Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
Evliyânın büyüklerinden. Şirvan'da doğdu. Doğum târihi belli değildir. Künyesi Ebü'l-Mehamid, lakabı, Nurullah'dır. Babası Şeyh Veliyyüddîn Şirvan bölgesinin en büyük velîsi idi. İlim, fazîlet, şüpheli şeylerden sakınma ve takvâda çok yüksekti. Devamlı insanlara vâz ve nasîhat eder, ders verirdi. "İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır." hadîs-i şerîfinin açık bir nümûnesi idi.
Oğlu Abdülmecîd de küçük yaştan îtibâren böyle bir ilim ve sohbet halkasında yetişti. Zekâsı yüksek, anlayış ve kavrayışının fevkalâde keskinliğinden kısa sürede akranlarını ve emsallerini geçti. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde ilerledi. Genç yaşta Şirvan'ın Şemahı şehrine gitti ve burada ders vermeye başladı. Kendisi bu yıllarını şöyle anlatmaktadır:
Şemahı'da talebelere bir şeyler anlatmak husûsunda çok gayret sarfediyordum. Zâhirî ilimlere olan rağbetim ve onları öğrenme husûsundaki şevkim öyle artmıştı ki, gecelerimin çoğunu kitapları mütâlaa ve okumakla geçirirdim. Bir mübârek gecede, mütâlaa ettiğim kitap hareket edip şöyle konuştu:
"Ey Abdülmecîd! Ben senin Rabbin miyim ki, gece gündüz bana bakıyorsun? Var git, bu bağlılığını Rabbine yap. Bu bağlılığı Rabbine yapman daha münasiptir."
Kitaptan gelen sesi duyunca, onu bir kenara bıraktım ve dağlara gittim. Oralarda bir mağara buldum. O mağarada, tam dört sene gece-gündüz Allahü teâlâyı zikr ile meşgûl oldum. Bu esnâda bana kerâmetler ihsân edildi. Abdest almak için dışarı çıktığım zaman, yırtıcı ve vahşî hayvanlar bana saldırmaz ve benden kaçmazlardı. Hattâ bana yaklaşırlar, abdest aldıktan sonra biriken suları içerlerdi. Bâzı yerlerde uçardım. Bir ânda bir vâdiden diğer vâdiye geçerdim. Bu hâlleri, asıl maksad zannedip böyle kemâle erileceğini düşünüyordum. Bu sebepten, tasavvuf yoluna girmek isteyene bir mürşid, yol göstericinin lâzım olmadığı şeklinde yanlış bir düşünce içerisindeydim.
Ben bu hâl içerisinde iken, Şirvan mıntıkasının mürşid-i kâmili, büyük velî Şehkubâd hazretleri, talebeleri ile bulunduğum mağaraya yakın nehrin kenarına gelip yerleşmişler, ibâdet ve zikirle meşgûl oluyorlardı. Onların zikrettiklerini görüp, kalbimde berâber zikretmek düşüncesi hâsıl olunca, şeytan kalbime vesvese vererek:
"Tâbi oldukları şeyh ümmîdir okuma yazması yoktur. Ona uyanların çoğu da câhil kimselerdir. Bunlar arasına karışmaktansa, kendi başına oturup riyâzet, nefse karşı gelme ve nefs muhâsebesi yapmak, vahşî ve yırtıcı hayvanlarla yakınlık kurmak daha iyidir." dedi.
