Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
Nakşibendî büyüklerinden. 1868 (H.1285) târihinde Erzurum'un Hasankale ilçesine bağlı Kındığı köyünde doğdu. Babası Hâce Hüseyin Efendi, annesi, Seyyide Hadîce Hanımdır. İlk tahsîlini babasından aldı. Sonra Erzurum'daki tanınmış bâzı âlimlerin derslerine devâm etti. 1890 yılında Hasankale'nin Sivaslı Câmiine imâm oldu. Aynı yıl babasıyla Bitlis'e giderek Muhammed Küfrevî hazretlerine talebe oldu. Bâtınî ilimlerde ilerledi. Her gün iki saat hocasının sohbetinde bulunurdu.
Efe hazretleri anlatır: Bir gün sohbetten sonra hazret-i Pir dışarıya çıkmışlardı. Ben de kendimde olmaksızın kapıya yöneldim. Odadan dışarı çıktığımda hazret-i Pir'i bir kolunda büyük oğlu Şeyh Abdülhâdî, diğer kolunda Şeyh Abdülbâkî hazretleri olduğu halde sofada ayakta bekler gördüm. Elleriyle yaklaşmamı emrettiler. Yanına vardığımda mübârek ellerini şakaklarıma koyup öyle bir nazar ettiler ki, başımArşa değdi sandım."
Muhammed Lütfi Efendi, bu nazarla bilinmeyen, anlaşılmayan derecelere kavuştu. Ertesi sabah Pîr-i Küfrevî hazretleri kendisini halîfe seçtiğini ve halkı irşâda memur ettiğini bildirdi. Böylece icâzetini (diploma) aldıktan sonra bir müddet daha Sivaslı Câmiinde göreve devâm etti.
Sonra tâyini Erzurum'un Dinarkom köyüne çıktı. Burada iken 1916'da Rusların doğuda Van, Muş ve Bitlis'i ele geçirmeleri üzerine Erzurum'a geldi. Rus istilâsının devâm etmesi ile Tercan'ın Yavi Köyüne gitti. Burada bir taraftan imâmlık yaparken diğer taraftan gönlüne girdiği herkesi Rus zâlimlerine karşı silahlandırdı.
1917'de Rusya'da bolşevik ihtilâlinin vukû bulmasından sonra Ruslar, Osmanlı topraklarından çekilirken silahlarınıErmenilere vererek onları mâsum ve savunmasız Türkler üzerine kışkırttılar. Ermenilerin hedefi, Doğu Anadolu'yu da içine alan büyük Ermenistan devletini kurmaktı. Bunun için Türk ve Müslüman olan halkın bölgeyi terketmesini istiyorlardı. Bu gâyeleri tahakkuk ettirmek üzere görülmemiş bir kıyım ve imhâ hareketine başladılar. Beşikteki bebeklere ve yatalak hastalara varıncaya kadar öldürdüler. Bâzılarını câmi, ev ve ahırlara toplayarak sonra ateşe verdiler. Bu mezâlim, doğudan batıya doğru büyük bir göç dalgasının başlamasına sebep oldu.
Ermenilerin bu insanlık dışı fiillerine karşı, Muhammed Lütfî Efendi, Yavi ve komşu köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle harekete geçti. Önce Oyuklu köyü yakınındaRusların karargâh deposu olan ve Ermenilerin elinde bulunan bir silah deposunu bastı. Bu silah ve malzemeleri Haydari Boğazı'ndaki Zergide köyünde bulunan Türk ordusuna ulaştırdı. 12 Mart 1918'de Türk ordusu ile birlikte Erzurum'a girdi. Ancak aynı gün babası Hâce Hüseyin Efendi şehîd düştü.
