Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
Hindistan'ın büyük velîlerinden. Doğum târihi ve yeri belli değildir. Hayâtı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Vefât târihi de kesin belli olmayıp on birinci asrın ortalarında vefât ettiği tahmin edilmektedir.
Bedî'uddîn Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine talebe olmadan önce memurluk yapıyordu. Zaman zaman hazret-i İmâm'ın yâni İmâm-ı Rabbânî'nin sohbetlerini dinlemeye giderdi. Bu sırada bir kıza âşık oldu. Sâlih amelleri yapmak, haramlardan kaçınmak gibi mühim amellere pek dikkat etmiyordu. Hazret-i İmâm, ona; "Bedî'uddîn, niçin namaz kılmıyorsun ve günahlardan sakınmıyorsun?" buyurdu. O da; "Çoklarından böyle nasîhatler dinledim. Eğer bu hususta teveccüh buyurursanız ve beni bu hâlden teveccüh ve tasarrufla kurtarırsanız, buyurduklarınızı yapabilirim, yoksa bana nasîhat tesir etmiyor." diye arzetti. Bir an teveccüh edip; "Yarın bu niyet ve emniyetle buraya gel." buyurdu. Ertesi gün, çok sevdiği kız onlara misâfir geldi. Onunla konuşmaya dalıp, hazret-i İmâm'a gidemedi. İki-üç gün sonra İmâm-ı Rabbânî'nin sohbetine gitti. Buyurdu ki: "Verdiğin sözü tutmadın. Ama mâdem ki bugün geldin, yine iyi ettin. Git abdestini yenile, iki rekat namaz kıl ve yanıma gel." Buyurdukları gibi yaptı. Onu husûsî odalarına götürdü ve teveccüh buyurdu. Kendinden geçip yere yıkıldı. O hâlde onu kaldırıp eve götürdüler. Bir gün bir gece sonra kendine geldi. Kalbini yoklayınca, o tutkunluktan bir iz kalmadığını gördü. Kalbini temizlenmiş, belki bütün tutulma ve bağlardan kopmuş buldu. Bundan sonra hocasının sohbetlerine devâm etti. O istekler hazînesinin yüksek teveccühlerinin bereketi ile sonsuz yükselme ve derecelere kavuştu.
Bedî'uddîn Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine memuriyeti bırakıp, hep hizmetinizle şerefleneyim diye arz ettiğinde; "Bu sefer bırakma." buyurdu. Ne kadar ayrılmayı söylediyse râzı olmadılar. Bir ara yıllık izne ayrılmıştı. Saltanat merkezi Ekberâbâd'dan ayrıldığı ilk gün, Burhânpûr'a gidinceye kadar, her gün sabahtan akşama kadar, hocası hazret-i İmâm'ı yanında görürdü. Gelirler, insanlar arasında onun elini tutup kenara çekerler ve terbiye ederlerdi. Bu günlerde hiçbir gün ve hiç bir zaman ondan ayrılmadılar.
Bedî'uddîn Sehârenpûrî Ecbin'e gittiğinde, kâfirlerin râhiplerinden istidrâc ehli olup, zamânın pâdişâhının ve emirlerinin kendisine îtikâdı olduğu ve görmeye gittikleri Ecyed Rub Çükî'ye adlı biri vardı. Devlet ileri gelenleriyle birlikte onu görmeye gitti. Râhip onu görür görmez; "Ey Bedî'uddîn! Bugün dünyâda kendisinden daha büyük velî bulunmayan hocanı bırakıp da böyle nereye geldin?" dedi. "Sen onu nereden biliyorsun?" diye sorunca; "Bu asırda senin hocan gibisinin bulunmadığı bana keşf ve mâlum oldu." dedi. Bunun üzerine; "Mâdem ki öyledir, sen niçin onun hizmet ve sohbetine gitmiyorsun?" dedi. "Ben kendi dînimde olgunlaşmışım, ona ihtiyâcım yoktur." cevâbını verdi ve küfründe ısrâr etti.
