Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
Hindistan evliyâsından ve hadîs âlimi. 1551 (H.958) Ocak ayında Delhi'de doğdu. Âilesi Moğol istilâsı sırasında Türkistan'dan göç ederek bölgeye yerleşen bir Türk boyuna mensuptu. Babası Seyfeddîn Efendidir. 1642 (H.1052)'de Delhi'de vefât etti.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abdülhak-ı Dehlevî, babasından ilim öğrenmeye başladı. Babası ihtiyar ve zayıf olmasına rağmen gece-gündüz oğlunun yetişmesi için çalıştı. Abdülhak-ı Dehlevî yaratılış bakımından büyüklerin sözlerine âşıktı. Velîlerin sözlerini dinleyince, kendinden geçerdi. Akâid ilmi ve vahdet-i vücûd olmak üzere anlayamadığı bâzı mevzûlar üzerinde şüphe ve tereddüdleri hâsıl olunca babası; "Bizim de bu meselede böyle çok şüphe ve tereddüdlerimiz olurdu. İnşâallah git gide bunlardaki perde açılır, kapalılık gider, işin iç yüzü, hakîkatı ortaya çıkar. Fakat dâimâ çalışmak lazımdır." derdi.
Babasında okumaya başladı. Kur'ân-ı kerîmi iki-üç ay gibi kısa zamanda hatmetti ve yazı yazmasını öğrendi. Çok kuvvetli bir hâfızası vardı. Kur'ân-ı kerîmi öğrenip ezberledikten sonra, sarf, nahiv, tefsîr, fıkıh ilimlerini de babasından öğrendi. Babası ona; "İnşâallah çok çabuk âlim olursun. Allahü teâlânın seni hayâl ettiğim kemâle ulaştıracağını düşünmek, benim neşelenmeme sebeb oluyor." derdi.
Abdülhak-ı Dehlevî tahsil için yaklaşık 4 km uzaklıktaki medreseye gider gelirdi. Sabah namazından önce medreseye giderdi. Gecelerinin çoğu mütâlaa, gündüzleri ise yazmakla geçerdi. Mahalle çocukları gibi oynamaz gece de belirli vakitlerde uyumazdı. Annesi ona; "Arkadaşlarınla biraz oyna rahatına bak." dediğinde; "Anneciğim. Oyundan maksat hâtırı gönlü hoş etmek, hoş vakit geçirmektir. Benim gönlüm ya okumakla veya yazı yazmakla açılıp rahatlıyor." derdi. Annesinin, gece yarısından sonra, o kitap okurken; "Oğlum ne yapıyorsun?" sesine karşılık, yalan olmaması için, yatar ve; "Yattım anneciğim! Bir şey mi buyurmuştunuz?" derdi. Sonra kalkıp okumasına devam ederdi. Birkaç defa saçları ve sarığı mum ateşi ile yandı. Bu azim, bir de babasının duâsı ile on yedi yaşında iken ilim tahsilini tamamladı. Babasının teşviki ile Kâdiriyye tarîkatının kurucusu olan Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî'nin torunlarından Şeyh Mûsâ Kâdirî Geylânî'nin sohbetlerinde bulundu.
Abdülhak-ı Dehlevî babasının vefâtından sonra, Ekber Şahın sarayına girdi. Bir süre sonra bâzı kimselerin ismini sarayda kendi kötü gâyeleri için kullandıklarını anlayınca, oradan ayrılıp Hindistan'ı terk etmeye karar verdi. Hacca gitmek üzere yola çıktı. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra buradaki âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Büyük hadîs âlimi Abdülvehhâb-ı Müttekî'nin derslerini tâkib etti. Peygamber efendimizin mübârek Ravda-i mutahherasında ikâmet etti. Burada pekçok mânevî feyz ve bereketlere kavuştu. Bu konuda kendisi; "Bu hakîr, fakîr, Resûlullah'ın ikrâm ve ihsânlarını anlatmaya kalksam gücüm yetmez." buyurdu.