Fakat bu sırada Allahü teâlânın tevfîk ve inâyeti yardıma yetişti ve kendi nefsime; "Zâhirleri ile İslâmın emir ve yasaklarını yerine getirmeye çalışan, gece-gündüz Allahü teâlâyı zikreden şu insanlara sû-i zanda, kötü düşüncelerde bulunmak yakışmaz. Hele onların hâllerini bir gör. Mümin olan, insanların hâllerini ve hareketlerini görmeden karar vermez." diyerek, onlara yakın bir yere gizlendim. Hâl ve hareketlerini, ne yaptıklarını iyice gördüğüm zaman, kalbimden önceki tereddüt ve şüphelerin hepsi gitti. Sonra yanlarına varıp, bir kenara oturdum. Mûtad zikirleri bittikten sonra, Kelime-i tevhîd söylemeye başladılar. Ben de elimde olmadan Kelime-i tevhîd söylemeye başladım. Ansızın bende vecd, kendinden geçme hâli meydana geldi, düşüp bayıldım. O zaman talebeleri, beni Şehkubâd hazretlerinin huzûruna götürmüşler. Biraz sonra kendime gelip gözümü açınca, başımı Şehkubâd hazretlerinin dizinde buldum. Derhâl Mevlânâ Şehkubâd'ın elini öptüm. Beni talebeliğe kabûl etmesini ricâ ettim. Talebeliğe kabûl edince, emrettiği şekilde hareket etmeğe başladım. Ondan sonra benden, önceki keşf ve kerâmetler kayboldu. İçimde öyle bir ilim hâsıl oldu ki, o mağarada yalnız başıma nefsimi terbiye etmekle çok hatâlı bir yolda olduğumu anladım. Şehkubâd hazretleri, bir ânda beni içerisinde bulunduğum o karanlık durumdan çıkarıp, himmetleri ile kalbimi temizledi. Eğer hocam Mevlânâ Şehkubâd'ın sohbetleri ile şereflenmeseydim, Allahü teâlâ korusun çok aşağı derecelerde kalacaktım.
Böylece Mevlânâ Şehkubâd hazretlerinin derslerinde kemâle eren Abdülmecîd Şirvânî hocasının vefâtından sonra onun yerine geçti. İnsanlara nasîhat etmeye başladı. Abdülmecîd Şirvânî, asîl, cömert, af ve mâzeretleri kabul edici, sohbetleri tatlı, halîm, selîm, merhametli idi. Kendisine has bir üslub ile çok güzel vâz ve nasîhat ederdi. Minberlerde ve kürsülerde, kalabalık cemâate, tasavvuf ve ibâdetle alâkalı meseleleri anlatırdı. Anlattıklarını, âlim, fâzıl ve tahsili olmayanların hepsi anlardı. Herkes onun vâz ve nasîhatlerinden, öğrenmeyi istediği bilgileri öğrenir, öyle ayrılırdı. Ramazân-ı şerîf ayında devamlı Mesnevî'den anlatırdı. Mevlânâ hazretlerinin şu sözünü sık sık söylerdi.
"Men bende şüdem, bende şüdem, bende, şüdem
Men bende behaclet beser efkende şüdem
Her bende şeved şâd ki âzad şeved
Men şâd ezânem ki türâ bende şüdem"
(Allahım ben kul oldum, kul oldum, kul oldum. Kulluktaki vazîfemi yapamadığımdan utanarak başımı eğdim. Her kul kapısından âzâd olduğunda sevinir mesrûr olur. Bense ne zaman sana tam kul olursam o vakit şad olur, neşelenirim.)
Öyle tatlı Kur'ân-ı kerîm okurdu ki, yerdeki vahşi hayvanlar ve gökteki uçan kuşlar, onun okuduğu Kur'ân-ı kerîmi dinlemek için etrafına toplanırlardı.
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri Şirvân yöresinde ders verirken Tokat'ta tasavvuf ateşiyle yanan ve sonradan Kara Şems diye meşhur olan Şemseddîn Ahmed Sivasî ismindeki genç, Şeyh Mustafa Kirbâsî hazretlerinin huzûruna vararak kendisine talebe olmak isteğini bildirir. Şeyh Mustafa Kirbâsî bu sırada yüz yaşını geçmiş durumda olduğundan ona şöyle buyurur:
"Evlâdım sen gençsin; ben ise ihtiyar ve hastalıklıyım. Riyâzet çekmeye, nefsin istemediklerini yapmaya tâkatim ve kuvvetim yoktur. Senin terbiyen ile meşgûl olamam. Lâkin sâdık bir talebeysen Cenâb-ı Hak mürşidini ayağına gönderir. Bekle bu mürşid altı ay sonra Tokat'a gelecektir."