Bir gün Allahü teâlânın ismini anarken bir anda kendini Resûl-i ekremin sohbetinde gördü. Birisi; "Yâ Resûlallah! Siz kuşluk namazını kılarmısınız, yoksa, kılmaz mısınız?" diye suâl etti. Cevap vermediler. Bedî'uddîn Sehârenpûrî arzetti ki: "Yâ Resûlallah! Meyân Şeyh Ahmed (yâni İmâm-ı Rabbânî hazretleri) bu namazı kılıyor. Onun hâli öyledir ki, sizin yapmış olduğunuz her ameli yapar." Resûl-i ekrem efendimiz biraz murâkabeden sonra, mübârek başlarını kaldırıp; "Meyân Şeyh Ahmed'in yaptığı her amel haktır, doğrudur ve bizim amelimizin aynıdır. Biz de bu namazı kılıyoruz." buyurdular.
Ne zaman Serhend'e mübârek hocasının huzûruna gitse kendiliklerinden buyururlardı ki: "Sen şu hâldesin, bundan sonra şöyle şöyle olacak."Gerçekten buyurdukları gibi vâki olurdu. Dâimâ ona hâllerini söyler, bu yolda ilerlemesini sağlar ve kontrol ederdi.
Bir gün bir tanıdığın ricâsı ile, kendisinden dîne muhâlif bâzı sözler duyulduğu için, hazret-i İmâm'ın yâni İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kırgın olduğu bir şeyhin kabrini ziyârete gitti. Ama hem gidiyor, hem de hazret-i İmâm'ı incitip, kendisine darılacaklarından korkuyordu. Kabrin başına oturduğu sırada, yırtıcı bir arslanın kabristanın etrâfında dolaştığını gördü. O korku ve dehşetle arslana bakarken, gördü ki, arslanın gözleri, hazret-i İmâm'ın gözleri; arslanın yüzü, tamâmen hazret-i İmâm'ın yüzü gibidir. Üzerinde büyük bir kızgınlık hâli vardı. Hocasını hiç görmediği bir öfke hâli ile görünce, heybetinden titreyerek kalktı ve oradan uzaklaştı. Vakit geçirmeden tövbe etti.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Bedî'uddîn Sehârenpûrî'ye icâzet verip, memleketine gönderince, dostlarından biri onu yolcu etmek için şehrin dışına kadar gitti. Aklına; "Babam öleli bir müddet zaman geçti. Bedî'uddîn hazretlerine babamın hâlini sorayım, azabda mı, yoksa nîmette midir?" diye geldi.Bedî'uddîn kuşluk namazı için hayvanından inince, o bu düşüncesini arz etti. Bir müddet başını eğdi ve sonra; "Şu heyet ve kıyâfette bir şahıs göründü. Gâyet beyaz elbise giyiyordu. Hâlini sordum: "İyiyim, bana yüksek makâm verdiler." dedi. "O makâmdan buraya gelmek istemezdim, ama siz çağırınca ister istemez geldim." buyurdu. Şeyh Bedî'uddîn'in ona târif ve tavsîf ettiği şahıs o zâtın babası idi. Hâlbuki Şeyh Bedî'uddîn babasını hiç görmemişti ve tanımazdı.
Bedî'uddîn Sehârenpûrî senelerce İmâm-ı Rabbânî'nin hizmetinde ve sohbetinde bulundu. Çok derece ve hâller, makam ve mertebelere erişip, kemâl sâhibi oldu. İcâzetle şereflenip, yurduna gitti ve Hak tâliblerini terbiye etmek ve yetiştirmekle meşgûl oldu. Sohbetlerinde o ekseriyâ hazret-i İmâm'ın hârika ve kerâmetlerinden, güzel ifâde ve tatlı sözlerinden anlatırdı. İlmiyle amel edenlerin en önde gelenlerinden olup, dünyâya hiç meyletmez, haramlardan çok sakınırdı. Sohbeti hoş, sözleri çok tatlı idi.
