Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
Rumeli evliyâsının büyüklerinden. Sınır boylarında yetişerek, Rumeli'de İslâmiyetin yayılması için gayret gösteren gâzî dervişlerdendir. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 1575 (H.982) senesinde Dimitrofça'da vefât edip, orada defnedildi.
Muslihuddîn Efendi, ilim tahsîlinden sonra, memleketinde sanat ile meşgûl oldu. İnsanlara bildiklerini öğretir, yanlışlıkları düzeltir, garib ve kimsesizlere yardımda bulunur, herkese iyilik ederdi. Soğuk bir kış gününde, çoluk-çocuğunun maîşetini temin ettiği dükkânında çalışırken, bir kadın ve iki çocuğunun yoldan geçtiğini gördü. Çocukların hâline çok acıdı. Garîblerin üşüdükleri, yürüyüşlerinden belli oluyordu. Hemen peşlerinden koşup:
"Bre kadın, bu garibleri bu kış gününde sokağa döküp de nereye gidiyorsun?" dedi. Çâresiz kadın, iki gözü iki çeşme ağlayarak; "Bu garîblerin babaları vefât etti. Yakınımızda bulunan bir zâlim de, eline geçirdiği sahte hüccetle (senetle), yetimlere babalarından mîrâs kalan çiftliği elde etmek istedi. Bu kış günü bizi tâciz ediyor." dedi. Kadıncağız bunları anlatırken, hasmı da geldi. Muslihuddîn Efendi, adama çıkışıp; "Behey adam, bu garîbleri niçin incitirsin? Senin gibiler bunlara yardım edecek yerde, bu fakirleri incitirse, kimden merhamet beklenir?" dedi. O adam da, kendisini savundu. Muslihuddîn Efendi, onları kâdıya götürdü. "Resûlullah efendimizin hürmetine bu kadıncağızın işlerini hallediverin." dedi. Deliller, senetler karşılaştırıldı. Adamın yalan söylediği anlaşıldı. Elindeki hüccet, senet alınıp yırtıldı. Yetimler için yeniden hüccet yazıldı. Muslihuddîn Efendi, yetimlerin ihtiyaçlarını görüp köylerine gönderdi. Kadın ve çocuklar, yana yakıla duâ ettiler. O gece Muslihuddîn Efendi rüyâsında Resûlullah efendimizi görmekle şereflenip, hazret-i Ali'nin terbiyesi ile müşerref olarak, aynı yola hizmet etmesi işâret edildi. Sabahleyin yol hazırlığı yapıp, yanına bir yol arkadaşı da bularak, Çelebi Halîfe'nin halîfesi ve dâmâdı Sünbül Sinân Efendinin halîfesi, Saraylı Aynî Dede'nin yanına gitti. Yıllarca onun hizmetinde bulunup, ilim ve feyzinden istifâde etti. Ahlâkını, Resûlullah efendimizin ahlâkına uydurmak için çalışıp, yüksek makamlara kavuştu. Sofyalı Bâlî Efendiyi görmek için hocasından müsâade istedi. Ancak, bir başka zâta gitmesine müsâade edildi. Hocasının bildirdiği zât için istihâreye yattı. Rüyâda bildirilen usûl dâhilinde hazırlıklarını yapıp, yanına aldığı yol arkadaşı ile birlikte, gitmesi emredilen zâtın bulunduğu Dimitrofça kasabasına vardı. Câmi önünde konakladı. İki-üç gün orada kalıp, ibâdet ile meşgûl oldu. Aradığı zâtı bulamadı. Câmiden ayrılıp çarşıya vardı. Dükkânlardan birinde, ölü gibi duran bir zâta gözü takıldı. Âdetâ mıknatısın demiri çektiği gibi, ihtiyâr onu yanına çekti. Dükkâna varıp selâm verdi. O zât selâmını alıp; "Hoş geldin, Muslihuddîn Efendi, sen gelince bizim gitmemiz îcâbeder." dedi. Muslihuddîn Efendi de; "Ben, ülfet ve sohbete, sizden istifâde ümîdiyle geldim. Ayrılık arzusuyla gelmedim." dediyse de, o mübârek zât; "Elbette sizin gelmeniz, bizim gitmemizi îcâbettirir." buyurdu. Bir-iki gün içinde de oradan ayrılıp gitti.Muslihuddîn Efendi, Dimitrofçayı vatan edinip, âilesini ve çocuklarını getirdi. Yıllarca orada insanlara feyz saçtı. Çevre kasaba ve köylerden birçok talebe geldi. Vakitlerini tâat ve ibâdetle, kıymetlendirdi. Onu sevenler, Velî Bey Câmii yakınlarında bir dergâh inşâ ettiler. Orada yüzlerce insan ilim öğrendi. Kalplerini tasfiye ve nefslerini tezkiye edip, nice makamlara yükseldiler. Nice garibler, dertliler, Muslihuddîn Efendinin mübârek duâları ile dertlerinden kurtulup sıhhat ve âfiyet üzere yaşadılar.