Kara Şems altı ay sonrasını şöyle anlatır:
Hocamın sözlerinden sonra Zile'ye giderek altı ay daha ilim öğretmekle meşgûl oldum. Altı ay sonra Tokat'a döndüğümde Abdülmecîd Şirvânî adlı bir zâtın şehre geldiğini duydum. Derhal huzurlarına gittim. Beni gördüklerinde:
"Ey Kara Şems! Benim Allahü teâlânın emri ve Sevgili Peygamberimizin işâreti ile kendi memleketimi, âilemi ve sevenlerimi terk edip; dağ, tepe ve beldeleri aşıp gelmem sâdece seni mânevî ilimlerde ilerletme ve terbiye içindir." buyurdular.
Böylece Abdülmecîd Şirvânî hazretleri bundan sonra bilhassa Kara Şems hazretleri olmak üzere Anadolu'da talebeler yetiştirmeye ve doğru yolu göstermeye başladı.
Tokat'a gelmesi ile ismi ve yüksekliği, talebeleri terbiyedeki üstünlüğü kısa zamanda her tarafta duyuldu. Çevresi sevenleri ile doldu. Katı kalpleri, sohbetinde, Allahü teâlânın ihsan ettiği tesirli sözleri ile mum gibi etti. Talebelerini kısa zamanda evliyâlık derecelerine ulaştırırdı. Bu sebeple sohbetlerine koşanların çokluğundan Tokat sanki bir evliyâ dergâhı olmuştu.
Gaflet ehlinden birisi bir gün insanlık îcâbı Abdülmecîd Şirvânî hazretlerine muhalefet ederek kalbini kırdı. Sonra da yakınlarını ziyâret maksadıyla Tokat dışına çıktı. Bu arada kendini yokladı kalbinde ilâhî feyz ve bereketlerden hiçbir şey kalmadığını anladı.
O gece rüyâsında tamâmen som altın dolu bir hazîneye rastladı. Hazînenin bulunduğu yere girdi. O sırada birisi; "Bu hazîne senin iken, niçin, parasız pulsuz geziyorsun?" dedi. O da; "Evet öyle, fakat böyle basılmamış altınlarla pazara çıksam, belki bana onlarla bir şey vermezler. Hatta, sen bunu nereden aldın diye, beni yakalıyabilirler. Bunları, sikkehâneye götürüp sikke vurdurmam gerekir." dedi. Uyanınca, Sikkehânenin Mevlânâ Abdülmecîd'in dergâhı olduğunu anladı. Mevlânâ Abdülmecîd'den özür dilemek için yola çıktı. Tokat'a varınca, doğru bulunduğu mescide gitti. Mevlânâ Abdülmecîd, o sırada talebelerine ders veriyordu. O şahıs bir köşeye gizlenip, dinlemeye başladı. Bu sırada Mevlânâ Muhammed, o şahsın bulunduğu yöne doğru dönüp; "Bir hazîne altına sâhip olduğunu kabûl edelim. Mâdem ki sikkesi yoktur, kendine güveniyorsan, sultânın çarşısına bir götür de gör, başına ne belâlar gelir bakalım." diyerek, o şahsın rüyâsının tâbirini yaptı. O şahıs hemen kalkıp, Mevlânâ Abdülmecîd'in ellerini öptü ve af diledi. Mevlânâ Abdülmecîd de onu affetti.
Makam sâhibi birisi, bir yolculuğu sırasında Tokat yolu üzerinde konaklamıştı. Bu sırada Tokat eşrâfının ileri gelenleri, hoş geldin demek için yanına gittiler. Hoşgeldiniz deyip, duâlarda bulundular. Teşrif ettiklerinden dolayı memnûniyetlerini belirttiler. Fakat o, kendini beğenen, gurur ve kibir sâhibi birisiydi. Ziyârete gelenlere hiç iltifatta bulunmadı. Bir müddet sonra; "Bizi karşılaması lâzım gelenlerin hepsi sizler misiniz?" diye sordu. Onlar da; "Evet efendim." diye cevap verdiler. Makam sâhibi ısrarla; "Doğru söyleyin, beni ziyâret etmesi gereken başka kimse kaldı mı?" dedi. Orada bulunanlar; "Hayır efendim! Fakat sâdece takvâ sâhibi, haramlardan kaçmaya çok dikkat eden ve kerâmet ehli velî bir zât kaldı. O da zâten dergâhından dışarı çıkmaz." deyince, kibir ve gurur içerisinde çok kızıp; "O nasıl adamdır? Hemen, birkaç kişi gitsin, zorla da olsa, onu bana getirsinler. Onun hakkından geleyim." diye emir verdi. Bunun üzerine orada bulunanlar, şöyle dediler:
"Efendim sizden daha önce gelen vezirler ve diğer devlet ileri gelenleri, onun bulunduğu dergâha varıp, ellerini öptüler, ona çok hürmet ve ikrâmda bulundular. Onun için size de lâyık olan, onu ziyâret edip ellerini öpmek ve hayır duâlarını almaktır."
