Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

02. GİRİŞ

Kelile ve Dimne tarih boyunca en çok okunan, çevrilen ve uyarlaması yapılan üç-beş kitap arasındadır. Temel konusu ahlak ve siyâsettir.

Hükümdar ile aristokrat bir aydın arasında vuku bulması temenni edilen istişare sohbetleridir eserin özü. Otorite kaynağına yakınlık, uzaklık; otoritenin devamını sağlayan temel ilkeler; halk -hükümdar ilişkisi, hükümdar vüzerâ ilişkisi, siyâsî ihtiraslar, ehliyet, beceriklilik, ihanet; hile v.b. konular kitap boyunca uzayan sohbetin temel mevzûl arıdır.

Bu kitapla ilgili araştırma yapanların en ünlüleri; Silvestre de Sacy, Henry Zotenberg, J. Hertel, Th. Benfey, Theodor Nöldeke, Cari Brockelmann, Keith-Falconer, William Wright, Ignazio (büyük) Guidi, Papaz Luis Şeyho el Mardînî ve Ludwig Kosegarten'dır.1 Luis Şeyho dışında Araplardan Kelile ve Dimne üzerine - oryantalistler kadar

Bu saydıklarımız, Mardinli Papaz Luis Şeyho hâriç Avrupalı oryantalistlerdir. Geçen asırda ve bu asrın ilk yarısında yaşamışlardır.

Ayrıntılı bilgi için şu kitaplara bkz.; Dr. Abdurrahman Bedevi, Mevsûatu'1-Müs teşrıkîn, Beyrut, Daru'1-Ilm 1993; Necib el-Akikî, el-Müsteşrkûn, (3 cilt) Kahire, Dâru'l-Maârif, 1980; Luis Şeyho ve Arap kültürüne katkıları için bkz.; Hannâ el-Fâhûrî, el-Câmi fi Târihi'l-Edebi'l-Arabî, Beyrut, 1995, c. 2, s. 287. muvaffakiyetli olmasa da - görüş serdedenler arasında şunları sayabiliriz: Mahmud Teymûr, Abdullah Mahmud İsmail, Dr. Muhammed Sabri, Tâhâ Hüseyin, Abdulvahhab Azzam, Muhammed Kürd Alî, Hannâ el-Fâhûrî ve Muhammed el-Marsafî.2

A- ESERİN ASIL DİLİ, ADI VE YAZARI Bu kitap ikibin sene önce -Berzeveyh'e göre- Beydebâ ya da Bidpâ isimli bir Hint bilgesi tarafından Debşelîm adlı Hint kralına Sanskritçe olarak sunuldu. Rivayetlere göre Makedonyalı İskender'in gidişinden sonra halkın başına geçen Debşelîm sınır tanımaz bir despot olmuştu. Beydebâ, bu azgını usûlüne uygun bir şekilde uyarmak, hatâlarından vazgeçirmek için bu kitabı yazdı. Eski çağların brahmanları gibi o da öğütlerini hayvanların dilinden verdi. Bilindiği gibi brahmanlar ruh göçüne inandıkları için hikmeti ve nükteyi hayvanların ağzından vermekteydiler.3

İslam Ansiklopedisi'nin Cari Brockelmann tarafından hazırlanan Kelile ve Dimne maddesinde eserin Sanskritçe adının "Karataka ve Damanaka" olduğu belirtiliyor. Bunlar başkahraman olan iki çakalın isimleridir. Th. Benfey'in, Sanskritçe'den yaptığı çevirinin giriş kısmında uzun uzadıya değindiği gibi Avrupa, hatta dünya edebiyatında hayvanların konuşturulduğu masal motiflerinin kaynağı Hindistan'dır.4

Eserin aslına dair ilk ciddi çalışma Hertel tarafından yürütülmüştür. İlk bulgular, bir giriş ile her biri "tantra" yani "insan zekasının kullanacağı hal" adını taşıyan beş kitaptan ibarettir. En eski düzenleme Tantrâkhyâyika adını taşır. Bunun ikinci bir şekli de Pançatantra adını taşımakta ve

Hindistan'da yaygın bir halk kitabı olarak sayısız varyantı bulunmaktadır.5

Berzeveyh ya da Burzöe ilk beş bölümü Pançatantra'dan çevirdikten sonra esere diğer Hint masallarını da kattı. Sonradan eklenen bu üçünün kaynağının Mahâbhârata olduğu anlaşılmıştır.6

Daha sonra gelen iki bölüme ise Pançatantra'nın daha yeni bir şekli olan Hitopadesa'da tesadüf edilmiştir.7 O halde elimizdeki Kelile ve Dirime kitabının geri kalan kısımları Berzeveyh ve İbnü'l-Mukaffa tarafından yazılmıştır. Bunlar, zamanın icabına göre bazı eklemeler ve tadilattan ibarettir.

Konunun uzmanlarından olan Prof. J. Hertel'e göre kitabın tümünün yekpare halde Sanskritçe olarak bulunamaması akla iki ihtimali getirmektedir: ya bir bütün teşkil ediyordu, Berzeveyh çeviriyi bu bütünden yaptı ve o bütün sonradan parçalandı; yahut Berzeveyh konuya uygun bölümleri çeşitli kitaplardan derledi. Elimizdeki Kelile ve Dinine, İbnü'l-Mukaffa tarafından Berzeveyh'den çevrilen ve bazı değişiklikler yapılan nüshadır. Kitabın çevirileri kısmında bu mevzuyu işleyeceğiz.

B- KİTABIN SANSKRİT DİLİNDE DAĞINIK HALDE BULUNAN BAB İSİMLERİ

Bunlar, her biri kendi içinde başka hikayelere açılan 12 bölümdür. el-Marsafî bunları şöyle sıralıyor:

1) Arslan ve Öküz

2) Gerdanlı Güvercin [Yahut Tasmalı Güvercin]

3) Baykuşlar ve Kargalar

4) Maymun ile Kaplumbağa

5) Âbid ile Gelincik

6) Tarla Faresi ile Gelincik

7) Hükümdar ile Fenze Adlı Kuş

8) Arslan, Âbid ve Çakal

9) Dişi Arslan, Avcı Süvari8 ve Çakal 10) îlaz, Bilaz, îraht

11) Gezgin ile Kuyumcu

12) Şehzade ve Arkadaşları9

C- ESERİN ÇEVİRİLERİ

Kuşkusuz Kelile ve Dimne'yle ilgili araştırmalarda asıl çaba; hangi dillere çevrildiği, bu çevirilerde ne türden tadilat yapıldığı ve ilk çevirilerinin hangileri olduğu mevzularında yoğunlaşmıştır.

1- TİBETÇETE YAPILAN ÇEVİRİ

En eski çeviri budur. Araştırmacılar bu çevirinin cüzî bir bölümüne ulaşabildiler. Anton Şefner, bulunan parçaların Kelile ve Dimne'ye benzediğini farketmiştir.10

2- PEHLEVÎ DİLİNE (ESKİ İRAN DİLİ) YAPILAN ÇEVİRİ

İran Kisrası Husrev Anûşirevan (531-579 m.) Pançatantra'nın eski bir şeklini çevirtmek için özel doktoru Berzeveyh'i 8. Metinde "isvar" kelimesi vardır. Bu, bildiğimiz atlı anlamındaki süvarinin o dönemdeki Arapça'ya aktarımıdır. Fransızcadaki Chavalier (şövalye) de bu eski Hint-Avrupalı kökten geliyor olmalı... Bu arada "şikar"ın av, "şikarî"nin de avcı anlamına geldiği göz önüne alınmalıdır.