Şikloş kasabasından Dervîş isminde bir hattata bir cinnî musallat olmuştu. Gidip Muslihuddîn Efendiye hâlini arzetti. Muslihuddîn Efendi; "Eğer sen burada iken cinnî gelirse bana göster." buyurdu. O kimse de, birkaç gün orada kaldı. Cinnî hiç gelmedi. Hâlini Muslihuddîn Efendiye arzetti. O da bir duâ yazıp verdi. "Bunu üzerinde taşırsın. İnşâallah gelmez." buyurdu. O kimse Şikloş'a geri döndü. Bir hafta sonra o cinnî kapıda göründü. İçeri giremiyordu. Oradan; "Bre zâlim, ben sana neyledim ki, beni şikâyet ettin?" dedi. Adamcağız, utanç ve korkusundan birşey diyemedi. Sonra cinnî, "Âh!" deyip feryâd ederek gitti. On beş gün sonra tekrar göründü. Daha sonra hiç görülmedi.
Bir gün Muslihuddîn Efendinin huzûruna gâzi-levend kılığında bir kimse geldi. Bir mikdâr sohbetten sonra gitti. Muslihuddîn Efendi talebelerine; "Levendi gördünüz mü? O ebdallerdendi." dedi. Muslihuddîn Efendinin de ebdallerin reisi olduğu söylenirdi. Pâdişâhlar, paşalar, uç beyleri ondan istimdâd eyler, yardım beklerdi. O da, gönlü cihâd aşkıyla yanan gâzilerin yardımına koşardı.
Bu hâdiseyi, Muslihuddîn Efendi daha önce Hüseyin Dede'ye haber vermişti. Hüseyin Dede o sıralarda Sâkmâr önlerindeki İslâm askerlerinin hâlinin ne olduğunu düşünür, meraklanırdı. Bir gece rüyâsında, Muslihuddîn Efendiyi gördü. Câminin bahçesi önünde silâh kuşanmış, savaşa gidecek bir hâldeydi. Bu sırada pür-silâh bir grup asker ortaya çıktı. Hüseyin Dede; "Bunları Şâkmâr'a gönderelim. Oradaki askerlere imdâda gitsinler." dedi. Kabûl etmedi. "Onlar rahattırlar, istersen bak da gör." deyip işâret etti. O da işâret ettiği yere dönünce, oradaki askerlerin ne kadar rahat olduklarını gördü. "Ama Hasan Paşaya imdâda gidelim." deyip, onu da yanlarında götürdüler. Sonra da; "Kâfirin Hasan Paşa tarafından yenilmesi muhakkaktır, inşâallah." buyurdu. Birkaç gün sonra Korşik'in yenilip esir edildiği haberi geldi.
Talebelerinden Dimitrofçalı Dürrî Efendi gençliğinde ağır hasta olmuştu. Yakınları ondan ümitlerini kesmişlerdi. Annesi son çâre olarak gidip Muslihuddîn Efendiden duâ istedi. O da duâ ettikten sonra, duâlar yazıp verdi. Annesi daha eve gelmeden, Allahü teâlânın izniyle bedenine kuvvet geldi. Kalktı, abdest alıp namaza durdu. Bu sırada annesi geldi. Onu namazda görünce aklı başından gitti. Allahü teâlâya nasıl hamdedeceğini şaşırdı. Muslihuddîn Efendiye içten duâlar etti ve büyüklüğünü yakînen anlamış oldu.
Dimitrofçalı Gaybî Efendinin kardeşleri doğduktan birkaç ay sonra ölürlerdi. O doğunca, dedesi Muslihuddîn Efendinin huzûruna varıp; "Kızımın evlâdı yaşamıyor. Şimdi de bir oğlancığı oldu. Hayır duânızı beklerim." dedi. Muslihuddîn Efendi duâdan sonra; "Adını Gaybî koy, inşâallah yaşar." buyurdu. Gaybî Efendi Allahü teâlânın izni ile uzun yıllar yaşadı ve Muslihuddîn Efendinin talebesi olmakla şereflendi.
