Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

23. Konu: Sabreden Fakirlerin Üstün Olduklarına Dair Kitaptan Hadisi Şerif D En Ve Eserlerden Deliller

Fakirler demişlerdir ki, Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de zenginlik ve malı birçok yönden zikretmiştir. Birincisi, zen­ginlik ve malı yermiştir. Nitekim, Cenab-ı Hak, «Sakın! Çün­kü insan muhakkak azar. Kendisini (mal sebebiyle) ihtiyaçdan uzak gördüğü için.» (Alak/5-7) diğer bir ayette, «Eğer Allah kullarına rızkı bol bol verseydi mutlaka yeryüzünde azarlar­dı.» (Şura/27); diğer bir ayette,1 «Eğer insanlar (hep küfre sa­pan) bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı biz o Rahman'ı inkar eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine çıkacakları merdivenler, odalarını da kapılar, üzerlerine yas­lanacakları koltuklar ve altın zinetler yapardık. (Manası şu­dur, bunları kafire vermekle müminin küfre dönmesinden kor-kulmasaydı kafirlere bunları verirdik. Çünkü dünyanın bizce kıymeti hiçtir.) Bütün bunlar dünya hayatının geçici metaın-dan başka bir şey değildir. Rabbin katında ahiret'takva sa-hibleri içindir.» (Zuhruf/33-34-35); diğer bir ayette, «Mal ve oğullar dünya hayatının zinetidir. (Ebedi) kalacak olan yararlı ameller ise, Rabbi'nİn katında hem sevapça daha hayırlıdır, hem ümitçe daha hayırlıdır.» (Kehf/46), diğer bir ayette, «İnsanlara kadınlar ,oğul!ar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar ve ekinler kabilinden şehvet sevgileri çe­kici gösterildi.» (Al-i lmran/14) buyurmuştur. Bu ayetlere benzer pek çok ayetler vardır.

İkincisi, Cenab-ı Hak, zenginlikle malı ibtİla ve imtihan olarak zikretmiştir. Nitekim Allah Teala, «Mallarınız ve ev-ladlarımz bir imtihandır» (Tegabün/15); diğer bir ayette, «Kendilerine verdiğimiz mal ve çoluk çocukla, biz onların ha­yırlarına mı acele ediyoruz sanıyorlar! hayır! anlamıyorlar.» (Müminun/55-56) buyurmuştur. Yine Cenab-ı Hak fakirlikle imtihan ettiği gibi zenginlikle de imtihan ettiğini haber vere­rek, «Ama insan ne zaman Rabbi kendisini imtihan edip, ik­ramda bulunur ve nimet verirse, «Rabbim bana ikram etti» der. Fakat ne zaman onu imtihan edip de rızkını kısarsa o vakit de «Rabbim bana ihanet etti» der» (Fecr/15-Î6); diğer bir ayette de, «Sizi bir imtihan olarak kötülükle ve iyilikle de­neyeceğiz. Hepiniz sonunda bize döndürüleceksiniz.» (Enbiya 35) buyurmuştur.

Üçüncüsü, Allah Teala, mallardan ve çocuklardan hiç bi­rinin kendisine yaklaştıranı ayacağı m ancak iman ile salih ame­lin kendisine yaklaştıracağını haber vererek, «(Ey insanlar) sizi bana yaklaştıracak olan mallarınız ve çocuklarınız değil­dir. Ancak iman edip de iyi amel (ve hareket) de bulunanlar bize yaklaşır. İşte bunlar yok mu, yaptıklarına kandık onlara iki kat mükafat vardır ve onlar cennetin yüksek makamla­rında emniyet içinde olacaklardır.» (Seb'e/37)

Dördüncüsü, Cenab-ı Hak dünyayı, zenginliği ve malı, ancak ahirette nasibi olmayanlara bir geçimlik olarak verdi­ğini ve ahiretİ ise ancak muttakİlere vereceğini haber vererek, «Sırf kendilerini imtihan için, bir kısım kafirlere dünya ha­yatının ziyneti olarak (verdiğimiz ve) faydalandırdığımız şey­lere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha hayırlı, deha de­vamlıdır.» (Ta-Ha/131) diğer bir ayette de, «Ve küfredenler, o gün ateşe arz olunurlar. Kendilerine siz, dünya hayatında bütün hayırlarınızı yitirdiniz, onlardan faydalandınız»- (Ahkaf /20) buyurmuştur.

Resulullah (s.a.v.)'m Ömer (r.a.)'a, «Dünyanın onlar (kafirler) için olmasına ahiretin İse bizim için olmasına razı de­ğil misin?» kaviiyle işte bu manaya işaret buyurmuştur.

Beşincisi, Cenab-ı Hak, refah içinde olanları ve servet sahiplerini yenerek, «Sol ehli de ne ehildirler! İçlerine işleyen bir alev ve kaynar su ile simsiyah bir dumandan gölge için­deler, serin de değil, faydalı da değil. Çünkü onlar bundan önce dünyada nimet içinde bulunurlar iken büyük günah işle­mekte direnir dururlardı.» (Vakıa/41-42-43-44-45); diğer bir ayette, «Bir beldeyi helak etmek istediğimiz zaman, o belde­nin şımarık başlarına, (itaat) emrederiz. Onlarsa orada yoldan çıkarlar. Artık o belde cezayı hak etmiştir. Bİz de onu nasıl lazımsa Öyle helak ederiz.» (İsra/16); diğer bir ayette de, «(On­lara) Kaçmayın içinde bulunduğunuz refaha, yurtlarınıza dö­nün, çünkü sorguya çekileceksiniz (denildi)» (Enbiya/13) bu­yurmuştur.

Altıncısı Cenab-ı Hak malı sevenleri yererek, «Mirası, habire yiyorsunuz malı da pek çok seviyorsunuz.» (Fecr/19-20) buyurmuş ve bu ayet-i kerimede malı sevenleri hem yer­miş, hem de mah sevdiklerinden dolayı onları ayıplamıştır.

Yedincisi, Cenab-ı Hak, dünyada zenginlik ve refah is­teyenleri yererek bunları yadırgamış ve onlara karşı çıkanları methetmiş ve o zamandaki insanların en zengininden haber vererek, «Derken Karun (bir gün) ziyneti içinde kavminin kar­şısına çıktı. Dünya Hayatını arzu edenler, «Keşke şu Karun'a verilen gibi, bizim de olsc. O gerçekten büyük bir bahtiyar!» dediler. Kendilerine ilim verilenler ise, «Yazıklar olsun bize! İman edip yararlı iş gören İçin', Allah'ın sevabı dalıa hayır­lıdır. Ona ise ancak sabredenler kavuşturulur.» dediler.» (Ka-sas/79-80) buyurmuştur.

Kendilerine ilim verilenler, idman eden, salih emel işle­yen için Allah katında olan sevabın, doğru yolun, cennetin dünyadan daha hayırlı olduğunu ve bunlara ancak fakirliğe, dünyadan, dünya arzularından ve zenginlere verilmiş olan ser­vetten uzak kalmaya sabredenlerin kavuşturulacağını» haber vermişlerdir. Allah Tcala, dünyayı ve ziynetini isteyenlerin değil ahireti ve Allah katında olanları isteyenlerin, ilim eh­linden olduklarına şahadet etmiştir.

