Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
ALİ HÂFIZ
ALİ HÂFIZ
Amasya'da yetişen velîlerden. 1892 senesinde Bayburt'un Hart köyünde doğdu. Tahsîl çağına geldikten sonra ilim tahsîline başlayarak Bayburt'ta Eşref Efendinin derslerini tâkib etti. Sonra Hâfız İbrâhim Efendi'nin talebesi oldu ve ondan icâzet, diploma aldı. İnsanlara doğru yolu göstermek için önce Amasya'nın İlyas köyüne, sonra da Karasenir köyüne yerleşti. Burada otuz sene kadar imâmlık yaptı. Bu yüzden Amasya civârında Karasenirli Ali Hâfız olarak tanındı. Ömrünün sonlarına doğru Şamlar türbesinin yanındaki câmide imamlık yaptı.
Güzel ahlâkı, yumuşaklığı, merhameti ile tanınan Ali Efendi, senelerce Amasya ve köylerinde yaptığı sohbetlerle sevenlerine doğru yolu, güzel ahlâkı anlattı. Birkaç defâ tutuklandı ise de; "Biz siyâset ile uğraşmayız. Biz insanlara güzel ahlâkı anlatırız" dediği için serbest bırakıldı. Kur'ân-ı kerîm okumanın, Allah ismini söylemenin yasak olduğu dönemde, Amasya ve köylerinde İslâm dînini anlatarak müslümanların îmânını korudu.
Gözü çok yaşlı idi. Ümmet-i Muhammed'e olan aşırı merhametinden çok ağlardı. Âhirette kurtulmaları için çok duâ ederdi. Sohbetlerinde Ehl-i sünnet büyüklerinden nakiller yapardı. Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Talebeleri ile baba-oğul gibi idi. "Evlâdım benim ile sizin aranızdaki fark, benim yaşlı, sizin genç olmanızdır." derdi.
Çok cömertti. Bir lokması olsa talebeleri ile berâber yemek isterdi. Çocukları çok severdi. Onları karşısına alır, tatlı tatlı sohbet eder, îzâhât verirdi. Dünyâ malına hiç değer vermezdi. Maaşını olduğu gibi hanımına verirdi. Talebelerine, sevdiklerine hanımlarına karşı çok yumuşak davranmalarını, onların hukukunu iyi gözetmelerini, merhametli olmaları gerektiğini sık sık anlatırdı.
Ali Hâfız, sohbetine gelen herkesin seviyesine, mesleğine, aklına göre sohbet ederdi. Sohbetine gelenler onu severek ayrılırdı. Birgün başı ve kolları açık bir hanım, Şamlar Türbesinde iken ziyâretine geldi. Amasya târihi üzerine kendisinden bilgi öğrenmek istedi. Ali Hâfız, istenen bilgileri gayet açık ve teferruatlı bir şekilde anlattı. Hanım çok memnun olup, teşekkür ederek ayrıldı. Ayrılıp giderken orada bulunan bir şahıs arkasından hafifçe tükürdü. Bu hareketi gören Ali Hâfız çok üzüldü ve; "Neden böyle yaptın. O da Allahü teâlânın kuludur. O kadın îmânlı idi. Allahü teâlâ bizi benlik tuzağından kurtarsın." dedi.
Talebelerinden biri vefât etti. O zâtın çocukları durumu Ali Efendi'ye bildirmek için bir haberciyi türbeye yolladılar. Haberci daha türbenin kapısına geldiğinde hoca efendiyi gördü ve bir şey söylemeden Ali Hâfız; "Ziyâeddîn Efendi vefât etti. Onu mu haber vermeye geldin?" diye sordu. Haberci; "Evet efendim." deyince; "Hemen geliyorum." dedi.
Ali Efendinin üçüncü oğlu Necâtî, âni rahatsızlıktan hastâneye kaldırıldı ve ameliyat sonrası kurtarılamayarak vefât etti. Vefât haberini vermek üzere bâzı talebeleri Ali Hâfız'ın yanına gittiler, fakat bir şey söyleyemediler. Ali Efendi onlara; "Hepimizin âkibeti bu. Bundan kurtuluş yok. Necâtî'nin vefât ettiğini niçin söylemiyorsunuz?" dedi. Orada bulunanlar hocalarının bir kerâmetini daha görmüş oldular. Oğlunu bizzat kendisi yıkayıp, namazını kıldırıp defnetti.