Belki eski zamanlarda ikisinin kökü de aynıydı. Kitap içinde de bu sözcüğün kullanımına bakıldığında hem at üstünde seyyar olma, hem de avcı olma vasıflarının beraberce kastedildiği anlaşılır. Kâfin, gaf'a, gafın ise vav'a ve ye'ye dönüşmesi çok rastlanan bir lisânı fenomendir. (=Burzoe'yi) Hindistan'a gönderdi. Burzoe eseri Sanskritçe'den çevirdi ve esere başka Hint masalları da kattı. Sonradan katılanların ilk üçü Mahâbhârata'nın 12. kitabından alınmıştır. Burzoe, Sanskritçe'den Pehlevîce'ye yaptığı bu çevirinin başına kendi hayat öyküsünü ekledi; bilge vezir Buzurkmihr de ona şeref vermek için bunun altına imzasını koymuştur.11

Eserin dünya dillerine çevrilişinde birinci durak işte bu Berzeveyh çevirisidir. Bugün Kelile ve Dimne adlı derli toplu bir kitap varsa, bu durumu önce Berzeveyh'e sonra da İbnü'lMukaffa'ya borçluyuz. Bu Pehlevîce nüsha, önce Süryânîce'ye sonra da Arapça'ya çevrilecek ve hakettiği üne kavuşacaktır.

3- SÜRYÂNÎCE'YE İLK ÇEVİRİ

Burzoe'nin Pehlevî diline yaptığı çeviri ele geçirilemedi; ama aşağı-yukarı 570 m. de "Bûd" adlı bir müellif tarafından Süryânî diline yapılan çeviri ile ilgili bir yazma bulunabilmiştir. Bu yazma önce Mardin'de bir manastırda sonra Musul patriğinin kütüphanesinde muhafaza edilmiştir. Daha sonra Paris'te Graffin'in eline geçti.

Sacy'nin bulduğu eksik nüsha sayesinde Bickell, eserin ilk neşrini yapabildi.12 Süryânî dilindeki çeviride kitabın ismi Kalilag ve Damnag idi. Bu okuyuş Pehlevî diline daha uygundur. Sachau'ın Musul'da yaptırdığı üç yeni kopyaya başvuran F. Schultess çok daha sağlam bir metin ortaya koymuştur.13

4- ARAPÇA'YA YAPILAN ÇEVİRİSİ

Süryânîce çeviriden aşağı-yukan üç asır sonra Abdullah İbnü'l-Mukaffa, Burzoe'nin Pehlevîce çevirisini Arapça'ya çevirdi. Esere özgün bir giriş ekledi. Burzöe'nin daha önce yaptığı girişe, dinlerle ilgili fikirleri kendisinin (İbnü'1-Mukaffa'nın) soktuğu ileri sürülmüş ise de artık bu fikirlerin asıl (Pehlevîce) metinde mevcut olduğu kabul edilmektedir.

İbnü'l-Mukaffa Pançatantra diye de adlandırabileceğimiz ilk beş kitabın sonuna kendi ilhamından doğmuş olan Dimne'nin muhakemesiyle ilgili bölümü eklemiştir. Zâhid ile Misafir bölümünü de onun eklemesi ihtimal dahilindedir.

İbnü'l-Mukaffa çevirisinin tesiri, çok kısa bir zamanda Arap Edebiyatına yansıdı. Hatta bu dilde yeni versiyonlar doğurdu. Hikem ve Emsal kitaplarında bazan bir cümle bazan koca bir bölüm halinde Kelile ve Dimne'den alıntılar yer etmeye başladı. Kelile ve Dimne, üslûbu ve içerdiği düşünceleri ile Arapça'nın malı oldu. İbnü'l-Mukaffa gibi bir dâhi mütercim, ana fikri zedelemeden gerekli ilavelerde bulunarak öyle güzel çevirmişti ki bu eseri, hem yüksek tabakanın hem de halkın en sevdiği kitaplardan olmuştu Kelile ve Dimne... Silvestre de Sacy tarafından neşredilen İbnü'l-Mukaffa nüshasında mütercim İbnü'l-Mukaffa'nın girişinden önce meçhul bir müellifin; Sahvanoğlu Behnûd'un ya da Şahoğlu Ali el-Fârisî'nin bir mukaddimesi vardır. Başka neşirler yapılmış ve yeni yazmalar basılmışsa da de Sacy'nin metni tekrar edilmiştir.14

İbnü'l-Mukaffa'nın çevirisi daha sonra üç defa Arapça nazma dökülmüştür. Bunların ilki Abban el-Lâhıkî tarafından yapılmıştır. (750-815 m.) İbnü'l-Habbâriye 1100'lere doğru bu manzum şekilden istifade etmekle birlikte İbnü'l-Mukaffa'nın metnine de dayanarak on gün içinde yeni bir nazım ortaya koymuştur. "Netâicü'l-Fıtna fî Nazmi Kelîle ve Dinine" adını alan bu eserin dili net ve hoştur. Daha sonra bu kitap, Abdülmü'min İbnü'l-Hasan b. el-Hüseyin es-Sıgânî tarafından tekrar nazma döküldü.

"Dürrü'l-Hikem fî Emsâli'l-Hünûdi ve'1-Acem" adını taşıyan bu eser 1242 yılında tamamlanmıştır.15

5- SÜRYÂNÎCE'YE İKİNCİ KEZ ÇEVRİLİŞİ

Bir Süryânî papazı, 10. ya da 11. asırda Kelile ve Dimne'yi İbnü'l-Mukaffa'nın metninden, kendi kilisesinin dili olan Süryânîce'ye çevirdi. Kitaba Hristiyan rengi vermeye çalıştı. Metni genişletti. Bu çeviri, bazı kusurlarına rağmen metin tenkidi bakımından gerçekten kıymetlidir. Bu metni ilk neşreden William Wright'tır.16 İngilizce'ye çeviren ise Keith-Falconer'dir.

6- FARSÇA'YA BİR KAÇ KEZ ÇEVRİLİŞİ

Firdevsî'nin, Şehname adlı eserinde belirttiğine göre İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimne'si vezir Bal'amî'nin emri ile Sâmânî hükümdarı Nasr b. Ahmed (914-943) zamanında Farsça'ya çevrildi; fakat görünüşe göre bu tercüme tamamlanamadı. Yine Nasr b. Ahmed'in emriyle eser, şair Rûdâki (v. 916 m.) tarafından Farsça nazma döküldü. Fakat bundan geriye sadece Esedî'nin zikrettiği 16 beyit kalmıştır.17 Kâtip Çelebi Keşfu'z-Zunûn'da bundan bahseder.18

Daha sonra Nizâmeddin Ebu'l-Meâli Nasrullah b. Muhammed, İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimne'sini 1140 civarında çevirdi, Gazne sultanı Behramşah'a takdim etti. Nasrullah, kendi yazdığı önsözde belagatın gösterişli bir nesre neler katabileceğine dair fikirlerim söyler. Ancak içeriği sâde ve ciddî olan Berzeveyh'in mukaddimesi sıradan bir düzyazıyla çevrilmiştir. Nasrullah'ın eseri hicrî 1282, 1304 ve 1305'te Tahran'da basılmıştır.19

Nasrullah metninin manzum bir şekli, Sultan İzzeddin Keykavus (1244-1263) için, Mevlânâ'nın çağdaşı olan Ahmed b. Mahmud et-Tûsî Kani tarafından Konya'da yapıldı. Ahmed b. Mahmud Moğollardan kaçarak memleketi Tûs'u terketmiş ve Konya'ya gelmişti.20

Ancak bu Farsça manzum çeviri, Herat'ta Hüseyin Baykara'nın veziri olan ünlü şair Ali Şir Nevâî'nin saray vaizi Hüseyin Kâşifi çevirisiyle gölgede kaldı. Hüseyin Kâşifi (v. 1504 m.) Nasrullah çevirisini güzelce ıslah etmiş, eserine Hüseyin Baykara'nın başka bir veziri olan Süheylî'ye nisbetle "Envar-ı Süheylî" adını vermişti. Eserine başlarken önce Nasrullah'ın tumturaklı üslubunu eleştirmekte, kendisinin daha kolay bir nesirle kitabı anlaşılır hale getirdiğim iddia etmektedir. Oysa Kâşifî'nin üslûbu daha çetin, süslü, kapalı ve gariptir.21 İşin enteresan yanı, bu tarz edebiyat son zamanlara kadar İran ve Hindistan'da popüler olduğu için eser büyük başarı kazandı, İngiltere'de basıldı; hatta Hint-İngiliz memurlarının Farsça imtihanları için örnek metin olarak kullanıldı! Kitabın ilk tam neşri Londra'da 1836'da yapılmıştır. Bu metin değişik Hint lehçelerine, Gürcüce'ye ve Avrupa'nın belli başlı tüm dillerine çevrildi.