Sekizincisi, hükümdarlığın ayakta durabilmesi için mala ihtiyaç bulunduğu veçhiyle mal sahihlerinin hükümdarlığa la­yık olduğunu zanneden kimselerin bu zanlarım reddedip üs­tünlüğün onların zannettiği gibi mal ile olmayıp ancak ilimle olacağını haber vererek, «Peygamberleri onlara, «Gerçekten Allah size padişah olmak için Talut'u gönderdi.» dedi. «O bize nasıl padişah olabilir ki, biz padişahlığa ondan daha layıkız. hem ona inalca bir genişlik de verilmiş değildir» dediler. O, su cevabı verdi, «Şüphesiz ki Allah, onu sizin üzerinize ve kendisine bilgi ile beden kuvveti üstünlüğü vermiştir.» (Baka­ra/247); diğer bir ayette de, «Ey insanlar! İşte size, Rabbİniz-den bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir deva ve müminler için bir hidayet ve rahmet (olan Kur'an) geldi. De ki, «Allah'ın lütuf ve rahmetiyie, ancak bununla ferahlansınlar, bu, onla­rın topladıkları dünyalıktan daha hayırlıdır.» (Yunus/57-58) buyurmuş, «Lütuf» ve «rahmetiyie» ilmi, imanı ve Kur'anı murad etmiştir. Nitekim Allah Teala, «Rabbi'nin rahmetim onlar mı paylaştırıyorlar? Onların bu dünya hayatındaki ge­çimlerini biz teksim ettik. Bir kısmını da derecelerle diğerle­rinin üstüne çkardık ki, bazısı eli altına alıp çalıştırsın. Rab-binin rahmeti ise onların toplayıp durduklarından daha hayır­lıdır.» (Zuhruf/32) buyurmuştur.

Dokuzuncusu," Cenab-ı Hak malla ve diğer varlıklarla öğünmenin insanları ahiretten ve ahiret için hazırlanmaktan alıkoyduğunu haber vererek ve bunlarla meşgul olanları kor­kutarak, «Çoklukla öğünmek, sizi oyaladı. Ta kabirlere varın­caya kadar saydınız. Hayır (öyle değil) İlerde bileceksiniz-Sonra yine hayır! İlerde bileceksiniz, hayır, hayır! Eğer siz kesin bir ilimle bilseniz (böyle çokluğunuzla Övünmezdiniz) And olsun! Kızgın ateşi muhakkak göreceksiniz. Sonra yine and olsun! Onu, gözünüzle muhakkak göreceksiniz. Sonra mutlaka o gün, nimetlerden sorulacaksınız» (Tekasur/î-8) buyurmuştur. Cenab-ı Hak öğünmenin dünya ehlini ölünceye kadar Allah'dan ve ahiretten alıkoyduğunu ve bu öğünme uykusundan uyanmadıklarını haber vermektedir. Cenab-ı Hak bu ayet-İ Kerimede, «Kabirlere varıncaya kadar ziyaret ettiniz (gidip saydınız)» buyurup, Ölünceye kadar buyurmamistir. Çünkü insanlar dünyada ziyaretçiler olup devamlı ol­madıkları gibi, kabirlerde de ziyaretçiler gibi bir müddet ka­lıp, oradan ahirete gideceklerdir. Devamlı durulacak karar yurdu cennet ile cehennemdir.

Allah Teala, ayet-i kerimede kendisiyle övünülen şeyi iki sebepden dolayı belirtmemiştir. Birincisi, Övünmenin kendisi çirkindin Yoksa kendisiyle Övünülen şey çirkin değildir. Nite­kim oyun ve eğlencenin insanı meşgul ettiği zikredilmiş fakat kendisiyle oynanılan ve eğlenilen şey zikredilmemiştir.

İkinci sebep, mutlak övünme, yani, insanın mal, makam, köleler, cariyeler, bina yapma, ağaç dikme, Allah'ın rızası ta­lep edilmeyen ilim, Allah'a yaklaştırmayan amel gibi dünya i!e ilgili olan her hangi birşeyle başkasına karşı övünmesi murad edilmiştir. İşte dünya ile ilgili her hangi birşeyler övünme Al-, lah'dan ve ahiretten ahkoyar.

Müslim'de rivayet edildiğine göre, Abdullah b. Şıhhır de­miştir ki, «Ben Resulullah (s.a.v.)'a geldim. Resulullah (s.a.v.), «Sizi çoklukla övünme alıkoydu» suresini okuyordu. Resulul­lah (s.a.v.), «Ademoğlu malını, malım diyor. Acaba ey Adem­oğlu, malından, yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden, ve sadaka verip ebedileşürdiğinden başka sana bir fayda var mı?» buyurdu.

Cenab-ı Hak, çoklukla övünerek Allah'dan ve ahiretten uzak kalan kimseyi, şu felaketlerle korkutmuştur. Çoklukla övünen kimse ahirette övündüğü şeylerin kendisine hiçbir fay­da vermeyeceğini görecektir. Övündüğü dünyanın hileci ve al­datıcı olduğunu bilecektir. Övünmesinin akıbetinin lehine de­ğil aleyhine olduğunu bulacaktır. Diğer övünenler, zarar ve ziyana uğradıkları gibi, kendisi de övünmesİylc zarar ve ziya­na uğrayacaktır.

Hesaba katmadığı şeyler ahirette Allah tarafından ortaya çıkarılacaktır. Allah'dan ve ahiretten alıkoyan övünme, hem dünyada, hem ahirette, hem kabirde, azab edilmesinin en bü­yük sebeblcrindcn biri olacaktır. Bu övünmesi, kendisini he­lake sürüklemesiylc en bedbaht kimselerden olacaktır. Bu övünmcsiyle dünyada yükselmeyip, bilakis en aşağıda bulu­nanlarla birlikte olduğu gibi ahirette de en aşağıda bulunanlarla beraber bulunacaktır. Ne büyük bir felaketdir ki, dün­yadaki Övünmesi onu ahirette bedbahtlardan kıldı. Ne büyük bir musibettir ki, dünyadaki zenginliği, ahirette ona fakirlik getirdi. Ahirette azaba sürükleyen zenginliğe yazıklar olsun. Dünyaya dalıp ahiretten gafil olan kimsenin Öleceği zaman gözünden perde açılınca, «Ah keşke ebedi hayatım için ölme­den önce Allah'a taat ve ibadet yapmış olsaydım» der. Nite­kim Allah Teala, «Onlardan birine ölüm gelince, (tekrar tek­rar şöyle) diyecektir, «Rabbim beni (dünyaya geri gönder, 'ta-ki, ben zayi ettiğim (ömrüm) karşılığında iyi amel (ve hareket) de bulunayım. Hayır hayır, onun söylediği bu söz (hakıykat-tc) boş laf dan ibarettir.» (Müminun/99-100) buyurmuştur. Dünyaya dalıp, ahiretten gafil olanlardan birine ölüm gelip çatınca, «Rabbim, beni dünyaya geri döndür, ta ki, ben zayi ettiğim ömrüm karşılığında iyi amel ve harekette buluna­yım» sözüne itimad edilmez. Geri döndürme isteği kabul olun­maz. O, önce, «Rabbim» diyerek, Allah'dan yardım isteyecek­tir. Sonra onu Allah'ın huzuruna götürmekle emredilmiş olan meleklere dönerek, «Beni dünaya geri döndürün!» diyecektir. Sonra dünyaya geri döndürülmesin! istemesinin sebebini, «Ben geride bırakmış olduğum malım, makamım, kuvvetim ve mülküm için faydalı işler yapayım» diye açıklayacaktır. Fakat, ona, «Senin için geri döndürülmene yol yoktur, çün­kü sana dünyada düşünecek bir kimsenin düşüneceği kadar ömür verilmiştir»'denilecektir.