Bedî'uddîn Sehârenpûrî'nin, hocasıİmâm-ı Rabbânî hazretlerine gönderdiği mektûbdan bir kısmı şöyledir:
"Hizmetçilerinizin en aşağısı Bedî'uddîn'in yüksek huzûrlarınıza arzıdır. Peygamber efendimizden husûsî müjdeler alıyorum. Çok nasîhatler ediyorlar. Bir gün; "Sen Hindistan'ın ışığısın." buyurdular ve daha çok ibâdet etmemi emrettiler." Hazret-i İmâm buna cevap olarak birkaç satırlık şu mektubu yazdılar.
"Allahü teâlâya hamd olsun. Sevdiği, seçtiği kullara selâmlar olsun. Kıymetli mektûbunuzu okumakla şereflendik. Bu vâkıalar müjdecidirler ve te'vil edilmeleri lâzımdır. Ne kadar te'vil olunurlarsa o kadar nûrlu oluyorlar. Yâ Rabbî! Bizim nûrumuzu tamamla. Sen her şeye kâdirsin. Mâdem ki amelin, ibâdetin arttırılması ile emr olundunuz, elinizden gelebildiği kadar amel ve ibâdet ediniz. Çünkü, bu dünyâ ibâdet yeri, iş yeridir. Allah, işlerinizde yardımcınız olsun."
Bedî'uddîn Sehârenpûrî'nin hazret-i İmâm'a gönderdiği şu mektubu da hâlinin ve kemâlinin yüksekliğini, istikâmette olduğunu, kötülük yapmak isteyenlerin cefâlarına sabrettiğini bildirir.
"Yüksek dergâhınızın hizmetçilerinin en aşağısı olan Bedî'uddîn'in, yüksek makâmınıza arzıdır. Bu zavallının hâlleri teveccühlerinizin bereketiyle istikâmettedir. İşlerin yapılmasında bir gevşeklik olmuyor. Bütün ümidim, hayâtımdan kalan şu birkaç günlük zamanda da, hazretinizin ihsân nazarlarına kavuşmaktır. Çoğu zaman vâki olacak bâzı hâdiseler vukû gelmeden evvel bildiriliyor. Bir teşebbüsle değil, kendiliğinden oluyorlar. Gayb âleminden öyle müjdeler veriliyor ki, bunları ancak huzûrunuzda arzedebilirim.
Kabir ve âhiret hâllerini açık olarak haber veriyorlar. Bütün bunlar, yüksek dergâhınızın sadakalarıdır. Yoksa, bu kâbiliyetsiz zavallının, bu arzettiğim şeylerle ne ilgisi, bu yüksek makâmlarla ne münâsebeti vardır? Ey kalbimin sevgilisi! Hazretinizin teveccühü ile müşâhede makâmına kavuştum. Bütün arzûm bir kere cihânın efendisi olan Peygamber efendimizin cemâlini görmek ve kemâlâtından bir şûleye kavuşmaktı. Allahü teâlânın ihsân ve ikrâmı ile, bir gece teheccüd namazından sonra, beni bu devlete kavuşturdu. Bu makâmın hazret-i Gavs-üs-Sekaleyn'e bağlı olduğu, onların vâsıta ve vesîlesi olmaksızın o dergâha ulaşmanın zorluğu Peygamber efendimize tam uyan en büyük velîler hâriç, bu makâmın nûrlarından kimsenin alamayacağı bildirildi. Muhterem efendim! Bu cihânda hazretinizden başka terbiye edicim yoktur. Dâimâ Allahü teâlâdan, bu istidâdsızın ve kâbiliyetsizin, Allah yolunda bulunanları severek ve onların dergâhında hizmetçi olarak yaşamasını, bu şartlar altında ölmesini ve haşr olmasını, sevgili Habîbinin hürmetine yalvararak duâ ediyorum."