Hüseyin Vaiz Kâşifi, İbnü'l-Mukaffa'nın metnindeki dört mukaddime yerine yeni bir giriş kısmı koydu. Silvestre de Sacy, Turtûşî'nin Sirâcü'l-Mulûk adlı eserinde faydalandığı eski "Câvıdân-ı Hıred" karşısında olduğumuzu farzediyor.22 Turtûşî'nin (1150 w) Câvidân-ı Hıred'den aldığı rivayet Hıdır b. Ali'ye dayanmaktadır. Ancak onun bir bütün olarak bu kitaptan faydalanmadığı gayet açıktır. Kâşifî'nin eserinde göze çarpan başlıklar tarafımızdan yapılan Turtûşî çevirisinin çeşitli bölümlerinde karşımıza çıkmaktadır.

Yalnız içerikleri farklıdır.23 Bizim görüşümüze göre Kâşifi, Envâr-ı Süheylî adlı eserinde Seâlibi gibi İran Kültürünü iyi bilen yazarlara dayanmış olmalıdır. Seâlibi bir çok eserinde hem Kelile ve Dimne'den alıntı yapar, hem de Kitâbü'1-Âyin gibi İb nü'1-Mukaffa'nın Pehlevice'den çevirdiği eserleri kaynak olarak kullanır. Örnek olarak yine tarafımızdan çevirisi yapılan Âdâbu'l-Mulûk adlı eserinin çeşitli bölümlerine bakılabilir.24

Envâr-ı Süheylî'nin süslü üslûbunu beğenmeyen Hindistan hükümdarı Ekber (1556-1605) veziri Ebu'l-Fadl'ı, eseri ıslah edip yeniden yazma işiyle görevlendirdi. Ebu'l-Fadl'ın kitabı lyâr-ı Dâniş adını taşımaktadır, 1578 yılında tamamlanmıştır. Asıl örnek olan Envâr-ı Süheylî'nin bölümleri muhafaza edilmiş, İbnü'l-Mukaffa'nın mukaddimeleri ile Berzeveyh'in (=Burzoe'nin) giriş kısmı tekrar konmuştur. Bu eser neşredilmemiş olsa bile Hâfızuddin'in bu çeviriden Urduca'ya yaptığı "Hırad Afrûz" adlı çevirisi, üslubunun güzelliğinden ötürü Th. Roebuck ve Eastwıck tarafından neşredilmiştir.25

7- YUNANCA'YA ÇEVRİLİŞİ

11. asrın sonuna doğru Şit ben Simon, o sıralar sonraki ilaveleri taşımayan ama fareler kralı ile vezirleri bahsini ihtiva eden bir elyazmasından yararlanarak İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimne'sini gayet serbest bir üslûpla Yunanca'ya çevirmiştir. Eserine "Stefanites Kay Ikhnelates" adını verdi. Çünkü "Kelile" sözcüğünü Arapça "iklil"e (=olimpos, zeytin dalı) "Dimne"yi de "iz" anlamında yine Arapça bir kelimeye benzetmişti.26 Bu nakil daha sonra Latinceye, Almancaya ve Slav dillerine çevrilmiştir.27

8- İBRANÎCE'YE ÇEVRİLİŞİ VE BURADAN AVRUPA DİLLERİNE YAPILAN ESKİ ÇEVİRİLER

12. yüzyılın başlarında Rabbi Yûîl adlı bir Yahudi din adamı daha o zamanlar Berzeveyh'in vazifesine dâir şüpheli hikaye ile "Balıkçıl Kuşu ve Ördek", "Tilki ile Balıkçıl Kuşu" hikayelerini ihtiva eden nisbeten sağlam bir yazmadan faydalanarak İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimne'sini İbranî diline çevirdi. J. Derenbourg bu çeviriyi, bize kadar gelen lakin baş tarafları oldukça bozulmuş bulunan yegâne yazmadan istifade ederek 13. asra ait Yakop ben el-Âzer'in tercümesiyle beraber neşretmiştir.28 Johannes de Capua 1263 ile 1278 arasında, Kardinal Ursinus'un ricası üzerine, Rabbi Yûîl'in eserini "Directorium vitae Humanae" adıyla Latince'ye çevirdi.29 Rabbi Yûil'inkinin aynı olan bir metnin, ondan daha sadık bir üslûpla İspanyolca'ya çevirisi istisna edilirse batı Avrupa dillerine -yenileri hâriç- tüm çeviriler Johannes de Capua'nın Latince metnine dayanır. Bu metne istinaden kitap 1480 yılında Almanca'ya, 1493 yılında İspanyolca'ya, 1552 yılında İtalyanca'ya çevrilmiştir. Almanca çeviri esas alınarak kitap 1618 yılında Danimarka diline, 1623'te de Flemenkçe'ye çevrildi. 1552'de yapılan İtalyanca çeviriyi esas alan Sir Thomas North 1580 yılında eseri İngilizce'ye çevirdi. Bu versiyon, 1556 yılında da Fransızca'ya çevrildi.30

9- LATİNCE'YE NAZIM OLARAK ÇEVRİLİŞİ

Ortada 13. yüzyılda İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimne'sinden çevrildiği kabuledilen Latince manzum bir eser vardır. Bu kitap "Baldos Alter Aesopus" adını taşıyor.31

10- İSPANYOLCA'YA ESKİ ÇEVİRİ

13. yüzyıl ortalarında Arapça'dan yapılan bu çeviri daha sonra Latinceye çevrildi. Buna "Raimond Nüshası" denilmektedir. Silvestre de Sacy bundan bahseder.32

11- İNGİLİZCE VE RUSÇA'YA YAPILAN SONRAKİ ÇEVİRİLER

Arapça metinden ingilizce'ye yapılan çeviri 1819 yılında Oxford'da basıldı. Mihail Ataya tarafindan Arapça'dan Rusça'ya yapılan çeviri 1889'da Moskova'da basıldı.33

12- MOĞOLCA'YA YAPILAN ÇEVİRİ

Muhammed Bekri soyundan gelen İftihâruddin Muhammed b. Ebî Nasr'ın Kazvin'de yaptığı Moğolca tercüme bugüne kadar gelememiştir. Hamdullah Mustavfî buna işaret ediyor.34

13- HABEŞÇE'YE ÇEVRİLİŞİ

İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimne'sinin bir Mısır nüshasından yapılan ve 1583 tarihli bir tetkikte zikredilmiş bulunan Habeşçe çeviriye henüz ulaşılamamıştır.35

14- ESKİ MALAY DİLİNE YAPILAN ÇEVİRİ

Malay dilindeki "Hikâyât Kelile dan Damina" şekli, İbnü'l-Mukaffa'nın eseri ile "Pançatantra"nın Tamilce'deki metninin karışmasından oluşan bir derlemeye dayanır.

