Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

BU TEHDİT KARŞISINDA İKİ KİŞİ KANAATINDAN DÖNMEDİ: İBN-İ HANBEL VE İBN-İ NUH

Me'mun baştan inanca baskı yapmazken yavaş
yavaş işi azıttı. Birinci emrinde Kur'an mahlûktur demeyenleri vazifeden atmakla işe başladı, ikinci emrinde ise, işi idam sehpasına kadar götürdü!

Bu sert emri alınca, Bağdad'daki Naibi İshak b. İbrahim, hemen paçaları sıvadı, Halifenin emrini yerine getirmeğe koyuldu. Hadis âlimlerini, fukahayı, müftüleri (içlerinden Ahmed b. Hanbel de dahil) topladı, kendilerinden isteneni yapmazlar, Kur'an mahlûktur sözünü söylemezler ve Me'mun'un istediği hükmü kabul etmezlerse sert ceza göreceklerini söyledi, onları ölümle tehtid etti ve bu işden dönüş olmadığını bildirdi. Bunun üzerine dördü dışında, hepsi de isteneni kabul edip Kur'an mahlûktur sözünü söylediler ve bu görüşünü kabullenmiş oldular.
Ancak dört kişi bu baskıya boyun eğmedi. Allah onların kalbine kuvvet
verdi. Allah'ın hükmüne razı oldular, baki ahireti, fani dünyaya tercih ettiler, inançlarında direndiler, cesaretle sebat gösterdiler, onlar da Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Nuh, Kavâriri ve Sicade olup dördü de bağlandı, kelepçe vuruldu. Geceyi böyle zincirler içinde geçirdiler. Ertesi gün olunca: Sicade söyleneni kabul etti, eli ayağı çözülerek serbest bırakıldı. Diğer üçü aynı halde durdu.
Daha sonraki gün yine sorguya çekildiler, sorular tekrar soruldu ve cevap istendi. Bu hal canına tak diyen Kavâriri, olumlu cevap verdi. Onun da bağları çözülerek serbest bırakıldı. Onca ulemadan kala kala ikisi kelepçeli kaldı. Ahmed b. Hanbel ile Muhammed b. Nuh... bu ikisi, o zaman Tarsus'ta bulunan Me'mun tarafından sorguya çekilmek için kelepçeli oldukları halde Bağdad'dan yola çıkarılıp Tarsus'a gönderildi. Muhammed b.Nuh yolda ecel şerbetini içip hakkın rah-metine kavuştu. Bu garip yolculukta Ahmed yalnız kaldı.

Ahmed b. Hanbel, yolda kanaat arkadaşı Muhammed b. Nuh da ölünce bu davanın tek adamı kaldı ve Tarsus'a doğru yolculuk devam etti. Yolda Me'mun'un ölüm haberi duyuldu. Acaba Azrail imdada mı yetişmişti? Evet, Me'mun göçtü, fakat arkada vasiyet bırakmıştı. Yerine geçen kardeşi Mutasım'a vasiyeti vardı. Kur'an mahlûktur dâvasından vazgeçmemesini vasiyet etmiş, bu dünyadan öyle göçmüştü, Allah af etsin, ölüm ile dâvasının öleceğinden korktuğundan, kuvvet kullanarak bu dâvayı yürütmesini vasiyet etmişti, bu dâvayı o, o kadar benimsemişti ki, bunu boynuna borç bilmişti.

Vasiyetin baş tarafında şöyle diyordu: "İşbu vasiyet Emir'ul-Mü'minin Abdullah b. Harun Reşid'in hazır bulunanlar huzurunda yaptığı vasiyettir onların hepsini şahid göstererek der ki, Allah Teala birdir, mülkünde, O'nun ortağı yoktur. O'ndan başka emrini yürüten yoktur. Hâlık ancak O'dur. O'ndan gayrisi hepsi mahlûktur. Kur'an-ı Kerim'de: Herşeyin Halikı O, denir. Kur'an kendisi de o herşeye dahildir. Allah Teala'nın misli hiçbir şey yoktur," Vasiyetin orta yerinde şunlar var: "Ey Ebû İshak, bana yaklaş, gördüğünden ibret al. Kur'an mahlûktur mes'elesinde kardeşinin tutumuna uy!"

İşte bu vasiyet yüzünden Me'mun'un ölümünden sonra da Kur'an mahlûktur davası bitmedi, belki daha çok yayıldı ve acıları arttı. Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere Hadis ve fıkıh âlimlerinin, zahidlerin başına bitmez tü-kenmez bir belâ olmakta sürdü gitti.
Halife Mutasım devrinde bu belâ daha arttı. -BU BİTMEZ DAVADA BAZI YAZIŞMALAR Zahmetler, işkenceler çoğaldı. Ondan sonra Vâsık
zamanında hal böyle devam etti. Biz bunları anlatmaya geçmeden önce, Halife Me'mun ile, Bağdad'daki Naibi İshak arasındaki geçen yazışmayı nakledelim. Çünki onlarda Me'mun'un insanlara zorla kabul
ettirmeye kalkıştığı bu dâvanın delilleri var. Ahmed'in cevabı, Me'mun'un
tehditleri orada yazılı. Bu yazılar, Taberî Tarihinde kayıtlı olup oradan alınmıştır.

