Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

16. Konu : Scbur Hakkındaki Hadîs-İ Şerifler

Enes (r.d.)'den rivayet edildiğine göre, «Allah Resulü ço­cuğuna ağlayan bir kadının yanma uğramış ona «Allah'dan kork ve sabret» demiş. Bununu üzerine kadın «sen bana gelen bu musibeti anlayamazsın» diye cevab vermiş. Resulullah (s. a.v.) (oradan) gidince, kadına «Bu zat Allah'ın Resulü idi» de­mişler.'Bu sefer kadının içine ölüm acısı gibi bir şey, bir piş­manlık çökmüş. Bunun üzerine kadın, Resulullah'in (s.a.v.) ka­pısına gelmiş ve «Ey Allah'ın Elçisi! Ben seni tanıyamadım» diyerek özür beyan etmiş. Resululllah (s.a.v.), «Sabır ancak (musibet) ilk başa geldiği andadır.» [diğer bir rivayette ise «musibetin başa geldiği ilk andadır»] buyurmuşlardır. Hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu'hadis-i şerifteki sabır, musibetin ilk başa geldiği andadır, ifadesi aşağıdaki şu hadis-i şerife ben­zemektedir, «Güçlü kimse insanları güreşte yenen değil belki hiddet anında kendisini zapteden ve iradesine sahip olan kim­sedir.» İnsanı keder ve üzüntüye boğan musibet ansızın çattı­ğında kalbi sarsar ve ona değmesiyle rahatsız eder. Musibet ilk geldiği anda sabredilirse hiddeti kırılır, kuvveti zayıflar, sabn devam ettirmek kolaylaşır. Çünkü musibet, yeri olmayan kalbe gelince rahatsız eder ki işte bu, musibetin ilk başa geldi­ği andır. Bundan sonra musibet kalbe devamlı gelmeyi sür­dürdüğünde kalp onun artık yeri olur ve kalp, ondan kurtul­manın çaresi olmadığını anlar, bu sefer kalbin sabn mecburi sabra dönüşür. O kadın da sızlanmasının kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini anlayınca, peygamber efendimize gelerek özür dilemiş, sanki «Sabrettim ya Resulullah» demek İstemiştir. Bu­nun üzerine peygamber efendimiz de, asıl sabır, musibetin ilk anında olanıdır, şeklinde bir açıklama yapmıştır.

Aynı manayı ifade eden Ebu Hureyre (r.d.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir mezarın üze­rine kapanıp ağlayan bir kadının yanından geçerken ona, «Ey Allah'ın kulu Allah'tan kork ve sabret» dedi. Kac'ın da, «Ey Allah'ın kulu çocuğumu kaybettim» dedi. Yine Peygamber (s.a.v.) efendimiz, «Ey Allah'ın kulu, Allah'tan kork ve sab­ret» dedi. Kadın, «Ey Allah'ın kulu, başıma gelen musibeti söyledim, anlamadın mı? çekil git başımdan» dedi. Peygamber (s.a.v.) efendimiz gitti. Peygamberimizin ardından gelen ashab-dan birisi kadının yanma gelip ona «Giden zat-ı muhterem sa­na ne söyledi ki?» diye sordu. O da, «Bana bunu dedi ben de ona bunu dedim» diye olayı anlattı. Bunun üzerine o sahabi, «Onun kim olduğunu bilmiyor musun?» dedi. Kadın «Hayır» dedi. Sahabi, «Allah'ın Resulüydü» dedi. Kadın bunu işitir işit­mez hemen peygamber (s.a.v.) efendimizin gittiği yöne koşa­rak, ona yetişip Özür dileyerek «sabrediyorum ya Resulullah» dedi. Bunun üzerine Allah Resulü, «Güzel, ama sabır musibe­tin başa geldiği ilk andadır.» buyurdu.

Ebu Ubeyde «Bu hadis-İ şerifin manası, her musibet sahi­bini kederden ve üzüntüden temizleyecek şeyin sabır olduğu­dur. Fakat musibetin ilk, hiddetli ve hararetli okluğu andaki sabır esastır.» demişti. Ben, bu hadis-i şerifden bir çok hüküm­ler çıkartılabilîr derim.

Birincisi, musibetlere sabretmek vaciptir, çünkü sabır, ku­la emredilmiş olan takvadandır. İkincisi, bir kimsenin başına gelen musibet ne kadar ş'ddetlİ olursa olsun ona iyilikleri em­retmenin kötülükleri yasaklamanın tebliğinin yine gerekli ol­duğudur. Üçüncüsü, musibetin Allah'dan geldiği söylenerek tekrar tekrar iyiliklerin emredilmesi, kötülüklerin yasaklanma-sithr. Dördüncüsü de bu hadis-i şerifle, kadınların kabirleri zi­yaret etmelerinin caiz olduğuna delil getirilmesidir. Yanı Allah Resulü, o kadının kabri ziyaret etmesini reddetmemiş ancak ona sabretmesini emretmiştir. Şayet kadınların kabirleri ziya­ret etmeleri haram olsaydı bunun hükmünü elbette açıklardı. Bu hadise, Resulullah'm hayatının sonuna doğru olmuştur, zira Ebu Hureyre (r.d.) hicretin yedinci senesinden sonra müslü-man olmuştu diyenlere karşı şöyle cevap verilmiştir. Resulul-lah'ın (s.a.v.) o kadına Allah'tan korkmasını ve sabretmesini emretmesi demek onun ziyaret ve ağlamasını inkâr etmesi de­mektir. Nitekim, kadının kendisine emredenin emrine itaat et­mesinin vacip olduğunu anlayınca derhal onun peşinden git­mesi Resulullah'm (s.a.v.) kadınların, kabir ziyaretini reddet­mesinin delilidir. Ebu Hureyre (r.d.), bu hadisede bizzat hazır bulunduğunu söylememiştir. O halde bu hadis-İ şerif, bu hadi­senin, onun müslüman elmasından sonra meydana gelmiş oldu­ğuna delalet etmez. Şayet Ebu Hureyre (r.d.)'nin bu hadisede hazır bulunmuş olduğunu kabul etmiş olsak bile, Resulullah (s.a.v.) bu hadiseden sonra kadınların kabir ziyaretlerini, kab­ristana mescitler yapılmasını ve kabirler üzerinde mum yakıl­masını yasaklayıp, bunları yapanlara da lanet etmiştir. O ka­dının kontrolünü kaybettiği bir zamanda, Resulullah'm (s.a.v.) kendisini ona tanıtmaması şefkat ve merhametinden dolavidır. Şayet kendisini ona bildirseydi de onu dinlemeseydi helak olur­du. Çünkü onun Resulullah (s.a.v.) olduğunu bilmediği halde­ki günahı bilmiş olduğu haldeki günahından daha hafiftir. Al­lah Resulünün böyle hareket etmesi ümmetine çok şefkatli ve merhametli olmasından dolayıdır.

Ümmü Seleme (r.d.) şöyle diyor. Ben Resulullah'ı (s.a.v.) şöyle derken işittim, «Herhangi bir müslümanm başına bir mu­sibet gelir de Allah'ın buyurduğu gibi «Biz Allah'tan geldik ve ancak ona dönücüleriz. Allah'ım musibetim hususunda bana mükafat yer, ve bana bunun arkasından hayırlısını ihsan et.» derse mutlaka Cenab-ı Hak ona daha hayırlısını ihsan eder.