1876'da Leiden'de Gongrijp tarafından basılmıştır. Bu eser sonradan tekrar Cava ve Madura dillerine çevrilmiştir.36

15- TÜRKÇE'YE YAPILAN ÇEVİRİLERİ

İbnü'l-Mukaffa'nın eseri iki defa Nasrullah'ın Farsça'ya çevirisinden Doğu Türkçesine aktarıldı. Brockelmann bununla ilgili yazmaların Munich ve Dresden'de bulunduğunu belirtmektedir.37

Kelile ve Dimne, Anadolu Türkçesine (belki de Türkçe'ye) ilk defa Aydınoğlu Umur Bey zamanında 1360 m. yılında Kul Mesud tarafından çevrilmiştir.

Brockelmann bu çevirinin bir nüshasının Bodleiana'da bulunduğunu söylüyor. Düzyazı olarak yapılan bu çeviri meçhul bir müellif tarafından nazma dökülerek l. Murad'a (1359-1389) ithaf edildi. Brockelmann'ın bildirdiğine göre bu çevirinin aşağı yukarı yarısı olan bir yazma Gotha'da muhafaza edilmektedir.

Daha sonra Ali Vâsi' ya da Ali Çelebi diye meşhur olan Sâlihoğlu Ali, Envâr-ı Süheylî'yi gayet süslü, cümle sonları uyumlu bir nesirle Türkçe'ye çevirdi; "Hümâyunnâme" adını verdiği bu tercümesini, Kanunî Sultan Süleyman'a takdim etti. Bu kitap İstanbul'da ve Mısır-Bulak'ta defalarca basılmıştır. Bugün bile Beyazıt ve Kadıköy'deki sahaflarda rahatlıkla bulunabilir. Bir kitap kurdu olarak sizi temin edebilirim bu konuda...

Hümâyunnâme çeşitli Avrupa dillerine çevrilmiştir. Devir Kanunî devridir ve Avrupalı, Türk zevkini, kültürünü, dilini öğrenmek için kıvranmaktadır. Hümâyunnâme çevirilerinin en ünlüsü Galland'ın Fransızca'ya yaptığıdır. Bu çeviri Gueulette tarafından 1724'te Paris'te basılmıştır.

Ali Çelebi'nin dili ağır olduğu için meşhur Şeyhülislam Yahya Efendi, Hümâyunnâme'yi üçte bire indirerek sâde ve özet bir çeviri yapmıştır. 1726'da Kahire kadısıyken vefat eden Osmanizâde Sâib'de Hümâyunnâme'yi özetlemiştir. Keşfu'z-Zunûn'da Kâtip Çelebi'nin bildirdiğine göre bu çevirinin adı Zübdetü'l-Eshâr'dır.

Tanzimat devrinde Adanalı Ramazânizâde Abdünnâfi Efendi Hümâyunnâme'ye dayanarak "Nâfiu'1-Âsâr" adını verdiği manzum eserini oluşturmuştur. Bu eser 1266 h. (1849 m.) de yazılmıştır. Sonunda Ahmed Midhat Efendi bu işe de el atmış, Hümâyunnâme'yi hem özetlemiş hem de yeri geldikçe vaazlarla kitabı uzatmıştır.

Ahmed Midhat Efendi'nin önsözünden anlaşıldığına göre Sultan 2. Abdülhamid Han, ona kendi kitaplığından gayet güzel bir nüsha vererek "bunu esas alıp sâde bir üslûpla özetle, sözü uzatma, kıssadan hisseyi çıkar" demiştir.

Ahmed Midhat Efendi bu emre uyar, ama nasıl? Kitap, ne Kelile ve Dimne ne de Hümâyunnâme olarak kalır. Kitap, başlıbaşına değişik kaynaklardan toplanmış doğu ve Hint hikayeleriyle bunlardan çıkarılacak ibretleri ihtiva eden kalın bir derleme olmuştur.

1304 h.'de Matbaa-i Âmire'de basılan bu kitabın Arapça Kelile ve Dimne'yle hiç bir ilgisi yoktur. Zaten Arapça metinden de kalındır bu! Tabî, işin güzel yanı Ahmed Midhat'ın dilindeki sadeliktir. Genç, ihtiyar, öğrenci, öğretmen; o devirde herkesin okuyabileceği, -okumaya olan sevgi ve ilgisini artırabileceği- bir kitaptır karşımızdaki...

Envâr-ı Süheylî, Taşkentli Muhammed Musa Bay tarafından doğu Türkçesine çevrilmiştir. Taşkentli Muhammed, Hümâyunnâme'den de faydalanarak yaptığı bu çeviriyi, Hoçentli Hattat Mirza Hâşim'e yazdırarak 1888'de taş-basma olarak neşrettirmiştir. Bu arada İbnü'l-Mukaffa'nın Kelile ve Dimnesi, Abdülallâm Feyzhanoğlu tarafından Kazan Türkçesi'ne çevrilmiş ve 1889'da Kazan'da basılmıştır.38

Eserin, Türkiye'de Cumhuriyet'ten sonra da çevirileri yapılmıştır. Bazan birkaç hikaye alınıp çocuk kitabı olarak basılmış bazan da tamamı çevrilmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekenleri şu üç çalışmadır:

Bedir Yayınlan tarafından neşredilen Salahaddin Alpay çevirisi, önsözünde de belirtildiği gibi "Envâr-ı Süheylî" çevirisi olmalıdır. İbnü'l-Mukaffa'nın metniyle uyuşmaz. Hatta giriş kısmı ve bazı tavsiyeler tamamen farklıdır. Dolayısıyla başlıklar ve hikayelerin yerleştirilmesi de farklıdır. İbnü'l-Mukaffa'da olmayan eklemeler vardır.

İkinci ve en mühim çeviri Ömer Rıza Doğrul tarafından yapılmıştır. Temiz ve asla uygun bir çeviridir. Türkçeye de özen gösterilmiştir bu çeviride. Ancak ciddi bir incelemeden mahrumdur ve zaman zaman bazı uzun cümleler çok kısa ve özet mahiyetinde çevrilmiştir.

Üçüncü çeviri H. Karaman-B. Topaloğlu tarafından yapılan çeviridir. Bu çeviri, eğitim amaçlı yapılan çevirilerdendir. Metne sadık kalınmış fakat Türkçe'den taviz verilmiştir. Eğitim amaçlı çevirilerde bu doğaldır.

D- İBNÜ'L-MUKAFFA

Kelile ve Dimne kitabının bu günlere ulaşmasını sağlayan müellif, İbnü'l-Mukaffa'dır. Hatta ona, bu kitabın yeniden doğmasını sağlayan kişi diyebiliriz. Daha önce de belirtildiği gibi, elimizdeki kitabın cihanşümul bir eser haline gelişi, onun sayesinde mümkün olmuştur.

720'li yıllarda doğan ve bir ihtimal 759 da vefat eden bu büyük mütercim-müellif hakkındaki temel malumat, Mesûdî'nin Murûcu'z-Zeheb'inden, İbnü'n-Nedim'in Fihrist'inden, Câhız'ın risalelerinden, Cehşiyâri'nin Kitabü'l-Vüzerâ'sın dan, Bâkıllânî'nin I'câzu'l-Kur'an'ından,

Isfahanî'nin Kita bu'1-Egâni'sinden, Birûnî'nin Tahkîku Mâli'1-Hind kitabından ve İbnü'l-Mukaffa'nın kendi kitaplarından elde edilebilir.

Çağımızda İbnü'l-Mukaffa ile ilgili olarak araştırma yapmış, makale yazmış kişiler olarak şunları sayabiliriz:

Ahmed Emin, Tâhâ Hüseyin, Zeki Mübarek, Abdüllatif Hamza, Muhammed Selim el-Cûndî, Muhammed Kürd Ali, Abdurrahman Bedevi, Hannâ el-Fâhûrî, Halîl Merdem, Ahmed el-İskenderî, Şeyh Tâhir el-Kiyâlî, Abdülvahhab Azzam, Mahmûd Teymûr, Muhammed Sabri, Abdullah Mahmud İsmail, Muhammed el-Marsafî ve Şevki Dîf.