Ali Hâfız ile aynı devirde Gümüş kasabasında yaşayan Garip Hâfız (İbrâhim Hakkı) isminde bir zât vardı. Bu zâtla sık sık görüşürdü. Garip Hâfız ikindi vaktine kadar ziyâretçi kabûl etmezdi. Birgün Ali Hâfız talebeleri ile Garip Hâfız'ın ziyâretine gitti. Vakit ikindiden önce idi. Ali Hâfız, kapıda bekleyen talebeye; "Evlâdım! Garip Hâfız'a geldiğimizi haber ver." dedi. Talebe; "Efendim geleceğinizi söyledi sizi bekliyor." dedi. İki zât uzun süre sohbet ettiler. Orada bulunanlar konuşulanlardan hiçbir şey anlayamadılar. Zîrâ onlar birbirlerinin derecesine göre konuşuyorlardı.
Ali Efendide nefes darlığı hastalığı vardı. Yeşilırmak kıyısında yetişen bir bitkinin yapraklarını kıyar, tütün gibi yapıp sarar içerdi. Birgün nefes darlığından rahatsız olup yattığı sırada, talebeleri ve sevenleri onu ziyârete geldi. O hemen ayağa kalkıp onlarla sohbet etti. Onun bu hâlini gören hanımı; "Efendi! Ben senin hastalığına inanmıyorum." dedi. Ali Efendi de; "Hanım... Hanım!.. Onlar geldiğinde Allahü teâlâ bana bir şevk veriyor, hemen ayağa kalkıyorum, sıhhat buluyorum." dedi.
Talebelerinden biri, Ali Hâfız'ı görmeden önce elinde saz, köy köy dolaşıp, saz çalıp söylüyordu. Bu zât birgün, Ali Efendinin ismini duyup, onun yanına gitti. Aklında arz edeceği bâzı sualleri vardı. Mütevâzî şekilde onu karşılayan Ali Hâfız onunla sohbete başladı. Söyleyeceklerinin hepsini unutan o zât, oradan ayrılınca, soracağı sualleri tekrar aklına geldi. O zaman Ali Hâfız'ın mübârek bir zât olduğunu anladı ve ona talebe olmak istedi. Sonra; "Efendim! Yalnız ben sazımı bırakmam." dedi. Ali Efendi de; "Çalabilirsen çal!" dedi. Zamanla sohbetlerin tesiriyle kalbinden tamâmen saz sevgisi çıktı. Çalmak istedi ise de çalamadı. Ali Hâfız, teveccühleri ile kalbinden o nefsânî sevgiyi alıp çıkardı.
Talebeleri ile birgün sohbet ederken, talebeleri gördükleri rüyâları anlattılar. O sırada bir talebeye sen ne gördün diye soruldu. O talebe de rüyâsında güzel sûrette bir insan görmüştü. Acabâ Peygamber efendimiz mi idi? diye düşündüğünden, gayr-i ihtiyârî; "Ben de Resûlullah efendimizi gördüm." dedi. AliHâfız bir başka konuya geçerek sohbetin havasını değiştirdi. Sonra Resûlullah efendimizi rüyâda nasıl görüleceğini anlattı; "Ben ömrümde bir kere Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm. Allahü teâlânın Resûlünü gören rahat bir şekilde anlatamaz. O'nu görmenin aşkı ile iki-üç gün kendinden geçer, ağlar, gözyaşı döker. Rüyâmda gördüğümde; "Yâ Resûlallah! Dilde var, gönülde yok." dedim. O mübârek elini uzattı ve öptüm. Bana; "Sen her zaman benimle berâbersin."buyurdular." dedi. Bunun üzerine o talebe yaptığı hatâyı anlayarak hemen tövbe etti.
Şamlar türbesinin etrâfındaki ağaçları, bir talebesi ile dikti. Birgün armut fidanlarının yan sürgünlerini budarken yanında bulunan talebesine dönerek; "Evlâdım! Bu yan sürgünler budandıkça fidan daha çok boy verir. Tez büyüyüp meyve verir.
Zikr eyle her nefes
Kalpten gitsin kötü heves.