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, Bedî'uddîn Sehârenpûrî'ye yazdığı bir mektup aşağıdadır:
Allahü teâlâya hamd olsun. O'nun seçtiği iyi insanlara selâm olsun! Kıymetli mektubunuz geldi. O taraflarda, iki korkunç hâdise başladığını, birinin tâûn vebâ hastalığı, ötekinin de kaht, kıtlık, gıdâ maddelerinin azlığı olduğunu yazıyorsunuz. Allahü teâlâ, bizi ve sizi belâlardan korusun. Hepimize âfiyet versin!
Bu büyük sıkıntı arasında, gece gündüz ibâdet ve murâkabe etmekteyiz. Kalbimiz her ân O'nun iledir yazıyorsunuz. Bunu okuyunca Allahü teâlâya hamd eyledik, şükr ettik. Böyle zamanlarda dört "Kul"u çok okuyunuz!(Yâni Kul yâ eyyühel kâfirûn ve Kul hüvallahü ve Kul e'ûzüleri okuyunuz! Cinnin ve insanların şerrinden korur.)
Erkeklerin kefeni, üç parça olmak sünnettir. Sarık sarmak bid'at olur. "Ahdnâme" denilen (suâl meleklerine verilecek cevapları ve duâ ve istigfâr) yazılı kâğıdı, kabre koymamalıdır. Mübârek yazıların, isimlerin, meyyitin pislikleri ile karışmasına sebeb olur ve (dînin dört delîlinden) bir sened ile bildirilmemiştir. Mâverâünnehr (Aral gölüne akan Seyhûn ve Ceyhûn nehirleri arasındaki şehirler) âlimleri, böyle bir şey yapmamıştır. Meyyite kamîs yerine, bir âlimin gömleğini giydirmek iyi olur. Şehîdlerin kefenleri, elbiseleridir. (Silâh yarası alarak ölen şehîdler yıkanmaz ve kefenlenmez. Muhârebede yara almadan ölen ve sulhda, sârî hastalık ve âfetlerle ölenler, şehîd sevâbı kazanırsa da, bunlar yıkanır ve kefenlenir). Ebû Bekr-i Sıddîk; "Beni, bu iki çamaşırım ile kefenleyiniz." buyurmuştu.
Kabirdeki hayât, bir bakımdan, dünyâ hayâtına benzediği için, meyyit terakkî eder, derecesi yükselir. Kabir hayâtı, insanlara göre değişir. Hadîs-i şerîfte; "Peygamberler, (aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar. buyruldu. Peygamberimiz mîrâc gecesinde, Mûsâ aleyhisselâmın kabri yanından geçerken, mezarda namaz kılarken gördü. O ânda göğe çıkınca, Mûsâ aleyhisselâmı gökte gördü.Kabir hayâtı, şaşılacak bir şeydir. Bu günlerde, merhûm büyük oğlum (Muhammed Sâdık) dolayısı ile, kabir hayâtına bakarak, şaşılacak gizli şeyler görülüyor. Bunlardan az bir şey bildirsem, akıl ermez. Fitnelere, karışıklığa sebeb olur. Cennetin tavanı, Arş'dır. Fakat kabir de, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Akıl gözü bunu göremiyor. Kabirdeki şaşılacak şeyler, başka bir gözle görülüyor. Yarım yamalak da olsa, inanmak, azâbdan kurtulmağa sebeptir. Fakat, o güzel kelimenin (Kelime-i tevhîd) Hak teâlâ tarafından kabûlü için (dünyâda dînin emirlerine uymak), sâlih emirleri işlemek lâzımdır.
Ölmemek için, vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak büyük günahtır. Muhârebede, düşman karşısından kaçmak gibidir. Vebâ bulunan yerden kaçmayıp sabr eden kimse, ölünce, şehîdlerin sevâbına kavuşur. Kabir sıkıntısı çekmez. Sabr eden kimse, ölmezse, gâziler sevâbına kavuşur. Arabî beyt tercümesi:
Rabbim öl deyince, ölmeği severim,
Mevte çağırana safâ geldin derim.
1) Zübdet-ül-Makâmât; s.346
2) Hadarât-ül-Kuds; s.334
3) Tezkire-i İmâm-ı Rabbânî; s.326
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.953
5) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.15, s.205
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)