Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
ALVÂN HAMEVÎ
ALVÂN HAMEVÎ
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ali bin Atiyye bin Hasan bin Muhammed bin Haddâd Heytî Hamevî Şâzilî olup, Alvân diye meşhûrdur. 1468 (H.873) senesinde doğdu. Doğum yeri belli değildir. 1530 (H.936) senesi Cemâzilevvel ayında Hama'da vefât etti. Vâz ettiği yerin civârında defnedildi. Şâfiî mezhebinden ve Şâziliyye tarîkatındandır.
Alvân Hamevî, Buhârî ve Müslim'deki hadîs-i şerîfleri Şemsüddîn Muhammed bin Dâvûd Bâzilî'den okudu. Hama şehrinde Nûreddîn Ali bin Zühre Hımsî'den Buhârî'nin bâzı bölümlerini dinledi. Kutb-ül-Haydarî, Burhâneddîn Nâcî, Bedreddîn Hasan bin Şihâbüddîn Dımeşkî, İbn-üs-Selâmî Halebî, İbn-ün-Nâsih Trablusî, Fahreddîn Osman Deymî Mısrî, Mahmûd bin Hasan bin Ali Bezûrî ve başkalarından ilim öğrendi. Tasavvuf yolunu, Seyyid Ali bin Meymûn Magribî'den öğrendi.
Alvan Hamevî 1518 senesinde Hama şehrinde vâizlik yaptı. Diğer vâizler gibi vâzını kâğıttan okuyordu. Bir gün vâz ettiği câmiye Ali bin Meymûn uğradı. Bir müddet dinledikten sonra; "Ey Alvân! Bundan böyle kâğıda bakmadan anlat!" buyurdu. Alvân buna aldırmayıp tekrar kâğıttan okudu. Ali bin Meymûn yine önceki sözünü tekrar etti. Üçüncü defâ da söyleyince, onun Allahü teâlânın evliyâsından birisi olduğunu anladı. Ona; "Efendim! Ezberden güzel vâz edemiyorum." dedi. O da; "Hele bir ezberden anlatın!" buyurdu. Alvân Hamevî; "Efendim! Allahü teâlânın izni ile siz himmet eder, yardım ederseniz, yapabilirim." dedi. O; "Allahü teâlâya tevekkül edip böyle yap." buyurdu. Ertesi gün, yine vâz etmeye gitti. Fakat ihtiyat olarak yine yanına kâğıd aldı. Vâz etmek üzere yerine oturduğunda Ali bin Meymûn hazretlerinin karşısında oturduğunu gördü. Vâzını kâğıda bakmadan yaptı. Ali bin Meymûn hazretlerinin bereketiyle Allahü teâlâ, Alvân Hamevî'ye kâğıda bakmadan konuşma kâbiliyeti ihsân etti.Vâzdan sonra hocası ona İmâm-ı Gazâlî'nin İhyâ kitabını mütâlaa etmesini emretti.
Alvân Hamevî, 1518 senesiŞevvâl ayında,Mekke-i mükerremede Temîm Medresesinde Şeyh Tâcüddîn'den ilim ve edeb öğrenip, icâzet aldı. Âlimler onu methettiler. Alvân Hamevî, ilim ile amelin berâberce yapılmasını bildirir, amelsiz ilmin insanlara yük olacağını anlatırdı. Çok kimse ondan ve eserlerinden istifâde etti. Alvân Hamevî, Şeyh Zeynüddîn bin Şemma'ın hadîs-i şerîf derslerinde de bulundu ve üstün bir dereceye yükseldi.
Alvân Hamevî, Şam civârında yetişen evliyânın büyüklerinden ilim, amel ve irşâd, insanlara doğru yolu gösterme bakımından zamânının en meşhurlarından oldu. Çok kerâmetleri görüldü. Bu kerâmetleri oğlu Muhammed Şemsüddîn, Tuhfet-ül-Habîb adlı kitâbında yazıp istifâdeye sundu.