Müslüman zikirle kalpten kötü istekleri kestikte, kalpteki îmân nûru kuvvetlenir, meyve verir. Bu fidanları buradan sökelim, şuraya dikelim." dedi. O talebenin îtirâz etmek hiç âdeti olmadığı hâlde o gün; "Efendim! Burası iyidir." dedi.Ali Hâfız; "Bu fidanları buradan sökelim şuraya dikelim." deyince, talebesi tekrar; "Hocam buranın yeri iyidir, etrafı boştur." dedi. Bunun üzerine Ali Hâfız; "Evlâdım! Allahü teâlâ yakında vefât edeceğimi bildirdi. Benim yerim burasıdır. Vefât ettiğimde türbede yatan zâtın akrabalarından izin alıp, buraya defn edersiniz." dedi. Fidanları söküp başka bir yere diktiler. Aradan bir süre geçince rahatsızlanan Ali Hâfız, doktor getirilmesini istedi. O talebe hocasının yüzüne doktora neye lüzum der gibi bakınca; "Allahü teâlâ sebepler halk eder. Sebebe yapışmak lâzım." dedi. Doktor gelip muâyene ettikten sonra bir şey yok deyip gitti. Gece yarısına doğru Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti (1957). Vefât ettiğinde altmış beş yaşında idi. Dediği yere defnedildi.
Vefâtından dört sene sonra talebeleri kabrini yaptırmak için açtılar. Bu esnada birkaç kerpiç düştü ve içerisini gördüler. Nâşı hiç bozulmadan, defnedildiği günkü gibi duruyordu. Alnında hafif bir ter vardı. Bir talebesi başından sakalına kadar sıvazladı. Kabir yapıldıktan birkaç gün sonra, talebe rüyâsında Ali Hâfız'ı gördü ve ona; "Âşık beni incittin." dedi.
Talebelerinden biri rahatsızlandı ve sol göğsünde bir sancı peydâ oldu. Gece rüyâsında Ali Hâfız'ı gördü. Ali Hâfız bir beze kahve döküp, yakı gibi göğsüne sardı Sonra onu bir güzel yıkadı. Sabah uyandığında ağrı ve sızının kalmadığını gördü. Hocasının bereketi ile şifâya kavuştu.
Ali Hâfız Efendi sohbetlerinde buyururdu ki:
"Muhabbet edene muhabbet edilir. Seven sevilir. Unutmayan unutulmaz."
"Ömür geçiyor. Gâfil olmayın. Ömrü, Allahü teâlânın zikri ile kıymetlendirin."
"Büyükleri tanıyan bir zâtın merhametinden, cömertliğinden, yumuşaklığından, güzel ahlâkından herkes istifâde etmelidir."
"Peki deyin, îtirâzcı olmayın."
Sohbetlerinde hocasından nakille buyururdu ki:
"Ölümden korkuyor ve hazırlığımız yok diyorsak ne duruyoruz? Ne yapacaksak bir ân önce yapalım. Yarın, vakit, fırsat elverir mi, bunu bilmiyoruz. Giden günler semâye-i ömürden gidiyor. Sonra bu sermâye âniden tükenir de haberimiz bile olmaz!"
"Nefsimizin alıştığı zevklerine erişmek için bizi şeklen olan bir pişmanlıkla aldatıp duruyor. Nefis düşmandır. Düşman sözüyle hareket etmek akıl işi değildir."
"Cebrâil aleyhisselâm dört bin senede iki rekat namaz kıldı ve; "Benim kıldığım namaz gibi bir namaz kılan var mı?" diye düşündü. Bunun üzerine Allahü teâlâ; "Muhammed ümmetinin her türlü kusurla, noksanla kıldıkları iki rekat namaz, ind-i ilâhîde, senin kıldığın bu iki rekat namazdan daha çok hayırlı ve makbûldür. Çünkü sana, böyle bir namaz kıl diye emretmedim. Onlara emrettim ve mükellef tuttum. Onların emre uymaları sebebiyle kıldıkları ve kılacakları namaz bana çok sevimli ve makbûldür." buyurdu. İşte emre uymak böyle büyük bir şereftir."
