Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

06. Konu : Hevâ Ordusuna Karşı Koyması, Ondan Aciz Olması - Kuvvetli Ve Zayıf Olmasına Göre Sabrın Kısımları

Hevâ kuvvetine göre, dini kuvvetin üç hali vardır.

Birinci hal; Dinî kuvvetin hevâ ordusuna galip gelmesidir. Bu da, dinî kuvvetin hevâ ordusunu mağlup edip kuşatarak saf dışı bırakmasıdır. Buna ancak sabırla ulaşılır, bu mertebe­ye ancak dünya ve ahiret zaferini kazanmış olanlar ulaşmıştır. Bunlar, «Rabbimiz Allak'dır» deyip de sonra doğruluğa de­vam edenlerdir. Bunlar ölürlerken kendilerine meleklerin «Korkmayın, tasalanmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevi­nin, biz, hem dünya hayatında, hem ahirette sizin dostlarımzız-» dedikleri kimselerdir. Bunlar, «Allah, sabredenlerle beraber­dir.)) ve «Allah yolunda hakkıyla cihad edenlerdir.» şerefine nail olup, tam manasıyla hidayete ermiş olanlardır.

İkinci Hal; Hevâ kuvvetinin dinî kuvvete galip gelmesidir. Bu da birinci halin tersine bu sefer hevâ kuvvetinin üstün gelmesi ve dinî kuvvetin tamamıyla savaş meydanında! silinmesi-dir. Bu durumda kuvvetli ve üstün gelen hevâ, inaanı şeytana ve onun ordusuna teslim eder. Onlar da onu istedikleri yere çe­kerler. Bu vaziyette o insanın onlarla iki hali vardır. Birincisi, o İnsanın onların ordusundan ve onlara uyanlardan olmasıdır ki, bu hal aciz ve zayıf olan kimsenin halidir. İkincisi, şeytanın o insanın ordusundan olmasıdır ki, bu hal, kuvvetli, hükmü altına alan, bid'ate da'vet eden, kendisine uyulan, facir ve fa-sık kimsenin halidir. Nitekim böyle olanlardan birisi şöyle de­miştir «Ben şeytanın ordusunda bir neferdim. O kadar yüksel­dim ki, şeytan benim ordumda artık bir nefer oldu.» Şeytan ve onun ordusu böyle kimselerin yardımcılanndan ve tabile-rinden olurlar. Bunlar, kendilerine şehvetleri üstün geldiğin­den ahireti verip, dünya hayatını satın alan bedbahtlardır. Bun­lar bu hale sabırdan iflas ettikleri için düşmüşlerdir. Bu hal, insanın ne çekmeğe tahammülü ve ne de defetmeye kudreti kifayet etmeyen şiddetli ve meşakkatli bir haldir. Bu hal, in­sanın ölünceye kadar güçlükler ve zorluklar içinde kıvranıp durması halidir. Bu hal, insanın iradesine göre, Allah'ın ezel­deki hükmünün tecelli etmesidir. İnsanda, düşmanın sevinciy­le meydana; gelen üzüntü ve kederdir ki, vicdanda meydana gelen teessürlerin en şiddetlisidir. Bu hal sahibinin ordusu, hile aldatma, boş arzu ve istekler, şeytan, hayır işlerini ihmal et­me, hırs, tamah ve dünyayı ahirete tercih etmektir. Bu hal sa­hibi hakkında, Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. «Aciz, nefsinin arzularına uyarak Allah'a umutlar bağlayan kimsedir.» Bu hal sahibi kimseler çeşit çeşittir. Kimi, Allah'a ve Resulüne harp açıp, Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in getirdiklerini îbtal etmeye çalıştığı gibi, Allah'ın yolunu da eğri yol olarak göstererek insanları ondan alıkoyarlar.