Ümmü Seleme (r.d.) demiştir ki, «Ebu Seleme (r.d.) vefat ettiğinde ben, «Müslümanlar içinde Ebu Seleme (r.d.)'den da­ha hayırlısı yar mıdır acaba? O ailesiyle birlikte Resulullah'a (s.a.v.) hicret eden ilk hanedir.» dedim. Bunun üzerine Allah, onun yerine, bana bizzat Resulullah'ı (s.a.v.) ihsan etti. Allah Resulü (s.a.v.) bana Hatip b. Ebi Beltea'yı dünür yolladı. Ben o aracıya «Bir kızım var. Ayrıca ben çok kıskanç bir insanım» dedim. Bu sözüme karşılık Allah Resulü (s.a.v.) «Kızını ana­sından müstağni kılması için Allah'a dua ederiz. Aşın kıskanç­lığını gidermesi için de ben Allah'a dua ederim.» demiş. Bu­nun üzerine ben de, Resulullah (s.a.v.) ile evlendim.» (Müslim)

Ebu Davud, Ümmü Seleme (r.d.)'den bu hadisi şöyle ri­vayet etmiştir. Resulullah (s.a.v.), «Sizden birinizin başına bir musibet geldiğinde, 'Biz Allah'dan geldik ve ancak O'na dönü­cüleriz. Allah'ım musibetimin ecrini yalnız senin katındun umuyorum, bu hususda beni mükafatlandır, bana bundan daha hayırlısını ihsan et.' desin» buyurmuştur.

Ebu Seleme (r.d.) ölüm yatağındayken «Allah'ım hanımım İçin benden daha hayırlısını ihsan et» dedi. Ebu Seleme (r.d.) vefat edince, Ümmü Seleme; «Biz Allah'dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz. Musibetimin ecrini yalnız Allah'dan umuyo­rum» dedim. Sonra sabrın, istircam, Resulullah'a (s.a.v.) tabi olmanın ve Allah'dan razı olmanın sonucunu, akibetini me­rakla bekliyordum. Sabrımın sonunda, Allah katında, mahlu-katm en hayırlısının eşi olma şerefine nail oldum.

Ebu Musa'I-Eş'ari'den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resu­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; «Bir kişinin çocuğu öldü­ğünde, Allah Teala meleklerine, 'Kulumun çocuğunu aldınız mı?' buyurur. Melekler 'evet' derler. Allah Teala 'Kulumun kalbinin meyvesini (ciğerparesini) aldınız mı?' buyurur. Melek­ler 'evet' derler. Bunun üzerine Allah Teala, 'Peki kulum bu­na ne dedi?' buyurur. Melekler, 'Sana hamdetti ve. Biz Allah' dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz, dedi' derler. Allah Tea­la da 'o kuluma cennette bir yapınız ve ismini Hamd Evi koyu­nuz.' buyurur. Tirmizi.

Enes (r.a.)'den rivayet ediliyor: «Resulullah (s.a.v.)'den işittim, şöyle diyordu: Allah Teala buyuruyor ki, «Herhangi bir kulum, gözlerinden mahrum kalma belasına uğradığında sabrederse, gözlerinin mükafatı olarak, onu cennete korum.» Buhar i...Eenes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle demişti; «Allah Teala buyuruyor ki, bir kulumun dünya­da en kıymetÜ şeyi, iki gözünü aldığımda, benim katımda onun mükafatı, ancak cennettir. Tirmizi...

Ebu Hürcyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulul­lah (s.a.v.) şöyle söylemişti, Allah Teala buyuruyor ki, «Her­hangi bir kulumun iki sevgilis'ni (iki gözünü) giderdiğimde sabredip, sabrını Allah için yaparsa, ona cennetten başka se­vap vermeye razı olmam.» Tirmizi..-

Abdullah b. Amr b. el As'dan rivayet edildiğine göre, Re­sulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur, Allah Teala, «MÜ'mİn ku­lum, dünya ehlinden, meselâ çocuğu gibi en çok sevdiği biri­sini kaybedip sabreder ve sabrını Allah için yapar ve «Biz Al­lah'dan geldik ve ancak O'na dönücüleriz.» derse, o kuluma cennetten başka mükafat vermeye razı olmam.» buyurmuştur. Nesei...

Ebu Hüreyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) dedi ki Allah Teala, «Mü'min bir kulumun, dünya eh­linden en çok sevdiği birini aldıktan sonra, o, sevabını Allah* dan dileyerek sabrederse benim katımda onun mükafatı ancak cennettir.» buyurmuştur. Buharı.:. .

Ata b. Ebİ Rebah'dan rivayet edildiğine göre, «İbn-i Ab-bas- (r.a.) bana «Cennet ehlinden bir kadını sana göstereyim mi?» dedi. Ben, «Evet» dedim, O, «İşte şu zenci kadındır. Bu kadın Resulullah (s.a.v.)'a geldi, ve «Saram tutuyor ve bu se­bepten kendimi kaybediyorum örtüm açılıyor, vücudum gözü­küyor. Benim için Allah'a dua ediniz,» dedi. Resulullah (s.a.v ), «İstersen sabret, cennetlik olursun, ama istersen sana şifa ver­mesi için Allah'a dua ederim,» dedi. Bunun üzerine kadın, «O

halde sabrı seçiyorum. Ama vücudum açılıyor. Hiç olmazsa açılmamam için dua et,» dedi. Resulullah (s.a.v.) da ona dua etti».

Ata b. Yesar'dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Bir kul hasta olduğunda Allah Teala ona iki melek göndererek, «Gidin bakın, kulum ziyaretçilerine ne söylüyor» buyurur. Eğer o kul, kendisine ziyaretçiler geldiğin­de, AUah Teala'ya hamd ve senada bulunursa, Allah daha iyi bildiği halde, melekler bunu O'na yükseltirler. Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri, «Kulum bana aittir onu öldürürsem cennete korum, iyileştirirsem ona etinden İyi et, kanından iyi kan veririm ve günahlarını affederim» buyurur. Muvatta...

Amr b. Şuayb'm sahifesinde, babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur, «Allah Teala kıyamet gününde mahlukatı topladığında bir tel­lal, «Sabırlılar nerede?» diye çağıracak, az kimseler kalkıp cen­nete doğru süratle koşacaklar, melekler onları karşılayarak, «Biz sizin süratle cennete koştuğunuzu görüyoruz, sizler kim­siniz?» diyecekler, onlar da, «biz fazilet ehliyiz» diyecekler, melekler de, «sizin faziletiniz nedir?» diyecekler, onlar da «Bi­ze haksızlık edildiğinde sabrederdik, kötülük yapıldığında af­federdik, kendilerini bilmezler bize sataştığında onlara iyilikle mukabelede bulunurduk» diye cevap verecekler. Bunun üze­rine onlara, «Cennete girin, güzel amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir.» denilecektir.»

İbn-İ Mesud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor, Resulullah (s.a.v.) Huneyn gününde ganimeti taksim ederken bazı kimselere fazla ikramda bulundu. Akra b. Habis'e yüz deve, Uyeyne b. Hısn'a da o kadar verdiği gibi arap eşrafından bir cemaata da verdi. O gün işte bu suretle onları ayrıcalıklı tuttu. Bunun üzerine bir adam, «Vallahi bu taksimde adalet yoktur, bunda Allah'ın rızasr gözetilmemiştir.» dedi. Ben de, «Vallahi bunu Resulullah'a (s.a.v.) söyliyeceğim» dedim ve ya­nına gittim, o adamın sözlerini söyledim. Resulullah (s.a.v.)*ın rengi değişti, yüzü kıpkırmızı oldu. Sonra, «Allah ve Resulü adalet yapmazsa kim yapar» dedi. Sonra Allah Teala Musa'ya rahmet etsin, bundan ziyade eziyete uğradığı halde sabretti» buyurdu. Ben de «Bundan böyle Resulullah'a (s.a.v.) hiç kim­senin sözünü yetiştirmeye çalışmayacağım dedim.» Buharı ve Müslim...