"Kalp üç şeyle hayat bulur: 1) Dünyâyı sevmemek, 2) Allahü teâlâyı çok zikretmek, 3) Allahü teâlâya yakın olmak. Kalp dört şeyle ölür: 1) Nefsin arzû ve isteklerini yapmak, 2) Şeytana uymak, 3- Dünyâya dalmak; âhireti, ölümü unutmak, 4- Kötü düşüncelere sâhib olmak."
BELKİ ORADA EKMEK VARDIR
Ali Hâfız talebelerinin evlerine sohbet için giderdi. Yine bir talebesinin evine gitmişti. Akşam için evin hanımı yemek hazırladı. Türkiye'de yaşanan sıkıntılı günler yüzünden, evde sofraya konacak ekmek yoktu. Ali Hâfız, evin çocuğuna; "Evlâdım, yukarı odadaki dolabın gözüne bir bakın. Belki orada ekmek vardır." deyince, evin hanımı ve çocuğu edeben, söz dinlemek için yukarı odaya çıkıp açtıklarında, dolabın, fırından daha yeni çıkmış taze ekmeklerle dolu olduğunu gördüler. Alıp sofraya koydular. Herkes karnını doyurdu. Ev sâhibi bunun hocasının bir kerâmeti olduğunu anladı.
1) Sohbetnâme
Eser: Evliyalar Ansiklopedisi
Evliyalar Ansiklopedisi
- TAKDİM
- GİRİŞ
- ABAPÛŞ-İ VELÎ
- ABBÂDÎ
- ABBAS MEHDİ
- ABDİL DEDE
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ
- ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ
- ABDULLAH BİN ABDÜLGANÎ EL-MAKDİSÎ
- ABDULLAH EL-ACEMÎ
- ABDULLAH BİN AVN
- ABDULLAH AYDERÛSÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH HERÂTÎ
- ABDULLAH BİN HUBEYK
- ABDULLAH-I İLÂHÎ
- ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî)
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN NESÎB EFENDİ
- ABDURRAHMÂN SÂMİ NİYÂZİ
- ABDURRAHMÂN TAFSÛNCÎ
- ABDURRAHMÂN TÂGÎ (Tâhî)
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLA'LÂ KUREŞÎ
- ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
- ABBÂS BİN HAMZA EN-NİŞÂBÛRÎ
- ABDULLAH-I DEHLEVÎ
- ABDULLAH BİN DÎNAR
- ABDULLAH BİN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS
- ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
- ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
- ABDULLAH-I ENSÂRÎ
- ABDULLAH FAHRİ BABA
- ABDULLAH BİN GÂLİB
- ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
- ABDULLAH HADDÂDÎ
- ABDULLAH EL-HARRÂZ
- ABDULLAH HASÎB YARDIMCI
- ABDULLAH HAYDERÎ
- ABDULLAH BİN HÂZIR
- ABDULLAH EL-KASSÂR
- ABDULLAH MEKKÎ ERZİNCÂNÎ
- ABDULLAH BİN MENÂZİL
- ABDULLAH MENÛFÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BİN ABDURRAHMÂN
- ABDULLAH BİN MUHAMMED BÂKİ-BİLLAH
- ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ
- ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ
- ABDULLAH BİN MÜBÂREK
- ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ
- ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ
- ABDULLAH İBNİ VEHB
- ABDULLAH YÂFİÎ
- ABDULLAH-I YEMENÎ
- ABDULLAH BİN ZEYD
- ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)
- ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF
- ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ
- ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)
- ABDURRAHMÂN EFENDİ
- ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ
- ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ
- ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED
- ABDURRAHMÂN BİN YÛSUF RÛMÎ
- ABDÜLAZÎZ DEBBAĞ
- ABDÜLAZÎZ DEHLEVÎ
- ABDÜLAZÎZ DÎRÎNÎ
- ABDÜLAZÎZ BİN EBÛ REVVÂD
- ABDÜLBÂKİ EFENDİ
- ABDÜLEHAD
- ABDÜLEHAD NÛRÎ
- ABDÜLEHAD SERHENDÎ
- ABDÜLFETTÂH-I BAĞDÂDÎ AKRÎ
- ABDÜLGAFÛR HÂLİDÎ MÜŞÂHİDÎ
- ABDÜLHÂDİ BEDEVÂNÎ
- ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ
- ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ
- ABDÜLHAKÎM HÜSEYNÎ
- ABDÜLHAKÎM-İ SİYALKÛTÎ
- ABDÜLHÂLIK GONCDÜVÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD BIN NECÎB NÛBÂNÎ
- ABDÜLHAMÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLHAY
- ABDÜLHAY CELVETÎ
- ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak)
- ABDÜLKÂDİR CEZÂYİRÎ
- ABDÜLKÂDİR DEŞTÛTÎ
- ABDÜLKÂDİR DÜCÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ
- ABDÜLKÂDİR SIDDÎKÎ
- ABDÜLKÂHİR SÜHREVERDÎ
- ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ
- ABDÜLKERÎM KÂDİRÎ
- ABDÜLKERÎM CÎLÎ
- ABDÜLKUDDÛS
- ABDÜLLATÎF CÂMÎ
- ABDÜLLATÎF EFENDİ (Pamuk Kâdı)
- ABDÜLLATÎF KUDSÎ
- ABDÜLMECÎD ŞİRVÂNÎ
- ABDÜLMELİK ET-TABERÎ
- ABDÜLMUGÎS BİN ZÜHEYR
- ABDÜLMU'TÎ EFENDİ
- ABDÜLULÂ
- ABDÜLVÂHİD-İ LÂHORÎ
- ABDÜLVÂHİD BİN MUHAMMED
- ABDÜLVÂHİD BİN ZEYD
- ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ
- ABDÜLVEHHÂB MÜTTEKÎ
- ABDÜLVEHHÂB-I ŞA'RÂNÎ
- ABDÜRRAHÎM ARVÂSÎ
- ABDÜRRAHÎM İSTAHRÎ
- ABDÜRRAHÎM-İ MERZİFONÎ
- ABDÜRRAHÎM TIRSÎ
- ABDÜRREŞÎD SÂHİB FÂRÛKÎ
- ABDÜRREZZÂK ALİ EFENDİ
- ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ HASENÎ
- AÇIKBAŞ MAHMÛD EFENDİ
- ÂDEM-İ BENNÛRÎ
- ADİYY BİN MÜSÂFİR
- AHISKALI ABDULLAH EFENDİ
- AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ
- AHÎ EVRAN
- AHÎ SİNAN
- AHÎ SİRÂC
- AHMED BİN ABDURRAHMÂN ES-SEKKÂF
- AHMED ABDÜLHAK RADULEVÎ
