Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

İMAM AHMED'E DAYAK ATILDI

"Kur'an mahlûktur" demeye yanaşmıyanların bayraktarı Ahmet Bini Hanbel'di. Muhalefet liderliği onun üstünde toplanmıştı. 219 senesi Ramazanında İshak bini İbrahim onu evinde hapsetti. Sonra onu (H. 220 senesinde) umumî hapishaneye naklettiler. Halife Mu'tasım'ın emriyle İmamı Müslimin Ahmed'e dayak attılar. Vücudundan kanlar akıncaya kadar dövdüler. Ahmet, fikrinde sebat ediyor, hükümet ise zorla dayak altında "Kur'an mahlûktur!" dedirtmeye çalışıyordu. Hükümetin iltizam ettiği mu'tezile gibi "Kur'an mahlûktur" demedikçe hapisten çıkıp ak dünya yüzü göremiyecekti. 30 ay hapiste kaldı. Ona acıyanlar takıyyeten olsun korunmak için bu sözü demesini, kendini kurtarmak için bari istediklerini yapmasını söylüyorlardı. Onlara cevabı şu olmuştu: "Âlim takiyyeten cevap verirse, cahil zaten bilmiyor, ya hak ve hakikat ne zaman meydana çıkar?"

Mu'tasım, Ahmed'i yine bir deneyecekti. İçeri getirildi. Mu'tasım oturmuştu. İbni Ebu Du'ad ve arkadaşları huzurda idiler. İçerisi tıklım tıklım kadılar, fukaha devlet etbaı dolu idi. Münazara başladı.

Mu'tasım sordu:
— Ne dersin, söyle bakalım!
— Ben Allah'tan başka Tanrı olmadığına şehadet ederim. Ata İbni Abbas rivayet etmiştir ki, Abdikays'tan bir heyet Resulullaha geldikleri zaman onlara Allaha îmanı emretti:''Allaha îman nedir bilir misiniz?'' dedi.

Onlar da: "Allah ve Resulü bilir" dediler.
O da: "İman, Allahtan başka Tanrı olmadığına, Muhammed'in Allahın Peygamberi olduğuna şehadet etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, Ramazan orucunu tutmaktır." dedi. "Ganimetin beşte birini verirsiniz... Yâ Emir'ül-Mü'minin, Kitabullahtan ve Resulünün sünnetinden birşey ortaya atın ki, söyliyeyim."
Oradakilerden biri ortaya atıldı:
— Allahü Teala buyurmuştur ki: uMa Ye'tihim min zikrin min Rabbihim muhdesin" (Muhdes olan mahlûk değil midir?)

Ahmet:
— Allahü Teala buyurur ki: "Vel-Kur'ani Ziz-zikri" buradaki Ez-zikir Kur'andır. Fakat yukarıki âyettekinde harfi tarif yok.

Diğeri:
— Allah her şeyin hâliki değil midir? Ahmet:
— Allah تدمر شيء بأمر ربها Tüdemmiru külle şey'in biemri Rabbiha" demiştir. Ancak Allahın murad ettiği tedmir olunmuyor mu?

Üçüncü biri:
— İmran Bini Hüseyn'in şu hadisine ne dersin: Allah zikri "Kur'an'ı halk etti.

Ahmet:
—Bu yanlıştır. Rivayet "Allah zikri (Kur'an'ı) yazdı" tarzındadır."

Dördüncü biri:
— İbni Mes'ud hadisinde şöyle bir şey var: "Allahü Teala Cennet, Cehennem, gök, yerden hiçbir şeyi Âyetel-Kürsü'den daha büyük yaratmamıştır. Ahmet:
— Halk, yâni yaratmak, Cennet, Cehennem, gök ve yere vâki olmuştur. Kur'an'a vâki olmamıştır.
Beşinci biri:
— Allahın kelâmı mahlûk değildir, sözü teşbihe götürür, müşebbiheden yapar.

Ahmet:
— Allah birdir, sameddir, benzeri ve dengi yoktur. O nefsini tavsif buyurduğu gibidir.

Mu'tasım:
— Sen nelerden bahsediyorsun?

Ahmet:
— Yâ Emir'ül-Mü'minin, Allahın kitabından ve Peygamberinin sünnetinden bir şey sorun bana!
Oradakilerden bazıları aklî deliller ortaya attılar.