Oryantalistler arasındaysa Silvestre de Sacy, Brockelmann, Clement Huart sayılabilir. İbnü'l-Mukaffa'yla ilgili olarak kaynaklarda yeterli bilgi olduğu ve bu bilgi Müslüman yazarlarca işlendiği için oryantalistlere fazla müracaat etmeye gerek yoktur. Ayrıca onların aklayıcı ifâdelerine aldanıp İbnü'l-Mukaffa'nın ilhadını görmezden gelmenin de mânâsı yoktur.

Asıl adı Dâzoye oğlu Rozbeh'tir. Kaynaklarda Ebû Muhammed Abdullah Rûzbîh b. Dâzûyeh İbnü'l-Mukaffa olarak geçer. "Rozbeh" Farsça "Kutlu" demektir. İranlı olup Gör şehrinde doğmuştur. (106 h./723-4 m.) Babası, vali Haccac b. Yusuf a bağlı bir vergi tahsildarıydı. Devlet malına hıyanet ettiği için takibata uğramış, verilen cezalar sonucu eli kurumuştu. Bu yüzden oğluna İbnü'l-Mukaffa=Elikuruyanınoğlu dediler. Dâzoye kendi dini üzere öldü. Mecûsi-Maniheist olan baba, oğlunu da bu tarzda yetiştirdi. Ancak kendisi gibi oğlu da iyi bir Arapça eğitimi görmüş yüksek seviyede siyâsî yazışmalarda görev almıştır.

Arap, Fars, Yunan ve Hint kültürlerine aşina olan İbnü'l-Mukaffa, Ümeyyeoğullarının son döneminde Irak divanlarında çalıştı.

Abbasî Devleti kurulduğunda Mansur'un amcaları olan Süleyman b. Ali ile Isa b. Ali'ye mektup yazarak bağlılığını bildirdi, onların hizmetine girdi. Yine onların huzurunda Müslüman olduğunu ilan etti, "Ebû Muhammed" diye çağrılır oldu.

Abdullah b. Ali, Şam valisiyken yeğeni Mansur'un hilâfetine başkaldırdı. Ancak Mansur onu yendi. Böylece Abdullah b. Ali, kardeşleri olan Süleyman ve İsa'nın yanına kaçtı. Halife Mansur, amcalarından Abdullah'ı istediyse de onlar "ancak emân şartıyla teslim ederiz" dediler. Mansur bu teklifi kabul etti. O zaman İsa, katibi İbnü'l-Mukaffa'ya "emân" yazma (=can güvenliği sözleşmesi) salâhiyeti verdi. Emân sözleşmesinin hiçbir iptali yoruma kapı aralamayacak açıklıkta olmasını tembihlemişti. Isa b. Ali... Cehşiyâri'nin Kitâbü'1-Vüzerâ'sında bildirdiğine göre Mansur şu ibarelerin altına imza atacaktı:

"Eğer Abdullah b. Ali'ye yahut onunla gelenlerden birine küçük-büyük bir zararım dokunur veya gizli-açık bir kötülük yaparsam, bu işi hangi yöntemle veya hileyle yaparsam yapayım zina dölü olayım! Abdullahoğlu Muhammed b. Ali ile de soybağım merdûd olsun! Bu durumda Ümmet-i Muhammed beni tahttan indirsin, bana harb-îlan etsin, hiçbir Müslüman bana el vermesin, ahd û zimmetiyle beni kayırmasın, canlı tutmasın..."39

Mansur bu emâmı okuyunca kızdı, küplere bindi. O, amcası Abdullah'ı öldürmeye kesin niyetliydi. Oysa bu emânla arzusuna erişemeyecekti. Üstelik neredeyse kendisine küfrediliyordu! Hemen "Bu sözleşmeyi kim kaleme aldı?" diye hışımla sordu. Ona: "Amcan İsâ'nın katibi olan İbnü'I-Mukaffa!" dediler. Böylece Mansur, Süfyan b. Muâviye el-Mühellebî'ye "İbnü'l-Mukaffa'nın işini bitir!" diye haber gönderdi. Basra valisi olan Süfyan, İbnü'l-Mukaffa'nın eski düşmanıydı.. Süfyan, İbnü'l-Mukaffa'yı tuzağa düşürdü, parça parça kesti ve tandıra attı.40

Bazı kitaplarda onun Zındıklar taifesi'nden olduğu için öldürüldüğü söyleniyorsa da asıl sebep siyâsîdir. Bilindiği gibi Zındık, o dönemin Mecûsi ve Maniheist fikirlerini taşıyan insanlarına deniyordu. Bu tür kişiler, yeterli tahsili aldıkları ve devlet işlerine özellikle hükümdar ailesine burunlarını sokmadıkları sürece özel görev bile alabilmişler ve kitabet, mâliye gibi memuriyetlerde bulunmuşlardı. Dolayısıyla İbnü'l-Mukaffa'nın, sadece zındıklıktan ötürü öldürülmesi akla yatkın gözükmüyor. Daha sonraki dönemlerde zındıklara karşı savaş başlatıldığı da bilinen bir gerçektir; ama onun katli siyâsî idi.

İbnü'l-Mukaffa'nın hakikaten zındık olduğu neredeyse tüm kaynaklarda bahsi geçen bir husustur. O, önceki dinini unutmamış hatta islam olduktan sonra çağrıldığı ziyafette,

Mecûsîler gibi dua mırıldanmıştı.41 Mesûdî, ünlü eseri Murûcu'z-Zeheb'de şöyle diyor:

"Abdullah İbnü'l-Mukaffa ve diğerlerinin Pehlevîce'den Arapça'ya çevirdikleri kitaplardan Mani, Daysanoğlu ve Markıyon'a ait olanlar etrafa iyice yayıldığı için Halife elMûhtedî, dinsizlere karşı savaş açtı."42 Bakıllânî de şöyle demektedir:

"İbnü'l-Mukaffa'nın, Kur'an'a denk ve karşılık olarak bir Muâraza yazdığını söylüyorlar."43 Kasım b. İbrahim b. Tabataba'nın İbnü'l-Mukaffa'nın görüşlerini reddetmek amacıyla "er-Reddü Alâ'z- Zındîk el-Lain İbni'l- Mukaffa" adlı eseri yazdığı bilinmektedir. Bu kitap M. Guidi tarafından neşredilmiştir.44

Bu eserin girişinde belirtildiğine göre İbnü'l-Mukaffa, peygamberleri küçük düşüren bir kitap yazmıştır.45 Kısaca, İbnü'l-Mukaffa'nın zındık olduğu birçok müellif tarafından paylaşılan bir görüştür.46 Bunu görmezden gelmenin ve bazı Ansiklopedi maddesi yazarların yaptığı gibi: "Aman efendim, o çok aydın biriydi; çevresindeki yobazlar onu anlamadı!" demenin hiçbir kıymeti ilmiyyesi yoktur.

Zındık olmasına rağmen bazı meziyetlere de sahipti. Kaynaklarda geçtiğine göre cömert, nüktedan, vefakâr ve azla yetinen bir adamdı. Onu hiç sevmeyenler dahi bu vasıflara sahip olduğunu reddetmiyor. Bu arada onun alay etmeyi seven ve zaman zaman hezeyanda da ileri giden bir şahsiyet olduğu belirtiliyor kaynaklarda.

Dostuna karşı vefakârlığıyla ilgili hâdiselerden biri de şudur: İbnü'l-Mukaffa, Emevîler yıkılırken Mervân'ın kâtibi Abdülhamid'le aynı evde bulunmaktaydı. Askerler Abdülhamid'i fellik fellik arıyorlardı, öldürmek için...