Kânûnî Sultan Süleymân Han, Zigetvar seferi esnâsında kaleyi kuşatınca, Pertev Paşa da Küle kalesini kuşatıp, topa tuttu. Zafer müyesser olmadı. Muslihuddîn Efendi, Dimitrofça'dan talebelerini toplayıp, Küle'ye doğru yola çıktı. Muslihuddîn Efendinin oraya ulaştığı gün, asker arasında zafer haberi yayıldı. Askerin mâneviyâtı çok yükseldi. Askerler, daha kale alınmadan birbirlerini tebrik ediyorlardı. Kısa süre sonra İslâm ordusu kaleyi fethetti. Muslihuddîn Efendi, fetihten sonra Hüseyin Dede'ye; "Hemen bir (atlı) araba bul, öğleyin çıkıp Zigetvar gazâsına yetişelim!" diye tenbih etti. Hüseyin Dede, arayıp taradı, münâsip bir şey bulamadı. Bütün arabacılar, askere erzak ve silâh yetiştirmekle meşgûldü. Gelip Muslihuddîn Efendiye durumu arzetti. Muslihuddîn Efendi; "Ne yapıp yapmalı, bir araba bulmalıyız. Bütün erenler, gazâya çıktılar." dedi. Hüseyin Dede, yeniden araba aramaya çıkıp, ikindiye doğru bir araba buldu. O gece Travnik kasabasına vardılar. Ertesi gün ikindi saatine doğru, havâlideki nehre ulaştılar. Ancak yakında konak yeri olmadığından, bir saldırı tehlikesi vardı. Bunun için köprüden geçmeyip yukarıdan dolaştılar. Cumâ günü seher vakti kalkıp, öğle vaktinden sonra Şikloş'a yetiştiler. Oradan da sevenleri yanlarına katılıp, akşama doğru pâdişâhın ordusuna ulaştılar. Ertesi gün savaş alanına vardılar. Çok geçmeden hisâr tutuştu, yanmaya başladı. Bir müddet sonra da İslâm bayrağı Zigetvar kalesi burçlarında dalgalandı.
Gargarofça kasabasından Koca Şâban adlı bir sipâhi, Terzi Sûfî nâmında sâlih bir kimse ile berâber Zigetvar seferine katıldı. Sirem sancakbeyi, Bâlî Beyin yanında karakol hizmetinde idiler. Çevreyi kontrol ettikten sonra, sahrada uyuya kaldılar. Bir müddet sonra uyanan Terzi Sûfî, Şâban Beyi uyandırıp; "Gel Şâban Bey, hücûma katılalım. İnşâallah hisar fetholunur." dedi. O da latîfe edip; "Düşte görmüşsen hayrola." dedi. Terzi Sûfî de; "İnşâallah olur. Ak abalı dervişler gelip, hisarı ateşe verip içeri girerler, hayır alâmetidir." dedi. Abdest alıp yola koyuldular. Kaleye yaklaştıklarında, sevinç çığlıkları atan askerler; "Muslihuddîn Efendi geldi. Kalenin fethini haber verdi." diyorlardı. Onlar yürüyüşe devâm ettiler. İşte bu sırada, hisarın alevler içinde yandığını gördüler. Hep berâber hücûm edip, fetihten ümitsiz iken, o gün kaleyi ele geçirdiler.
Hoca Paşa adlı bir talebesi günahlar içerisinde yuvarlanıp, kötülerle düşüp kalktığı günlerden birinde rüyâsında, Muslihuddîn Efendi yanına geldi. Tabanına öyle bir değnek vurdu ki, acısı tepesine çıktı. Sabah olunca, tabanının acısıyla bir merkebe binip, Dimitrofça'ya Muslihuddîn Efendinin huzûruna vardı. Onu görür görmez; "Ey zavallı! Seni döven ben değildim. Başka bir kimseydi." deyince, hayretinden dona kaldı. Aklı başına gelince, tövbe edip, Muslihuddîn Efendinin talebesi oldu.
Muslihuddîn Efendi, her sene Kurban bayramından önce öksüzleri toplar, kimisine ayakkabı, kimisine elbise alıverir, onları gözetirdi. Vefât ettiği senenin Zilhicce ayının sekizinci günü, öksüzlere alacaklarını alıp, topluca hamama götürdü. Hamamda, Üstâd Oruc nâmında bir tellak vardı. Aynı zamanda berberlik yapardı. Muslihuddîn Efendi; "Üstâd Oruc, şu oğlancıkların da gönüllerini hoş et ki, son bir işimizi daha görmüş olasın." dedi. Çocukların traş işi bitince, hepsini yanına alıp gitti. Ertesi gün sabah namazını kıldıktan sonra, gün doğarken Hakk'ın rahmetine kavuştu. 1575 (H.982) yılı Zilhiccenin dokuzuncu (Arefe) günü idi. Talebelerinden Dimitrofça'da hatîblik yapan Gaybî Efendi, vefâtına târih düşürüp, şu kıt'ayı söyledi:
Kutb-i âlem cihânı terk etti,
Müddet-i ömrü çünkim oldu tamam.