- AHMED EL-ALESÎ
- AHMED BİN ALEVÎ
- AHMED AMİŞ EFENDİ
- AHMED BİN ÂSIM ANTÂKÎ
- AHMED BÂBÂ TENBEKTÎ
- AHMED-İ BEDEVÎ
- AHMED BEHLÜL
- AHMED BERKÎ
- AHMED-İ BÎCÂN
- AHMED CÂHİDÎ EFENDİ
- AHMED CÜZEYRÎ (Cezerî)
- AHMED DEDE
- AHMED DERDÎRÎ
- AHMED DİYOBENDÎ
- AHMED BİN EBÛ BEKR
- AHMED BİN EBÛ BEKR AYDERÛSÎ
- AHMED BİN EBÜ'L-HAVÂRÎ
- AHMED EFLÂKÎ
- AHMED FEYZÎ EFENDİ
- AHMED GAZÂLÎ
- AHMED BİN HADRAVEYH
- AHMED HAMMÂMÎ
- AHMED BİN HANBEL
- AHMED BİN HARB
- AHMED HAZNEVÎ
- AHMED HİLMİ EFENDİ
- AHMED HULÛSİ EFENDİ
- AHMED BİN HÜSEYİN AYDERÛSÎ
- AHMED BİN İBRÂHİM EL-VÂSITÎ
- AHMED BİN İDRÎS
- AHMED BİN İSHAK
- AHMED İZZET EFENDİ
- AHMED KÂBİLÎ
- AHMED KÂDİRÎ
- AHMED KÂRAZÎ DİYÂRIBEKRÎ
- AHMED İBNİ KEMÂL
- AHMED KİHTÛ
- AHMED KUDDÛSÎ
- AHMED KUSEYRÎ
- AHMED MEKKÎ EFENDİ
- AHMED BİN MESRÛK
- AHMED BİN MEVDÛD ÇEŞTÎ
- AHMED BİN MUHAMMED
- AHMED BİN MUHAMMED HÂNÎ EL-ESREM
- AHMED BİN MÛSÂ EL-ACÎL
- AHMED MÜRŞİDÎ EFENDİ
- AHMED NAHLÂVÎ
- AHMED NÂMIKÎ CÂMÎ
- AHMED NECİBÎ
- AHMED NÛBÂNÎ
- AHMED BİN OSMAN ŞERNÛBÎ
- AHMED BİN ÖMER ZEYLA'Î
- AHMED RAÛFÎ
- AHMED RIFÂÎ
- AHMED SAÎD-İ FÂRÛKÎ
- AHMED SÂRBÂN
- AHMED SATÎHA
- AHMED SAYYÂD
- AHMED BİN SELMÂN EN-NECCÂD
- AHMED ES-SENÛSÎ
- AHMED SİYÂHÎ
- AHMED BİN SÜLEYMAN ERVÂDÎ
- AHMED ŞEMSEDDÎN MARMARAVÎ
- AHMED ŞEYBÂNÎ
- AHMED ŞÎRÂNÎ
- AHMED-İ TİCÂNÎ
- AHMED BİN ÜSTÂZÜ'L-A'ZAM
- AHMED BİN YAHYÂ EL-CELÂ
- AHMED YEKDEST CÜRYÂNÎ
- AHMED YESEVÎ
- AHMED EZ-ZÂHİD
- AHMED-İ ZERRÛK
- AHMED BİN ZEYD
- Ahmed Nasihuddîn
- AHMED ZİYÂEDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ
- AHMEDULLAH
- AHMEDÜ BAMBA
- AHNEF BİN KAYS
- AKBIYIK SULTAN
- AKŞEMSEDDÎN
- ALÂ BİN ZİYÂD
- ALÂEDDÎN ÂBİZÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ERDEBİLÎ
- ALÂEDDÎN ALİ ESVED KARAHİSÂRÎ (Kara Hoca)
- ALÂEDDÎN ALİ FENÂRÎ (Alâeddîn Ali bin Yûsuf)
- ALÂEDDÎN-İ ATTÂR
- ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
- ALÂEDDÎN BİN ESAD LÂHORÎ
- ALÂEDDÎN HAREZMÎ
- ALÂEDDÎN KONEVÎ
- ALÂEDDÎN-İ SÂBİR
- ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ
- ALEVÎ BİN ABDULLAH
- ALEVÎ BİN ALİ
- ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALEVÎ BİN MUHAMMED SÂHİB-ÜD-DEVÎLE
- ALEVÎ BİN ÜSTÂZ-ÜL-A'ZAM
- ALİ BİN ABDULLAH BİN ABBÂS
- ALİ BİN ALEVÎ BİN MUHAMMED
- ALİ BEHÇET EFENDİ
- ALİ BEKKÂ
- ALİ BİN BENDÂR SAYRAFÎ
- ALİ DEDE BOSNEVÎ
- ALİ BİN EBÛ BEKR EL-İDRÎSÎ
- ALİ EFENDİ
- ALİ EFENDİ (Midillili)
- ALİ BİN EMRULLAH