Ebu Said ve Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle demişti «Herhangi bir müslümanın ba­şına, yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan di­ken batmasına kadar, her ne gelirse, Allah bunları o müslüma­nın hatalarına keffaret kılar.» Buharı ve Müslim...

Aişc (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v ) şöyle buyurmuştur, «Bir mü'minin, küçük veya büyük bir di­ken canını acıtırsa, Allah Teala bu yüzden mutlaka onun de­recesini yükseltir ve kusurunu siler.» Müslim..

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.); «Erkek olsun kadın olsun bir mü'mİn, Allah'ına gü­nahsız kavuşuncaya kadar başından, çoluk çocuğundan, malın­dan bela eksik olmaz.» buyurmuştur. T irinizi...

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir, «Ya Resulullah! İnsanların en çok be'aya uğrayanla­rı hangileridir?» dedim. O da, «peygamberler, sonra salih kim­seler, sonra bunlara yakın olan kimselerdir. Bundan dolayı kişi dinine bağlılık derecesine göre bela ile imtihan edilir. Eğer di­ni kuvvetli İse belası şiddetli olur, eğer dini zayıf ise belası da hafif olur. Ta ki, kul günahsız, tertemiz olarak yeryüzünde yü­rümedikçe bela onun peşini bırakmaz.» buyurdu. Tirmizi ve İbn-i Mcce...

İbn-İ Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.)'ın yanma girdim. Şiddetli sıtmaya yaka­lanmıştı. «Ey Allah'ın Resulü hru sıtmadan son derece şiddetli zahmet çekiyorsun» dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) «Evet ben sizden iki insanın çekebileceği kadar zahmet çekiyo­rum.» dedi. Ben «Size İki kat sevap olduğu İçin mi?» dedim. Resulullah (s.a.v.), «Evet» dedi. Sonra Resulullah (s.a.v.) «Bir müslümana hastalık ve başka bir şeyden eza isabet ederse mut­laka Allah Teala, bu yüzden onun günahlarını ağacın yaprak­larını döktüğü gibi döker.» buyurdu. Buhari ve Müslim...

Aİşe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir, «Ben hastalığı Resulullah'ın hastalığından daha şiddetli bir kimse görmedim.» Müslim... Merfu olarak rivayet edilen bîr hadis-i şcrı'fde, «Bir kulun Allah İndinde ameliyle ulaşamayacağı bir derece bulunur, Allah Teala, onun vücuduna bir bela vermek suretiyle onu imtihan eder ve böylece o dereceye ulaşır.»

Aİ.şe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, ResuluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur, «Körüğün, demirin pasını temizlediği gibi-hastalık da mü'minin günahlarını temizler.»

Habbab b. cl-Eret (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir, «ResuluIIah (s.a.v.)'a halimizi.şikayet ettik. Kabenin gölgesinde hırkasını yastık etmiş yatıyordu. «Bizim için Allah' dan yardım dilemez misiniz? Bizini için Allah'a dua etmez mi siniz?» dedik. Bunun üzerine ResuluIIah (s.a.v.) «Eski zaman­larda bir inanan insan yakalanır, kazılan bir çukura konur, sonra testere İle baştan aşağı ikiye ayrılır, ve demir taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da, bu iş onu dininden çeviremez­di. Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala bu işi (dîni) kemale erdirecektir. Hatta atma binmiş bir kimse San'adan Hadra-mut'a kadar gidecek, Allah'dan ve koyunlarına kurdun saldır­masından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Lakin siz, acele ediyorsunuz.» buyurdular. Buhari'nm diğer bir rivayetinde, «Ben ResuluIIah (s.a.v.)'a geldim. Kabe'nin gölgesinde hırkası­na yaslanmıştı. «Bİz müşriklerden çok zorluk çekiyoruz, Allah'a dua etmez m'sİn?» dedik. Bunun üzerine ResuluIIah (s.a.v.) doğruldu ve mübarek yüzü kızardı, «Sizden önce bir mü'minin efîeri ve kemikleri demir tarakla taranırdı da bu iş onu dinin­den çevirmezdi.» buyurdular. Buharı... Alimler, Habbab (r.a.)'ın, «Bİz ResuluIIah {s.a.v.)'a taşla­rın sıcaklığından şikayet ettik de şikayetimizi dinlemedi» sözü­nü şu manaya hamletmişlerdir, Habbab (r.a.) diyor ki, «Biz kafirlerin sıcak taşlarla yaptıkları işkenceden alınlarımızda ve ellerimizde meydana gelen ezayı Resuîullah (S.a.v.)'a şikayet ettik de şikayetimizi dinlemeyip bize sabretmemizi tavsiye- etti­ler.»

Habbab (r.a.)'m kavlini bu manaya hamletmek, bazı alim­lerin, secde yapmakla, sıcağın şiddetinden alınlarında meydana gelen ezayı şikayet etmelerine hamletmelerinden daha müna­siptir.

Habbab (r.a.)'ın kavlini ikinci manaya hamledenler, namaz kılanın toprak üzerine secde etmesinin vacip olduğuna delil getirmişlerdir. Fakat buna üç vecihle cevap verilir. Birincisi, Hadis-i şerifin lafzında buna delil yoktur. İkincisi, Ashab-ı Ki­ram ResuluIIah (s.a.v.)'la beraber bulunduklarında onlardan biri toprak üzerine secde edemediği vakit elbisesini serip üzeri­ne secde ettiğini haber vermişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, as­habın, yere elbiselerini serip üzerine secde etmeleri ResuluIIah (s.a.v.)'a ulaşıyor ve bunu biliyordu da onları bundan menet-miyordu. Üçüncüsü, Hicaz'da sıcağın şiddeti alnın ve ellerin toprak üzerine değmesine manî olur. Hatta yerin sıcağı, yüzü ve elleri pişirir de huzur İle secde etme imkanı bulunmaz, na­mazın huşuunu giderdiği gibi bedene zarar vererek hastalan­maya da sebep olur. Şeriat ise böyle şeyî emretmez.

Üsame b. Zeyd (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, ResuluI­Iah (s.a.v.)'ın kızı (Fatıma), «Oğlum Ölmek üzeredir, bize kadar gelmesini rica ederim» diye ResuluIIah (s.a.v.)'a haber gönder­mişti. ResuluIIah (s.a.v.), kızına selam gönderdi ve «Veren de, alan da Allah'dır, O'nun katında, herşeyin vakti bellidir. Bun­dan dolayı sabretsin ve Allah'dan mükafatını beklesin» buyur­du. Yine ResuluIIah (s.a.v.)'ın kızı «Allah aşkına, mutlaka gel­sin» diye andiçerek babasına tekrar haber gönderdi. ResuluIIah (s.a.v.)'da yanında, Sa'd b. Ubade, Muaz b. Cebel, Übeyy b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve daha başkaları olduğu halde kalkıp git­ti. Çocuğu Rcsul-i Ekrem'e verdiler,. onu kucağına oturttu. Çocuk çok süratle nefes alıp veriyordu, sanki canı eski bir tu­lum içindeydi. Onun bu hali üzerine Resul-İ Ekrem'in gözlerin­den yaşlar boşandı. Sa'd, «Ya ResuluIIah, ne oldu sana? diye sordu. Resululîah (s.a.v.), «Bu bîr rahmettir, Allah onu diledi­ği kullarının kalplerine yerleştirir. Allah Teala, ancak merha­metli kullarına rahmet eder.» buyurdular.» Buharı ve Müs~ Km...

İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, ResuluIIah, (s.a.v.)'ın küçük bir kızının Ölüm vakti yaklaşınca onu kucağı­na aldı. Sonra elini onun üzerine koydu. Kız, ResuluIIah (s.a.v.)'ın yanında ruhunu teslim etti. Bunun üzerine Ümmü Ey-men ağlamaya başladı. Rcsul-i Ekrem, «Ya Ümmü Ey men! Al­lah Resulü yanında iken niçin ağlıyorsun?) diye sordu. Ümmü Eymen de «Resul-İ Ekrem ağlarken, ben nasıl ağlamam?» de­di. Bunun üzerine Rcsulullah (s.a.v.), «Ben ağlamıyorum. Fa­kat o göz yaşı rahmettir» buyurdu. Sonra, «Mü'min daima ha­yır üzeredir. Vücudundan ruhu çıkarılırken o yine Allah'a hamdeder.» buyurdular [17]. Nesei...

Encs (r.a.) şöyle diyor; «Ebu Talha (r.a.)'nm oğlu hastay­dı. Babası dışarı çıkmıştı ki, arkasından çocuk öldü. Evine mü Süleym, (kapalı bir şekilde) «Şimdi rahata kavuştu» dedi Adam durumun farkında olmadı. Daha sonra beraber­ce akşam yemeğini yediler. Gece olup da yattıkları za­man karısı ile cinsî münasebette bulundu. Ebu Talha sabahle­yin Resulullah (s.a.v.)'ın yanına gitti, gece olup bitenleri ona anlattı. Rcsul-i Ekrem, «Bu gece cima mı ettiniz?:) dedi. Ebu Talha, «Evet» dedi. Resulullah (s.a.v.), «Allah'ım! bunlara be­reket ver.» dedi. Daha sonraları Ümmü Süleym bir oğlan do­ğurdu. Bunun üzerine Ebu Talha, Enes'e, «Çocuğu Resulullah (s.a.v.)'a götür.» dedi. Anası da bir miktar hurma gönderdi Resulullah (s.a.v.), «Çocuğun yanında bir şey getird'n mi?» de­di. «Evet bir kaç hurma var» dedim. Resulullah (s.a.v.) hur­maları ağzına alıp, çiğnedikten sonra çıkardı ve çocuğun ağzı­na koydu, damağını ovdu, adını da Abdullah koydu. İbn-İ Uyey-ne şöyle diyor, «Ensar'dan bir adam, «o Abdullah'ın dokuz ço­cuğunu gördüm, hepsi de ehl-i Kur'an idiler» dedi.» Buharı ve Müslim...

Kasım b. Muhammed diyor ki, «Eşim Ölmüştü, bu yüzden bana taziye için gelen Muhammed b. Ka'b el-Kurazi şunu an-bttı, «İsraİloğullarından fakih, alim, müçtchid bir kimsenin be­ğendiği ve sevdiği hanımı Öldü. O buna çok üzüldü. Hatta ev!-. ne kapandı ve hiç kimse İle görüşmeyi kabul etmiyordu. Bir süre sonra bir kadın bunu duyunca kendisine gelerek, «şifahi ola­rak bir fetva soracağım» dedi. Kasım kapıda beklerken, o ada­ma haber verildi o da içeri girmesine izin verdi. Kadın bir ko­nuda fetva soracağını söyledi. O da «nedir?» dedi. Kadın, «Ben bir kadından emanet olarak mücevher alıp bir zaman takın­dım, sonra o kadın haber yollayıp istedi, ben onu ona vereyim mi?» dedi. O da «e\\,t» dedi. Kadın, «Vallahi o mücevher uzun bir zaman bende kaldı» dedi. O da, «Mücevheri o kadına mut­laka vermeft lâzım» dedi. Bunun üzerine kadın, «Allah sana rahmet etsin, öyleyse Allah'ın sana emanet olarak verdiği şeyi sonra almasından dolayı niye üzülüyorsun?. Halbuki Allah onu senden almaya daha layıktır» deyince o adam hakikati id­rak etti. Allah Teala onu o kadının sözüyle faydalandırdı.» Muvctta...

Mürre oğullarından yaşlı biri şöyle diyor, «Ben Küfe'ye geldiğimde bana Bilal b. Ebi Bürde'yi anlattılar. Ben de, «bun­da alınacak ibret derisi vardır» dedim ve hapsedilmiş olduğu evine geldim bir de baktım ki, eziyet ve darptan dolayı tama-miyle değişmişti, çerçöp içinde bulunuyordu. Ben, «Elhamdü-HHah! Ya Bi^al! Sen bizim yanımızdan geçerken toz toprak dahi yokken burnunu kapattığını görüyordum. Şimdi bu hal­desin, bugün sabrın nasıldır?» dedim. Bilal, «Sen kimlerden­sin?» diye sordu. Ben de, «Mürre b. İbad oğullanndanım» de­dim. Bilal, «Sana bir hadis-i şerif anlatayım da umulur ki Al­lah Teala seni faydalandırır.» dedi. Ben de «haydi anlat» de­dim. Bilal dedi ki, «bana Ebİ Bürde, o da Ebu Musa'dan riva­yet ederek şöyle dedi, «Resulullah (s.a.v.), «bîr kulun başına küçük veya büyük bir musibet ancak günahı yüzünden gelir. Böyle iken Allah bir çoğunu da affeder» buyurdu sonra şu ayet-i kerimeyi okudu, «Başınıza her ne bela gelirse hep kendi ellerinizden kazandığınız (günahlar) yüzündendir. Böyle iken (Allah) birçoğunu da bağışlar.» (Şura/30) Tirmizi...

Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor, «Allah Resulü, Peygamberlerden birini anlatırken dik­katle dinliyordum. O Peygamberin kavmi onun yüzüne vurmuş ve kanatmışlardı. Bir yandan yüzünün kanını siliyor bir yan­dan da: «Allah'ım kavmimi yargılama, çünkü onlar bilmiyorlar» diyordu.» (Buharı ve Müslim.) Peygamberin bu duası, on-lann affını, onlara dua etmeyi, onlar namına Özür dilemeyi ve şefkat etmeyi içine almaktadır.

Abdurrahman b. Kasım (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle diyor: Resulullah (s.a.v.) «Müslümanlar bir musibete uğ­radıkları zaman bana gelecek musibet (yani Ölüm) onları teselli etsin.» (Yanİ müslümanlar bir musibete uğrayınca benim ölü­mümü düşünsünler de sabretsinler) buyurmuştur (Muvatta)

İbn-i Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: «İnsanların arasına karışıp onların eza­larına sabreder, mü'mînin mükafatı, insanlara karışmayıp onla­rın ezalarına sabretmeyen mü'minin mükafatından daha bü­yüktür.» (îbn Mace)

Ebu Saİd-i Hudri (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resu­lullah (s.a.v.): «Sabırdan daha hayırlı, sabırdan daha geniş bir nimet kimseye verilmemiştir» buyurmuştur. (Buharı ve Müslim)

Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah şöyle bu­yurmuştur: Allah Teala: «Ben kullarımdan herhangi bir ku­lumun bedenine veya malına veya evladına bir bela vermek suretiyle onu imtihan ettiğimde onu güzel bir sabırla karşılarsa kıyamet günü onun için mizan ve hesap kurmaktan haya ede­rim» buyurmuştur. (Müsned'lcr)

Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulul­lah şöyle buyurmuştur, «Mükafatın büyüklüğü belanın büyük­lüğüne göredir, şüphe yok ki, Allah Teala bir kavmi sevdi mi onları bela vermek suretiyle imtihan eder. Kim bu belaya razı olursa onun için Allah'ın rızası vardır. Kim de bu belaya kızar­sa onun İçin de Allah'ın gazabı vardır.» (ibn-i Mace)

Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor, Resulullah (s.a.v.) Ümmü Saib'in [yahut Ümmü Mü-seyb'in] yanına girmiş de, «Sana ne oldu ya Ümmü Saib [ya­hut ya Ümmü Müseyb] de titriyorsun diye sormuş. O da «Sıt­ma! Allah hayrını vermesin» demiş. Bunun üzerine, «Sıtmaya sitem etme! Çünkü o ademoğullarmın günahlarını, körüğün demir pasını giderdiği gibi giderir» buyurmuşlardır. Müslim.

Merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifde, «Allah Teala bir kulu sevdiği vakit onun başından belayı eksik etmez» buyrulmuştur.

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah şöyle buyurmuştur, «bir kimse bir gece meselâ sıtmaya yakala­nıp sabreder ve bunun Allah'dan olduğuna razı olursa anasın­dan doğduğu gün gibi günahlanndan arınmış olur».

Hasan Basri, «Bir gecelik sıtma sebebiyle kulun bütün gü­nahları affedilir» demiştir.

Ebu Said-i Hudri (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.)'ın yanına'girdim, ateşliydi. Elimi elbisesinin üzterine koydum. Sıt­manın sıcaklığını hissettim. Bunun üzerine «Ya Resulullah! sıtmanız ne kadar şiddetlidir» dedim. O da, «biz peygamberler zümresi böyleyiz. Mükafatımızın kat kat artması için hastalı­ğımız şiddetli olur» buyurdu. Ben, «Ya Resuîullah insanların en .şiddetli belaya maruz kalanları kimlerdir?» diye sordum,. Resulullah (s.a.v.) «peygamberlerdir» buyurdu. Ben, «sonra kimlerdir» dedim. Resulullah (s.a.v.) «salihlerdir, kişi fakirlik­le İmtihan edilir, hatta giymek için ancak bir aba bulup onu deler ve giyer. Kişi bitle imtihan edilir, hatta bitler onu öldü­rür, onların basma gelen bu musibetler onlar için s-ize verilen nimetlerden daha hayırlıdır» buyurmuştur.»

Ukbe. b. Amir cl-Cüheni (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş, «Her amel mutlaka mü­hürlenir ancak mü'min hasta olduğu vakit melekler, «Ey Rab-bimiz falan kulunu amelden menettin» derler. Bunun üzerine Allha Teala, «Kulum iyi oluncaya kadar veya ölünceye kadar sıhhatta iken işlemiş olduğu amelinin mislini yazın» buyurur. Müsned...

Ebu Hürcyrc (r.a.) buyurmuştur ki, «Bir müslüman kul hasta olduğu vakit sağındaki meleğe, «kulumun Üzerine sıhhat­ta iken yazmış olduğun İyi amelleri yaz» denilir. Solundaki me­leğe, «hasta olduğu müddetçe kulumun günahlarını yazma» de­nir.» Ebu Hüreyre (r.a.)'mn yanmda bulunan bir kimse- «Keş­ke ben de devamlı hasta olarak yatsaydım» deyince bunun üze­rine, Ebu Hüreyre (r.a.) «kul günahlardan ikrah eder» dedi. Bunu İbn-İ Ebi'd-Dünya zikretti.

Yİne İbn-i Ebi'd-Dünya'dan zikredildiğine göre, Hilal b. Bessak şöyle der, «Bİz Ammar b. Yasir'İn yanında oturuyor­duk, hastalıklardan bahsedildi. Bunun üzerine bir bedevi, «ben hiç hasta olmadım» dedi. Bunun üzerine Ammar (r.a.) «Sen bizden, değilsin, [yahut sen bizden olmadın] çünkü müslüman bela İle imtihan edilir de ağacın yapraklan döküldüğü gibi gü­nahları dökülür. Kafir yahut facir bela İle imtihan edilir onun hali devenin haline benzer. Salıverildİği vakit niçin salıverildi-ğini, bağlandığı vakit niçin bağlandığını bilmez» dedi.

Ma'mer b. îzdİ diyor ki, «Biz Ibn-i Me'sud (r.a.)Man ho­şumuza gitmeyen bir şey işittiğimiz vakit bize onu açıklayınca-ya kadar susardık. Bir gün bize Ibn-i Me'sud (r.a.) şöyle dedi, «Dikkat edin hastalık için mükafat yoktur.» Bu, bizim fenamı­za gitti ve bize çok ağır geldi. Sonra tbn-İ Me'sud (r.a.), «An­cak, bu hastalık günahlarımıza keffaret olur.» dedi. Bunun üze­rine biz çok sevindik ve hoşumuza gitti. Bu İbn-i Me'dur (r.a)' un ilminin ve fıkhının olgunluğundandir. Mükafat olarak ihti­yarî amellerden ve onlardan meydana gelenlerden dolayı veri­lir. Nitekim Tevbe suresinin sonunda Allah Teala, müslüman-lar hak yolunda gerek küçük gerek büyük herhangi bir masraf yaptıklarında ve bir vadiyi geçtiklerinde kendilerine sevap ya­zılacağını zikrettiği gibi, bunlardan meydana gelen susuzluk, yorgunluk, açlık ve kafirleri kızdırmalarına-da sevap yazılaca­ğını zikretmiştir. Buna göre sevap, bu iki neviye bağlanmıştır Ama hastalıklar ile musibetlerin sevabı ise günahların affedil-mesidîr. Bundan dolayı Allah Teala Hazretleri, «Başımıza her ne gelirse, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir» (Şura/30) buyurmuştur.

Resulullah (s.a.v.) musibetler hakkında, «Allah Teala, on­larla kötülükleri örter» buyurmuştur. Yine Resul-i Ekrem (s a.v.), «Hastalık günahları dökücüdür. Taat ve ibadetler dere­celeri yükseltir. Musibetler de günahları döker,» buyurmuştur

Resulullah (s.a.v.), «Allah Teala her kimin hayrını murat' ederse onu musibet vermekle imtihan eder.»; diğer bir hadis-i şerifde, «Allah Teala her kimin hayrını murad ederse ona din hususunda, büyük bir anlayış verir» buyurmuştur. Buna göre, taat ve ibadetler dereceleri yükseltir, hastalık ve musibetler ise günahları dökerler.

Yczİd b. Meysere demiştir ki, «Kul hasta olur, onun Allah katında hayır namına hiçbir ameli yoktur. Allah Teala bunun­la ona geçmiş günahlarının bir kısmını hatırlatır da Allah kor­kusundan ağlamasıyla günahları, gözyaşlarıyla, tıpkı sineğin başı gibi, gözünden çıkarlar. Allah onu sıhhata kavuşturursa, tertemiz olarak sıhhata kavuşturur. Ruhunu kabzederse, terte­miz olarak ruhunu kabzeder.»

İbn-i Abbas (r.a.)'m azadlısı Ziyad b. Ziyad'dan ve ashab-i kiramın bir kısmından rivayet edildiğine göre, şöyle diyorlar, \ «Biz Resulullah (s.a.v.)'ın yanına girdik, o çok ateşli İdi. Biz, «Ah!, anamız, babamız feda olsun ya Resulullah! ateşiniz ne kadar şiddetlidir.» dedik. O da, «Biz ki peygamberler zümresi-yiz. Bize belalar kat kat verilir» buyurdular. Biz «Sübhanallah» dedik. Resulullah (s.a.v.), «Şaşırdınız değil mi? Peygamberler den birini bitler Öldürmüştü, biliyor muydunuz?» buyurdular. Biz, «Sübhanallah» dedik. Resulullah (s.a.v.) «İnsanların en şid­detli belaya uğrayanları peygamberlerdir, sonra derece derece salıhlcr gelir» buyurdular. Biz «Sübhanallah» dedik. Resulullah, «Şaşırdınız mı?, Sİzİn nimetlere sevindiğiniz gibi onlar da be­lalara sevinirler» buyurdular.»