Kerim ve Rahim olan Allah'ın şanına yakışan, kaçırdığını elde etmesi için kendisinden mühlet isteyen kimseye mühlet vermesi olunca, Cenab-ı Hak, «Bu gafilin geri döndürülmeyi istemesinin hakikatte boş laf dan ibaret olduğunu, çünkü onun karakteri ve tabiatının geri döndürülse bile iyi amel işlemeyi kabul etmeyeceğini, onun bu sözü ancak diliyle söylediğini şa­yet geri çevrideydi, mutlaka yasak edildiği fenalığa yine dönece­ğini, şüphesiz onun yalancılardan olduğunu haber vermiştir. Hâkimlerin hâkimi olan Allah'ın hikmeti, izzeti, ilmî, isteni­len faydasız şeyi kabul etmez. Şayet o gafil dünvaya geri dön­dürülse, ikinci hali de birinci hali gibi olur. Nitekim Allah Teala, «Onlar ateşin karşısında durdurulup da, «Ah bize ne olurdu (dünyaya) bîr geri döndürülseydik, Rabbimizin ayetle­rini yalan saytnasaydık, iman edenlerden olsaydık» dedikleri zaman (onları) bir görsen! Hayır, evvelce gizleyip durdukları şeyler karşılarına çıktı (da ondan böyle söylüyorlar) yoksa geri çevrilselerdi mutlaka yasak edildikleri fenalığa yine dönerler­di. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.» (Enam/27-28) buyurmuştur. Müfessirlerden birçokları bu ayet-i kerimenin manasının et­rafında dolaştılar, fakat doğru bir tefsir yapamadılar. OnJann tefsirlerine bakıldığında hastaya şifa verecek, susamışı kandıra­cak birşey bulunmaz. Bu ayetin manası onların tefsirlerinden çok uzak, çünkü onlar ayetteki ıtrab için elan «bel» harfinin vechini ve «karşılarına çıkacak şeyin» ne olduğunu anlama-yıp, «karşılarına çıkacak şeyin azap olduğunu» zannettiler. Fakat bunun «evvelce gizleyip durdukları şeyler» ifadesiyle uyuşmadığım görünce, «kânu» kelimesini mahzuf haber tak­dir ederek, «evvelce gizleyip durdukları şirkin ve küfrün ce­zası karşılarına çıkacaktır» diye tefsir ettiler. Bu sefer de on­lara, «kafirler şirklerini ve küfürlerini gizlemiyorlardı, bilakis şirk ve küfürlerini açıklayarak onlara insanları davet ediyor ve bu yüzden harb ediyorlardı» diye itiraz edildi. Onlar bu itiraza şöyle cevap verdiler. Kafirler kıyametin bazı yerlerinde şirklerini gizliyerek, «Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki biz müşriklerden değildik» diyerek, şirklerini inkar edecekler, fa­kat onlar ateşin karşısında durdurulunca, gizledikleri şirk ve küfrün cezası karşılarına çıkacaktır, diye tefsir etmişlerdir. Müfessirlerden Vahidi, «Buna göre, bu tefsir sahipleri hiçbir şey yapmamışlardır. Çünkü ayetin nüzulü, ıtrab için olan «6e/» harfi, «geri çevrilselerdi mutlaka yasak edildikleri fe­nalığa yine dönerlerdi» diye onlardan haber verilmesi ve on­ların, «Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik» demeleri bu müfessirlerin tefsirleriyle uyuşmaz, iyi­ce düşününüz» demiştir.

İçlerinde Zeccac'ın da bulunduğu alimlerden bir kısmı ise, «küfür öncülerinin gizledikleri kıyamet onlara tabi olanların karşısına çıkacaktır» diye tefsir etmişlerdir. Fakat bu tefsir tekrar tefsire muhtaçdır. Çünkü bu tefsirdeki güçlük ve zor­luk açıktır.

Mübcrrid, bu ayetin bir kısım alimlerden daha iyi anla­mıştır. Müberrid, «kafirlere küfrün zararı gizli olduğu için sanki küfürleri kendilerine açık olmamıştır» demiştir. Müber-rid'in bu ifadesinin manası, kafirlere küfürlerinin akıbetinin zararı ve cezası gizli olunca, sanki küfür onlardan gizli kalmış ve küfrün hakikati onlar için açık olmamıştır. Onlar azabı gö­rünce küfrün hakikati ve şerri karşılarına çıkacaktır. «Herke­sin yanında küfürlerini ve şirklerini İlan ederek, şehirlisini köylüsünü küfre davet etlikleri halde küfürlerinin sonu ken­dilerine gizli kaldığı için küfürlerini gizliyorlardı» denilmesi değru değildir. Nitekim, «zulmü, fesadı, adam öldürmeyi, yer­yüzünde bozgunculuk yapmayı, açıktan yapan kimseye bu yapmış olduğu fenalıkların sonu kendisine gizli kaldığı İçin bu işleri gizlemiştir» denilemez.

Bu ayet-i kerimenin manası, —Allah Teala, kelamı ile ne-yî murad ettiğini daha iyi bi'ir— bu müşrikler ateşin karşısın­da durdurulup, onu görüp, ona gireceklerini bildikleri vakit, «dünyaya döndürülseydik, Allah'a ve ayetlerine İman etseydik, peygamberlerini yalanlamasaydık» diye arzu edecekler. Ce-nab-ı Hak, «iş onların arzu ettikleri gibi değildir. Çünkü onla­rın tabiatlarında ve karakterlerinde iman yoktur. Bilakis on­ların tabiat ve karakterleri küfür, şirk ve yalanlamaktır. Şa­yet onlar geri döndürülselerdi, döndürüldükten sonra daha ön­ce dünyada yapmış clduklarım yaparlardı. Onlar «dünyaya döndürülsek iman eder, peygamberleri tasdik ederdik» diye id­dialarında da yalancıdırlar diye haber vermiştir. Bu ayetten murad edilen mana anlaşılınca, ıtrab için olan «befo'm manası, yani evvelce gizleyip durdukları şeylerin manası, yani onları, «Ah bize, ne olurdu dünyaya bir geri döndürülseydik, Rabbİ-mizin ayetlerini yalanlamasaydık» demelerine sevk edenin ma­nası anlaşılmış olur. Kafirler dünyada kendilerinin batıl üze­rinde bulunduklarını peygamberlerin Allah tarafından kendile­rine tebliğ ettiği şeylerde doğru söylediklerini biliyorlardı. Fa­kat onlar bunu aralarında gizleyip açıklamıyorlar, hatta bunu gizlemeyi birbirine tavsiye ediyorlardı. Buna göre dünyaya ge­ri dönmeyi ve iman etmeyi arzu etmelerine sevkeden peygam­berlerin doğru olduğunu bilmediklerinden dolayı değildir. Çünkü onlar peygamberlerin doğru "olduklarını biliyorlar, fakat onu gizliyorlardı. Kıyamet gününde, kendilerinin batıl üzerin­de, peygamberlerin hak üzerinde olduğunu, bildikleri ama bu­nu gizledikleri ortaya çıkacaktır. Bunu gizledikten sonra göz­leriyle göreceklerdir. Şayet onlar dünyaya geri döndürülseler-di tabiat ve karakterleri imana müsait olmadığı için yine küf­re ve peygamberleri yalanlamaya dönerlerdi. Çünkü onların imam arzu etmeleri, o gün imanın hak ve şirkin batıl olduğu­nu bilmiş olduklarından dolayı değildir. Ancak imanı, arzu et meleri tahammül edemeyecekleri azabı gördüklerinden dola­yıdır. Bunların hali şu kimse gibidir ki, bir şahsı seviyor onun­la düşüp kalkıyor, halbuki onu sevmenin batıl olduğunu, onun sevgisinden vaz geçmesinin doğru olduğunu biliyor. O kimseye bir dostu, «senin velin bu işi bilirse seni cezalandırır» diyor. O kimse bunu biliyor ve inat ederek «o şahsı sevmek onunla düşüp kalkmak doğrudur» diyor. Velisi onu yakalayıp, bu fii­linden dolayı cezalandırmak isteyince, o da bu cezayı kesin olarak bilince, cezanın affedilmesini istiyor. Bundan sonra, o şahısla bir araya gelmeyeceğini söylüyor. Fakat kalbinde, o şa­hısa karşı beslediği sevgi ve meyil, cezayı gördükten sonra hat­ta ceza kendisine yapıldıktan sonra bile tekrar o şahısla buluş­maya sevkediyor. Ceza verilirken bilerek gizlediği kendi hata­sı ve dostunun yasakladığı şeyin doğru olduğu ortaya çıkıyor. Fakat bu kimseden ceza kaldırılsa eskiden yasak edildiği şeye geri döner Bu manadan dolayı itrabm uygunluğunu düşün. Şöyle ki, kafirlerin, «biz dünyaya döndürülseydik iman eder­dik, peygamberleri tasdik ederdik» demeleri nefyedilmiştir Onların «şimdi bizim için açığa çıktı ki peygamberlerin dediği haktır» demeleri doğru değildir. Çünkü siz peygamberlerin doğru olduğunu biliyordunuz fakat bunu gizliyordunuz. Şimdi özür dilemeniz için bildiğiniz bir şey ortaya çıkmış değildir. Bilakis bilmiş olduğunuz ve gizlenmesini birbirinize tavsiye et­tiğiniz şey ortaya çıkmıştır. Her şeyi hakkıyla bilen AllahMır.