Alvân Hamevî'nin talebelerinden birisinin çocuğu olmuyordu. Bu durumu hocasına arzetmişti. Alvân Hamevî hazretleri bir gün o talebeyi çağırıp, beline eliyle vurdu. Ondan sonra birkaç tâne erkek çocuğu oldu.
Alvân Hamevî, bir gece yatsı namazından sonra talebeleriyle sohbet ederken, lâmbanın yağı bitti. Bir talebe kalkıp yağ koymak istedi. O esnâda lâmba söndü.Alvân Hamevî, talebesine; "Yavrum, sen yerine otur. Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, yağı olmayan bir lâmbanın yanmasını isteseler, derhâl yanar." buyurmasıyla, lâmba yandı ve sabaha kadar ışık verdi. Ancak Alvân hazretlerinin söndürmesiyle söndü.
Talebelerinden biri, kâfileyle Mısır'a giderken, hayvanı yoruldu. Kâfiledekiler onu beklemeyip, yollarına devâm ettiler. O talebe yalnız kaldı. Üstelik yağan yağmurdan iyice ıslandı. Sıkıntılı zamanlarda Allahü teâlânın sevgili kullarından yardım istemeyi hatırladı ve hocası Alvân'ın ismini söyleyerek Allahü teâlâya yalvardı. Hemen hocasını karşısında gördü. Hocası ona; "Seni kâfileden geri bırakan nedir?" diyerek hâl ve hatırını sordu ve yere çöken bineği tutup ayağa kaldırdı. Eşyâsını yükledi. Kendisini de üzerine bindirdi. Onu en kısa zamanda kâfileye yetiştirdi. Sonra gözden kayboldu ve nereye gittiğini göremedi.
Ticâretle uğraşan bâzı talebeleri gemiyle yola çıktı. Yolculuk esnâsında fırtına çıkıp, gemi batma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Gemidekiler çok korktular. Gemide bulunan talebeleri, hocaları Alvân Hamevî'yi vesîle edip yardım istediler. O esnâda Alvân Hamevî hazretleri denizden bilinen şekli ile çıktı. Üzerinde her zaman giydiği elbiseleri vardı. Herkesin gözü önünde gemiyi fırtına zarar vermeden sâhile götürüp kayboldu.
Sultân Süleymân Han, Rodos'u fethe karar vermişti. Adanın fethi sırasında,Alvân Hamevî'nin beyaz bir at üzerinde harbe katılıp yardım ettiği, kale kapısını açtığı görüldü. Bu durum, vezir ve ileri gelenlere haber verilince, gerçekten kapının açık olduğunu gördüler. Hep birlikte kapıdan içeri girdiklerinde, Alvân Hamevî'nin, bir toplulukla namaz kıldığını gördüler. Sonra hâdiseyi gören birisi Hama'da Alvân Hamevî ile karşılaşınca ağladı. Alvân Hamevî ona; "Yavrum, gördüğün şeylerden kimseye bahsetme, yoksa helâk olursun." buyurdu. Fakat o şahıs bu durumu gizlice başkalarına söyleyince, Alvân Hamevî ona birini gönderip, bunları anlatmaktan men etmesini söyledi. Gönderdiği şahıs, gidip, "Niçin herkese anlatıyorsun? Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi müslümanlığın güzelliğindendir. Bunu bilmiyor musun?" dedi.
Hırsızlardan bir grup gece karanlığındaAlvân Hamevî'nin bulunduğu dergâha girdiler. Niyetleri ona eziyet etmek idi. Alvân hazretlerini namaz kılar buldular. Etrâfında göz kamaştıran bir nûr parlıyordu. Ortalıkta kandil ve lâmba gibi bir aydınlatıcı yoktu. Bunu gören hırsızlar, yanlış bir iş yaptıklarını anlayıp tövbe ettiler.