Ahmet:
— Anlamıyorum, ne oluyor, nedir bu? Ne Allahın Kitabında, ne Peygamberin hadisinde böyle şey yok...
İşte böyle münazaralar uzayıp gitti. Bir netice alamadılar. Yine hapse attılar. Günlerce bu münazaralar sürdü.
Artık dediklerine çeviremiyeceklerini, kendilerine katamıyacaklarını anlayınca Mu'tasım dayak atılmasını emretti. Kırbaçlar iniyordu! Mesudi'nin dediğine göre 38 kırbaç vuruldu. Vücudu al kanlar içinde kaldı. Yaralarından kanlar akıyordu. Bu haliyle yine zindana atıldı. Yaralarına bakmak için doktor gönderildi. (98)

Bu münazaralar hakkında tafsilat almak isteyenler İbni Sübki'nin "Tabakatı Şafiiyye" sine baksınlar. Müsteşrik Walter Patton da Ahmet Bini Hanbel sınamasına ait bütün nasları toplamıştır.

Sonra Mu'tasım, Ahmed'i serbest bıraktı. 227 senesinde Mu'tasım ölünceye kadar İmam Ahmed'e yedi yıl kimse dokunmadı.
Mu'tasım'dan sonra Vâsik Halife oldu. O da Ahmet Bini Hanbel'e dokunmadı ise de, Halk-ı Kur'an meselesini hep eski çığırında devam ettirdi. Ahmet Bini Nasr'i yakalayıp Kur'an mahlûktur demediği için kellesini çok kötü şekilde kendi eliyle vurmuştur. İşin garibi bu Ahmed'in kellesi Bağdat'ta meydanlara asılarak teşhir olunmuş ve kulağına şu levha asılmıştır."

"Bu Ahmet Bini Nasr'ın kellesidir. Emirül-Mü'minin Vâsik onu Kur'an mahlûktur demeğe davet ettiği halde inat gösterip bunu demedi. O da onu Cehenneme gönderdi!"
232 senesinde Vâsik de öldü. Yerine Mütevekkil geçti. Halk-ı Kur'an meselesi biraz yavaşladı. 234 senesinde ise Halifenin bir emriyle bu defa "Kur'an mahlûktur" demek menolundu. Etrafa böyle emirler gönderildi. Müslümanlar geniş bir nefes aldı. İş tersine döndü. Siyaset, dinle işte böyle oynadı. Muhammed Abduhu'nun siyasetten Allaha sığınmasına insan hak veriyor!
Mevzuatül-Ulûm diyor ki: "Mihnette dört kişi çok sebat gösterdi ve felâkete katlandı. Ve bu sebat edenlerin cümlesi Meriv ehlindendir: 1- Ahmet Bini Hanbel'i Mu'tasım dövdü;
2- Ahmet Bini Nasr'ı Vâsik şehit etti;
3- Muhammed Bini Nuh Me'mun zamanında dövüldü ve yolda şehit düştü;
4-Naim İbni Hamad, Vâsik zamanında hapiste öldü.
Hilâfet merkezi olan şanlı Bağdat'ta işin cereyan suretini arz ettik. Abbasilerin idaresi altında bulunan diğer İslam merkezlerinde de, Mısır, Şam ve İran'da da iş aynı şekilde idi. Emirler oralara da aynı veriliyordu.
Mısır'da da bu takip ve imtihan işi çok ateşli olmuştur. Bazıları evlerine kapanıp bir yere çıkmamış; bazıları da, meşhur sofi Zennuni Mısrî gibi, kaçmışlardı. Vâsik, her nedense Mısır'a karşı daha şiddetli davranmıştır. Onun zamanında Mısır'da fakih, muhaddis, muallim, müezzin imtihana çekilmedik kimse kalmamıştı. Çoğu da kaçmıştır. Hapishaneler dolmuştur. Mescidlere (Lâ ilâhe illal-lâhü Rabbül-Kur'anil-mahlûk" "Mahlûk olan Kur'an'ın Rabbi Allah'tan başka Tanrı yoktur" yazılmasını Muhammed Bini Ebil-leys emretmiştir. Fustat (Eski Kahire)'deki mescidlere hep bu ibare yazılmıştır.