Asıl konumuz arasında bu ayet-i kerimenin açıklanmasını uzun görme. Çünkü bu açıklama asıl konumuzdan daha mü­him ve faydalıdır. Tevfik Allah'tandır.

Asıl konumuza dönelim, Allah Teala, «Sakının, eğer siz kesin bir ilimle bilseniz (böyle çokluğunuzla övünme, sizi oya-latnazdt)» buyurmuştur. İşte siz, böyle seksiz şüphesiz ve kesin bir bilgiden mahrum olunca, çokluğunuzla övünme, sizi layık olduğunuz şeylerden alkoydu. Eğer kesin bilginin hakikati kalblerinizc ulaşıp girseydi, bu bilgi sizi, çoklukla övünmekten elbette alıkordu. Çünkü sadece bir şeyin çirkin olduğunu ve o şeyin akıbetinin fena olduğunu bilmek, o şeyin terk edilmesi için yeterli değildir. Fakat bir kimse için kesin bir bilgi bulu­nursa bu kesin bilgi, o çirkin şeyin terk edilmesini gerektirir, îşte bu manayı kasdederek Hassan b. Sabit (r.a.) Bedir sava­şına katılanlar hakkında şöyle demiştir, «Bedir'e ölmek için biz müslümanlar da gittik, müşrikler de gittiler. Eğer müşrik­ler öleceklerini kesin bir bilgi ile bilselerdi oraya gitmezlerdi.» «Sakının ilende bileceksiniz. Sakının, ileride bileceksiniz» (Te-knsür/3-4) Bazı müfessirler, «Bu ayet-i kerimedeki ikinci cüm­le, onların kesin olarak bileceklerini anlatmak için birinci cüm­leyi te'kid gayesiyle getirilmiştir» demişlerdir. Bazı müfessirler ise, «Birinci bilmeleri ile, ölürken çoklukla övünmenin kötü akıbetini bilecekleri .ikinci bilmeleriyle ise, kabirde çoklukla övünmenin kötü akıbetini bilecekleri murad edilmiştir» demiş­lerdir. Bu İkinci müfessirlerin görüşü, Hasan'ı Basri ile Muka-tıTin kavlidir. Bu görüşü Ata, İbn-i Abbas'dan rivayet etmiş­tir. Bu görüşün sahih olduğuna birçok vecihler delalet etmek­tedir.

Birincisi, bir kelimeyi yeni bir mana için kullanmak, te' kid için kullanmaktan daha evladır. Yani mananın doğru ol­ması ve fesahata zarar vermemesi şartıyla mümkün mertebe bir kelimeyi yeni bir fayda için yeni bir manada kullanmak te'kid için kullanmaktan daha evladır .

İkincisi, ayet-İ kerimedeki,-iki ilim arasına, nsümme» har­fi girmiştir. «Siimme» harfi bu iki İlim mertebesinin arasında zaman ve önem bakımından mühlet bulunduğunu bildirir.

Üçüncüsü ,ikinci müfessirlerin görüşü gerçeğe uygundur. Çünkü bir kimse Ölürken gözünden perde açılınca üzerinde bulunduğu yolun hakikatini bilecektir. Sonra kabirde ve ka­birden sonra kıyamette bu hakikati daha iyi anlayacak ve bi­lecektir.

Dördüncüsü, AH b. Ebu Talib ile selefdcn birçokları bu ayet-i kerimeden kabir azabını anlamışlardır.

Tirmizi'nin Ali (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki «Tekasür suresi nazil oluncaya kadar kabir aza­bından şüphe ediyorduk».

Beşincisi, İkinci müfessirlerin görüşü, «And olsun kızgın ateşi, muhakkak göreceksiniz sonra yine and olsun onu gözü­nüzle muhakkak göreceksiniz» bu ayet-i kerimeye uygundur. Bu ayet-i kerimedeki ikinci defa kızgın ateşi görme, birinci defa kızgın ateşi görmeden başkadır. Çünkü birinci defa gör­me, mutlak olarak zikredilmiştir, ikinci defa görmenin göz İle olacağı kayıtlanmıştır. Birinci görme önce, ikinci görme sonra olacaktır .Surenin sonunda nimetlerden sorulacağı ka­sem için olan «vav» ile te'kid için olan ulam» ve unun» ile te* kid edilerek haber verilmiştir. Kıyamet günü herkes dünyadaki nimetinden, onu helaldan mı, haramdan mı nereden kazandığı sorulacak. Bir kimse bu sorulardan kurtulursa, bu nimet İçin Allah'a şükredip etmediği, bu nimetle Allah'a taat ve İbadet­te bulunup bulunmadığı sorulacaktır.

Tirmİzinin Ibn-i Ömer'den rivayet ettiğine göre, Resulul-lah (s.a.v.) «Kıyamet günü Rabbi tarafından beş şeyden sorul­madıkça, Ademoğlunun ayaklan kımıldamaz. Ömrünü nere­de tükettiğinden, gençliğini nerede çürüttüğünden, malını ne­reden kazanıp ,nereye harcadığından, ilmiyle ne amel yaptı­ğından buyurmuştur. Yine Tirmizi'nin Ebu Berze'den rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.), «Kıyamet günü kul, ömrünü ne hususta tükettiğinden, ilmiyle neler işlediğinden ,malından onu nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudundan, onu ne gibi imtihanlara tabi tuttuğundan, ne ile yorduğundan so­rulmadıkça kımıldamayacaktır» buyurmuştur. Tirmizi bu ha­dis sahîhdir demiştir.

Yine Tirmizi'nin Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) «Kıyamet günü ilk sorulacak şey, ya­ni kula verilen nimetlerden, kendisine, «Sana vücud sıhhati vermedik mi, soğuk su ile susuzluğunu gidermedik mi?» deni­lecek buyurmuştur.