Kimi, - Resulullah'm (s.a.v.) getirdiklerinden yüz çevire­rek dünyaya yönelir. Kimi, hem kafirlerden hem müslüman-lardan görünen iki yüzlü münafıktır. Kimisi, şaka, eğlence ve oyunla ömrünü tüketir. Kimine tebliğ ve nasihat edildiğinde, «Ah bir tevbe edebilsem, fakat bu benim için çok zor, artık benden umut yok» der. Kimi «Allah Teala'nın benim namazı­ma, orucuma ihtiyacı yok, ben amelimle kurtulamam, Allah gafurdur, rahimdir» gibi hezeyanlarda bulunur. Kimİ «Günahı terketmek, Allah'ın affını ve mağrifetini küçümsemektir» bile der. Nitekim böylelerden biri, şöyle demiştir. «Gidişimiz Kerim olan Allah'ın huzuruna olduğuna göre var sen gücünün yettiği kadar günah işle.» Kimi, bir kimsenin tüm bedeni denizde bo-ftulurken parmağını 'kurtarması kendisine fayda vermediği gi-bi «benim de günahlarımın yanında ibadet ve taatım fayda ver­mez» diyerek Allah'ın rahmetinden umudunu keser. Kimi «ölüm gelip bana yaklaşınca tevbe ederim, tevbem kabul edi­lir» der. işte bunlar ve bunlar gibi, akıllan şehvetlerinin elinde tutsak olan aldanmış güruhlar, şehevî arzularına ulaşmak için akıllarını hile yollarını araştırmakta kullanırlar. Böyle kimser lerîn aklı, kâfirin elindeki müslüman esir gibi şeytanın esiri ol­muştur. Kafir o müslüman esiri domuz çobanlığında, şarap iş­lerinde ve haç taşımada kullandığı gibi şeytan da onun aklını kötü işlerde kullanır. Böyle aklını kahr ve mağlup ederek düş­manına teslim eden kimsenin Allah katında yeri, bir müslüma-nı yakalayıp, kafirlere satan ve onlara teslim eden gibidir.

Burada ince bir nükte vardır ki, bunun iyice düşünülerek anlaşılabilmesi için kalbin saflaştırılması gerekir. O da, bu al­danmış kimsenin, kendisinin şanını, şerefini, kadrini yükselte­rek bütün mahlukatın üstüne çıkaran ve Tanrı'nın sultanı olan aklı, en büyük düşmanı olan şeytana teslim ederek onun kahn, tasarrufu ve hükmü altına esir etmesi hadisesidir. Bu yüzden Allah Teala da aslında hakkı mahkumiyet olan şeytanı, bu al­danmış kimseye hakim kılmış ve onun tahakkümüne vermiş­tir. Şeytan onu istediği yere götürür, onunla hem kendisi, hem ordusu ve hempaları (hizbi) alay ederler. Bu kişi, kendisine bin-bir çeşit işkence çektiren en büyük düşmanına nefsini teslim eden gibidir. Halbuki bu kimsenin, düşmanını kahır ve mağ­lup ederek esir alıp ondan intikamını alması gerekirken, ona karşı savaşı bırakıp teslim olduğundan Allah Teala ceza ola­rak, şeytanı ona musallat-kılmıştısr Nitekim Allah Teala, «Kur' °n okuyacağın vakit, (evvelefo kovulmuş şeytandan Allah'a SıSm. Hakikat bu ki, iman edip de Rab'lerine gönül bağlayan-""" üzerinde onun bir tasallulîpyoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve Allah'a şirk koşanlardır.» (Nahl/98-99-100) buyurmuştur.

Peki, Allah Teala burada, şeytanın kendi dostları üzerinde hakimiyeti olduğunu isbat etmiş olduğu halde aşağıdaki ayet-i kerimelerde bu hakimiyeti nasıl nefyetmiştir? «îş bitince, şey­tan da der ki, şüphesiz Allah size gerçeği vadetti. Ben de size vadettim. Ama size yalan söyledim. Mamafih benim sizin üze­rinizde bir hakimiyetim yoktu. Ne var. ki sizi davet ettim, siz de hemen bana icabet ettiniz-» (İbrahİm/22) «Yemin ederim ki, İblis onların aleyhindeki zarınım gerçekleştirdi de, iman edenlerden bir zümre hariç olmak üzere, (tamamen) ona uy­dular. Halbuki İblis'in insanlar üzerinde hiçbir hakimiyeti yok­tu. Ancak biz ahirete iman eden kimse ile onda şüphe edeni ayırt etmek için ona müsaade vermiştik.» (Sebe'/2Q-21). Yuka­rıda sorduğumuz soruya şöyle cevap verilir; Şeytanın onlar üzerinde isbat edilen hakimiyeti, nefyedilen hakimiyetten iki yönüyle ayrılır. Birinci yön; İnsanlar şeytana itaat etmekle ve onu dost edinmekle ona hakimiyet imkânı ve fırsatı vermişler, o da, bu sayede onlara hakim olarak, onlarla istediği gibi oy­nama ve İstediği yere sürükleme imkan ve fırsatını bulmuştur. O halde, olumlanan hakimiyet, insanların ona itaat etmele­riyle ve onu dost edinmeleriyie ona vermiş olduklan imkân ve fırsattır. Nefyedüen hakimiyet ise, hüccet ve delil hakimiyeti­dir. Yani, İblis'in İnsanlar üzerinde hakimiyetini kurması İçin bir hüccet ve delili yoktur. Ama o, onları hüccetsiz ve delilsiz olarak çağırmış olmasına rağmen onlar buna bakmadan bu çağrıyı kabul etmişlerdir.