Mısır'da en kötü şekilde tenkil edilenlerden birisi Yusuf Buveyti'dir. Şafii ulemasındandır. Sınamada "Kur'an mahlûktur" demeye yanaşmadı. Demiştir ki: "Eğer Vâsik'in yanına götürülsem de böyle derim. Bu demirlerin içinde can veririm. Sonra gelenler görsünler ki bu uğurda zincirler içinde can verenler olmuştur!" Mısır'dan Bağdad'a götürüldü ve orada 231 yılında hapiste öldü.
Halk-ı Kur'an, günün meselesi olmuştu. Her yerde o konuşuluyordu. Hükümet işe karıştıkça iş büyüyordu. Hükümet şiddetini arttırdıkça halk öbür tarafa geçiyordu. Umumî efkâr Ahmet Bini Hanbel'i günden güne seviyordu.
Her yerde, her zaman bu mesele konuşuluyordu. İşe kin ve ihtiras, garaz ve ivaz da karışıyordu. Birinin diğerine öfkesi mi var, itham lekesi hazırdı: Kur'an mahlûk değildir, diyor diye damgayı yapıştırıyorlardı. Buhari de böyle bir tuzağa düşürülmek istendi. Nisabur'a geldiği zaman halk etrafına toplandı. Bir adam kalkarak sordu:
— Yâ Ebu Abdullah, Kur'an mahlûk'mudur, değil midir? Bu hususta ne dersin? dedi. Buhari bu müşkül durumdan çıkmak için yüzünü çevirdi, cevap vermedi. Soran adam sorusunu tekrarladı. Yine cevap vermedi. Üçüncü defa yine sorunca Buhari ona dönerek, şu çetin ve doğru sözleri söyledi:
— Kur'an Allah sözüdür. Mahlûk değildir, kulların fiilleri mahlûktur. İmtihan da bid'attir!
Hükümet bu meselede halkı zorlamakla bir netice alabildi mi? Hayır. Bu hâdise tekrar göstermiştir ki zorla, cebirle, şiddetle, tehdit ve terörle kalpler ve dimağlar fetholunamaz, vicdanlara tahakküm edilemez. Zulüm ve istibdadın sonu her zaman hüsrandır!
Demiri, Hayatül Hayevanda anlatır:

Vâsik'in huzuruna demir kelepçelerle elleri bağlı bir âlimi getirdiler. Kabahati "Kur'an mah-lûktur!" demekte devletin mezhebine muhalif olması. Tahkikat başladı. İbni Ebi Du'ad sordu:
— Kur'an hakkında ne dersin? İhtiyar âlim, İbni Ebi Du'ad'a dedi ki:
— İnsaf buyurun, önce ben bir şey soracağım! — Sor bakalım, dediler.
Dedi ki:
— Bu sorduğun meseleye Hazreti Peygamber davet etti mi? Bunu Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu?
İbni Ebi Du'ad, zor duruma düştü. Bilmiyorlardı dese olmaz. Onun için:
— Biliyorlardı, dedi.
Âlim:
— Halkı sizin gibi buna davet ettiler mi, yoksa bu hususta sükût mu ettiler?
— Sükût ettiler.
— Onların sükût ettiklerine sen sükût edemedin mi? Onlara uygun olan sana olmadı mı?
Çok yerinde olan bu haklı söze İbni Ebi Du'ad cevap bulamadı ve sustu. İhtiyar âlimin bu sözü Vâsik'in de pek hoşuna gitti. "Hellâ vesiake ma vesiahüm" diye bu sözü tekrarladı durdu ve ihtiyarın serbest bırakılmasını emretti.


İşte Mu'tezilenin kopardığı bu fırtına da böyle geçti. Bu devir de böyle kapandı. Kur'an yine meydanda muzaffer ve galip kaldı.
Bu sınama ve denemede en büyük felâketlere katlanan Ahmet Bini Hanbel öldüğü zaman cenazesinde 1.300.000 kişi vardı. Çarşı, pazarda alışveriş durmuştu. Bunun ifade ettiği mana çok büyüktür. Onun için Ahmed'e kılıç oyunu oynayamıyorlardı.