ME'MUN'UN BİRİNCİ EMİRNAMESİ

Bağdad'da Naibi İshak b. İbrahim'e:
"Müslümanların imam ve halifeleri üzerinde Allah'ın haklarından biri de onların, Allah'ın Dininin hükümlerini yerine getirmeye çalışmaları, Peygamberlerin mirasını korumaları, kendilerine verilen ilmi yaymaları, teb'aya hak üzere adaletle muamele etmeleri. Allah'a itaat hususunda gayret göstermeleridir. Emir'ül-Mü'minin'in, Allah Teâlâ'dan dilediği şudur ki, onu doğru yolda muvaffak kılsın, teb'a hakkında merhamet ve şefkat göstererek adaletle hükmetmeyi nasîb eylesin.
Emîr'ül-Mü'minin şunu anlamıştır ki, halkın çoğunluğu, teb'anın ekserisi bilgisizlik içinde olup Allah'ın dinini ve hidayetini lâyıkıyla kavramamış, ilmin nurundan nasibini alamamış. Her tarafta cehalet ve dalâlet yayılmış bir halde olup dininin ve tevhidin, imanın hakikatından gafil kalmış. Allah'ı hakkıyla bilmekte kusurlu, O'nun künhü marifetini idrakte âciz. Hâlık ile mahlûku, akıllarının noksanı sebebiyle tefrik edemiyorlar. Allah Teâlâ ile inzal etmiş Kur'an'ı müsavi tuttular. Onu da kadîm saydılar. Onu Allah yaratmamış, ihdas etmemiş gibi addettiler. Halbuki Allah Teâla kalblere şifa, mü'minlere rahmet ve hidayet kılmış olduğu Kur'an hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Biz onu Arapça bir Kur'an kıldık," Allah kıldığı, yaptığı şeyi halketmiştir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Hamd olsun O Allah'a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlığı ve aydınlığı da yarattı." Yine buyurur: "Böylece sana geçmişlerin kıssalarını, haberlerini anlattık." Allah Teâlâ haber veriyor ki, bunlar sonradan olmuş olayların kıssalarıdır. Yine buyurur: "Elif, Lam, Ra, bu öyle bir kitap ki, ayetleri muhkem kılınmış, sonra da hakim ve herşeyi haber veren tarafından tafsil olunmuştur." Her muhkem ve mufassal olanın bir yapanı vardır. Onu yapan da yaratıcı Allah'tır.
"Sonra onlar batılla mücadele edip kendi sözlerine çağırıyorlar. Kendilerini Sünnete nisbet ederler, halbuki Allah'ın kitabının her bölümü onların sözlerini çürütmekte, onların dâvalarını yalanlamaktadır. Böyle iken kendilerini ehli hak ve din sayıyorlar. Başkalarını batıl ve küfür üzerinde görüyorlar. Cahilleri aldatıyorlar... Allah'ın kitabını yanlış anlatıp iftira ediyorlar. Halbuki Allah onlardan doğru söylemeleri için ahd almıştır. Onların kulakları tıkalı, gözleri kör. Kur'an'ı düşünmüyorlar, sanki kalblerine kilit vurulmuş...
"Emîr'ül-Mü'minin'in anladığı, bunlar ümmetin kötüleri, dalâlet başlarıdır, imandan nasibleri az. Cehalet kapları, yalan başları, şeytan lisanları gibidirler. Bunların sözüne güvenilmez, ameline bakılmaz. Çünki amel yakînden sonra gelir. İslâmın hakikati tevhîd de ihlâs iledir. Bir kişi rüşt ve hidayetini kaybederse, imandan nasibi kalmaz...
"Orada bulunan kadıları topla, onlara Emir'ül-Mü'minin'in mektubunu oku. Onları imtihana tâbi tut, Kur'an mahlûktur, konusunda ne diyorlar, bunu anla, onlara bildir ki, Emîr'ül-Mü'minin bu konuda kimseden meded ummuyor, kimsenin yardımına muhtaç değil. O teb'asından dinine güvenilemeyenlere bakmaz. Eğer onlar bu hususta Emîr'ül-Mü'minin'in görüşüne muvafakat ederler, bunu ikrarda bulunurlarsa, o takdirde hidayete ermişler ve necat bulmuşlar demektir. Orada bulunan şahidlere sor, Kur'an mahlûk mu, değil mi hakkında bilgileri nasıl? Kur'an mahlûktur diye ikrar etmeyenlerin şahidliği kabul olunmayacaktır. O gibi kadılara vazife verilmeyecektir. Alacağın neticeyi Emîr'ül-Mü'minine yaz, bildir. Bu emir onlaradır. Bundan sonra onları murakabe et, ahvallerini araştır. Allah'ın hükümleri dinde basîret ve tevhîd'de ihlas sahibi olanların şahidliğiyle nafiz olsun. Bundan sonra olanları Emîr'ül-Mü'minine yazıp bildiresin."
Yazılış: Rebiulevvel 218 Hicri