Oldu bu Gaybiyâ ona târih,
Yâ İlâhî, ola behişt (Cennet) makâmı (982).
Muslihuddîn Efendinin birçok talebesi vardı. İcâzet verdiklerinin en meşhûrları; Timeşvarlı Veli Dede, Muslihuddîn Dede, Bâlî Dede, Hasan Hoca, Hüseyin Dede ve bir başka Hasan Hoca idi. Bu mübârek kimseler, Timeşvar ve Belgrat gibi serhat boylarında gâzilere yardım ederler, ahâlinin müslüman olması için gayret gösterirlerdi. Onlardan birinin asker arasında mevcudiyetinin hissedilmesi, gâzilerin mâneviyatlarını yükseltir, zaferin kazanılmasına sebeb olurdu.
Gazâlardan sonra ganîmet mallarından Muslihuddîn Efendiye de gönderilir, talebelerinin ihtiyaçları görülür, duâları alınırdı. Serhadde vukû bulan her savaşta, böyle mübârek kimselerin bulundurulmasına gayret edilirdi. Onların ordu içinde mevcudiyeti, askerin cesâret ve mâneviyâtının yükselmesine sebeb olurdu.
DÜĞÜN NE ZAMAN OLACAK
Medrese tahsîli yapmış biri, Dimitrofça'ya hatîb olarak geldi. Orada yerleşmeye karar verip, isteğini bildirdi. Kasabalı, ilim ehline rağbetlerinin çokluğundan, dul ve bir çocuğu olan bu zâta bir kız bulup, düğün için zaman tesbit ettiler. Muslihuddîn Efendi, hatîbin işleriyle ilgilenen Hacı Hasan Efendinin dükkanına uğradı. Düğünü ne zaman yapacaklarını sordu. O da; "Falan Cumâya kadar zaman verildi." dedi. Muslihuddîn Efendi; "Hayır, bu iş bu Cumâya tamamlanmalı, değilse müyesser olmaz." buyurdu. Bu söze uyup, düğünü yaptılar. Öbür hafta içinde, hatîbin önceki hanımından olan kızı vefât etti. Muslihuddîn Efendinin kıymetini anlayamamış olan hatîb efendi; "Eğer o gün düğünüm olmayıp, kızım vefât etmiş olsaydı; burada kalmaya gönlüm râzı olmaz ve evlenmezdim. Hakk'ın takdîri böyle oldu." dedi. Daha sonraları hatîb, Muslihuddîn Efendiyi bir hâdise için üzüp kalbini kırdı. O anda yere düşen hatîbi sedyeyle götürdüler. Kırk gün zahmet çekti. Tövbe ettikten sonra, Muslihuddîn Efendinin hayır duâsı ile yatağından kalkabildi.
KALENİN FETHİ
Muslihuddîn Efendinin vefâtından yıllar sonra, İbrâhim Paşa, 1600 senesinde Kanije kalesini kuşattı. Muslihuddîn Efendiyi sevenlerden Dimitrofçalı Gaybî ve Belgratlı Münîrî Efendiler, Dimitrofça'da Muslihuddîn Efendinin kabrine vardılar. Selâm verip, kabrini ziyâret ettiler. Sonra da; "Şeyh Efendi, nice üstünlüklerini duyduk, nice hâllerine şâhid olduk. Tahkîkim neticesinde meydanların arslanının sen olduğunu anladım. Kanije'nin de Allahü teâlânın yardımı, Enbiyâ ve Evliyânın himmetiyle fetholması murâdımızdır." dedikten sonra, Muslihuddîn Efendinin rûhu için Fetih sûresini okumaya başladılar. Sûre-i şerîfin yarısına doğru, Münîrî Efendi; "Elhamdülillah, kalenin fethine dâir işâret verildi." deyip, sûre-i şerîfin tamâmını okuyup ruhûna bağışladı. O haftanın Cumâ günü, Kanije'yi koruyan düşman kuvvetlerine yardım geldi. Bir hafta savaş oldu. Kalenin barut deposuna ateş düşmesi netîcesi meydana gelen patlamada, kale muhâfızlarının mâneviyâtı iyice bozulup, Cumâ gecesi bir kısmı firâr etti. Kalede kalanlar, Cumartesi günü aman taleb edip, 8 Kasım Pazar günü kale teslim alındı.Burçlara Osmanlı sancağı dikildi.
1) Kitâb-ı Silsilet-il-Mukarrebîn veMenâkıb-il-Müttekîn (Münîrî), Süleymâniye Kütüphânesi, Şehid Ali Paşa Kısmı, No: 2819, vr. 82a
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.272
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)