Onlardan bu sözleri duyan kibirli ve gururlu şahıs, daha da kızdı. "Yarın dergâhına gidip, lâzım gelen cezâyı vereyim de görün." dedi ve huzûrunda bulunanları kovdu.
Abdülmecîd Şirvânî hazretlerini sevenler durumu hemen ona bildirdiler. Mevlânâ Abdülmecîd onlara; "Sizler gam çekmeyin ve üzülmeyin. Bizim onun yanına varmamız, onun da bize gelmesi imkânsızdır." buyurdu.
Makam sâhibi zât sabah olunca Abdülmecîd Şirvânî hazretlerini cezâlandırmak üzere harekete geçti. Yanına hizmetçilerini ve adamlarını da alarak dergâha doğru yola çıktı. Henüz yolu yarılamıştı ki o zamâna kadar sâkin duran atı birden bire huysuzlanarak şaha kalktı ve sâhibini yere vurdu. O zât "ah!" bile diyemeden can verdi.
Mevlâna Abdülmecîd'i sevenler ve ona bağlı olanlar sevinçle hâdiseyi kendisine naklettiklerinde; "Benim bir veli kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur." hadîs-i kudsîsini okudu.
1564 senesinde Tokat'ta şiddetli bir tâûn salgını başladı. Her gün pekçok insan vefât ediyor gün geçtikçe hastalık daha da yaygınlaşıyordu. Kırk-elli gün süren tâûn salgınında, hastalıktan binlerce kimse vefât etmişti.
Bunun üzerine şehir halkı; "Şeyh hazretlerinden duâ isteyelim. İnşâallahü teâlâ tâûn salgını onun hayır duâları ile durur." dediler. Şehrin ileri gelenlerinden meydana gelen kalabalık bir cemâat, durumu Mevlânâ Abdülmecîd'e arzettiler. Bunun üzerine Mevlânâ Abdülmecîd şöyle duâ buyurdu:
"İlâhî! Bu musîbet bulutunu, kerem ve ihsân rüzgârınla def eyle."
O ânda Allahü teâlânın izni ile tâûn salgını durdu. O günden sonra, otuz sene Tokat şehrine tâûn hastalığı isâbet etmedi. Tâûn yüzünden Tokat halkı orayı terk etmeye karar vermiş iken, Mevlânâ Abdülmecîd'in duâsı bereketi ile, memleketlerini terk edip gurbette birçok eziyet ve sıkıntılarla karşılaşmaktan kurtuldular. Mevlânâ Abdülmecîd'in bu kerâmetini gören Tokat halkı, tövbe edip daha çok ibâdet etmeye başladılar. Ona olan muhabbet ve sevgileri arttı.
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri de tâûn salgınından bir süre sonra aynı yıl içerisinde 1564 (H. 972) vefât etti. Kabri vasiyeti üzerine Kelkit Irmağının kıyısına yaptırıldı.
Vefâtından önce:
"Bizi sevenler kabrimizin üzerine türbe yapmak sûretiyle, bu âcizi diğer müslümanlardan ayırmasınlar." diye vasiyet etmişti. Fakat Mevlânâ Abdülmecîd'i çok seven zenginlerden bâzıları kabrinin üzerine türbe yaptırmak istediler. Kubbe tamamlandığı gece temelinden yıkıldı. Birkaç kere kubbe yaptılar ise de aynı şekilde yıkıldı. Bunun üzerine kabri belli olsun diye etrafını taşlarla çevirdiler. Hâlen bu kabir Tokat ve çevre halkı tarafından ziyâret edilmektedir.
Abdülmecîd Şirvânî hazretleri talebelerine âhirette pişmân olmamaları ve istenmeyen durumlarla karşılaşmamaları için devamlı nasîhatlerde bulunurdu. Bu hususta şöyle buyururdu:
"Maksada ulaşmak ve kurtuluşa erişmek iki şekilde olur.