Nihayet geldiler ve ikisini buldular. Kâtibi tanımadıkları için sordular: "Hanginiz Abdülhamid?" Ancak her ikisi birden: "Benî" diye cevap verince şaşakaldılar. Nihayet Abdülhamid, kimliğini ispatlayabildi de İbnü'l-Mukaffa'nın fedakarlığına mani oldu.47

İbnü'l-Mukaffa, sâhibolduğu geniş kültürle beraber, müthiş zekâsıyla da herkesi şaşırtıyordu. İbn Selam şöyle diyor: "Hocalarım söylüyor; Sahâbe'den sonra Araplar Halil b. Ahmed'den daha zeki ve geniş kültürlü birine sahip olmadı. İranlılar da İbnü'l-Mukaffa'dan daha zeki ve geniş kültürlü birine sahip olmadı."48

E-İBNÜ'L-MUKAFFA'NIN ESERLERİ

İbnü'l-Mukaffa, bıraktığı eserlerle çağını ve Arap nesrini etkilemiş biridir. Çok genç yaşta (36 yaşında) öldürülmesine rağmen fikirleri, muhakeme kudreti ve dil ustalığıyla Arap Edebiyatında çığır açmıştır.

ÖNCE ÇEVİRİLERİNDEN BAŞLAYALIM:

l) Kelile ve Dimne: Bundan bahsedildiği için geçiyoruz.

2) Siyeru'l-mülûk: Bu kitap "Siyeru'1-Mulûki'l-Acem" diye de bilinir. Sâsâni Devleti'nin resmî Salnamelerinden, 3. Yezdegerd zamanında bir ya da daha fazla müellif tarafında yazılmış olan "Hodaynâmag" adlı tarihin tam çevirisidir. Eski İran târihi için îtimat edilen kaynaklardandır.49

3) Kitâbu'r-Rusûm: bu eser Kitabu'1-Ayin olarak da bilinir. Sâsâniler döneminin devlet ve toplum düzeninden, saray protokollerinden bahseden "Âyinnâmag" adlı Pehlevice eserin çevirisidir. Bu gün nüshası mevcut değil.50 Ancak Seâlibî vb. yazarlar bu kitaptan istifâde ettiklerini belirtiyorlar.51

4) Risâle-i Tenser: Harbedân-ı Harbed olan Tenser'in Taberistan hükümdarına yazdığı siyâsî ve ahlâkî meselelere dair bir mektubun tercümesidir. Ne aslı ne de İbnü'l-Mukaffa tarafından yapılan çevirisi mevcut değildir. İbn İsfendiyar'ın Târih-i Taberistan adlı eserinde İbnü'l-Mukaffa'nın Arapça'ya yaptığı çevirinin Farsça'ya çevirisi bulunmaktadır.52

5) Kitâbu't-Tac Fî Sîreti Anuşirevan: İbn Kuteybe'nin Uyûnu'l-Ahbar adlı eserinde bu kitaptan alıntılar yapılmıştır.53 Seâlibî, çevirisini yaptığımız Âdâbü'l-Mülûk adlı eserinde İbnü'l-Mukaffa'ya ait Ahbâru Anuşirevan adlı bir kitaptan bahseder. Aynı kitap olsa gerek.54

6) Kitâbu's-Sagısâsân: "Sistan başbuğları kitabı" anlamına geliyor. Mesûdî'nin bildirdiğine göre bu kitap Türkler ile İranlılar arasında geçen harplerden, Rüstem'den, Siyavuhs'tan, İsfendiyar'dan, Frasiyab'ın savaşlarından bahsetmektedir.55

7) Kitâbü'l-Beykâr: Mesûdî tarafından anılan bu eserde İsfendiyar'ın Doğu Kafkasya'daki savaşlarından bahsedil mektedir. Murûcu'z-Zeheb'in bazı nüshalarında söz konusu eser Kitâbu's-Sakas olarak geçiyor. Bu durumda Sakalarla ilgili kitap anlamına gelebilir.56

8) Kitâbu Mazdek: Sâsâniler devrinin ünlü düşünürü Mazdek'in hayatını ve 1. Kubad ile olan münasebetlerini anlatıyor. Daha sonraki kaynaklarda bu eserden alıntılar vardır.57

İbn Ebî Usaybıa ve diğer müelliflerin bildirdiğine göre İbnü'l-Mukaffa, Aristo'nun Kategoryas'ını, Paremeneas'ını, ve Analutika'sını Yunanca'dan çevirmiştir. Ayrıca Porfiryus'un İsagoci'sini de Pehlevîce'den Arapça'ya çevirmiştir.58

Telifleri de yine ahlak ve siyasetle ilgilidir. Siyaset İbnü'l-Mukaffa'nın tüm eserlerinin ana konusudur desek hiç abartmamış oluruz. Bunları şöyle sayabiliriz:

9) el-Edebü's-Sagîr: 30 sayfa civarında küçük bir risale dir. Sosyal, siyâsî ve ahlâkî nasîhatları içerir. Kısa tavsiyeler niteliğinde olan bu eser ruh ve beden arasındaki dengeyi ele alır.59 Kitap Ahmed Zeki Paşa tarafından hicrî 1329'da İskenderiye'de neşredilmiştir. Muhammed Kürd Ali'nin Resâilu'l-Bülegâ'sında yer almaktadır.60

10) el-Edebü'l-Kebir: Bu eser "ed-Dürretü'1-Yetîme" olarak da bilinir. Ahmed Zeki Paşa, Muhammed el-Marsafî ve Sekip Arslan tarafından ayrı ayrı neşredilmiştir.

Bu eser yaklaşık yüz sayfadır. İki konuda yoğunlaşmaktadır: Hükümdar ve onunla ilgili olarak siyâset, dostluk ve iyi dostun nitelikleri.61

11) Risâletü's-Sahâbe: Bu eser doğrudan siyasetle ilgilidir. Hükümdarın dostları, yardımcıları, halkına karşı takip edeceği sîret ile ilgilidir. Bu kitabı Halife Mansur'a yazmıştır. Önerileri arasında, "güçlü ve maslahatlı olan kavlin tercih olunarak" fıkhı kargaşaya son verilmesi vardır. Aynı dâvaya bakan iki kadının aynı şehir ve ortamda farklı kararlar vermeleri halk içinde şüphelere ve kargaşaya yol açmaktır. O halde Mansur, fıkhı eğilimleri ve mezhepleri farklı olan tüm kadıları bağlayan ortak bir "genel kanunlar mecmuası" oluşturmalıdır. Böylece devlet daha iyi idare edilecektir.

Abbasî Devleti'nin bu konuda gerçekten muzdarip olduğunu gösteren husus da Halife Mansur'un, İmam Mâlik'ten fıkha dâir bir kitap yazma talebinde bulunmasıdır. Mansur bu kitabı büyük şehirlere gönderecek ve herkesin buna uymasını isteyecekti. Ancak İmam Mâlik bu teklifi kabul etmemiştir. Çünkü çeşitli şehirlere ve ülkelere dağılmış Müslümanlar, kendilerine yakın gelen ve artık iyice alıştıkları bir Sünnet ile amel ediyorlardı.

Dolayısıyla bunları tek bir versiyona indirmek, bununla amel etmeyi mecbur kılmak, başka zorlukları doğuracaktı. İmam Mâlik daha sonra meşhur eseri el-Muvatta'ı derlemiştir ki

Hicaz, Mısır ve Kuzey Afrika'da zamanla kabul gördü bu kitap...

İbnü'l-Mukaffa'nın Risâletü's-Sahâbe'sinde ordunun maaşı, terbiyesi ve şevki konularında da detaylı öğütler bulunmaktadır. Eski Sâsâni geleneğinden etkilendiği belli olmaktadır. Yönetimin kimler tarafından yürütüleceği konusunda son derece serttir. Aristokrat zümreye önem verir. Bu kitap aslında İbnü'l-Mukaffa'nın tüm eserlerinde vurguladığı temel fikirlerini toplayan ana mecmuadır. Onun Abbasî Devleti'ne nasıl baktığını gösterir, kendi toplumsal özlemini ve İranı karakterini yansıtır. Detaylı bilgi için Şevkî Dîfin Asru'l-Ümevî el-Ahîr kitabının İbnü'l-Mukaffa bölümüne bakılabilir.62

Risâletü's-Sahâbe, Muhammed Kürd Ali tarafindan neşredilmiştir.63

Bu eserler dışında Hikemü İbni'l-Mukaffa ve el-Ede bü'1-Vecîz li'1-Veledi's-Sagîr adlı telifleri de siyâset ve ahlakla ilgilidir.