Ubeyde b. Huzeyfe halası Fatıma'dan rivayet etti, Fatıma şöyle diyor, «Bİz birkaç kadınla Resulullah'ı (s.a.v.) ziyaret ettik. Bir de baktık ki, sıtma ateşinin şiddetinden dolayı üstÜ-ne bir su tulumu asılmış ondan üzerine su damlıyordu. Biz, «Ya Resuluüah (s.a.v.)! Allah'a dua etsen de sana şifa ihsan etse (olmaz mı?) dedik. Bunun üzerine Resulullah insanların en şiddetli belaya maruz kalanlan, peygamberlerdir. Sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlardır» buyurdular.

Mesruk, Aîşe (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, o ^öyle diyor, «Ben, hastalığı, Resulullah (s.a.v.)'m hastalığından daha şİd-detlİ bir kimse görmedim. Hasta olduğunda hastalığı çok şid­detli geçerdi. Hatta çok defa onbeş gün uyumazdı. Böbreği ağ­rırdı. Bİz, «Ya Resulullah! Allah'a dua etsen de bu hastalığı senden giderse (olmaz mı?)» derdik. O da, «biz peygamberler zümresinin hastalıkları şiddetli geçer. Ta ki bizim zellelerimİze keffaret olsun, diye» buyurdu. Nesei... Ebu Sa'd (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle diyor, «Bir adam 'Ya Resulullah! başımıza gelen bu hastalıklardan bizim için ne fayda var, haber verir misiniz? diye sordu. Resulullah (s.a.v.), 'günahlara kefarettir' buyurdu. Bunun üzerine Übeyy b. Ka'b, 'Ya Resulullah! az olsa da mı?' dedi. Resulullah (s a.v.) da 'küçük bîr diken olsa da' buyurdu. Ebu Sa'd diyor ki, bunun üzerine Übeyy b. Ka'b, ölünceye kadar kendisinden hastalığın ayrılmaması ama kendisini hacdan, umreden, Allah yolunda cı'haddan, farz olan namazları cemaatle kılmaktan alı­koymaması için dua etti. Ebu Sa'd diyor ki, «bîr kimse bundan sonra onun cildine dokunduğu zaman mutlaka hastalığının ate­şini hissederdi. Bu ateşi ölünceye kadar devam etti. Nesei.

Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle diyor, Resululîah (s.a.v.), «ibadetlerini güzel bir şekilde yapan bir kul hasta olunca, ona vekil olan meleğe, «hastalıktan kurtuluncaya kadar sıhhatta iken yapmış olduğu amelin mislini onun İçin yaz, denilir» bu­yurdu.

Ebu Ümametü'l-Bahili (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s. s.v.) dedi ki; sizden biriniz altının ateşle denendiği gibi Allah Tcala (çok iyi bildiği halde) sizden birini bela ile tecrübe eder. İnsanlardan kimi beladan som altın gibi çıkar. İşte bu kimse Allah'ın günahlardan kurtardığı kimsedir. Kimi de beladan si­yah altın gibi çıkar. îşte bu kimse belaya sabretmediğinden da­ha fazla günaha girmiş olan kimsedir.»

Hasan-ı Basri'nin, Resulullah'dan mürsel olarak rivayet et­tiği bîr hadis-i şerifde, «Şüphe yok ki Allah Teala bir mü'minin bir gece çektiği sıtma sebebiyle bütün günahlarını affeder.» di­ye buyrulmuştur. İbn-i Mübarek, «Bu hadis güzel bir hadisdir. Selefi salihin bîr gece çekilen sıtmanın geçmiş günahlara keffa-ret olacağını umarlardı» demiştir.

Enes (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.) hasta olan bir adamın yanma girdi. Ona, «Allah'ım ben senin ace.e afiyetini, bela üzerine sabrı, dünyadan rahmetine çıkmayı istiyorum, de» buyurdu.»

Aişe (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.) «ağaç yaprak­larını döktüğü gibi, sıtma da günahları döker, buyurdu.» Ebu Hureyre (r.a.) ziyaret ettiği bir hastaya- dedi ki, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu, Allah Teala, «Sıtma benim ate-şİmdir, ahİrcttekİ ateşten nasibi olsun diye, onu dünyada mü' nıîn kuluma musa/lat kılarım.» buyurmuştur.

Mücahid, «sıtma her mü'minin ateşten hissesidir» demiş, sonra, «Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere İlle oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldı­ğı kesinleşmiş bir hükümdür.» (Meryem/71) ayet-i kerimesini okumuştur. Fakat Mücahid, bu ayet-i kerimedeki, «sizden ce­henneme uğramayacak yoktur» ayetinin manasını sıtma ateşi ile te-vil etmiş değildir. Çünkü bu ayet-i kerimenin İndirilmesi sıtma ile te'vü edilmesini kesinlikle kabul etmez. Mücahid'in muradı, Allah Teala bütün kullarının cehenneme uğrayacakla­rını bildirmiş olmasıdır. O halde kulun günahları hastalık se­bebiyle affolunur da kıyamet gününde cehenneme uğraması kolay olur. Süratle ondan kurtulur. Mücahid'in bu manayı mu-rad etmiş olduğuna, Ebu Reyhane'nin Resul-İ Ekrem (s.a.v.)' den, «hastalık cehennem körüğü olup, mü'minin ateşten nasi­bidir» diye rivayet ettiği hadis-İ şerifi delalet etmektedir.

Enes (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.); hastalıktan iyi olup sıhhata kavuşan müslümanın hali, saflığı ve rengi bakı­mından gökten yağan dolu gibidir.» buyurmuştur. İbn-i Ebi'd-Dünya.

Ebu Ümame'den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-İ şerifde, «hasta olarak yatan bir müslüman mutlaka günahlar­dan arınmış olarak sıhhata kavuşur» buyrulmuştur.

Ebu Ümame (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.); sıtma­ya yakalanan mü'minin durumu, ateşe sokulup pasından te­mizlenen demirin durumu gibidir.» buyurmuştur. Yine Ebu Ümame (r.a.)'den merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerif­de, «Kul hastalandığı vakit Allah Teala meleklerine, «Ey me­leklerim ben kulumu bağlarımdan bir bağ ile bağladım, eğer onun ruhunu alırsam mağfiret ederim, ve eğer ona afiyet ve­rirsem günahlarından temizlenmiş olur» diye vahyeder» buy­rulmuştur.

Şehl-İbn-i Enesi'l-Cuhenî babasından, o da dedesinden ri­vayet etti. Dedesi şöyle diyor, «Ben Ebu'd Derda hasta iken yanına girdim ve 'Ey Ebu'd Derda! Biz sıhhatli olmayı seviyoruz, hasta olmayı sevmiyoruz' dedim. Bunun üzerine Ebu'd Derda dedi ki, ben Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken işit­tim, «başağrısı ve hastalık, günahı Uhud dağı kadar olsa da, hardal tanesi kadar günahı kalmayana dek mü'minin peşini bı­rakmaz.»