ME'MUN'UN İKİNCİ EMİRNAMESİ

İkinci mektupta Me'mun, İshak b. İbrahim'e yedi kişinin adını verdi ki, onlar Muhammed s. Sa'd Vakıdî ve diğerleri. Onları yanına çağırdı ve sınava çekti. Onlara Kur'an mahlûk mu, değil mi diye sordu. Hepsi de mahlûktur diye cevap verdiler. İshak b. İbrahim onlara Me'mun'un emri gereğince bunu Hadis âlimlerinin ve fukahanın huzurunda sordu. Hepsi de Me'mun'un dediği gibi cevap verdiler. Sonra serbest bırakıldılar.
Me'mun'un, Naibi İshak b. İbrahim'e İkinci Emirnamesi Şudur
"Allah Teâlâ'nın yeryüzünde kulları için emin olarak seçtiği halifesi üzerindeki haklarından bir takımı da: Dinin hükümlerini yerine getirmek, halkı korumak, onlara hükmünü ifa etmek, adalet üzere iş görmek, onların hayrına çalışmaktır. Allah'ın kendine ihsan ettiği ilmi onlara da aktarmak, yoldan sapanları hidayete getirmek, onları iman hududu içinde korumak, fevz ve nacat yollarını göstermek, kapalı şeyleri açıklamak, şüpheleri gidermek ve onları aydınlığa kavuşturmaktır. Onların bütün maslahatlarını koruyup dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturmaktır. Allah Teâlâ kullarını gözetmekte olup, yaptıkları her şey sorulacaktır. Emîr'ül-Mü'minin'in tevfîki Allah'ın kudretiyledir. Allah kuluna yeter.
"Emîr'il-Mü'minin basiret ve dikkatiyle şunu beyan eder ki, Müslümanlar için iman ve nur kıldığı, Resulü Kibriyasına vahyettiği Kur'an-ı Kerim hakkında müslümanlar arasında şüpheli şeyler uyanmış, o mahlûk değildir sanılmış... Halbuki Allah Teâlâ, her şeyi halk edendir. Herşey O'nun mahlûkudur. Müslümanların Kur'an mahlûk değildir sanmaları, Hıristiyanların Hz.İsa mahlûk değildir iddiasına benzer bir şeydir. Onlar İsa, Allah'ın kelimesidir, mahlûk olamaz dediler. Müslümanların tutumu da bunu andırır. Halbuki Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Biz onu Arapça Kur'an kıldık." Buradaki kıldık -yarattık demektir. Nasıl ki başka âyetlerde ceale yarattı manasınadır. "Ona eş yarattı.'' "Geceyi elbise, gündüzü geçim için yarattı." "Sudan herşeyi diri kıldı." Allah Teâlâ, Kur'an ile kendi kudret ve azametine delil kıldığı bu mahlûkları beraber tuttu. Kur'an'ı yaratan O'dur. "O Levhi Mahfuzda olan bir şanlı Kur'an'dır." Bu âyet gösteriyor ki, Kur'an Levhi Mahfuzdadır, Levh onu ihata etmiştir. İhata edilen herşey mahlûktur. Yine Allah Teala şöyle buyurur: "Kur'an'ı dilinle acele söyleme", "Rablarından hadis olan bir zikr, her geldikçe" Allah Teâlâ Kur'an'a: Zikr, iman, nur, hüdâ, mübarek, Arapça kıssa" isimleri vermiştir. Onun önünden, ardından, başından ve sonundan batıl gelmez buyurmuştur. Bu Kur'an'ın mahdud ve mahlûk olduğuna delâlet eder. Bazı cahiller Kur'an hakkında yanlış söylüyorlar... Allah'ın sıfatı olan şeylerle Allah'ın mahlûklarını vasfediyorlar. Mü'minlerin emîri, böyle hatalı konuşmaların dinden nasibi yok, diyor. Onlardan birine itimad edemez. Onların adaleti yoktur, şehadetleri kabul edilmez... Bir kimse Allah'ın dinini bilmezse, başka şeyleri hiç bilmez, her şey hakkında kördür, yolunu görmez.
Emîr'ül-Mü'mininin sana yazdığı bu mektubu Cafer b. İsa'ya, Kadı Abdurrahman b. İshak'a oku. Onların Kur'an konusunda görüşlerini tesbit et. Onlara şunu duyur ki, Emîr'ül-Mü'minin, Müslümanların işleri hususunda ancak tevhîd ihlâsı olanlara ve mevsuk kimselere itimad eder ve Kur'an mahlûktur, demeyenlerden başkasının tevhidi tam olmaz. Eğer bu ikisi Kur'an hakkında Emîr'ül-Mü'mininin dediği gibi derlerse, onlar meclislerine şâhid olarak gelenlere sorsunlar, Kur'an hakkındaki kanaatlerini öğrensinler. Eğer Kur'an'ın mahlûk olduğunu kabul etmeyen bulunursa,
onların şehadetlerini kabul etmesinler. Onların sözlerine bakarak hüküm vermesinler. Diğer kadılar
hakkında da aynı şeyi yap, onları murakabe et, basiretle gözet, bu konuda olup bitenleri Emîr'ül-Mü'minine yazıp bildir."