KELİLE VE DİMNE'DE OKUMUŞ-SULTAN İLİŞKİSİ*

Binbir gece masallarını ve Kelile ve Dimne'yi "Siyâsi muhteva" bakımından inceleyen Cebbur ed-Düveyhi'nin de belirttiği gibi Kelile ve Dimne'nin hikayeleri görünürde vahşî hayvanların, kuşların ve haşerelerin ağzıyla anlatılmıştır. "Mesel" tabir edilen nasihat içerikli hikâyelerde hayvanları kullanmak, onların dilinden bir şeyler vermek kadim bir edebi gelenektir. Ancak "Mesel" in olmazsa olmaz şartı değildir bu. Yani hayvanların kullanılması özel sebebe binâendir aslında.

Bir hikâyenin "Mesel"e dönüşebilmesi için dinleyenlerin kahramanlarla özdeşlik kurması, içeriğinin doğru yorumlanması ve "mucibince amel edilmesi" gerekmektedir. Bu itibarla Kelile ve Dimne kitabı niçin hayvanlar alemine müracaat edildiğini mukaddimede özlü bir şekilde izah eder:

"... Sözün dış yüzü halka ve ileri gelenlere eğlence olsun; iç yüzü ise seçkinlerin zekâsına hitabetsin, onlara bir tür deneyim kazandırsın diye kitabı yırtıcı hayvanların, kuşların dilinden verdi!" Ardından şu satırlar geliyor:

Bu makale, Cebbur ed-Düveyhî'nin el-ictihad dergisinde neşredilen araştırmasının özetidir. Son iki paragrafı biz ekledik. Bkz. el-ictihad, 1989 (yaz) 4. sayı, s. 53

"Diyalog iki hayvanın ağzından olmalıydı. Hayvanların konuşması eğlence ve mizah gibi görülecek oysa söylenenlerin muhtevası tam anlamıyla 'hikmet' olacaktı. Hakimlikten nasibi olanlar hikmetlere kulak verecek, hayvanların ve mizahın sadece araç olduğunu anlayacaklardı. Câhiller ve sıradan insanlar ise iki hayvanın karşılıklı kelam eylemesine şaşırıp dikkat kesilecek, dinlediklerini eğlence sayarak 'asıl mazmunu' anlamaya gayret etmeyecek, eserin hedefini bilemeyeceklerdi."

Demek ki Kelile ve Dinine, yazarının da açıkça belirttiği gibi "seçkinlerin asıl faydayı devşireceği" özel bir kitaptır. Yani sıradan insanlar da bir şeyler alır bu kitaptan lâkin işin künhüne vâkıf olamazlar...

İndilerde mevcut çeşitli "Mesel"leri tetkik eden J. Starovinsky de benzer bir olguyla karşılaşıyor:

"Öğreti burada sınırlı bir çerçeve içindedir ve kendim dışa karşı koruyucu bir karaktere sahiptir. Anlayacak kulağı olmayanlara kapalıdır, bu tiplere karşı özellikle kapatır kurtuluş kapılarını! O halde 'mesel' tarzı hikâyelere başvurulması, hakikatin sadece hikâyevâri bir üslupla anlatılıp 'didaktik gaye' güdülmesi demek değildir. Bilakis bir kasıt vardır burada: özel bir seçkinler grubu muhatap alınarak mesaj onlara yöneltilmektedir, kâfi derecede zekâya sahip olmayanların devre dışı bırakılması hedeflenmektedir."

Aynı şekilde Kelile ve Dimne müellifi de mânâsı kendi ile hükümdar arasında anlaşılan, Beydebâ ile Debşelim, aydın ile sultana münhasır özel bir diyalog türünü vermek istemiştir.

Burada bir çelişki varmış gibi gözükebilir. Hikâyeleri anlatan yazar hükümdarın yanlış anlamasından endişe etmekte, bu yüzden serd edilecek meselin özeti mahiyetinde bazı hususları açıkça belirtmektedir her hikâyenin başında. Açık bir tefsir ve yönlendirme tarzında cümleler ihtiva etmeyen kıssalar, birbiriyle çelişkili neticeler (= hisseler) çıkarılmasına müsaittir. Ancak hikâyenin maksadının ne olduğunu en başta izah eden kısa açıklama sıradan insanlara da perdeyi açmakta ve "düzgün okumayı" kolaylaştırmaktadır.

Zaten Kelile ve Dimne'nin babları daha ilk satırda maksadın ne olduğunu belirtmektedir. Kitabın metodu böyledir. Meselâ Maymun ile Kaplumbağa Babı şöyle başlar:

"Hükümdar Debşelim, filozof Beydebâya dedi ki:

— Bir ihtiyaç, bir amaç peşinde koşan ama tam eriştiğinde yine kaybeden adamın hikayesini anlat!" Böylece yanlış anlamaların önüne geçilmiş oluyor. İbnü'l-Mukaffa dinleyenleri de üç kısma ayırmıştır, hikayenin üç ayrı didaktik düzeyi olmasına binâen...

a) Bazıları olayların akışına kendini kaptırır ve işin hikâye tarafıyla tatmin olur. "Bu tipler maksadın ne olduğunu anlamazlar, devşirilecek meyveyi devşiremezler ve kitabın eriştirmek istediği hiçbir hedefe erişemezler."

b) Bunlardan sonraki zümre ise "kitabı anlamış ve epey yüksek bir seviyede kavramışlardır." Bu tiplerin eksiği, harekete geçmeyişleridir. Onlar "geceleyin evinde hırsızı görüp pusuya yatan ama pusuda uykuya dalarak hırsızın hırsızlığına engel olamayanlardır!"

c) En yüksek zümre ise örnek gösterilen zümredir ki hikâyeyi okur, derinlemesine anlar ve gerektiği gibi amel eder.

Kısaca: "Bilgi ancak amelle asıl yerini bulur, kemâle erer. Bilgi ağaçtır, amel ise meyvesidir bu ağacın!" Görüldüğü gibi dinleyici taifesi üç ayrı seviyedendir:

1) Hikâye dinleme seviyesinde kalanlar, 2) Verilen mesajı doğru yorumlamakla beraber gereğince amel edemeyenler, 3) Doğru okuyan, doğru anlayan ve gereğince amel ederek işi tatbik sahasına dökenler.

Filozof Beydebâ önce açık nutuk yoluna başvuruyor, hükümdarın huzuruna çıkıyor ve vaaz veriyor. Lâkin bu tarz bir yaklaşım sadece hapsi boylamasına sebep oluyor! O halde "Meseller" yoluyla maksadı vermek en başarılı yöntem olacaktır....

Kelile ve Dimne kitabı on beş baba ayrılıyor. Uzunluk bakımından farklılık arzeden bu babların her biri müstakil bir didaktik amaca odaklanmıştır. Her babda yeni kahramanlar vardır, hayvanlardan... Kitaba ismini veren iki hayvan Kelile ve Dimne ise sadece ilk iki babın kahramanıdırlar. Bu ilk iki bab, birbirlerini tamamlarlar ve aydın sultan ilişkisinin nasıl olması gerektiğini ayrıntılarıyla gösterirler.

Birinci bab olan "Arslan ve Öküz" de ana mevzu iki merhalede ele alınır:

1- Dimne öküzün arslana boyun eğmesini sağlayarak arslanın dostluğunu kazanır.