Yine Tirmizi'nin Zübeyr b. Avvam (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Zübeyr şöyle dcmişLir, «Sonra siz, mutlaka o gün nimetlerden sorguya çekileceksiniz» (Tekasür/8) ayeti nazil ol­duğu vakit, «Ya Resulullah hangi nimetlerden sorulacağız? Bi­zim iki kara nimetimiz (yani), hurma ile sudan başka (bir ni­metimiz yok ki),» dedim. Resulullah, «Haberiniz olsun ki, bu sorgu muhakkak olacaktır» buyurdu. Tirmizi bu hadis hasen-dir demiştir.

Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Ebu Hü-reyrc şöyle demiştir, «Ashab-ı kiram, «Ya Resulullah! Biz han­gi nimetlerden sorulacağız ki onlar iki kara nimetten ibaret. Düşman hazır kılıçlarımız boyunlarımızdadır» dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), «Bu muhakkak olacak» buyurdu. Bu hadis-i şerirdeki, «bu, muhakkak olacak» ifadesinin mana­sı, «o sual olunacağınız nimetler ileride olacak» demek olabi­leceği gibi, «o nimetler hurma ile su olsa da bunlardan mutia-ka sorguya çekileceksiniz» demek de olabilir.

Sahih bir hadis-i şerifde, Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.)in Resulullah (s.a.v.) ie beraber hurma, et, soğuk su yiyip içtik­lerinde, Resulullah'm onlara, «Bu nimetlerden kıyamet günü sorulacaksınız» buyurması, hurma ile sudan sorulacağına de­lalet eder. Bu sorulma o nimetin şükründen ve hakkını eda etmekten olacaktır.

Tirmizi'nin Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resulul­lah (s.a.v.) «Kıyamet günü Ademoğlu, koyun yavrusu gibi ge­tirilip, Allah'ın huzurunda durdurulur .Allah ona, «Sana ver­dim, seni mülk sahibi yaptım, seni nimetler içinde yaşattım, sen ne yaptın?» buyurur. O da, «Ey Rabbim! Ben onları top­ladım, ürettim, ve onları olduğundan fazla bıraktım. Beni dün­yaya döndür de, rızan yolunda onları harciyayım» der. Cenab-ı Hak, ona, «Benim rızam İçin gönderdiklerini göster» buyurur. Kul bir de bakar ki ,hayır namına hiçbir şey yapmamış, bu­nun üzerine cehenneme götürülmesi emrolunur» buyurmuştur.

Yine Tirmizi'de Ebu Said ite Ebu Hüreyre (r.a.)'den ri­vayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.), «Kıyamet günü kul getirilir. Allah Tcala ona, «Ben sana kulak, göz, mal ,evlad vermedim mi? At, deve, koyun, sığır gibi hayvanları, ekinleri senin emrine bırakmadım mı?, Seni yükseltip insanların reisi olmanı sağlamadım mı? Buraya benim huzuruma geleceğini hiç düşündün mü? diye soracak. Kul, «Hayır, düşünmedim» diye cevap verecektir. Allah Teala, ona, «İşte sen, beni dü- ' şünmeyip, unutuğun gibi ben de seni şimdi unutacağım» bu­yuracaktır» demiştir. Tİrmizi bu hadis sahilidir demiştir.

Müfessirlcrden bir kısmı, Tckasür suresinin sonundaki, «Sonra mutlaka o gün nimetlerden sorulacaksınız» bu hitabın kafirlere mahsus olduğunu ve onların nimetlerden sorulacak­larını iddia etmişlerdir. Bu görüş Hasan-ı Basri ile Mukatil'dcn nakledilmiştir. Vahidi de bu görüşü seçmiştir. Bu müfessirle-rin delili, Ebu Bekir'in hadisidir. Tekasür suresinin son ayeti nazil olunca, Resulullah (s.a.v.), Ebu Bekir (r.a.)'e «Ebu'l-Heyscm b. et-Tcyyihan'm evinde beraber yemiş olduğumuz ar­pa ekmeği, et, alaca düşfüş, hurma koruğu ve İçtiğimiz tatlı su ne dersin? Bunların kendilerinden sorulacağımız nimetlerden olmasından korkar mısın?» dedi. Sonra Resulullah (s.a.v.), «Bu ayetteki nimetlerden sorulma kafirlere mahsusdur» buyurduk­tan sonra, «Nankör olmayana biz ceza verir miyiz ya'» (Sebe/ 17) ayct-İ kerimesini okumuştur. Vahİdİ demiştir kî, ayetin zahiri bu görüşün doğru olduğuna şahadet etmektedir. Çünkü surenin hepsi müşriklere hitabdır ve onlara tehdittir. Mana da bu görüşe şehadet etmektedir. Çünkü kafirler Allah'a ortak koşup, Allah'dan başkasına ibadet ettikleri için kendilerine ve­rilen nimetlerin hakkını eda etmediler. Onları azarlamak için kendilerine verilmiş olan nimetteki vacİb olan hakkı eda mı ettiler yoksa zayi mî ettiler diye sorulacaklar, sonra nimet ve­ren Allanın Birliğinin şükrünü terk ettiklerinden dolayr azap olunacaklar. Bu Mukatİl'İn kavlinin manasıdır. Bu, Hasan-ı Basri'nin de kavlidir. Hasan-ı Basri, «Nimetlerden ancak ce­hennem ehli sorulur» demiştir.

Ben derim ki, ne lafızda, ne sahih sünnette, ne de akü de­lillerde, Tckasür suresinin ahirndeki bu hitabın kafirlere mah­sus olmasını gerektiren bir şey yoktur. Bilakis lafın zahiri ve hadis-i şerifler hitabın, çoklukla övünerek, Allah jq ahiretten uzak kalan herkese şamil olduğuna delalet eder. Hitabı, çok­lukla övünenlerin bîr kısmına tahsis etmenin bîr yönü yoktur. Resulullah (s.a.v.)'ın bu sureyi okurken, «Ademoğlu malım malım diyor. Acaba ey Ademoğlu, malından yiyip tükettiğin­den, giyip eskittiğinden ve sadaka verip ebedileştirdiğinden başka sana bir fayda var mı?» buyurması hitabın umum oldu­ğuna delildir. Bu hadis-i şerif Sahih-i Müslim 'dedir. Çoklukla Övünme hem müslüman için hem de kafir için olur. Geçen hadis-i şerifler de, ayet-İ kerimedeki hitabın umum olduğuna delalet eder. Ashab-i Kiram bu ayel-i kerimeden umum mana anlayarak, Resulullah (s.a.v.)'a, «Hangi nimetlerden sorula­cağız. Bizim, ancak İki kara nimetimizden (yani hurma ile su) başka (bîr nimetimiz yok ki) dediler. Eğer hitap kafirlere mah­sus olsaydı, Resulullah (s.a.v.) onlara bunu açıklayarak, «Bu surenin sizinle alakası yoktur, bu sure ancak kafirlere mah­sustur» derdi. Sahabeler bu hitaptan umum mana anlamışlar, hadis-i şerifler de hitabın umum olduğunu açıkla inaktadırlar. Ashab-ı Kiram, Resulullah'a indirilen ayetlerden umum ma­nayı anlarlardı. Resulullah onları bu anladıkları umum mana üzerinde bırakırdı.