Alvân Hamevî'nin talebelerinden birini zorla alıp uzaklara götürdüler. Hapse atıp boynuna demir halka geçirdiler, ellerini, ayaklarını zincirle bağladılar. Akşam olunca hocasının rûhâniyetinden yardım istedi. Bu esnâda ellerinde ve ayaklarındaki zincir ve boynundaki demir halka kırılıp yere düşmüş, hapishânenin kapısı açılıvermişti. Kapıdaki nöbetçilerin de uyuduğunu görerek, rahatça oradan çıkıp, memleketine gitti.
Alvân Hamevî, bir Ramazan ayında talebelerinden birine buyurdu ki: "Ben yarın vâz için mescide gittiğimde, üç yahûdî, mescid kapısına gelir. İkisi gider, biri kalır. O, kapıdan vâz dinler ve netîcede müslüman olur. Kalbime, bu meclisteki birinin vefât edeceği ve bir yahûdînin de müslüman olacağı geldi. Ben, Allahü teâlâdan o müslümanın da yaşamasını ve o yahûdînin de müslüman olmasını istedim." Sabah olduğunda, Alvân Hamevî mescide geldi. Vâz başladı. Akşam buyurdukları aynen oldu.
Alvân Hamevî, Bursa'ya hocası Ali bin Meymûn'u ziyârete geldiğinde, hocası, talebelerini yetiştirme vazîfesini ona verdi. Talebeler, ilim sâhipleri, ileri gelenler mescide toplandılar. Ali bin Meymûn, mescidin kapısında durup gelenlere; "İçeri giriniz; ilim, irfân ve hakîkat bilgilerini ondan dinleyiniz. Evet, işte bu, ilim öğreneceğimiz kişidir!" buyurup, sevinç ve neşe ile ellerini dizlerine vurdu.
Ali bin Meymûn, başka bir zamanda Alvân Hamevî hakkında; "Bu zâta bağlanınız, sultanlar onun kapısına gelir, saygı ve hürmet gösterir. Allahü teâlâ onun şânını her yere yayar. Kalplere onun sevgisini yerleştirir." buyurdu. Aynen söylediği gibi oldu.
Bir vâzında şöyle buyurdu:
"Ey kardeşim! Bir rehber ara. Bâzı kimselerin o büyükler hakkındaki sözlerine değer verme. Bunu bulamazsan, âlimlerden, Resûlullah efendimizin mübârek hayâtını, Eshâbının, Tâbiîn ve bu büyüklerin yolunda gidenlerin hayatlarını öğren. Onların yürüdüğü yolda yürü. Bu sûretle onların kavuştuklarına kavuşursun. Mezhebinin imâmı olan zâtın yolunda yürü ve ona uy. Zamânımızdaki âlim geçinen bozuk îtikât sâhiplerine aldanma. Onlara uyma ve yaklaşma. Onların meclisinde bulunma. İbn-i Atâ, Hikem isimli eserinde buyurdu ki: "Kendi nefsinden râzı olmayan câhille berâber bulunman, nefsinden râzı olan âlimle berâber olmaktan hayırlıdır, iyidir." Yine şöyle buyurdu: "Hâli ile sana fayda vermeyen kimseyle arkadaş olma. Takvâ ehlinin, haramlardan kaçanın kölesi, hizmetçisi ol. Onu sev. Belki, Allahü teâlâ bu vesîle ile seni onların arasına katar. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azap korkusu yoktur. Nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. Onlar îmân edip takvâya ermiş olanlardır. Dünyâ hayâtında da âhirette de onlar için müjdeler vardır." (Yûnus sûresi: 62-64).