2- Sonra öküzün öldürülmesi gerektiği hususunda arslanı ikna eder. Çünkü öküz, Dimne'nin nice zamandır tamah ettiği bir makama gelmiştir ve bir nevi rakibi olmuştur. Ama Dimne'nin sahtekârlığı ortaya çıkar. Dimne idam edilir.

Hikâye "birbirini seven ve savunan siyâsîlerin araya çeşitli desise ve entrikaların girmesiyle nasıl birbirlerinden soğuduklarını" anlatır. Böylece mesel, cihanşümul bir insanî olguyu irdeler: Birbirini seven dostlar ve arabozucular.

Demek ki okuyucular bu hakikati gözden kaçırmamalı, arabozuculara karşı tedbir almalıdırlar! Aslında Arslan ve Öküz hikayesi, bir aydının çeşitli meseller ve misallerle idareciyi etkileme arzusunun dışa vurumundan ibarettir. Abdullah İbnü'l-Mukaffa bir "aydın" olarak "ilgililere" yani genel kitle yahut Halife Mansur veya Ahvaz hâkimi îsâ b. Ali'ye hikayeler anlatmaktadır. Filozof Beydebâ aydını temsil eder, Debşelim ise güç sahibini. Birinci (=aydın) ikinciye (=hükümdara) Dimne ile Arslan arasında cereyan eden diyalogu aktarmaktadır. Evet, Dimne burada saraya yakın olmak isteyen aydın seçkindir; arslan ise erki elinde tutan hükümdardır. Burada, zaman zaman figüranlar çoğalsa da dört temel kahraman vardır:

1) Tüm kitabı aktaran dış râvi (=ibnü'l-Mukaffa yahut iranlı yazar)

2) Tüm kitabın yöneldiği dış muhatap (=Kitabı okuyan: Halife mansûr)

3) Kitabın çeşitli hikâyelerini anlatan iç râvi (=Beydebâ ve tecrübeli hayvanlar)

4) Kitabın hikâyelerine muhatap olan iç kahraman (=Debşelim veya arslan)

Burada dışarıdan içeriye doğru şöyle bir temsil sözkonusudur:

Halife Mansûr veya amcalarından biri Debşelim

Arslan

İbnü'l-Mukaffa

Beydebâ

Dimne

Dimne "ancak diliyle mücâdele edebilir" oluşunun yanında kendini "akıllı ve belirli bir görüş sahibi" biri olarak tanıtıyor ve ekliyor: "... Bir söz ustası edebiyatçı ki bir doğruyu yanlış, bir yanlışı doğru gibi göstermek istese elbet becerir! Tıpkı duvara çeşitli suretler çizen mahir bir ressam gibi ki bu suretlerin bir kısmı dışarlak (=dışarda gibi) görünür ama dışarıya çıkıntılı değildir, bir kısmı da içerlek gözükür ama içerde değildir!" İşte size aydının yahut karşı aydının misali! İbnü'l Mukaffa -ondan evvel de Beydebâ- hükümdarı yazarlardan ve diğer filozoflardan sakındırıyor!

Dış râvi dış muhataptan "bazılarına karşı kulağım tıkamasını ve ambargo koymasını" talep ediyor. Tam bu noktada meseller ve hikâyelerden ibâretmiş gibi gözüken oyun, hiç şakası olmayan bir tahrik silahı haline geliyor. Serdedilen tüm meseller, iki merhale boyunca Dimne'nin silahı olma fonksiyonunu üstleniyor ama neticede onun aleyhine dönüyorlar. Dimne, muhatabı olan arslâna öküz hususunda evvelâ olumlu sonra olumsuz kararlar aldırabiliyor. Bunu meseller yoluyla yapıyor. Nihâyet suçlu olduğu anlaşılıp da henüz kesinleşmeden mahkemeye çıkarıldığında dahi kendi korunumu destekleyici meseller bulmakta zorluk çekmiyor. Hâkim bu sıkı savunma karşısında bir şey diyemiyor, onun suçlu olduğunu söyleyemiyor. Kısaca Dimne son noktaya kadar söz ve mesel serdetme ustalığını muhafaza ediyor...

Ancak onun kaderinde ölüm vardır! Nihayet tanıklar ortaya çıkar, Dimne'nin cürüm işlediği kesinlik kazanır ve işi bitirilir.

Peki râvi niçin Dimne'yi öldürüyor? Zira Dimne'nin temel problemi bilgisizlik değildir: gayet mahir konuşuyor, meseleleri iyi anlıyor lâkin bilgisiyle amel etmiyor! Ardı ardına misaller verirken dâima kendisini muaf tutuyor; sanki o "kurallara uyması gereken kişilerden biri değilmiş gibi" davranıyor. Ölümü hak oluyor böylece.

Kelile'nin durumu nedir? Kelile temkinlidir, ihtirassızdır, akıllıdır ve olgundur. Daha ilk anda Dimne ona gelerek "Krala yakınlaşmak istediğini" belirtince hemen itiraz eder Kelile: "Marangozu taklit sevdasıyla başını belaya sokan ve kuyruğunu sıkıştıran maymunu düşün!" der. Sonra Dimne yine eski dostuna gelir, arslanla öküzü birbirine düşürmek niyetinde olduğunu söyler. Kelile derhal uyarır:

"Sakın ha, böyle bir işe girişmeyesin! Abid ile hırsızın hikâyesini duymuşsundur!" der. Sanki duvara konuşmuştur, Dimne siyasi ihtirasları sebebiyle gözlerini perdelenmiş bir zavallıdır aslında. Ve kaçınılmaz bir şekilde kendi kuyusunu kendi kazar, o çok sevdiği "meseller"deki söz dinlemez kahramanlar gibi!

Dimne'nin kaderi hikâyenin birinci cümlesinde yazılıdır: "Yalancı ve sözgezdiricilerin birbirinden ayırdığı sıkı dostlara dair..." Burada birbirini çok seven sıkı dostlar arslan ile öküzdür. Yalancı, arabozucu ise Dimne'dir. Hikâye bittiğinde temel amaç şöyle bir cümleyle belirtilir: "İşte bu meseli düşünecek adam iyi bilsin ki yalan dolan ile başkasına zarar vererek öz menfaatini ön plana çıkaran kişi daima kendi tuzağına düşer!"

Dimne "Her makamın bir makâli vardır" ilkesini ustaca uygulayarak her duruma müsait bir laf bulduysa da neticede "hilekâr davrandığı, ikiyüzlülük ettiği için" cezasını çeker. Aslında Dimne'yi öldüren de "dostunun intikamı peşindeki arslan" değildir, didaktik bir hedefle yazılan hikayenin kendisidir ölüm fermanı...

Kelile ve Dimne kitabı siyâsî edebiyatta meselin ne kadar sık işlendiğini gösterdiği gibi okumuşlar tayfasına mensup birinin hükümdar (= iktidar) karşısında nerede kudretli, nerede âciz olduğunu da anlatır.

Lâkin bu vadide hakikat şudur ki sâdece edebiyat ve yazı ne umum halkın ne de otorite sahiplerinin hayat tarzlarını değiştirebilir... Edebiyat ve nıakâlât döktürme işi, okumuşun tüm umutlarını bağladığı bir sihirli değnek mesabesinde ise de amel (= tatbik fikri ve hareket) olmadıkça tamamen boş bir kuruntu ve tatmin aracı haline gelmektedir.

Doğrudur: Şehrazad masallarda paçayı kurtarmış, Filozof Beydebâ dâhiyane meselleriyle Debşelim'i irşad etmiştir. Ama ne geniş çaplı ıslahat hareketleri ne de ihtilaller sadece edebiyatla gerçekleşmiştir.


Eserin yazarı: Beydebâ -İbnü'l-Mukaffa Eser: KELİLE VE DİMNE

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

KELİLE VE DİMNE

MollaCami.Com