Bazı müfessirlerin Tekasür Süresindeki hitapların kafir­lere, bu ayetteki nimetlerden sorulmanın da onlara mahsus olduğunu iddia edip, buna delil olarak gösterdikleri Ebu Bekir (r.a.)'İn hadisi sahih değildir. ResuluIIah'm Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) ile beraber yemek yediklerine dair olan sahih hadîs, o müfessirlerin zikrettikleri hadisin batıl olduğuna şe­hadet eder. Biz sahih olan hadis-i şerifi zikrediyoruz. Müsli-min rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.), demiştir ki, «Re­sulullah (s.a.v.) bir gün yahut bir gece dışarı çıktı. Ve birden Ebu Bekir'le Ömer'e rasiadı. «Sizi bu saatte evlerinizden çıka­ran nedir?» diye sordu. «Açlık ya Resulullah!» dediler. «Ben de nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, beni de sizi çıkaran çıkarmıştır. Kalkın» dedi. Hemen onunla bir­likte kalktılar ve Ensardan bir zatın evine vardılar. Bir de bak­tı ki, o zat evinde yok, kadın onu görünce, «Hoş geldiniz, se­fa geldiniz» dedi. Resulullah (s.a.v.) de ona, «Filan nerede?» dîye sordu. Kadın, «Bize tatlı su getirmeye gitti» dedi. O an­da Ensar geldi. Resulullah (s.a.v.) ile iki arkadaşını gördü Sonra, «Allah'a hamd olsun bu gün benden misafirleri daha şerefli olan kimse yoktur» dedi. Hemen giderek onlara bir hurma salkımı getirdi kî içinde koruk, kuru ve oîgun hurmalar vardı. «Bundan buyurun» dedi ve bıçağı aldı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) ona «Sakın sağmal koyuna dokunma» bu­yurdu. Fakat o, onlar için kesti ve hem koyundan, hem o hur­ma salkımından yediler ,içtiler. Yemeğe doyup ,suya kandık­ları vakit Resulullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le Ömer'e «Nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet gü­nünde bu nimetlerden mutlaka sorulacaksınız. Sizi evleriniz­den açlık çıkardı. Sonra şu nimetlere kavuşmadan dönme­diniz» buyurdular. Bu sahih olan hadis-i şerif hitabın umum olmasında açıktır. Bu hitab kafirlere mahsus değildir. Ger­çek de bu hitabın kafirlere mahsus olmadığına şahadet eder. Çünkü çoklukla övünmek pek çok müslümanları ahıretten alı­koymuştur. Kuran-ı Kerimin hitabı, kendisine ulaman herkese şamildir. Bu gün biz ve bizden Önce olanlar ve bizden sonra, gelecekler hepimiz şu ayet-İ kerimenin altına girmekteyiz, «Ey iman edenler! Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı» (Bakara/183) Bu ayet-i kerimeye benzeyen bü­tün ayet-i kerimelerin altına her müslüman girmektedir. «Çok­lukla Övünmek sizi oyaladı» (Tekasür/I) Allah Tcala'nın bu kavli kerimi bu sıfatla muttasıf olan herkese hitabdır. İnsan­lar çoklukla Övünmede derece derecedir. Bu derecelerin sayı­sını ancak Cenab-ı Hak bilir.

Eğer, «mü'minleri çoklukla övünmek ahıretten alıkoymaz bundan dolayı mü'mînler çoklukla övünenlere yapılan tehdide dahil değ."ldirler« diye sorulursa buna, şöyle cevap verilir. Bu görüş Tekasür süresindeki hitablann kafirlere mahsus oldu­ğunu söyleyenlerin görüşüdür. Bunlara göre bu hitapları umu­ma hamletmek mümkün değildir. Bunlar kafirlerin tehdide ve azaba daha layık olduklarını görünce bu' hİtablan kafirlere tahsis etmişlerdir. Kur'an-ı Kerimin takib ettiği yola göre in­san yerilm İştir. Nitekim Allah Teala, «Zaten insan çok ace­lecidir» (tsra/11); diğer ayette, «Zaten insan çok cimridir» (îs-ra/lCO); diğer bir ayette, «Muhakkak insan Rabbine karşı pek nankördür» (Adiyat/6); diğer bir ayette, «Biz emaneti (narnaz ve diğer ibadetleri) göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, on­lar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi hakikaten o, çok zalim, çok cahildir.» (Ah-zab/72); diğer bir ayette de, «Hakikaten insan çok nankördür» (Hac/66) buyurmaktadır. Kur'an-ı Kerimde pek çok ayetler vardır. însan yaradılışı İtibarıyla her faydalı ilimden ve salih amelden beridir. Ancak Allah Teala insana ilim ve iyi amel ihsan etmek suretiyle, onu kemale ve olgunluğa erdirir. İnsan bunları kendiliğinden elde edemez. İnsanda galip olan ilme zıd olan cehalet ve adalete zıd olan zulümdür. O halde İnsanda bulunan her ilim adalet ve hayır, Rabbi tarafından verilmiştir. Yoksa kendi tarafından değildir. Mal ve evlad itibarıyla çok­lukla övünmek insanın tabiat ve karakteridir. İnsan bundan kurtulamaz. Ancak Allah'ın temizleyip ahiretı dünyaya tercih ettirdiği kimse bu tabiat ve karakterinden kurtulur. Tekasür süresindeki tehdit hitabının kafirlere mahsus olduğunu iddia edenlere ahirette zikredilen tehdidi bilmekte herkes ortak ola­caktır. Dünyada bilmeyen herkes ahirette hakikati bilecektir. «Sakının. İleride bileceksiniz» ayet-i kerimesinde cehennemde ebedi kalmak şöyle dursun cehenneme girmeyi bile gerektire­cek bir şey yoktur. Yİne cehennemi görmek onu gören her­kesin oraya girmesini gerektirmez. Çünkü arasatta herkes ce­hennemi gözüyle görecektir. Cenab-ı Hak cehennemi, mü'min-lerîn, kafirlerin ,iyilerin ve kötülerin ,her insanın mutlaka gö­receğine dair yemin etmiştir. Bu Tekasür süresindeki hitabın umum olduğunu nefyeden bir delil yoktur. Hasan-ı Basri'den, «nimetlerden ancak cehennemlikler sorulacaktır» diye nakle­dilen söz kesinlikle batıldır. Açık ve sahih olan hadis-i şerifler Hasan-ı Basri'nİn bu görüşünü reddeder. Tevfik Allah'dandır Hayatı boyunca, ölünceye kadar çoklukla övünme kendisini oyalayan ve oyalama uykusundan uyanmayan, hatta bu çok­lukla övünme kalbini uyutup ve bu uykudan ancak Ölüler or­dusuna katıldığı vakit uyanan kimseye bu surede büyük bir tehdidin bulunduğunu düşün...

Cenab-ı Hak yermeyi ve tehdidi, Övülen şeyin ne olduğu­nu belirtmeksizin mutlak övünmeye bağlamıştır. Ta ki, dünya ile ilgili olan her övünme bu övünmeye girsin.