Doğu'nun Ermeni mezâliminden kurtarılmasından sonra tekrar Hasankale'ye döndü. Kendisine Hasankale müftülüğü teklif edildi ise de kabûl etmedi. Bu sırada Alvar köyü insanlarının ısrarlı istekleri üzerine oraya yerleşti. Bundan sonra halk arasında"Alvar İmâmı" ve "Efe hazretleri" ünvanıyla tanındı. Bir Nakşibendî-Hâlidî şeyhi olarak 1939'a kadar bu köyde, bu târihten sonra da Erzurum'da halkı irşâd ile meşgûl oldu. 1947, 1949 ve 1950 yıllarında olmak üzere üç defâ hacca gitti. 12 Mart 1956'da vefât etti. Cenâzesi Alvar köyüne götürülerek oraya defnedildi.
Efe hazretleri, İslâmiyetin aleyhine cereyanların geliştiği ve pekçok müslümanın perişan olduğu o günlerde dertlerini daha çok şiirle dile getirdi. Onun Arapça, Farsça ve Türkçe yazdığı bu şiirleri ölümünden sonra oğlu Seyfeddîn Mazlumoğlu tarafından derlenerek Hulâsâtü'l-Hakâyık adıyla yayınlandı. Şiirleri ve gazelleri incelendiğinde, Allahü teâlânın aşkı ve Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem sevgisiyle dolu olduğu görülmektedir. Hac ettiği günlerden birinde Rabbine şöyle yakarmaktadır:
Alîl, zelîl bu yollara düzüldük
Hakîr fakîr denî râha süzüldük
Hâlimiz ne olur ya Rab üzüldük
Ey keremler kânı huccâcı affet
Rahmet-i Rahmân'a muhtâcı affet!
Gönderdin Habîb'in âleme rahmet
Sen eyledin bizi Habîb'e ümmet
Senden özge kimden görek merhamet
Ey keremler kânı huccâcı affet,
Rahmet-i Rahmân'a muhtacı affet.
Hürmet-i Ahmed'e bağışla bizi
Âl-i Muhammed'e bağışla bizi
Vüs'at-i rahmete bağışla bizi
Ey keremler kânı huccâcı affet,
Rahmet-i Rahmân'a muhtâcı affet.
Efe hazretlerinin huzûruna girenler büyük bir ferahlık duyarlar ve mânevî bir lezzete kavuşurlardı. Onu görmek için; içlerinde paşalar, bürokratlar, müftüler de dâhil olmak üzere, Türkiye'nin dört bir yanından insanlar gelirdi. Onu gören, tanıyan herkes kendisinin Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığını ve her hâlini O'na uydurduğunu söylerlerdi.
Talebelerine dâimâ kalp kırmamak husûsunda telkinde bulunurdu:
Ol fakîr ki, yüzen bakar
Gözlerinin yaşı akar
Mümin olan kalb mi yıkar
Boynuna la'net mi takar
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı
Bilirsin haram helâli
Bilirsin sevab vebâli
Aman olma lâ-übâli
Terk eyle boş kîl-u-kâli
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı
Bu dünya seni terk eder
Devletin hep elden gider
Ölüm bir gün kabre güder
Biri sürer biri yeder
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı.
Misâfirperverdi. Herkesi severdi.Zâviyesinde her gün en az yirmi misâfir bulunurdu. Misâfirleri uzaktan geldiyse, gece evinde ağırlar, sabah kahvaltılarını verir, dertlerini dinler ve uğurlardı. Altmış sekiz sene misâfirsiz bir sofraya el uzatmadı.
Dünyâyı hiç sevmezdi. Dünyâ malıyla hiç ilgilenmedi. Doksan senelik hayâtında taş taş üstüne koymadı. Bir evi yoktu. Cenâb-ı Hakka hamdederek; "Elhamdülillah, tapuda kaydım dünyâlık bir şeyim yok. Babam bu dünyâya bir çivi çakmamıştı. Benim de bir çivim yok." derdi.
Şenper-i zenburi değmez bu cihan kâşânesi" (Bu cihanın saltanatı bir sinek kanadına bile değmez) sözü dikkate şâyandır. Yine dünyânın boş olduğunu şu mısrâları ile dile getirmektedir.
