Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

AHMED'İN HAKLI OLDUĞU YÖNÜ OLDUĞU GİBİ MUTEZİLE'NİN DE HAKLI YANI VAR; ANCAK TUTUMU YANLIŞ

Dininde ihtiyatlı davranmak,felsefe
tartışmalarından korunmak, boş şeyleden uzak kalmak bakımından, İmam Ahmed'in tutumu övgüye lâyık. Çünki o bu gürültülü mes'eleye ne müsbet, ne menfi surette karışmak istemiyordu. Bu hususta tarafsız bir tutum içindeydi. Onun kanaatınca bu öyle bir mes'eledir ki, bir müslümana bunu kurcalamak yakışmaz, bunu incelemekten bir netice alınmaz, bu hususta selef-i salihten bir söz naklolunmamıştır. Hem Ahmed b. Hanbel, dinî mes'elelerde seleften bir şey naklolunmayan konulara dalmazdı. O, esere uyan bir Hadis âlimidir. Onların hidayetini izler, onların gittiği yoldan giderdi. Onun bu konudaki tutumunu ileride görüşlerini beyan ederken açıklayacağız.

Fakat mes'eleye: Kur'an mahlûk mu, değil mi diye hüküm verme noktasından bakarsak, Ahmed İbni Ebû Duâd'ın gerek bu mektuplarda getirdiği deliller, gerek akıl ve mantık, bizi Mutezile'nin görüşünün doğruluğunu kabule sevketmektedir. Çünki okunan Kur'an Allah kelâmı olmakla beraber mahluktur. Bunun böyle olması, kelâm sıfatının, Allah'ın Kıdem sıfatıyla birlikte kadim olmasına mani değildir. Nasıl ki Allah Teala kudretiyle halkeder, Allah'ın kudreti kadimdir, onun mahlûkatı bu kadim kudretiyle yaratması, mahlûkların kadîm olmasını gerektirmez. İşte böylece: Kur'an'ın Allah kelamı olması, onunla peygamberi Hz. Muhammed'e hitabetmesi, kudretiyle onu inzal etmesi, Zatı Kibriyasını tavsif ettiği kelamının kadim olması, Kur'an'ın kadim olmasını icabetmez.
Biz burada Ahmed İbni Duâd'ın ve umumiyetle Mutezile'nin bu mes'eledeki görüşlerinin doğru olduğunu söylemekle, insaflı davrandığımız gibi, yine insaf icabı söyleyelim ki, muhaliflerine böyle ezâ etmelerini, özellikle takva ve fazilet sahibi kimseleri incitmelerini aslâ doğru bulamayız. İnançları zorlayarak vicdanlara baskı yapmak, fikirlere tahakküm etmeye kalkışmak, gizli şeyleri açıklamaya zorlamak, işte bu olamaz ve tenkid noktası da burasıdır. Daha Ahmed zamanında, insanlar bunu tenkid etmiş,

Mutezile'nin görüşünde olanlardan bile bunu tenkid edenler bulunmuştur. Ahmed'in çağdaşı olan Mutezile âlimlerinden Edip Câhiz bunu savunmaya mecbur olmuştur. Yazılarından birinde bu imtihan mes'elesini, vicdanlara baskı, küfre nisbet etmek işini ele alarak şöyle der:

"Biz ancak delile dayanarak tekfir ettik, ancak itham altında olanları imtihana tabi tutup sorguya çektik. İtham altında olan bir kişiyi sıkıştırmak, tecessüs sayılmaz. Zanlı kişiyi sorguya çekmek, gizli şeyleri araştırmak, her imtihan tecessüs olsaydı, o zaman her kadı, hâkim, insanların içinde sırları deşip açığa vuranların, insanların ayıp ve kusurlarını araştıranların başında gelirdi, çünki sorgu yapıyor."

Mutezile'den Câhız'ın bu sözleri doğru değildir. Çünki onlar yalnız töhmet altında olanları sorguya çekmekle kalmadılar, bu işi umumî yaptılar, herkesi çektiler. En büyük fazilet âbidelerini bile hırpaladılar. Ahmed b. Hanbel dininde töhmet altında olanlardan mıydı? Eğer Ahmed gibileri de töhmet ehlinden sayılırsa, o zaman ortada din namına, dindarlık namına birşey kalmaz. Dünya neye yarar. Onun için Câhız'ın bu sözlerinin burada yeri yoktur.

İş böyle olunca, baskı ve ezâ asla doğru olamaz. Bize göre bunu haklı gösterecek hiçbir sebep yoktur. Fakat biz, onların bu yapışını her ne kadar doğru bulmuyorsak da, acaba onları temize çıkaracak hiç birşey yok mu? Bu ulemaya yapılanlar hiçbir sebep olmadan, sadece ezâ ve cefâ için midir?

İşte insanın içini kurcalayan bir soru bu. İnsan buna kesin bir cevap bulamıyor. Uzaktan, yakından, olumlu, ya da olumsuz kesin bir cevap olmayınca, o zaman zan ve tahmin yoluna başvurmak kalıyor. Bu kesin değilse bile râcih bir sebebe götürür. Tercih sebepleri elimizdedir, kesin hükme imkân yoksa da zan kapısı aralık.

Me'mun'un, daha doğrusu Ahmed İbni Duâd'ın yazdığı mektuplardan birinde Kur'an kadîmdir, diyenlerin sözünün batıl olduğunu isbat için deniyor ki; Kur'an kadîmdir diyenler, Hristiyanların İsa b. Meryem kadîmdir, Tanrı'dır, demeleri sözüne benzer, onu taklid ediyorlar. Çünki İsa, Allah'ın kelimesi
olduğundan mahlûk sayılmıyor. Bundan anlıyoruz ki, Me'mun ve Mutezile baktılar ki, Kur'an kadîmdir iddiası ve bu inancın avamın içinde yerleşmesi, Taaddüdi Kudema'ya götürecek, kadîmler çoğalacak, bu düşünce onların hayalini doldurdu. Kadîmler çoğalınca, Tanrılar da çoğalır, onlara ibadete başlarlar, ortaya Allah'a şirk çıkar, sandılar. Bunun örneği de var. Hıristiyanlar, İsa'yı kadîm tanıdılar ve ona tapdılar. Mutezile ile Me'mun, bu sözün halk arasında, mektupta denildiği üzere, milletin kaba tabakası arasında yayıldığını gördüler, fukaha ve Hadis âlimleri bunu onlara hoş gösterdiler O zaman Me'mun bunun ümmeti dalâlete götürmesinden endişe etti, nasıl ki daha önce Hıristiyanlar İsa Aleyhisselâma tapmak dalâletine düşmüşlerdi. Bunu önlemek için önce İrşad yoluyla Kur'an'ın mahlûk olduğunu halka anlatmağa uğraştılar, netice alamayınca bu defa kuvvete başvurdular, beyanla yapamadıklarını sultanla yapmağa kalktılar.


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com