Çoklukla övünenlerden her biri övündükleri şeyde arka­daşından sayıca çok olmayı ister. Bunlan övünmeye sevkeden, izzet ve şerefin çok olana ait olmasını düşünmeleridir. Nitekim denilmiştir ki, «ben onlardan sayıca çok değilim çün­kü izzet ve şeref sayıca çok olana aittir.» Övünmeyen kimst-nîn mal ve evladının çokluğu kendisine zarar vermez. Nite­kim ashab-ı Kiramdan birçoklarının evlad ve mallan çokdu, bunlarla övünmedikleri için kendilerine zarar vermemiştir. Dünyalık ve makam gibi herhangi birşeyle övünen kimseyi bu Övünme ahiretten alikoyar. Şerefli, ulvi, yüksek himmet sahihleri ancak menfaati devamlı olgunlaştıran, kurtuluşa ka­vuşturan şeylerde yarışırlar. Bunlardan herbiri arkadaşının bu hususlarda kendisinden üstün olmasını arzu etmez. îşte bu ya-nşma kulun saadete ermesine vesile olur. Bu yarışmanın zıddı ise dünya ehlinin dünya ile ilgili şeylerle yanşmasıdır. îşte bu yarışma ise Allah'dan, ahiretten alıkoyan yarışmadır. Bu ya­rışmanın neticesi fakirliktir, yoksulluktur, mahrumiyettir. Ahi-ret saadeti İle ilgili şeylerle yarışmak Allah'a kavuşmayı düşü­nerek yapılan yarışmadır. Ahiretle alâkalı, fani olmayan, de-vamh ve ebedî olan şeyleri elde etme hususunda yanşan bir kimse bu hususdan başkalarını kendisinden kavilce, amelce, ilimce daha üstün olarak görmeye dayanamaz. Bu hayır işle­rinden birinde başkasının kendisinden daha ileride olduğunu görüp o hususta ona yetişmekten aciz kalınca, gücünün yetti­ği başka bîr hayır İşinde onu geçmek için yarışır. îşte hayır iş­lerindeki bu yarış yerilmiş olmadığı gibi, kulun İhlasma da zarar vermez. Çünkü bu yarış hayır işlerinde yarıştır. Evs ve Hazrec kabilelerinin Resulullah'm etrafında dönmeleri ve Re-sulullah'm rızası ve yardımıyla ilgİIİ hususlarda birbirleriyle yarışmaları da hayırla ilgili yarışlardandır. Ömer (r.a.) İle Ebu Bekir (r.a.)'in yarışları da bu kabildendir. Ömer (r.a.) hayır yolunda Ebu Bekir (r.a.)'İn kendisini geçtiğini görünce, «Val­lahi ben seninle hiç bir şeyde ebediyen yarış yapmayacağım» dedi.

Tekasür süresindeki, «ketlâ» lafzının ne güzel yerde kul­lanıldığını düşünün. Çünkü, «kellâ» lafzı onlan çoklukla Övün­mekten meri etmeyi, İzzetin, şerefin ve olgunluğun çoklukla övünmekte olduğunu düşünenlerin düşüncesini iptal etmeyi, hem nehyi hem de nefyi içine almaktadır. Cenab-i Hak, çoklukla övünenlerin bu Övünmelerinin kendilerini ahiretten alı­koyduğunu, ölürken kabirde bunu anlayacaklarım ve dünyada Övünenlerin ahîrette yurtlarını kesin olarak göreceklerini ve bu övündükleri malları nereden kazanıp, nereye sarfettiklerin-den sorulacaklarım haber vermiştir.

Tekasür suresi, son derece kısa nazmının akıcı ve güzelli­ği yanında faydası ne kadar büyük, va'z ve nasihati ne kadar tesirli, dünyadan ne kadar sakındmcı ve ahirete ne kadar teş­vik edicidir. Bu sure bu vasıflara nasıl şamil olmasın, çünkü hak ve hakikati söyleyen ve şanı yüce olan Allah Teala söy­lemiş ve ondan da vahiy yoluyla Resulü tebliğ etmiştir.

Cenabı Hak, her canlının, sonunda varacağı kabirlerde de ziyaretçiler gibi bir müddet kalacaklarını ,sonra oradan da karar yurduna gideceklerini bildirmiştir. İnsanlar kabirlerde nasıl ziyaretçiler gibi olmasınlar! Çünkü onlar bu dünyada ka-bire giden yolculardır. Sonra kabirden de ebedi ve devamlı karar yurdu olan ahirete gideceklerdir. Netice olarak insan­ların üç hali vardir; dünyada yolculardır, bu yolculuğun sonu kabirlerdir, sonra kabirlerden devamlı olan karar yurduna gi­deceklerdir.

Sabreden fakirlerin şükreden zenginlerden üstün oldukla­rını iddia edenler şöyle demişlerdir; Allah Teala, dostlarım dünyadan korumuş, onları şereflendirmek için dünyadan sa­kındırmış, dünyanın kirlerinden onları temizlemiş ve onları alçak olan dünyadan uzak tutmuş, dünyayı onlara yermiş ve dünyanın kendi katında kıymetsiz olduğunu onlara haber ver-, miş, zenginliğin bir fitne olduğunu, yer yüzünde azgınlığın ve bozgunculuğun sebebi olduğunu, dünyada çoklukla övünme­nin insanı ahiretten alıkoyduğunu, zenginliğin aldatıcı ve ge-, cici bir meta olduğunu bildirmiş, dünyayı sevip ahirete tercih edenleri yermiş, dünyayı, süsünü ve servetini isteyen kimse­nin ahirette nasibi olmayacağını, zenginliğin bir fitne ve bir imtihan olduğunu, bir keramet ve bir muhabbet olmadığını, dünya ehline dünyalığı vermenin onların hayır işlerinde yanş-malannı temin etmek için olmadığını, dünyalığın Allah'a yak­laştırmadığını, eğer insanların peşi peşine küfre sapacaklann-dan korkmasaydı, kafirlere istediklerinden daha fazla dünyalık vereceğini .hatta evlerinin tavanlarını, kapılarını, merdi­venlerini, karyolalarını gümüşten kılacağını, dünyayı ahiret-ten nasibi olmayan zayıf akıllılar için ve düşmanları için süs­lediğini haber vermiş, ve Resulünü, dünyaya ve dünya sakin­lerini faydalandırmak için vermiş olduğu şeylere göz dikmek­ten nefy etmiş, dünyada güzel olan her şeyi tüketenleri, sö­mürenleri ve onların zevkini sürenleri zemmetmiş ve bu bağ­lamda Resulüne, «Bırak onları yesinler, (İçsinler), zevk alsın-lar, ümit onları oyalıya dursun... ileride Öğrenecekler» (Hicr/ 3) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk'ın dostları­nı dünya ile oyalanmaktan ve dünyada çok yiyip içmekten ni­çin menettiğinin bir tesellisi vardır. Yine bu ayette, kendisi­ne dünyalık verilenin azmaması, nefsine her istediğini verme­mesi, zevk ve safaya düşmemesi hatırlatılmaktadır. Cenab-ı Hak, dünyayı sevenleri, çoklukla Övünenleri fazilet ve şerefin zenginlikte olduğunu sananları yermiş, onlan yalanlamış ve gerçeğin onlann dedikleri ve düşündükleri gibi olmadığını ha­ber vermiştir. Dünyayı kullarına birçok misallerle anlatmış­tır. Bu misaller, her akıllıyı dünyada zühde ,ona itimat etme­meye, meyil etmemeye davet eder. Cenab-ı Hak dünyanın su­retini ve hakikatini kullarına beyan ederek, «Dünya hayatının hali, ancak gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki, onunla in­san ve hayvanların yedikleri yer mahsulleri yetişip birbirine karışır. Nihayet yer bütün güzelliklerini takınıp, süslendiği, sa­hipleri de bu mahsulü toplayıp ondan faydalanmaya kendileri­ni muktedir zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündüzle-yin ona emrimiz (afatımız) gelivermiş bir lahzada ona bir tır­pan atıvermişizdir. Sanki dün hiç yokmuş gibi olmuştur. İşte düşünen bir kavim için biz ayetleri böyle açıklarız» (Yunus/ 24)! diğer bir ayette de, «Onlara dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat; Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarların sa-vurocağı çer çöpe döner. Allah herşeyin üstünde bir kudret sahibidir» (Kchf/45) buyurmuştur. Cenab-ı Hak dünyanın fa­ni olduğundan, çabuk ve geçici olduğundan kulun ahireti görün­ce sanki dünyada bir saat veya bir gün veya bir günün bir kıs­mı kadar kaldığım zannedeceğini haber vermiş, kullarını dünvaya aldanmaktan nehyetmiş, dünyanın bir eğlence, bir oyun, bir süs ve aranızda bir öğünme ve daha çok mal ve çocuk sa­hibi olmanın aldatıcı bir mctası, ahirete giden bir yol ve baki olmayan geçici bir faydalanmadan ibaret olduğunu bildirmiş, dünyayı isteyeni hayırla zikretmeyip bilakis onu yermiş, dün­yayı isteyenin Rabbi'nin iradesine muhalefet etmiş olduğunu haber vermiş, cehennem ehlinin cehenneme ancak dünyaya aldanmaları ve dünyayı arzu etmeleri sebebiyle girdiklerini bil­dirmiştir.