İster allan güller gibi her seher
Âhiri ölümdür hayâldesin
İster olsun hazinende dür, güher
Âhiri ölümdür ne hayâldesin.
İster emirâne kur taht-ı revân
Şâhâne üstünde kurul nev-civân
Hüsrev gibi her gün eyle bir dîvân
Âhiri ölümdür ne hayaldesin
İsterse bu dünyâ hep senin olsun
Şân ü şöhret şerâfetinle dolsun.
Halk-ı zemân hep emrinde bulunsun
Âhiri ölümdür ne hayaldesin.
Herkese, bilhassa hasta ve düşkünlere karşı çok merhamet ve şefkatli idi. Fakir ve yoksullara hiç beklemedikleri anda yardım eder onların ne halde olduklarını kendilerinden iyi bilirdi. Birçok fakire fırınlardan ekmek göndererek günlük ihtiyaçlarını karşılardı. İhtiyacından dolayı huzûruna gelenler, derdini söylemeden, kendisi Allahü teâlânın izniyle onların isteğinin ne olduğunu anlar ve ihtiyaçlarını giderirdi.
Çok cömert idi. Herkes ve bilhassa varlıklı kimseler kendisine hediyeler gönderirdi. Fakat o bunlara hiç elini sürmezdi. Bunları minderin altına kor, evlenmek isteyenler, borcunu ödeyemeyenler ve cenâze masrafları vs. gibi sebeplerle kendisine gelenlere dağıtırdı. En büyük zevki hediyeleri lâyık olduğu yere ulaştırmaktı. Bâzan sohbetleri esnâsında üzerindeki en büyük parayı ortaya çıkardıktan sonra, çevresinde bulunanlara da; "Şuraya biraz para koyun!" derdi. Etrafındakiler de paralarını koyduktan sonra bunları toplatır, mahallin ileri gelenlerine veya muhtarına ihtiyaç sâhiplerine ulaştırmaları için gönderirdi.
Efe hazretlerinin pek çok gazellerinde bu duygularını görmek mümkündür.
Hasislikten elin çek sen cömerd ol kân-ı ihsân ol
Konuşma câhil-ü nâdân ile gel ehl-i irfân ol
Hakîr ol âlem-i zâhirde sen mânâda sultân ol
Karıncanın dahi hâlin gözet dehre Süleymân ol
Felekte hâsılı insân isen bir canı incitme
Günahkâr olma Fahr-i âlem-i zî-şânı incitme.
Efe hazretlerinin en çok sevdiği işlerden biri de ilim talebelerine yardım etmekti. İlme, irfâna çok önem verir, Erzurum'da medreselerde okuyan talebelere maddî mânevî yardımlarda bulunurdu. Alvar'da bir medrese kurarak gelenlere Kur'ân-ı kerîm ve fıkıh dersleri verdi.Bir zamanlar dindarlara, Kur'ân-ı kerîm okuyanlara ve okutanlara karşı düşmanlık gösterilmesi sebebiyle, Efe hazretleri de İslâmiyetin emirlerinin unutulmaması için fevkalâde gayret gösterdi. Onun emri ve izni ile köylerde Kur'ân-ı kerîm okutan hocalara en ufak bir zarar erişmedi.
Erzurum eski müftülerinden Solakzâde Sâdık Efendi, Efe hazretlerine muhâlif hareket ederdi. Sâdık Efendi bir gece rüyâda Efe hazretleri etrâfında talebeleri ile zikir ve sohbet ediyorlardı.Yalnız etrâfında bir kişilik boşluğun bulunması dikkatini çekti. Sabahı zor etti. Acele ile Efe hazretlerine gelerek rüyâsını anlattı ve ondan tâbirini istedi. Efe hazretleri gülümseyerek:
"Siz daha iyi bilirsiniz, müftüsünüz." dedi.