İşte Kur'an olayı bu iki resmî emirle başladı. Birinci mektup gelir gelmez, İshak b. İbrahim imtihana başladı, bu iş ancak ikinci mektup geldikten sonra tamamlandı. Burada bu âlimlerin cevaplarını beyan etmemiz yerinde olur. Sonra Me'mun'un, daha doğru ve ince bir tâbirle Ahmed b. Duâd'ın onlara yaptığı ek cevapları, ondan sonra da bu sınavın en çetin safhasını, dayak ve işkence faslını dinleriz.

KİMLER SORGUYA ÇEKİLDİ, NELER SORULDU, NE DEDİLER, MEKTUPLARDAN DİNLEYELİM

Me'mun'dan aldığı talimat üzerine işe başlayan
lshak B. İbrahim sorguya çekilmek için fakihler, hakimler ve hadîs âlimlerinden bir cemaatı huzuruna
topladı. Ebu Hassan Ziyadî, Bişr b. Velid Kindî, Ali
b. Ebû Mukatil b. Gânim, Zeyyal b. Heysem, Sicade, Kavariri, Ahmed b. Hanbel, Kuteybe, Sa'duye Vâsitî, Ali b. Ca'd, İshak b. Ebû İsrail, İbni Hirş, İbni Aliyye Ekber, Yahya b. Abdurrahman Ömeri, Rakka'da kadı olan Ömer b. Hattab evlâdından diğer bir şeyh, Ebû Nars Temmâr, Ebû Ma'mer Katiî, Muhammed b. Hatem b, Meymûn, Muhammed b. Nuh, İbni Ferhân diğer bir cemaat ta onlara katıldı ki, Nadr b. Şumeyl, İbni Ali b. Asım, Ebul-Avam Bezzâz, İbni Şuca', Abdurrahman b. İshak, bunların hepsi İshak b. İbrahim'in yanına geldiler, toplandılar.
Sorguya, Me'mun'un mektubunun onlara okunmasıyla başladı ve iyice anlasınlar diye mektup iki defa okundu. Sonra sorular sorulmaya başlandı. İshak önce Bişr b. Velid'e sordu.
— Kur'an hakkında ne dersin? Cevap verdi:
— Bir çok defalar Emîr'ül-Mü'minine ne söylediğimi biliyorsun.
— Gördüğün gibi Emîr'ül-Mü'minin'in mektubiyle sorulan yenilendi.
— Ben derim ki, Kur'an Allah'ın kelâmıdır.
— Sana bunu sormuyorum. O mahlûk mu, değil mi? Buna cevap ver. —- Allah herşeyin Hâlikıdır.
— Kur'an da şey midir?
— O da, şeydir.
— Öyleyse o da mahlûk mu?
— Hâlık değildir.
— Sana bunu sormuyorum. O mahlûk mu?
— Sana bu söylediğimden başka bir şey söyleyemem. Bu konuda konuşmamak üzere Emir'ül-Mü'minin'e and verdim. Benim bu söylediğimden başka diyeceğim yok.
İshak b. İbrahim önünde duran bir yazıyı aldı, onu ona okuyup dedi ki: Allah'ın birliğine şehadet ederim, O tekdir. O'ndan önce bir şey yoktu, sonra da olmayacak, mahlûkatından hiç birşey O'na ne mânada, ne suret bakımından hiçbir veçhile benzemez.