Ümmü Seleme (r.a.)'dcn rivayet edildiğine göre; Resulul­lah (s.a.v.) şöyle buyurur, «Allah Teala hoş olmayan bir yolda bulunan bir kulunu bela vermek suretiyle imtihan ederse, (bu kul başına gelen bu belayı Allah'dan başkasına nisbet etmezse yahut bu belanın gitmesi İçin Allah'dan başkasına dua etmez­se) bu bela onun günahlarını örter ve temizler.»

Atiyye b. Kays dedi ki, «Ka'b hastalandı, Dımaşk ehlin­den birkaç kişi onu ziyaYet ettiler, ona, 'Ey tshak nasılsın?' de­diler. O da 'iyiyim, günahı yüzünden yakalanmış bir vücud, Allah Teala dilerse ona azap eder dilerse rahmet eder. Onu sıhhate döndürürse günahsız olarak döndürür' dedi.»

Said b. Vehep dedi ki, «Biz Selman-ı Farisi (r.a.) ile bera­ber Kinde kabilesinden bir adamı ziyarete gittik. Selman (r.a.) «bir müslüman bela ile imtihan edilirse, bela onun geçmiş gü­nahlarına kefTaret olur, geri kalan günleri için de ibret olur. Bir kafir bela ile imtihan edilir, onun hali devenin haline ben­zer salıveriMİği zaman niçin sahverildiğini, bağlandığı zaman niçin bağlandığını bilmez.» dedi.

Ebu EyyÜb el-Ensari (r.a.) şöyle diyor; «Resuhıllah (s.a.v.) Ensar'dan bir adamı ziyaret etti ve onun üzerine eğilip nasıl olduğunu sordu o da 'Ya Resulullah! Yedi günden beri uyuma­dım' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) 'Ey kardeşim! sabret. Ey kardeşim! sabret. Günahlara girdiğin gibi onlardan Çıkarsın' buyurdu. Sonra Resulullah (s.a.v.) 'hastalık saatlan günah saatlarmı giderir'» buyurdu.

Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.) bir be­deviye, 'seni hiç ümmümüldem yakaladı mı?' diye sordu. O da, 'Ey Allah'ın Resulü, Ümmümüldem nedir?' dedi. Resulullah (s.a.v.), 'cild ile kan arasında ateş yapan bir hastalıktır.' buyur­du. Bedevi, 'ben buna hiç yakalanmadım' dedi. Resulullah (s. a.v.), 'Ey bedevi, seni hiç başağrısı yakaladı mı?' bnyurdu. Be devi, 'Ya Resulullah baş ağrısı nedir?' dedi. Resulullah (s.a.v.). 'Bir damar insanın başına vurur buyurdu. Bedevi, 'ben buna yakalanmadım' dedi. Bedevi dönüp gidince Resulullah (s.a.v.), 'cehennem ehlinden bîrini görmek isteyen buna baksın' buyur­du.' Nesei ve Müsned... Ümmü Süleym (r.a.) şöyle diyor, «Ben hastalandım. Re­sulullah (s.a.v.) beni ziyarete geldi ve,, 'Ey Ümmü Süleym! Ate­şi, demiri ve demirin pasım biliyor musun?' buyurdu. Ben de «Evet» dedim. Bunun üzerine, Resulullah (s,a.v.), 'Müjde ol­sun sana ey Ümmü Süleym! Sen ağrılarından, ateşe (sokulan) demirin pasından kurtulduğu gibi, kurtulursun' buyurdular.»

Bir sahabe, kardeşlerinden birini ziyaret etmek için yola Çıktı. Yolda onun hasta olduğunu duydu. Yanına girdiğinde, 'Ben sana hem sıhhatli bir insan ziyaretçisi, hem hasta ziyaret­çisi ve hem de müjdeci olarak geldim.' dedi. O da, Bu üç şeyi nasıl birleştirdin?' diye sordu. O da, 'ben seni ziyaret etmek için yola çıktığımda hasta olduğunu bilmiyordum, işte bu sıh­hatli bir İnsan ziyaretçisi, yolda hasta olduğunu işittim, bu da hasta ziyaretçisi, Resulullah (s.a.v.)'dan duyduğum bir şeyi de sana müjde edeceğim için müjdeci oldum' dedi. İşittim ki, Re­sulullah şöyle buyuruyor, 'kul ameliyle Allah katında bir de­receye naîl olmadığı vakit Allah onun bedenine veya malına veya evladına bir bela vermek suretiyle onu İmtihun eder, ve sonra ulaşamadığı o dereceye varıncaya kadar bu belaya sab­rettirir.»

Hasan-ı Basri haşladıktan bahsederek şöyle dedi,' «Dikkat edin hastalık günleri müslüman için kötü günler değildir. O günler müslümanın yolunu aydınlatır. Ahiretten unuttuğunu hatırlatır, kötülüklerini örter.»

Selef-i Salİhİnden bazıları şöyle dedi, «Dünyada musibet­ler olmasaydı, biz ahirete züğürt olarak giderdik.»

Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resulul­lah (s.a.v.) «Musibetler ve hastalıklar bu ağacın yapraklarının dökülmesinden daha çabuk ümmetimin günahlarını dökerler.» buyurdu.

Ebu Hüreyre (r.a.)'den merfu olarak rivayet edilen bir ha-dis-i şerifde, «Herhangi bir müslüman (hasta olduğu vakit) mutlaka Allah Teala ona meleklerden iki melek vekü eder. Allah Teala o müslüman hakkında İki güzel emrinden birini, yani ya ölmesini veya sıhhata dönmesini hükmedinceye kadar o iki melek ondan ayrılmazlar. ZiyarcLçiler gelip ona, 'Nasılsın?' dediklerinde, 'El-hamdü Lillah, iyiyim, Allah hamde layıktır ' derse melekler, ona 'kanından daha İyi bir kan, ile sıhhatm-dan daha iyi bir sıhhat ile sana müjde olsun.' derler, (ziya­retçiler ona nasılsın dediklerinde), eğer 'şiddetli bela çekmek­teyim' derse melekler ona, 'kanından daha, kötü bir kan ile be­landan daha uzun bir bela ile sana müjde olsun.' derler.»

Bu müslümamn, 'şiddetli bela çekmekteyim' demesi, Rc-sulullah (s.a.v.)'ın hastalığında, 'Vah başım!' demesine Sa'd (r.a.)'ın, 'Ya Resulullah! hastalığım şiddetlendi, ben zenginim1 demesine Aişe (r.a.)'nin, 'Vah başım' demesine zıt değildir. Çünkü bunların böyle demeleri hastalıklarım haber vermeleri­dir. Yoksa Allah Teala'yı, gelen ziyaretçilere şikayet etmeleri değildir. Hasta Allah'a hamdettikten sonra hastalığını söylerse bu, şikayet olmaz. Eğer hastalığa kızarak haber verirse bu, şika­yet olur. O halde niyet ve maksada göre bir kelimeyle bazan sevap kazanılır, bazan da günah kazanılır.

Sabit-i Bennani dedi ki, «Hasan-ı Basri ile beraber Saffan b. Muhcyriz'in ziyaretine gittik. Oğlu çıkıp, babasının dizanteri hastalığına yakalanmış olduğunu ve yanma giremiyeceğimizi söyledi. Bunun üzerine, Hasan-ı Basri, 'bugün babanın etinin, kanının alınması, onları toprağın yemesinden daha hayırlıdır ' dedi.»

Yine Sabit-i Bennani dedi ki, «Biz Rebia b. cl-Haris-i ziya­ret için yanma girdik. Hastalığı ağırdı. Ama o, 'Benîm bu ha­limde olan kimsenin kalbini ahiret doldurur, dünya onun gö­zünde sinekten daha küçük olur' dedi.»