Ey kardeşim! Devamlı Rabbini zikret, an, hatırla. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Rabbini çok an." (Âl-i İmrân sûresi: 41), "Ey îmân edenler! Allahü teâlâyı çok zikr ediniz. Her zaman hatırlayınız. Hiç unutmayınız." (Ahzâb sûresi: 41), "İyi biliniz ki, kalpler, Allahü teâlânın zikri ile itmînâna, râhata kavuşur." (Ra'd sûresi: 30). Zikirde çok faydalar vardır. Zikreden kimsenin kalbi parlar. Nûru artar. Zikrin, tesbih (Sübhanellah), tahmid (Elhamdülillah), tekbir (Allahü ekber), tehlîl (La ilâhe illallah) gibi çeşitleri vardır. En üstünü tehlîldir. Çünkü Peygamber efendimiz; "Zikrin en üstünü Lâ ilâhe illallahtır." ve"Lâ ilâhe illallah sözü Cennet'in anahtarıdır." buyurmuştur. İnsan ona Peygamber efendimize şehâdeti de ekleyerek söyleyip mânâsına inanmakla müslüman olur. Onunla ebedî Cennet'te kalır. Onun sebebi ile kul Cehennem'den kurtulur. "Zikretmek sebebiyle insanda Rabbinin sevgisi hâsıl olur. Bir şeyi çok anan, onu çok sever." buyrulmuştur."
Hanımın hakkını gözetmek konusunda şöyle buyurmuştur:
"Hanımına zorla bir iş gördürürsen, Allahü teâlâya âsî olursun. Yemek pişirmek, hamur yoğurmak, çamaşır yıkamak, ekmek yapmak, ev süpürmek, dikiş dikmek vs. onun vazîfesi değildir. Çocuğu emzirmesi ve bakmasına kadar onun bütün bunları yapması ihsânıdır. Eğer o yaptığı işe karşılık ücret isteseydi, onun kıymetini daha iyi anlardın. O hâlde, onu sana itâat ettirdiği ve işlerini gördürdüğü için Allahü teâlâya şükret. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Şükrederseniz nîmetimi arttırırım." (İbrâhim sûresi: 7). Peygamber efendimiz de; "Müslümanların en iyisi, en faydalısı, zevcesine karşı iyi ve faydalı olandır." buyurmuştur.
Oğlu Muhammed, Tuhfet-ül-Habîb kitabında dedi ki: "Pek çok kimse babamdan ilim ve edeb öğrendi. Bunların her biri âlim, kâmil oldu." Oğlu Muhammed Ebü'l-Feth ve Muhammed Ebü'l-Vefâ da bu âlimlerden idi. Ömer Hamevî Eskaf el-Akîbî de ondan ilim öğrendi.
Alvân Hamevî ölüm hastalığına tutulmazdan önce vefât edeceğini, sonra talebeleri ile bir kısım insanların yapacakları işleri haber verdi. Zamânı gelince dediği ortaya çıktı. Vefâtından az önce de teyemmüm etti. Sonra namaza başladı. Fâtiha-i şerîfeyi okurken; "İyyâkena'büdü ve iyyâke-nesteîn" âyet-i kerîmesini okurken vefât etti. Vefâtı Şam'da duyulunca, Emevî Câmii hatîbi hutbede onun fazîletlerini söyledi.Herkes ağladı.
Alvân Hamevî, çok eser yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) Üss-ül-Mekâsıd fî Ta'zîm-il-Mesâcid, 2) El-Emr-üd-Dirâsi fil-Ahkâm-i-Müte'allikâti bil Medâris, 3) Bedî-ul-Me'ânî fî Şerhi Akîdet-iş-Şeybânî, 4) Tuhfet-ül-İhvân fî Mesâil-il-Îmân, 5) Tuhfet-ül-İhvân min-es-Sûfiyyeti bil-Keşf, 6) Tuhfet-ül-Habîb, 7) Takrîb-ül-Fevâid ve Teshîl-ül-Mekâsıd.
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.7, s.150
2) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.217
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.742
4) El-Kevâkıb-üs-Sâire; c.2, s.206
5) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.191
6) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.266,616,997, c.2, s.1142, 1234, 1596, 1968
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.286
8) Brockelman; Gal.2, s.333
9) Nesemât-ül-Eshâr
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)