- ALİ BİN FUDAYL
- ALİ FERÂHÎ
- ALİ GÂLİB VASFÎ EFENDİ
- ALİ GAV SULTAN
- ALİ HÂDÎ (Nakî)
- ALİ HÂFIZ
- ALİ EL-HARÎRÎ
- ALİ HAVÂS BERLİSÎ
- ALİ BİN HEYTÎ
- ALİ İSFEHÂNÎ
- ALİ KAZVÂNÎ (Kîzvânî)
- ALİ EL-MASÎSÎ
- ALİ BİN MEYMÛN MAĞRİBÎ
- ALİ BİN MUHAMMED
- ALİ BİN MUHAMMED BİN BEŞŞÂR
- ALİ BİN MÛSÂ FEŞLİ
- ALİ BİN MUSTAFA ÖMERÎ
- ALİ BİN MUVAFFAK
- ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ
- ALİ MÜZEYYEN
- ALİ NÂTİKÎ
- ALİ NEBTÎTÎ
- ALİ OSMAN EFENDİ
- ALİ RÂMİTENÎ
- ALİ RIZÂ
- ALİ RIZÂ ACARA
- ALİ SEMERKANDÎ
- ALİ SİNCÂRÎ
- ALİ ŞEVNÎ
- ALİ BİN ŞİHÂB
- ALİ BİN YAHYÂ GEYLÂNÎ
- ALİ YEŞRÛTÎ
- ALKAME BİN KAYS
- ALVÂN HAMEVÎ
- ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ (Efe)
- AMASYALI SEYDÎ HALÎFE
- A'MEŞ (Süleymân bin Mihrân)
- ÂMİR BİN ABDULLAH
- ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
- AMMÂR-I YÂSER
- AMR BİN DÎNÂR
- AMR BİN KAYS EL-MÜLÂÎ
- AMR BİN MEYMÛN EVDÎ
- AMR BİN MÜRRE
- AMR BİN OSMAN MEKKÎ
- AMR BİN UTBE
- ANKARAVÎ İSMÂİL RUSÛHÎ
- ARAB BABA
- ARABÎ FEŞTÂLÎ EL-MAĞRİBÎ
- ÂRİF-İ DİKGERÂNÎ
- ÂRİF-İ RİVEGERÎ
- ASLAN BABA
- ASLAN DEDE (Meczûb)
- AŞÇI YAHYÂ BABA
- ÂŞIK EFENDİ
- ÂŞIK PAŞA
- ATÂ BİN EBÛ REBÂH
- ATÂ EFENDİ
- ATÂ EL-EZRAK
- ATÂ BİN MEYSERE EL-HORASÂNÎ
- ATÂ SÜLEYMÎ
- ATÂ BİN YESÂR
- ATÂULLAH (ATÂÎ AHMED) EFENDİ
- ATEŞBÂZ VELÎ
- ATPAZARLI OSMAN FADLI EFENDİ (KUTUP OSMAN)
- AVDAN BABA
- AVN BİN ABDULLAH
- AYDERÛSÎ
- AYDERÛSÎ (Abdullah bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Abdülkâdir bin Şeyh)
- AYDERÛSÎ (Ebû Muhammed)
- AYDERÛSÎ (Muhammed bin Abdullah)
- AYDERÛSÎ (Şeyh bin Abdullah)
- AYDÎ BABA
- AYNÎ DEDE
- AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
- AYNÜZZEMÂN CEMÂLEDDÎN-İ GEYLÂNÎ
- AYSÂVÎ (Ahmed bin Yûnus ed-Dımeşkî)
- AZERÎ HAMZA BİN ALİ
- AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
- AZİZ NESEFÎ
- AZZÂZ BİN MÜSTEVDÎ EL-BETÂİHÎ
- BABA HAYDAR SEMERKANDÎ
- BABA NÎMETULLAH NAHÇIVÂNÎ
- BABA TÂHİR URYÂN
- BABA YÛSUF SİVRİHİSÂRÎ
- BABAZÂDE
- BAHRAK (Muhammed bin Ömer)
- BAHRİ DEDE
- BAHŞÎ
- BAHŞÎ HALÎFE
- BÂKILLÂNÎ
- BÂLÎ EFENDİ (Sekrân)
- BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ
- BAYTAZZÂDE HACI ABDULLAH
- BEDÎ'UDDÎN SEHÂRENPÛRÎ
- BEDREDDÎN SERHENDÎ
- BEHÂEDDÎN BUHÂRÎ (Şâh-ı Nakşibend)
- BEHÂEDDÎN KIŞLAKÎ
- BEHÂEDDÎN BİN LÜTFULLAH
- BEHÂEDDÎN MECZÛB EL-KÂDİRÎ
- BEHÂEDDÎN ZEKERİYYÂ (Muhammed bin Kutbüddîn)
- BEHÂEDDÎNZÂDE (Muhyiddîn Muhammed bin Behâeddîn)