Bunun üzerine Bişr: Evet dedi, ben, insanlara bundan başka türlü mü söylerdim! Bunu duyunca İshak kâtibe:
— Söylediğini yaz, dedi.
Sonra Ali b. Ebû Mukâtil sorguya çekildi:
— Ya Ali, sen ne diyorsun? Konuş bakalım.
— Defalarca Emîr'ül-Mü'minin'e dediklerimi işittin. Benim o işittiklerinden başka bir diyeceğim yok. Onu da yazılı kağıt ile denedi, o da onda yazılı olanların hepsini ikrar etti. Sonra ona sordu:
— Kur'an mahlûk mudur?
— Kur'an Allah kelâmıdır.
— Sana bunu sormadım.
— O Allah kelâmıdır. Eğer Emîr'ül-Mü'minin bize birşey emrederse başımız üzere, ona itaat ederiz, uyarız.
Bunun üzerine kâtibe:
— Onun sözünü yaz, dedi.
Bundan sonra Zeyyâle de, Ali b. Mukâtil'e sorduklarına benzer şeyle sordu, o da onun cevapları gibi cevap verdi. Sonra Ebû Hassan Ziyadi'ye sordu:
— Sen ne dersin?
— İstediğini sor, dedi. Ona da yazılı kağıdı okudu, o da ondakileri ikrar etti ve bu sözü söylemeyen kâfirdir, dedi.
İshak ona sordu:
— Kur'an mahlûk mudur?
— Kur'an Allah kelâmıdır. Allah herşeyin hâlikıdır. Allah'tan gayri herşey mahlûktur. Emîr'ül-Mü'minin bizim imamımızdır, onun sayesinde bütün ilimleri öğrendik. O bizim duymadıklarımızı duydu, bizim bilmediklerimizi öğrendi. Allah bizim umurumuzu ona teslim etti, onun eline verdi. Haccımızı onun saye-sinde yapıyoruz, namazımızı o kıldırıyor, malımızın zekatını o topluyor, onunla cihada gidiyoruz, onun hak İmam olduğunu kabul ediyoruz. Bize bir buyruğu olursa ona uyuyoruz. Emrini tutuyoruz, birşeyden nehyederse ondan sakınıyoruz. Bizi bir şeye davet ederse ona icabet ederiz.
— Kur'an mahlûk mudur, sen onu söyle?
Ebû Hasan aynı sözleri tekrar etti. Bunun üzerine İshak: ---Emîr'ül-Mü'minin'in sözü bu işte.
— Emîr'ül-Mü'minin'in sözü bu olabilir, fakat onu insanlara emretmez, insanları ona davet etmez. Eğer bana Emîr'ül-Mü'minin'in bu söylememi emrettiğini haber verirsen, ben de o emir ettiğini söylerim. Çünki sen ondan bana naklettiğin şeyde güvenilir bir kimsesin. Sen, ondan bir emir bana tebliğ edersen ben ona uyarım.
— Sana birşey tebliğ etmemi emir buyurmuş değil! Ebu Mukatil söze karıştı:
— Onun sözü, Resulüllah'ın ashabının ferâiz ve miras mes'elelerindeki ihtilafları gibi olabilir. Onlar bunları kabule zorlamazlardı, dedi. Ebû Hassan sözünü şöyle bitirdi:
Ben emre itaattan başka birşey yapmam. Bana emret, ben de ona uyayım!
İshak cevap verdi:
Sana emir etmemi bana emretmiş değil, bana ancak seni imtihan etmemi, sorguya çekmemi buyurdu.
Bundan sonra Ahmed b. Hanbel'e döndü ve ona sordu:
— Kur'an hakkında ne dersin?
— O, Allah kelâmıdır.
— O, mahlûk mudur?
— O, Allah kelâmıdır, bundan başka diyeceğim birşey yoktur.
Bunun üzerine yine Ahmed'i de kağıtta yazılı olanlarla imtihana çekti. "Allah, hiçbir mâna ve hiçbir veçhile mahlûkatına benzemez" sözüne gelince, burada Ahmed şöyle dedi:
— Onun misli hiç birşey yoktur. O işitir ve görür. İbni Bekkâ Asgar buna itiraz etti ve şunu söyledi:
— Allah hayrını versin, seni ıslah etsin, o kulakla işitir, gözle görür mü? dedi.
İshak, Ahmed b. Hanbel'e yine sordu:
— Allah işitir, görür, sözünün manası nedir? O cevap verdi:
— O zat-ı kibriyasını vasıfladığı gibidir.
— Bunun anlamı ne?
— Gerçeği bilemem, o zat-ı kibriyasını tavsif ettiği gibidir.
Bundan sonra oradakilerin hepsini birer birer çağırdı ve hepsi de "Kur'an Allah Kelâmıdır'' deyip kesti. Ancak Kuteybe, Ubeydullah b. Muhammed b. Hasan, İbni Aliyye Ekber, İbni Bekkâ, Abdülmünım b. İdris b. Binti Veheb b. Münebbih, Muzaffer b. Mercâ böyle demediler. Fıkıh ehlinden olmayıp bu konuda hiç birşey bilmediği halde araya sokuşturulmuş olan kör bir adam, Rakka'da kadı bulunan Ömer b. Hattab evlâdından bir zat, İbni Ahmed de onlar gibi söylediler. İbni Bekkâ Ekber'e gelince o, Kur'an mecûldür, yani kılınmıştır, dedi. Çünki Allah Teâlâ: Biz onu Arapça Kur'an kıldık buyurmuştur. Keza Kur'an hâdistir, çünki Allah: "Rabları tarafından hâdis olan zikir geldiğinde" buyurmaktadır. Bunun üzerine İshak ona:
— Mecul olan mahlûk olmaz mı? diye sordu. Oda:
— Evet, dedi.
— Öyleyse Kur'an mahlûktur?
— Mahlûktur diyemem, fakat mec'uldür, dedi ve dedikleri böylece yazıldı.
Cemaatın bu suretle sorguları tamamlanarak bu tatsız imtihan bitip dedikleri yazılınca, İbni Bekkâ Asgar itiraz etti:
— Allah seni ıslah etsin, bu iki kadı başımızdır, onlara emir etsen de sözleri tekrar etseler, dedi.
İshak b. İbrahim buna şu cevabı verdi:
— Onlar Emir'ül-Mü'mininin huccetiyle kaim.
— İkisine emretsen sözlerini dinleyelim, onlardan bunu naklederiz, dedi. İshak şöyle dedi:
— Onların huzurunda bir şahitlikte bulunursan, o zaman onların sözünü
öğrenirsin.
İshak, bu cemaattaki adamların birer birer hepsinin söylediklerini yazdı ve onları Halife Me'mun'a gönderdi. Bu zatlar dokuz gün beklediler. Sonra onları çağırdı. İshak İbni İbrahim'in Me'mun'a gönderdiği mektubun cevabı gelmişti. İşte cevap mektubu şudur:

ÜÇÜNCÜ MEKTUP
Bismillâhirrahmanirrahîm.
"Emîr'ül-Mü'minin'in göndermiş olduğu emirnameye cevap olarak yazdığın mektup geldi. Kendilerini ehli kıbleden sayan, Müslümanların işlerine ehil olmadıkları halde başa geçmek isteyen bu adamların Kur'an hakkında ne diyeceklerini anlamak için Emîr'ül-Mü'minin, onların imtihanını ve durumlarının tesbitini istemişti.
"Sen de onları anlatıyorsun: Cafer b. İsa ile Abdurrahman b. İshak'ı Emîr'ül-Mü'minin'in mektubu gelince çağırmışsın. Keza kendilerini fıkıh ehlinden sayan, Hadis okutmaya oturanı ve Medinet'ül-Selâm olan Bağdad'da fetva makamına oturanları da davet etmişsin. Kur'an hakkındaki inançlarını sormuşsun, Allah'ın benzeri, şebihi hakkında görüşleri, Kur'an hakkındaki ihtilâfları tesbit etmişsin. Kur'an mahlûktur demeyenleri, Hadis okutmaktan, gizli, aşikâr fetva vermekten menetmişsin. Şahitlik yapacaklar da aynı işleme tabidir. Etraftaki kadılara da yazılar gönderip onlardan Emîr'ül-Mü'minin'in çizdiği esasa uyacakları bildirilmiş, yazının sonuna imtihana tâbi tutulanların isimleriyle söyledikleri sözler kaydolunmuş. Emîr'ül-Mü'minin anlattıklarının hepsini anladı. Emîr'ül-Mü'minin, Allah'a hamd ve senalar ile Resulü ve kulu Muhammed Aleyhisselâma salat ve selâm eder. Allah Teâla'dan taatına muvaffak buyurmasını diler, rahmetliler onu iyi niyet sahibi kılmasını, salih işlere ehil kılmasını tazarru ve niyaz eder.''
Kendilerine Kur'an hakkındaki görüşlerini sorduğun kimselerin adlarını yazmışsın, Emîr'ül-Mü'minin bunları, kendilerine sorulanları ve onların sözlerini inceledi.
O mağrur Bişr b. Velid'in şebih -benzerlik- hakkındaki sözü, Kur'an mahlûktur demekten çekinmesi, bu konuda konuşmaktan vazgeçme hususunda Emîr'ül-Mü'minin'e and verdiği yalandır. Nankörlük yapıyor, yalan söylüyor, onunla Emîr'ül-Mü'minin arasında bu konuda ve başka bir hususta böyle bir and asla yapılmamıştır. Onun ihlâs sözünü kullanmasına itibar olunmaz. Kur'an hakkındaki sözünden dolayı onun tevbe ettirilmesi gerekir. Çünki Emîr'ül-Mü'minin'e göre, Kur'an hakkında onun dediği gibi konuşanın tevbesi lâzımdır. Zira bu söz sarih bir küfürdür; Emîr'ül-Mü'minin'in görüşünce bu şirktir. O küfürü ilhâdi yüzünden Kur'an'ın mahlûk olduğunu inkâr eden sözünden tevbe ederse, onun bu durumunu herkese açıkla, eğer bu türlü şirkinde direnirse, küfüre saplanarak, Kur'an'ın mahlûk olduğunu inkâr ederse, o takdirde onun boynunu vur, kellesini Emir'ül-Mü'minin "e yolla, inşaallah! İbrahim b. Mehdi de böyle. Bişr'i imtihana çektiğin gibi onu da imtihana çek. Çünkü o da Bişr'in dediği gibi dermiş, Emîr'ül-Mü'minin'e onun hakkında çok şeyler ulaştı. Eğer Kur'an mahlûktur derse, onu her tarafa duyur, halini açıkla. Yok, bunu demezse onun da boynunu vur, kellesini Emîr'ul-Mü'minin'e gönder, inşallah.
Ali b. Ebû Mukatil'e gelince, ona: Emîr'ül-Mü'minin'e: Helal ve haram kılmak senin elindedir, diyen sen değil misin? diye sor. Buna benzer daha nice sözleri var, Emîr'ül-Mü'minin'in hafızasından onlar henüz silinmedi.
Zeyyal b. Heysem 'e bildir, Anbâr taraflarında iken yiyecek çalan o değil mi? Emîr'ül-Mü'minin Ebul'Abbas'ın şehrinde neler yaptı. Şayet o Selef-i Salih'in asarına uymuş olsa, onların yolundan gitse böyle mi yapar? İmandan sonra şirke mi sapar?
Ebû Avvam diye tanınan Ahmed b. Yezid, Kur'an hakkında ben iyi cevap vermem diyor. Ona söyle, o yaşıyla değil ama, aklıyla henüz bir sabidir. Birşey bilmeyen bir cahildir. Eğer Kur'an hakkında iyi konuşamazsa, kötekle te'dip başlayınca öyle bir iyi konuşur ki, bülbül gibi öter, eğer o zaman da konuşmazsa bunun arkasında kılıç oynar, inşaallah.
Ahmed b. Hanbel ve onun hakkında yazdıklarına gelince: Ona, bildir ki, Emîr'ül-Mü'minin onun sözünün ihtiva ettiği manâyı ve bundaki tutumunu anladı ve bundan onun bilgisizliğini ve cehlin kötülüğünü öğrendi.