Birisi Cennet'te, Cennet'in yüksek derecelerine kavuşmaktır. Bu, seçilmiş kimselerin hâlidir. Diğeri ise, zamansız ve mekânsız, nasıl olacağı bilinmiyen bir şekilde Allahü teâlânın cemâl-i ilâhîsini görmektir. Bunu elde edebilmek için şu dört sebep vardır: 1) Îmân. 2) Takvâ. Mürşid-i kâmilin yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin işâreti ile nefsle mücâdele yapılarak ahlâk güzelleştirilir. Günahlardan tamâmen sakınılır. Allahü teâlâdan başka her şeyden tamâmen yüz çevrilir. 3) Allahü teâlâya kavuşmak için vesîle aramaktır. Birinci vesîle; Mürşid-i kâmilin terbiyesinde olmaktır. İkinci vesîle; hoca, talebesini Resûlullah efendimize ulaştırıp, irtibâtını temin etmesidir. Bu iki vesîle ile, îmânın ve takvânın kemâline erilir. İslâmın bütün emir ve yasaklarına ve tasavvuf yolunun bütün âdâblarına uyulur. Böylece talebede mârifetullah, muhabbet, sevgi hâsıl olur. 4) Allah yolunda cihâd."
Yine buyurmuşlardır ki:
"İblisin en mühim işi talebe ile hoca arasında soğukluk meydana getirmektir. Böylece talebe, dünyâda ve âhirette hüsrana uğrayarak bedbaht olur. Bu durumda sâdık talebenin ilacı sevgi ile hocasına bağlılığını yenileyip, aradaki soğukluğu gidermek ve ona tam teslim olmaktır. Böylece şeytanın vesvesesini yıkmak, dünyâ ve âhiret saadetine kavuşmak nasîb olur."
"Müşfik ve şefkatli rehber yâni mürşid talebesini alçak dünyâ için kızıp azarlamaz. Onların azarlamaları dünyâ için değildir. Zîrâ dünyânın onların yanında sivrisinek kanadı kadar kıymeti yoktur. Onlar talebede gördükleri bozuk ve uygun olmayan hallere kızarlar. Kısaca kızmaları, dînin emirlerine uymakta ve tasavvuf yolundaki edeplerde olan kusurları sebebiyledir."
Mevlânâ Abdülmecîd hazretlerinin vefâtından sonra da görülen kerâmetleri talebeleri tarafından anlatılmıştır. Nitekim talebelerinden birisi şöyle nakletmektedir:
Mevlânâ Abdülmecîd hayatta iken, bende kelâm ilmi ile alâkalı bâzı şüpheler meydana gelmişti. Ancak meclisinde ve sohbetlerindeki heybetinden dolayı, suâllerimi arzedip cevâbını alma imkânı bulamadım. Her zaman, bundan sonraki meclislerinde sorarım der, bir türlü soramazdım. Mevlânâ Abdülmecîd âhirete intikâl edince, sorma fırsatını kaçırdığım için çok üzüldüm ve pişmân oldum. 1574 senesinde hacca gitmek üzere yola çıktım. Şam'a geldiğim zaman, gece rüyâmda, kendimi bir nehrin kenarında, hocam Mevlânâ Abdülmecîd'i de karşı kıyısında gördüm. Bir sebze bahçesinde, ağacın gölgesi altında, çok güzel bir sûrette olduğu hâlde oturuyordu. Ansızın bana seslenip; "Şüphelerini arzet ve cevaplarını al artık. Zamânı gelmiştir." buyurdu. Ben de derhâl yanlarına gittim ve şüphelerimi bir bir arzettim. O da her birine, kalbe şifâ olan cevaplar verdiler. Onun sözlerinin ve cevaplarının lezzeti ile yavaş yavaş kendime geldim. Rüyamda öğrendiğim şüphelerin cevaplarını, uyandığımda Allahü teâlânın izni ile aynen hatırladım.
1) Hediyyetü'l-İhvân (Süleymâniye Kütüphânesi); no:4587)
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.186, c.16, s. 15
3) Ziyârât-ül-Evliyâ; s.97
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)