Hicaz dönüşünde, Silsile-i aliyye ismi verilen altın halkanın büyüklerinden olan Muhammed Bâki-billah hazretlerinin talebesi oldu. Onunla birlikte Hindistan'da yayılmış olan, dîne sonradan giren bid'atleri kaldırmaya çalıştı. Bir ara İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yazılarını beğenmez, îtiraz yazıları yazardı. Fakat, son zamanlarda, Allahü teâlânın inâyetine kavuşarak, yapdıklarına pişmân oldu. Tövbe etti. Hâce Muhammed Bâkî'nin mezun ettiği talebelerinden Mevlânâ Hüsâmeddîn Ahmed'e, bu tövbesini şöyle yazdı:
"Allahü teâlâ, Ahmed-i Fârûkî'ye selâmetler ihsân etsin! Bu fakîrin kalbi, şimdi ona karşı çok hâlis oldu. Beşeriyet perdeleri kalktı. Nefsin lekeleri temizlendi. Yol birliğini bir tarafa bırakalım, böyle bir din büyüğüne karşı durmamak, akıl îcâbı idi. Ne insafsızlık, ne câhillik etmişim. Şimdi kalbimde vicdânımda duyduğum mahcûbiyeti, ona karşı küçüklüğümü anlatamam. Kalbleri çevirmek, hâlleri değiştirmek, Allahü teâlâya mahsûstur."
Abdülhak-ı Dehlevî, kendi çocuklarına da mektup yazarak:
"Ahmed-i Fârûkî'nin sözlerine karşı îtirâzlarımın müsveddelerini yırtınız! Kalbimde ona karşı hiç bir bulanıklık kalmamıştır. Kalbim ona karşı hâlis olmuştur." dedi.
Abdülhak-ı Dehlevî'nin tövbesinin sebebi iyi bilinmiyor. Bu hususta bâzıları rüyâsında sevgili Peygamberimizin azarladığını, bâzıları da; yaptığı bu îtirazların düşmanlarca gönderilen uydurma bir mektup yüzünden olduğunu, gerçeği anlayınca pişman olup tövbe ettiğini söylemişlerdir. Ayrıca Kur'ân-ı kerîmi, bu niyetle birkaç defâ açtığını ve; "Yalancı ise, zararı onadır. Doğru söylüyorsa, Allahü teâlâ vâd ettiklerinden bâzısını başınıza getirir!" ve; "Onlar Allahü teâlânın sevgili kullarıdır. Alış-verişte bile Allahü teâlâyı kalplerinden çıkarmazlar." meâlindeki âyet-i kerîmelerin tesiri üzerine olduğunu haber vermişlerdir.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetleriyle şereflendi. Onun sâdık talebelerinden oldu. Teveccühlerine kavuşarak, feyz ve bereketlerinden istifâde etti. İmâm-ı Rabbânî, ona zaman zaman mektuplar yazarak nasîhatlarda bulunurdu.
Abdülhak-ı Dehlevî, çeşitli kademedeki devlet büyükleri ile mevki sahiplerine mektuplar yazıp, nasîhatlarda bulunurdu.
Abdülhak-ı Dehlevî'nin talebelerinden birine yazdığı bir mektup şöyledir:
Şerh-i sadr; göğsün yâni kalbin açılması, en yüce makam, en büyük nîmet ve en azîz ilâhi hediyelerdendir. Zîrâ Hak teâlâ büyüklerin efendisi, kâinâtın hülâsâsı, habîbi ve Resûlünü bu husûsi ihsân ile nîmetlendirmiştir.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Kalbe îmân nûru girince, genişler ve açılır." Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân); "Yâ Resûlallah!O nûrun kalbe girmesinin alâmeti, işâreti nedir?" dediler. Buyurdu ki: "Alâmeti, kulun, yüzünü ebedî olan âhirete dönmesi, aldatan ve yoldan çıkaran dünyâdan ve ona tutulmaktan uzaklaşıp kurtulmasıdır." Dünyâ görünüşte süslüdür, yaldızlıdır, ama aldatıcıdır, hîlecidir. Kendini sevenlerin gönüllerini çalar. Peygamberlik basîreti, gözüyle ve îmân nûru ışığıyla bakılınca, yakînen görülür ve anlaşılır ki, dünyâ işlerinin temeli sakat ve dayanıksızdır. Âhiret ise dâimî ve sonsuzdur. Bu anlayışa erişen kimse, yüzünü fânî, geçici dünyâdan çevirir, kalb gözünü sonsuzluk âlemine döndürür ve yolculuk için lâzım olan sevap azıklarını bulundurur. Kişinin göğsünün açılmasından nasîbi, bu îmân nûrundan olan nasîbi kadardır. Bunun da mikdârı kalbindeki ferahlıkla ölçülür. Çünkü nûrun, sînenin açılmasında ve kalbin ferâhında tesiri tamdır. Bu sebeptendir ki, dünyâdaki ışığın bile, gönül rahatlığına, kalp ferahlığına, karanlığın da, sıkılmaya, daralmaya yol açması, sebeb olması büyüktür. Bunun için demişlerdir ki, nefs-i nâtıka(insânî rûh), nûra, ışığa âşıktır. Nerede bir ışık hüzmesi, demeti parlasa o tarafa döner ve o yöne koşar. Bu yüzden aydınlık yerde uyku az gelir. Zîrâ rûh, aydınlığa nûra olan teveccühü sebebiyle içerden dışarıya gelir. Karanlık olunca, içe çekilir ve uykuya dalar. Beyt:
Sana visâl meclisinde, göz uyku yüzü görmez.