İkinci yön; Allah Teala, başlangıçta kesinlikle şeytana ha­kimiyet vermemişti fakat insanlar, ona itaat etmekle, onun or­dusuna ve fırkasına (hizbine) girmekle, onu kendilerine hakim kılmışlardır. Yoksa o, bizatihi kendi kuvvetiyle onlara hakim olmuş değildir. Zira onun hilesi zayıfdır. öyleyse onun hakimi­yeti insanların irade ve ihtiyariyledir.

Üçüncü hal; Dinî kuvvet ile hevâ kuvveti arasında üstün­lüğün nöbetleşe devam etmesidir, yani, bu iki kuvvet arasında-ki savaş, bunlardan her birinin bazen lehine bazen de aleyhine olmak üzere sürüp gider. Hiçbiri diğerini tamamen mağlup edemez. Bu hal iyi bir amel ile kötü bir ameli karıştıran, bu­landıran ekseri müminlerin halidir.

Kıyamet gününde de insanların halleri, bu dünyadaki bu üç hallerine uygun olacaktır. İnsanlardan kimi cehenneme gir­meden cennete girecektir. Kimi, cehenneme girip, cennete gir­meyecektir. Kimi, cehenneme girip, sonra cennete girecektir.

İnsanların sağlam ve hasta olma halleri de bu üç hal üze­re bulunur. İnsanlardan kiminin kuvveti hastalığına mukave­met ederk onu yener, üstünlük kuvvetin olur. Kiminin hasta­lığı ise kuvvetini mağlup eder, bu sefer üstünlük hastahğm olur. Kiminin de hastalıkla kuvveti arasındaki savaş nöbetleşe sürer gider. Böyle bir kimse, bir zaman için iyi olur, bir zaman için de hasta olur. [6]



Kuvvetli Ve Zayıf Oluşuna Göre Sabrın Kısımları


İnsanlardan bazısı, güçlükle sabrederler. Bu hal, bir kim­senin kuvvetli bir şahısla güreşip onu güçlükle yenmesine ben­zer. Kimi de kolaylıkla sabreder bunun hali de, zayıf bir şahıs-.. la güreşilip onu kolayca yenmeye benzer. îşîe Rahman'ın ordusu İle şeytanın ordusu arasındaki gü­reş de böyledir. Her kim, şeytanın ordusunu yenerse şeytanı yenmiş olur.

İbn-i Mes'ud (r.a) demiştir ki, «İnsanlardan birisi cinler­den birisiyle karşılaşınca güreşmişler. İnsan cini yenmiş. Bu­nun üzerine o kimse cine «seni-zayıf görüyorum» demiş o da, «ama ben cinler arasında kuvvetliyim» demiş. Ashab-ı Kiram «O, Ömer b. Hattab mıdır?» diye sormuşlar, İbn-i Mes'ud (r.a) da. «Ömer'den başka kim olabilir? diye cevap vermiş.»

Sahabeden bazıları şöyle demiştir: Yolculuk yaparak de­venizi zayıflatmanız, güçten düşürmeniz gîbİ, şüphesiz mümin de şeytanını zayıflatır.

Selef-İ Salihinden İbn-İ Ebiddünya şöyle anlatır: «İki şey­tan buluştuklarında biri diğerine 'seni çok zayıf ve bitkin göiüyorum' demişi diğeri de 'hiç sorma, Öyle bir adamla berabe­rim ki, yemeğe başlarken besmele çekiyor ben yiyemiyorum, su içeceği zaman besmele çekiyor ben İçemiyorum, evine girer­ken besmele çekiyor ben dışarıda geceliyorum diye cevap ver­miş. Bu sefer öbür şeytan şöyle demiş, 'ben de öyle bir adamla beraberdim kİ, yemek yerken besmele çekmez beraber yeriz, su İçerken besmele çekmez beraber içeriz, evine girerken bes­mele çekmez beraber gireriz, karısıyla cinsî münasebette bulu­nurken besmele çekmez ortak yaparız.»

Sabrı âdet edinen kimseden düşmanı korkar. Sabretmek kime zor gelirse düşmanı onun peşini bırakmayıp maksadına ulaşır. [7]




Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com