İbn-i Mes'ud (r.a.) şöyle diyor, «Ben Resulullah (s.a.v.)'la beraber oturuyordum. Resulullah (s.a.v.) tebessüm etti, bunun üzerine biz, 'Ya Resulullah! niçin tebessüm ettiniz?' dedik. Resulullah (s.a.v.), 'bir mü'minin hastalıktan sızlanmasına taac-cüb ettim. Eğer o mü'min hastalığın kendisi için ne kadar sevap olduğunu bilseydi, Allah'a kavuşuncaya kadar hasta ol­masını arzu ederdi' dedi ve sonra ikinci defa tebessüm edip mübarek başlarını semaya kaldırdı. Biz, 'Ya Resuiullah yine niçin tebessüm edip mübarek başınızı semaya kaldırdınız?' de­dik. Resulullah (s.a.v.), 'Taaccüb ettim. İki melek semadan inip bir mü'mİni namaz kıldığı yerde arayıp bulamadılar, bu­nun üzerine Allah Teala'nın huzuruna çıkarak 'Ya Rabbi fî-lan mü'min kulun için gece ile gündüzde şu kadar amel yazı­yorduk. Sen onu hapsetmişsin onun için amelinden bir şey yaz­madık dediler. Bunun üzerine Allah Teala, 'kulum için gece ile gündüzde işlediği ameli yazın ondan hiçbir şey eksik etme­yin. Onu hapsettiğimin mükafatı bana aittir. Onun yapmış ol­duğu amelin mükafatı da ona aittir' buyurur.»

jbn-i Mes'ud (r.a.) şöyle diyor! «Allah Resulü, 'Bir kimse b.r gece sıtmaya yakalanıp sabreder, ve bunun Allah'dan geldi­ğine razı dursa anasından doğduğu gün gibi günahlarından çık­mış olur' buyurdu.»

Yahya Merasil-i b. Kesir'den rivayet edildiğine göre, Al­lah Resulü, Sclman-ı Farisi (r.ai)'yi göremedi. Onu sordu. Has­ta olduğu haberi veriidi. Bunun üzerine ziyaret için onun-yanı­na gelerek, 'Allah senin hastalığına şifa versin, günahını bağış­lasın. Ölünceye kadar dininde ve cisminde afiyet ihsan etsin. . Bu hastalıkta senin için üç haslet vardır. Birincisi Rabbinden sana bir Öğüttür, bununla sana Öğüt veriyor. İkincisi senin geç­miş günahlarını temizler. Üçüncüsü dilediğin duayı yap. Çünkü hastanın duası kabul edilir." buyurmuştur.»

Ziyad b. Rebi diyor ki; «Übeyy b. Ka'b'a Allah'ın kitabın­da beni üzen bir ayet vardır.' dedim. O da 'hangisidir?' dedi. Ben de, 'Kim kötü bir iş yaparsa onunla cezalanır (Nisa/123) ayet-i kerinıesidir' dedim. Ka'b (r.a.) dedi ki, 'Ben seni gördü­ğümden daha fakih biliyordum. Zİra bir mü'mine, ayak sürç­mesi, damar depreşmesi gibi bir musibetin gelmesi ancak gü­nahı yüzündendir, Allah Teala, onun günahlarının birçoğunu da affeder. Aişe (r.a.)'ya bu ayetten sormuştum. O da, 'ben bunu Resulullah (s.a.v.)'a sorduğumdan beri hiçbir kimse ben­den sormadı' dedi. 'Ben Resuluîllah (s.a.v.)'a bu ayetin mana­sını sordum. Resulullah, 'Ya Aişe! Allah Teala kulunu başına gelen hastalık, bela, diken batması, ayakkabısının bağının kop-masi, hatta hatta kesesine parasını koyup da onu bulamayınca korkması ve sonra kesesini bulması gibisinden musibetlerle cezalar.dırır. Çünkü mü'min günahlarından, kırmızı altının kö­rükten çıktığı gibi çıkar.' dedi.»

Allah Teala indirmiş olduğu kitaplarından birinde, kulu­nu sevdiği için ve onun kendisine nasıl tazarru ve niyazda bu­lunacağını görmek için 'onun hoşuna gitmeyen bir musibetle İmtihan ederim', buyurmuştur.

Ka'b (r.a.), «Tevrat'da, Allah Teala, 'mü'min kulumun üzüleceğinden korkmasaydım, kafiri,' ebediyyen kırılmayacak bir demir sargı ile sarardım.' diye yazılıdır,» demişti.

Maruf-i Kerhi dedi ki, 'Şüphe yok ki, Allah Teala, mü'min kulunu 'hasta'Jdarla, ağrılarla, acılarla imtihan eder. Mü'min, arkadaşlarına şikayette bulunur. Allah Teala Hazretleri, 'İz­zet ve Celâlime yemin ederim kî, ben senî bu ağrılar ve hastalık­larla ancak senin günahlarını yıkamak için imtihan ettim, o. halde şikayette bulunma.' buyurur.»

Ebi'd Dünya'mn zikrettiğine göre bir adam, «Ya Resulul-lah hastalık nedir?' dedi. Resulullah (s.a.v.) 'Sen hiç hasta ol­madın mı?' dedi. O da 'Hayır' diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah, 'Yanımızdan kalk sen mü'min değilsin.' buyurdu.» Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'un hastalığı şiddetlendiğinde zi­yarete gelen arkadaşları yanma girdi, hanımı, 'nefsim sana feda olsun, sana ne yedİrebİliyoruz, ne de içırebİliyoruz' dedi. Bunun üzerine o da zayıf sesle, 'Oyluk kemiklerim çürüdü, yatmam uzadı. Vallahi Cenab-ı Hakk'ın tırnak ucu kadar sevabımı ek­siltmesini İstemem' diye cevap verdi.

Hal i d b. Velid (r.a.) karısını boşadı. Sonra onu övdü, bu­nun üzerine ona 'Ey Eba Süleyman! Niçin onu boşadın?' dedi­ler. O da, 'Ondan şüphelendiğim veya hoşuma gitmediği için boşamadim. Fakat benim yanımda hiç bir belaya uğramadı; hep rahattı' dedi.

Bir hadis-İ şerifde, «Bir mü'minin tansiyonu yükselir veya düşerse mutlaka Allah Teala onun için bir iyilik yazar, bir gü­nahım affeder, bir derece yükseltir» denilmektedir. Bu hadîs-i şerif musibetlerin ancak günahları örteceğine dair olan hadis-i şerife zıd değildir. Çünkü iyiliğin yazılması musibetlere sabret­mekten dolayıdır. Sabır da kulun amelidir.

Ashab-ı Kiramdan biri bir hastayı ziyaret etti ve ona, 'Hasta için dört şey vardır ki, ondan kalem kaldırılır. Sıhhatta iken işlemiş olduğu .amelinin mükafatının misli onun İçin yazılır. Hastalık onun oynak yerlerindeki kötülükleri defedip çıkarır. Yaşarsa, affedilmiş olarak yaşar, ölürse, yarlığanmış olarak ölür' dedi. Bunun üzerine hasta, 'Allah'ım ben hasta olarak yatmaya devam edeyim.» dedi.

Ebu Yahya Suheyb b. Sinin (r.a.) şöyle diyor, «Resulullah (s.a.v.) 'Mü'minin işine taaccüb ediyorum, çünkü işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mü'mine mahsustur. Zira sevinirse şükreder bu ise onun İçin hayırlıdır. Başına bir bela gelirse sabreder bu da onun için hayırlıdır. Müslim.. [18]


Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com