Fazl b. Gânim'e şunu söyle, Mısır'da iken onun yaptıkları, bir yıldan az bir sürede, ne kadar mal kazandığı Emîr'ül-Mü'minin'e gizli değil. Bu konuda Muttalib b. Abdullah ile aralarındaki çekişme malum. Tutumu öyle olan, dünyada dirhem ve dinardan başka bir arzusu olmayan kimsenin para uğrunda, menfaat için imanını satması çok görülemez. Bununla beraber o Ali b. Hışam'e diyeceğini demiş, muhalefet edeceğinde de etmiştir.

Ebû Hassan Ziyâdi'ye gelince, ona söyle: İslâmda ilk olarak babasından başkasına nisbet edilen oğulluk yapılmış bir soyu var. Bunda Hz. Peygamberin hükmüne aykırı davranıldı. Halbuki onun izinden gitmek gerekirdi.(Ziyad'a, Ebû Süfyan'ın gayrı meşru çocuğu denir, babası bilinmediğinden tarihte Ziyad İbni Ebih diye geçer.) Ebû Hassan, bu Ziyad'la münasebeti olduğunu inkâr eder, Ebu Ziyâd'a herhangi birşey dolayısıyla nisbet olunduğunu söyler. Ma'ruf Ebû Nasr Temmâr, Emîr'ül-Mü'minin bunun aklının kıtlığını, ticaretinin kıtlığına benzetmektedir.

Fazl b. Ferhan'a gelince: Ona şunu bildir: O Kur'an hakkında söylediği bu sözlerle, Abdur-rahman b. İshak'ın tevdi ettiği emanetleri, malları almak sevdasında. Elindeki mallara bunları da katıp çoğaltmaya temah ediyor. Zamanın ilerlemesi, günlerin uzamasıyla buna yol bulamayacak.

Abdurrahman b. İshak'a söyle ki, Allah hayrını vermesin, böylelerine güveniyor. Bu bir nevi şirk kapanıdır, tevhîdden sıyrılmadır.

Muhammed b. Hatem, Muhammed b. Nuh ve Ma'ruf Ebû Ma'mer'e bildir ki, onlar riba yemekle, faizcilikle meşguldürler. Tevhîde sıra gelmiyor. Emîr'ül-Mü'minin, onlarla savaşmayı uygun görür. Allah Teâlâ nazil kıldığı kitabında öyleleriyle mücadeleye müsaade eder, onların emsa-. liyle caiz olunca, onlarla neden olmasın, onlar ribaya bir de şirk katıyorlar. Nasârâ misâli oldular.
Ahmed b. Şucâ'a söyle, sen onun düne kadar arkadaşısın, onu korudun, Ali b. Hişam'm malından almasını sağladın. Onun dini, imanı; dirhem ve dinardır.