Sâdık Efendi daha fazla bekleyemedi. "Beni bendeliğe kabûl ediniz, efendim!" diyerek Efe hazretlerinin ellerine yapıştı. Bu bağlılık ve seâdet günleri uzun sürmedi. Ancak Efe hazretleri kısa zaman sonra vefât etti. Cenâzesinde Solakzâde'nin ağlamaları Erzurum'da bir destân oldu.
Eski Çat müftüsü Hâlis Hoca, Efe hazretlerinin yanına ilk defâ geliyordu. Bir ara Efe hazretleri şerbet içerlerken; "Eğer Efe içtiği şerbetin yarısını bana verirse, yanında kalacağım." diye içinden geçirdi. Bu sırada Efe hazretleri de bardağı yarılamıştı. Durdu ve; "Yarısı oldu mu?" diye sorduktan sonra bardağı kendisine uzattı. Hâlis Hoca bundan sonra 15 yıl devâmlı Efe hazretlerinin yanına gidip geldi.
Efe hazretleri bir defâ hacdan dönüşte yolu İstanbul'a uğradı. Yakınlarından birisine de Erzurum'a birinci mevkîden bilet almasını tenbih etti. Bileti alacak kimse unutup gecikti.Trenin hareketine az bir zaman kala istasyona gelen yakını birinci mevkiin tamâmen dolu olduğunu öğrenince büyük bir üzüntüye düştü. Sonra birinci mevkî vagonuna binerek dolaşmaya başladı. Kompartımanın birisinde iki kişi oturuyordu. Onlara; "Siz iki kişisiniz, muhterem ve yaşlı bir zât da Erzurum'a gidecek. O da yanınıza oturabilir mi?" diye sordu. "Kim o?" dediklerinde; "Alvarlı Hoca, Muhammed Lütfi hazretleri." cevâbını verince, onlardan; "Zâten biz bu yeri ona ayırdık, onu bekliyoruz." cevâbını aldı.
Mübârek Ramazan Bayramı, Erzurum mes'ûd ve bahtiyar günlerinden birini yaşamaktadır. Herkes birbirinin bayramını tebrik etmekte, hastalar ziyâret edilmekte, çocuklar sevindirilmektedir. Efe hazretlerinin dergâhının önü de sanki ana baba günü. Elini öpüp, hayır duâsını almak isteyenler yarış hâlindeler. Bu sırada Efe hazretlerinin, bayramını tebrik edenlere karşı söylediği sözler yıllar yılı herkesin dilinde tatlı bir nağme gibi söylene geldi.
Mevlâ bizi affede
Bayram o bayram olur
Cürm ü hatâlar gide
Gör ne güzel ıyd olur.
BU LOKMA SENİNDİR
Efe hazretleri Erzurum'da talebelerinin birinin evinde, sohbet sonunda duâ ediyordu. Öylesine cânu gönülden bir istek ve arzu ile yakarışı var idi ki, etrafındakiler sanki Allahü teâlâyı görür gibi duâ ettiğini zannediyorlardı. Yürekler yerinden fırlayacak gibi çarpmada, gönüller arşa açılmada idi. Duânın bitimi ile ortalığı sessiz bir sükût kapladı. Ev sâhibi fırsattan istifâde, hazırlattığı tatlıları getirdi. Bu sırada evin çocuğu, kapının arkasında; "Efe'ye büyük zât diyorlar, güyâ böyleleri kerâmet de gösterirmiş, eğer aslı varsa tabakta ilk lokmayı bana uzatsın da göreyim onun kerâmetini? Yoksa beni inandıramaz." diye düşünüyordu.
Bu sırada lokmayı alan Efe, ağzına götürecek yerde birdenbire;
"Kapı arkasındaki genç! Buraya gelir misin?" diye seslendi. İkinci defâ tatlı bir sesle tekrar;
"Buraya gel, bu lokma senindir, başkası alamaz!" buyurdu.
Utanarak yanına gelen gence Bismillah diyerek ilk lokmayı verdi.
1) Alvarlı Efe hazretleri (Ahmed Ersöz; İzmir 1991)
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)