hastayı ziyaret için yanına girdim, bir de baktım ki inliyor. Ben ena, «Sokağa atılmışları, barınacak yerleri olmayanları, kendilerine hizmet edenleri bulunmayanları hatırla»' dedim. Bir müddet sonra onun yanına gittiğimde onun kendi kendine, «sokağa atılmış­ları, barınacak yerleri olmayanları, kendilerine hizmet edenleri bulunmayanları hatırla» dediğini işittim.»

Abdullah b. Ebu Nuh demiştir ki, «Sahillerin birinde bir adam bana, «Sen Allah'ın sevmediklerini ne kadar işledin? O sana, senin sevdiklerinden ne kadar verdi?» dedi. Ben de, «Bunlan sayamam» dedim. O adam «Allah seni üzecek, rezi ve kepaze edecek bir İş sana yaptı mı?» dedî. Ben de, «istedi­ğim hiçbir şeyi benden men etmedi, ne îstedimse, O'ndan mut­laka bana verdi. Yardım istediğimde mutlaka bana yardım et­ti.» dedim. O adam, «insanlardan biri bu İyilikleri sana yapmış olsaydı, onun mükafatı senin yanında nedir? bana haber ve­rir misin?» dedi. Ben de «Ona verilecek mükafata gücüm yet­mezdi.» dedim. O adam, «O halde,, Allah'ın şükrünü etmeye nefsini alıştırman daha layıktır. Çünkü eski yeni bütün nimet­leri sana veren yalnız odur. Vallahi, Allah'a şükretmek, kul­larına mükafat vermekten daha kolaydır. Zİra Allah kulları­nın hamd etmeleriyle şükretmelerine razı olur. Yani kendile­rine bir nimet verildiği vakit, «Elhamdülillah» derlerse o nime­te şükretmiş olurlar.» demiştir.

Süfyan-ı Sevrİ demiştir ki, «Allah Teala dünyada nirnet verdiği kulunu ahîrette rezil ve kepaze etmez. Zira nimet ver­diği kulunun nimetini tamamlamak Allah üzerine haktır.»

İbn-i Ebi'l Havari demiştir ki, «Ben, Ebu Muavıye'ye, «Al­lah Teala'nın bizim üzerimizdeki tevhid, (Allah'ın birliğine inanma) nimeti ne kadar büyüktür. Bu nimeti; bizden alma­ması için devamlı Allah'a dua ve niyazda bulunuruz» dedim. O da «Aliah Teala, üzerine, kulunun nimetini tamamlamam haktır. Allah Teala'nın vermiş olduğu bir nimeti tamamlama­ması şanına yakışmaz. Allah için bir amel yapılırsa, onu kabul eder.» dedi.

İbn-i Ebi'l-Havari dedi kî, «Bir kadın bana, «ben evimde iken kalbim meşgul oldu.» Ben de, «Kalbini meşgul eden ne­dir?» dedim. O da, «Göz açıp kapayıncaya kadar Allah'ın be­nim üzerimdeki nimetlerini bilmek istiyorum. Yahut göz açıp kapayıncaya kadar benim üzerimde olan nimetin şükrünü eda etmekteki kusurumu bilmek istiyorum.» dedi- Ben de, «Sen akılların bilmeye yol bulamayacağı şeyi Öğrenmek istiyorsun» dedim.

İbn-i Zeyd demiştir ki, Bir meclisde bir kimse Allah Tea-la'ya hamd ederse, bu yüzden Allah Teala, o meclisde bulu­nanların hepsinin ihtiyacını giderir.

Allah Teala'nın indirmiş olduğu kitaplardan birinde, «Mümin kulumu sevindirin, çünkü ona herhangi bir şey gelirse mutlaka, «Elhamdülillah, Elhamdülillah, Maşallah» der, mü fliin kulumu korkutun çünkü o, sevmediği bir şeyle karşılaşır­sa mutlaka «Elhamdülillah, Elhamdülillah,» der. Kulumu se­vindirdiğim zaman bana hamd ettiği gibi, onu korkuttuğum zaman da bana hamd eder. Kulum her zaman bana hamd ettiği için onu cennetime koyun» buyrulmuştur.

Veheb demiştir ki, «Bir abid Allah Teala'ya elli sene iba­det etti. Allah Teala, ona, «ben seni af ve mağfiret ettim» di­ye bildirdi. O da, «Ya Rabbi, benim için neyi mağfiret ettin, çünkü ben günah İşlemedim» dedi. Bunun üzerine Allah Tea­la, onun boynundaki bir damara emretti, o da çarpmaya baş­ladı. O abid uyuyamadı, namaz kılamadı, sonra damarın çarp­ması durdu, o da uyudu. Sonra ona bir melek geldi, boynun­daki damarın çarpmasından duyduğu acıyı ona ş'kayet etti Melek de ona dedi ki, «Rabbin buyuruyor ki, senin elli sene yaptığın ibadet bu damarın sakin olmasına denktir.»

Ebn-i Ebi'd-Dünya zikretti ki, «Davud aleyhİs^elam, «Ya Rabbi! Benim üzerimde olan en küçük nimetini bana Midir» dedi. Allah Teala, ona, «Ya Davud! Nefes al» diye vahyetti. O eta nefes aldı. Allah Teala, ona, «îşte senin üzerinde olan en küçük nimetim budur» buyurdu. [23]


Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com