Mütevekkil 234 senesinde Halk-ı Kur'an meselesini kurcalamayı yasak etti. Böylelikle kılıç ve kırbaçtan sonra yine Ahmet Bini Hanbel'in dediğine geldiler. Hanbelî mezhebinden bazısı da bu hususta ileri gittiler. Mu'tezilenin yaptığının aksülâmeli olacak ki bu defa iş tersine döndü.
218 senesinde başlayan bu şiddetli fırtına 234 yılında Mütevekkil tarafından durduruldu.
Biz yine üstad Ebu Zehra'yı dinleyelim:


______________


98) Mevzuâtül-Ulûm, bu hususta şunları kaydediyor: "İmam Ahmed kendi anlatıyor: "219 senesi Ramazanında İshak İbni İbrahim beni evinde hapsetti. Sonra umumi hapishaneye naklettiler. 30 ay kaldım. İshak bana dedi ki: "Ya Ahmet, Emirül-Mü'minin seni kılıçla öldürmez. Lakin azmetmiştir ki; sen onun sözüne gelmezsen sana dayak attıra attıra seni helak eder. Seni öyle bir yerde öldürür ki orada ne ay, ne güneşten eser göremezsin." Ben sükût ettim. Beni bir ay kapadılar. Ayağımdaki bağların ağırlığından yüzü koyun düşer gibi olurdum. Beni bir karanlık odaya kapadılar. Üstümden kilitler vurdular. Kandil yoktu. Sabah olunca beni yine alıp halk ile dolu bir odaya soktular. Oradan başka yere geçirdiler. Orada ellerinde kılıçlar ve kırbaçlar tutan nice taifeler vardı. Başkaları da geldi. Herbiri benimle konuşup münazara yaparlar, ben de cevap verirdim. Öyle bir sıra geldi ki, benim sesim onların sesinden yüksek oldu. Mu'tasım emretti. Beni yüzüm üstü sürüyerek yerimden çıkardılar. Elbisemi soydular, Mu'tasım imamın sebatını ve din emrinde salabetini görünce biraz yumuşadı. Fakat İbni Ebu Du'ad teşvik ederdi. Eğer sen bunu bırakırsan bütün halk senin için: Me'mun'un mezhebini bıraktı, onun kavlini kabul etti," derler diyordu.
Böylece kırbaççı iki kırbaç vurup giderdi. Diğer biri gelip o da vururdu. Onlar vurdukça İmam Ahmed: "Kuvvetli vur, ellerin kırılsın" diyerek sebatını ilan ederdi. 19 kamçı vurul-duktan sonra Mu'tasım kalkıp:
— Yâ Ahmed, niçin kendini helak edersin? Vallah ben sana acıyorum, hemen kail ol! dedi.
Etraftan çeşitli sesler yükseldi. Bazıları:
— Bunca kalabalığa sen mi galip geleceksin? diyor, diğerleri:
— Arkadaşlarından hangisi senin gibi yaptı. "Mahlûktur!"deyip kurtuldular. Bir sen kaldın, diyorlardı. Halifenin mezhebini kabule teşvik ediyorlardı. Kuvvete dalkavukluk yapan çatlak bir ses duyuldu:
— Yâ Emirül-Mü'minin, bunu öldür! Kanı benim boynuma olsun!
İşte bu gürültüler arasında bile İmam Ahmed onları asıl meseleye çağırıyor:
— Bana Allahın Kitabından ve Resulünün Sünnetinden bir şey verin, delil getirin, beni onlarla ilzam edin, diyordu.
Mu'tasım tekrar tekrar yanına gelip yalvarıyor, İmam Ahmed, bana Allahın Kitabından ve Peygamberinin Sünnetinden delil getirin, deyince, dönüp kırbaççıya:
— Vur! diyordu.
Ahmed'in oğlu Salih der ki: "Babam, derdi; o esnada aklım başımdan gidip bayıldım. Neden sonra ayıldım. Baktım ki bağlarımı çözmüşler, kelepçeleri almışlar. Bana biraz kavut getirip; bunu iç ve kus dediler. Ben ise oruçlu olduğumdan iftar etmem, dedim. Sonra beni İshak Bini İbrahim'in evine götürdüler. Öğle namazı olmuştu. Namazı kıldım. İbni Semmaa dedi ki: Sen namazı kılardın amma elbisenden al kanlar akardı. (Yani abdestin bozulmuştu.) Ben de dedim ki: Hazreti Ömer edâi salât eyledi, yarasından kan akarken... Sonra saldılar."
(Mevzuatül-Ulûm'dan kısaca)




Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com