Vasıtılı Sa'du'ya haber ver, mevki kapıp başa geçmek hırsıyla bu kadar tasannu gösteren, yapmacık hareketler yapan kimsenin Allah yüzünü kara etsin, o bu Kur'an mahlûk mu imtihanı vaktini fırsat bilip onun sayesinde emeline yaklaşmak istiyor ve ne zaman sorguya çekilip mevkiye oturacağını bekliyor.
Sicade'ye de ki, Fıkıh ve Hadis ehlinden dersine oturduğu kimselerden, Kur'an mahlûktur diye işitmediğini söylemesi çok garip, o zaman çekirdek saymakla, seccadesini düzeltmekle meşguldü belki, Ali. b. Yahya'nın ona verdiği emanetler aklını mı aldı ki, onu tevhîdden şaşırtıyor? Ona tekrar sor bakalım. Yusuf b. Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan ne derlerdi? Eğer onları gördü ve derslerinde bulundu ise, söylesin. Kavâriri, onun hali belli. Rüşvet ve yapmaca hareketler onun mezhebini ve kötü yolunu açıklamaya yeter. Aklı kıt, dini az. Cafer b. Hasanî onu soruşturmaya çekecektir.

Yahya b. Abdurrahman Ömeri, her ne kadar Ömer b. Hattab evlâdından ise de cevabı belli.
Ömer b. Hasan b. Ali b. Asım, eğer selefinden geçmişlerin yolunda olsaydı, bu anlattığın fırkaların yolunu tutmazdı. Öyle anlıyorum ki, o henüz bir sabi, daha talime muhtaç. Emîr'ül-Mü'minin sana Ebû Misheri gönderdi, ona Kur'an hakkında sordu, açık birşey söylemedi, kemküm etti, onun üzerine şiddet kullanıp kılıç görünce istemiyerek ikrar etti. Onu yokla, ikrarında duruyor mu, yoksa döndü mü, eğer ikrarında duruyorsa bunu halka açıkla, ilân et.

Emîr'ül-Mü'minin'e gönderdiğin mektupta adlarını yazdığın kimselerden bu şirk kokan sözünden dönmeyen, Emîr'ül-Mü'minin'in yazdığı kimselerden veyahut burada ismi geçmeyip de Kur'an mahlûktur demeyen kimler varsa hepsini bağlı olarak, yanındaki muhafızlarla Emîr'ül-Mü'minin'in, karargâhına yolla. Yolda iyi muhafaza edilsinler, Emîr'ül-Mü'minin'in karar-gâhına gelince orada emin görevlilere teslim olunsunlar. Emîr'ül-Mü'minin onları sorguya çekecek. Eğer dediklerinden dönmezler ve tevbe etmezlerse, hepsini kılıçtan geçirecek, inşaallah. Lâküvvete illâ billah.
Emîr'ül-Mü'minin bu emirnameyi sahil şehrinden Haritati Bendariye'den yazıyor. (arapca metin) verdiği hüküm gereğince, ümid ettiği sevaba nail olup Allah'ın rızasına yaklaşmak emeliyle acele gönderiyor. Emîr'ül-Mü'minin'den sana gelen emirleri yerine getir, Emîr'ül-Mü'minin'e acele cevap yaz, Haritati Bendariye'de neler oluyor bilsin, neler yapıyorlar malumu olsun, inşaallah.
Yazılışı: 218 H. yılı

BU MESELEYİ TARİH MİZANINDA TARTMAK GEREK
İşte bu acı olayı dile getiren mektuplar. Ne kadar gereksiz yere, bu tatsız gürültü. Fakat olan olmuş.
Fakat şimdi biz, Halife Me'mun'u bu yaptıklarıyla,
başbaşa bırakalım mı, lüzumsuz yere bu âlimleri sınava çekip onlara bunca ezâ ve cefâ yapması yanına mı kalacak? Elleri bağlı zincirler içinde bu ulema kafilesini uzun yollara dökmesi, yolda bu zahmete dayanamayıp şehid düşenlerin âhı sorulmayacak mı? Tarih bunu olsun yapmayacak mı? Ahmed b. Hanbel, bu uzun yolculuğa ancak vücudunun sağlamlığı, imanının kuvveti, ruhunun azimkârlığı, sabır ve sebatı sayesinde dayanabildi. Me'mun kendi yaptıklarıyla hıncını alamadı, bu işkencenin sürdürülmesini vasiyet etmeden gitmedi. Onu buna sürükleyen sebep nedir? Bu sarp ve dikenli yola ulemayı sokup onlara eziyet etmekten maksadı ne? Bunun sebeplerini araştırıp öğrenelim, onu haklı gösterecek bir şey varsa, mazur görürüz, yoksa tarih önünde suçlu mevkiinde kalır. Tarih, bu mes'elenin ana hedefi olan Ahmed b. Hanbel'e karşı insaflı davrandı, ona hakkını vererek onu evliyalar, azizler derecesine çıkardı. Hattâ bazı taraftarları mübalağada ileri giderek onu Kıddîsler arasında saydılar. Onun hayranlarından biri şöyle demiştir:
"Eğer Ahmed, Beni İsrail arasında bulunsaydı Peygamber sayarlardı. "


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com