Yüzünün kandili önde, uykuya sıra gelmez.
Anlaşıldı ki, nûrun zuhûru, ferah ve sürûr sebeblerindendir. Kalpler onunla açılır. Göğsün açılması genişlemesi sebeplerinden biri de ilimdir. İlim sebebiyle kalb o kadar genişler, açılır ki, onun her köşesi göklerden ve yerden daha geniş olur. Hepsini içine alır. Bir kimsenin ilmi ne kadar çoğalırsa, sînesindeki genişleme de o kadar artar. Bu ilimden murâd, her ilim değil, Peygamber efendimizden mîras kalan ilimdir. Peygamberlere ilimden başka şeyle vâris olunmaz. Hadîs-i şerîfte; "Peygamberler, vârislerine, altın ve gümüş bırakmazlar. Onlar ilim bırakırlar." buyurulması o ilme işârettir. O zamandan bu yana çok vakit geçti. Felsefe karanlıkları zuhûr etti. İslâm semâsını kararttılar. Bir kısım insanları yoldan çıkardılar. Bunlara ilim değil, cehâlet demek daha uygun olur.
Göğsün genişlemesi sebeplerinden biri de, Allahü teâlânın kullarına; mal, para, makam ve benzeri şeylerde ihsânda bulunmaktır. Mal ve para ile olan ihsân ve iyiliğin ne olduğunu herkes bilir. Kimin eli daha açık ise, kalbi de o kadar geniştir. Kimin eli kısa ve kapalı ise, sînesi de o nisbette dardır. El açıklığı, cömertlik ve ihsân, Allahü teâlâ ve kulları katında büyük mertebedir. Dünyâ ve âhirette izzettir, iyiliktir ve sevâptır. Makamla olan ihsân, kimsesiz bir kişiyi, yanına veya emrine veya birisinin yanında bir işe koymakla yapılan ihsândır.
Göğsün genişlemesi sebeplerinden biri de, Allah yolunda kahramanlık, insâf sâhipleri yanında doğruyu söylemektir. Bu da gönül açıklığına yol açar. Böyle yiğitlik, güzelliklerin başı ve bütün iyiliklerin kaynağıdır. Din yolundaki şiddet ve zorluklar, ancak bununla aşılır. "Canını düşünmeden saldırdığı zaman, yiğidin kalbine açılan ve görünen şeyi, başkaları kırk sene halvette kalmakla göremez." demişlerdir. Ama bu cesâret ve yiğitlik, Allah için ve Allah'ın dîninde olursa her şeyden daha yüksektir. Bunun için onların karşılığı Âl-i İmrân sûresi 169 ve 170. âyetlerinde meâlen bildirilen; "Onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allahın verdiği ihsândan dolayı, ferah ve sevinç içindedirler." büyük nîmetlerdir. Bundan daha yüksek hangi mertebe olur.
Sînenin açılması sebeplerinden biri de, kalbi, sıfât-ı zemîme, yâni kötü sıfatlar denilen; hased, ucb, kibir, riyâ, buğz, kin ve Allah için olmayan mal ve makâm, yâni dünyâ sevgisi gibi kötü huylardan temizlemektir. Çünkü bunlar, şehvet ve nefs toprağından yükselen, zulmânî buhar ve dumanlardır. Kalbi bulandırır ve karartırlar ve göğsün genişlemesine sebeb olan îmân nûrundan, tevhidden, ilimden, muhabbetten ve zikirden insanı alıkoyarlar. Mahrûm bırakırlar. Kalb sâhasını karartır ve daraltırlar. Beyt:
Dışarı çıkmaz isen tabîat sarayından,
Nasıl haberin olur, hakîkat diyârından.