- BEHİŞTÎ
- BEHLÜL-İ DÂNÂ
- BEHRULLAH EFENDİ
- BEKÂ BİN BATÛ
- BEKR BİN ABDULLAH MÜZENÎ
- BEKR BİN ÖMER FERSÂNÎ
- BEKR SIDKI VİSÂLİ
- BEKRÎ
- BEKRÎ (Ebü'l-Mekârim)
- BENÂ KUREŞÎ
- BENNÂN EL-HAMMÂL
- BERBEHÂRÎ
- BERDEÎ SULTAN
- BERK
- BEŞİR AĞA (dârüsseâde ağası)
- BEŞİR AĞA
- BEYZÂDE EFENDİ
- BEYZÂDE HACI MEHMED NÛRİ EFENDİ
- BEYZÂDE MUSTAFA AHISKALI
- BİLÂL-İ MA'RİBÎ
- BİLÂL BİN SA'D
- BİRGİVÎ
- BİŞR-İ HÂFÎ
- BİŞR BİN MANSÛR ES-SÜLEYMÎ
- BOSNALI ABDULLAH EFENDİ (Abdullah-ı Rûmî)
- BOSTAN ÇELEBİ
- BOSTANCI BABA
- BUHÂRÎ
- BURHÂNEDDÎN MUHAKKIK TİRMİZÎ
- BURHÂNEDDÎN BİN MUHAMMED EĞRİDİRÎ
- BUSAYRÎ (Muhammed bin Saîd bin Hammâd)
- BÜNDÂR BİN HÜSEYİN ŞİRÂZÎ
- CABBÂR DEDE
- CÂBİR BİN ZEYD
- CÂFER BİN ABDÜRRAHÎM KİLÂÎ
- CÂFER BİN AHMED ES-SERRÂC
- CÂFER-İ HULDÎ
- CÂFER HUZÂ
- CÂFER MEKKÎ
- CÂFER-İ SÂDIK
- CÂFER-İ SÂDIK BİN ALİ AYDERÛSÎ
- CÂFER BİN SÜLEYMÂN DÂBİÎ
- CÂKÎR EL-KÜRDÎ
- CÂRULLAH VELİYYÜDDÎN EFENDİ
- CELÂL ALİ DEDE
- CELÂL TEHÂNİSERÎ
- CELÂLEDDÎN-İ DEVÂNÎ
- CELÂLEDDÎN EBÛ YEZİD PÜRÂNÎ
- CELÂLEDDÎN-İ HİNDÎ (Kutb-i Rabbânî, Kebîr-ül-Evliyâ)
- CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
- CELÂLEDDÎN TEBRÎZÎ
- CELÂLZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ
- CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
- CEMÂL HALÎFE
- CEMÂLEDDÎN AKSARÂYÎ
- CEMÂLEDDÎN EZHERÎ
- CEMÂLEDDÎN HANSEVÎ
- CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ
- CEMÂLEDDÎN-İ UŞŞÂKÎ
- CERRÂHZÂDE
- CEVHERE BERÂSİYYE
- CEZÎRÎ
- CEZÛLÎ
- CİHANGİRLİ HASAN EFENDİ
- CÜBEYR BİN NÜFEYR
- CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ
- ÇANDARLI KARA HALİL HAYREDDÎN PAŞA
- ÇELEBİ ABDÜLCELÎL
- ÇELEBİ ÂRİF KÜÇÜK
- ÇELEBİ BUSTAN
- ÇELEBİ CEMÂLEDDÎN
- ÇELEBİ FERRUH
- ÇELEBİ HALÎFE
- ÇELEBİ HÜSÂMEDDÎN
- ÇELEBİ HÜSREV
- ÇERKEZ ŞEYHİ
- ÇIRAĞ-I DEHLİ
- DA'LEC BİN AHMED
- DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
- DÂRENDELİ ÖMER RIZÂÎ
- DÂVÛD-İ HALVETÎ
- DÂVÛD-İ İSKENDERÎ
- DÂVÛD-İ KAYSERÎ
- DÂVÛD-İ TÂÎ
- DAYGAM BİN MÂLİK
- DEDE HALÎFE
- DEDE MOLLA
- DEDE ÖMER RÛŞENÎ
- DEDİĞİ SULTAN
- DEHHÂK BİN MÜZÂHİM
- DEHLEVÎ
- DELİ BİRÂDER (Muhammed bin Durmuş)
- DEMİR HOCA
- DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ
- DERVİŞ AHMED SEMERKANDÎ
- DERVİŞ HACI
- DERVİŞ MUHAMMED
- DERYÂ ALİ BABA
- DESTÎNE HÂTUN
- DIRÂR BİN MÜRRE
- DİMİTROFÇALI MUSLİHUDDÎN EFENDİ
- DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)