Bu güzel sıfatlar, en kâmil, en yüksek, en mükemmel şekilde Resûl-i ekremde mevcûd idiler. O'ndan sonra, uyma mikdârınca, O'na tâbi olanlarda bulunur. Mütâbeatta, yâni Resûlullah'a uymada, kim daha ileri gitmişse, göğsü daha çok genişlemiş ve kalbi o nisbette nûrlanmış olur. İmrân sûresi, otuz birinci âyetinde meâlen; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever." buyruldu. Hiç şüphesiz bir kimse, kimin peşinden gider, adım adım onu tâkib ederse onun kavuştuğu yere, bu da kavuşur. Gerçi Resûlullah'ın makâmı daha yücedir, yeri herkesin olduğu yerden yüksektir. O'nun makâmında hiç kimse yoktur, herkes O'ndan aşağıdadır, ama dâire geniştir ve etrafında makamlar vardır. O parlayan nûrdan ve gelen feyzden, etrafında olanlara da bir şuâ, bir serpinti ulaşır. Âyet-i kerîmede meâlen; "Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." buyruldu.
Bilhassa muhabbet, alâka ve bağlılık bu işte büyük bir esastır. Çünkü muhabbet, birlikte bulunmayı îcâbettirir. Hadîs-i şerîfte; "Kişi sevdiği ile berâberdir." buyruldu. (41'inci Mektup)
Abdülhak-ı Dehlevî insanların kurtuluşa, saâdete kavuşmaları için birbirinden kıymetli kitaplar yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) Târih-i Hakkı, 2) Târih-i Abdülhak, 3) Matla'ul-Envâr, 4) Medâric-ün-Nübüvve, 5) Cezb-ül-Kulûb, 6) Ahbâr-ül-Ahyâr, 7) Mektûbât, 8) Sifr-üs-Seâdet şerhi, 9) Merec-ül-Bahreyn, 10) Eşi'ât-ül-Leme'ât.
EN TATLI YEMEK
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Abdülhak-ı Dehlevî'ye gönderdiği mektuplardan birisi şöyledir:
"Allahü teâlâya hamd olsun ve O'nun seçtiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Kıymetli efendim! Sıkıntıların gelmeleri, görünüşde çok acı ise de, bunların nîmet oldukları umulur. Bu dünyânın en kıymetli sermâyesi, üzüntüler ve sıkıntılardır. Bu dünyâ sofrasının en tatlı yemeği, dert ve musîbetlerdir. Bu tatlı nîmetleri acı ilâçlarla kaplamışlar. Bunun için, dostlara dert ve sıkıntı yağdırmaya başlamışlardır. Saâdetli, akıllı olanlar, bunların içine yerleştirilen tatlıları görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğnerler. Acılardan tat alırlar. Nasıl tatlı olmasın ki, sevgiliden gelen her şey tatlı olur. Hasta olanlar, onun tadını duyamaz. Hastalık da, O'ndan başkasına gönül vermekdir. Saâdet sâhipleri, sevgiliden gelen sıkıntılardan o kadar tat alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duyamazlar. Her ikisi de sevgiliden geldiği hâlde, sıkıntılardan, sevenin nefsi pay almaz. İyiliklerini ise, nefs de istemektedir. Arabî mısra' tercümesi:
Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun!
Yâ Rabbî! Bizi, sıkıntıların sevaplarından mahrûm eyleme! Bunlardan sonra, bizi fitnelere düşürme! İslâmın zayıf ve güçsüz olduğu bu günlerde, sizin kıymetli varlığınız, müslümanlar için büyük nîmettir. Allahü teâlâ, selâmet versin ve uzun ömürler ihsân eylesin! Vesselâm."
1) Ahbâr-ül-Ahyâr; s.314
2) Medâric-ün-Nübüvve Mukaddimesi
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.240,313,380, 403,425,660,972
4) Eşi'at-ül-Leme'ât
5) Merac-ül-Bahreyn
6) Herkese Lâzım Olan Îmân; s.115
7) İslâm Ahlâkı; s.277,283,306,310
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.127
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)