Sabreden fakirlerin üstün olduğunu İddia edenler demişler­dir ki, bu zikredilenlerin hepsi insanları zühde, takvalığa davet etmektedir, mümkün mertebe bu dünyadan az almaya teşvik etmektedir. Nitekim Cenabı Hak kendine mahluka tın en şe­reflisi ve en sevimlisi olan kulu ve Resulü Muhammed (s.a.v.)'e dünyayı ve dünya hazinelerinin anahtarlarını arzetmiş fakat Resulü bunları istememiştir. Şayet bunları İstemiş olsaydı, dün­yadan almış olduğu şeylere karşı insanların en çok şükredeni olur, ve onlann hepsini kesin olarak Allah'ın rızası yolunda sarf ederdi, fakat dünyadan azla yetinmeyi tercih edip geçim sıkıntısına sabretmiştir.

İmam Ahmed, Aişe (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir, «Ensardan bir kadın benim yanıma geldi Resululbh (s.a.v.)'ın döşeğinin iki kat bir adaban ibaret oldu­ğunu gördü. Evine dönünce bana bir yün döşek gönderdi. Re-suluîlah (s.a.v.) gelince, «Bu nedir?» diye sordu. Ben de «En­sardan filan kadın benim yanıma geldi, senin döşeğini gördü ve bunu bana gönderdi» dedim..Bunun üzerine Resulullah (s. a.v.), «Ey Aişe! Bu döşeği geri ver» buyurdu. Fakat ben o dö­şeği geri vermedim, çünkü o döşeğin evimde bulunması hoşu­ma gidiyordu. Nihayet Resulullah (s.a.v.) bana bunu üç defa söyledi ve «Ya Aişe! bu döşeği geri ver. Allah'a yemin ederim ki, ben isteseydim Allah Teala benimle beraber altın ve gümüş dağlarını yürütürdü» buyurdu. Bunun üzerine ben de o döşeği geri verdim.» Resulullah'a dünya hazinelerinin anahtarları ve­rildi, fakat Resulullah onları almıyarak, «Rabbim! Bir gün aç, bir gün de tok olarak yaşarım, aç olduğum vakit tazarru ve niyazda bulunup seni zikrederim. Tok olduğum vakit ise sana hamdeder ve şükrederim» dedi. Resulullah (s.a.v.) Rab-' binden ehlinin rızkını yetecek kadar vermesini istemiştir. Ni­tekim Buhcri ile Müslim'de Ebu Hüreyre (r.a.)dcn rivayet edildiğine göre ,Resulullah (s.a.v.), «Allah'ım Muhammed âli­nin rızkını yetecek kadar ver» diye dua ederlerdi.» Yine Bu­harı ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.), «Ebu Hüreyre'nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resulullah ve onun ehli dünyadan ayrılıncaya ka­dar üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden doya doya yeme­mişlerdir» demiştir. Buhari'den rivayet edildiğine göre, Enes (r.a.), «Ben, Resulullah'ın, Rabbine kavuşuncaya kadar yufka bir ekmek ve kızartılmış bir kuzu kebabı yediğini bilmiyorum» demiştir. Yine Sahih-i Buhari'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.), «Resulullah dünyadan çıkıncaya kadar arpa ek­meğinden doya doya yememiştir» demiştir.

Buharı ile Müslim'de rivayet edildiğine göre, Aişe (ı.v ) validemiz «Muhammed âli Medine'ye geleliden vefatına kadar üç gece arka arkaya buğday yemeğinden doya doya yememiş­lerdir» demiştir.

Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ömer (r.a), «Gerçekten ben Resulullah (s.a.v.)'ı karnını doyuracak kadar adi bîr hurma bulamadığını gördüm» demiştir.

Müsned'in ve Tirmizi'nin rivayetine göre, İbn-i Abbas (r.a.), «Resulullah (s.a.v.) ehli ile birlikte arka arkaya birkaç gece akşam yemeği bulamayarak aç yatarlardı. Ekseriyetle ek­mekleri de arpa ekmeğiydi» demiştir. Tirmizİ bu hadis hasen-dir, sahihdir demiştir.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame (r.a ), «Resulullah'ın ehlibeytinin arpa ekmeği (sofradan) artmıyor-du.» demiştir.

İmam Ahmed Müsned'inde rivayet ettiğine göre, Aİşe (r.a.) «Muhammed'i hak olarak gönderen Allah'a yemin ede­rim ki, Cenab-ı Hak, Resulullah (s.a.v.)'ı peygamber olarak gönderdiği zamandan ölünceye kadar eleği görmedi »elenmiş undan yapılmış ekmeği yemedi» dedi. Urve, «Ben Aişe (r.a.)' ye arpayı nasıl yiyordunuz? diye sordum. O da, «Üf derdik Yanı (kabuğu gitsin diye) üflerdik. Uçan uçardı ,geri kalanı jsc hamur yoğumrduk» demiştir.

BuharCnin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) «Resulullah (s.a.v.) zırhını rehin olarak verip arpa almıştı, (o sırada) Resu­lullah (s.a.v.), «Muhammed (s.a.v.) ehli beyti İçin bir ölçek ne sabahladı ne de akşamladı» buyurduğunu İşittim. Gerçekten onlar (al-i Muhammed (s.a.v.)) dokuz hane idi» demiştir. Mih-ned'ül-Haris'de rivayet edildiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki, «Fatıma, Resulullah (s.a.v.)'a bir parça ekmek getirdi. Bunun üzerine Resuîullah (s.a.v.), «Bu ekmek parçası nedir Ya Fa­tıma!» diye sordu. O da «bir ekmek yaptım. Bu parçayı sar.j getirmedikçe, gönlüm razı olmadı» dedi. Resulullah (s.a v.) Bilmiş ol ki, bu üç günden beri babanın ağzına giren ilk ye­mektir» buyurdu.

îmam Ahmcd rivayet ettiğine £öre, Cabir (r.a.), «Resu­lullah (s.a.v.) ashabıyîa birlikte hendek kazarken şiddetli bir açlıkla karşılaştılar. Hatta Resulullah (s.a.v.) mübarek karnı­na açlıktan taş bağlamıştı» dedi.

Ebu Hatcm b. Hİbban, Tekasim isimli eserinde bu hadisi şiddetle reddederek, «Allah katında mahlukatın en şereflisi olan Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkında böyle bir şey dü­şünülemez» demiştir. Müellif demiştir ki, bu düşünce Ebu Ha-tem'in bir kurumuşudur. Bu hadîs-i şerifde, Resulullah (s.a. v.)'m \AUah katındaki mertebesinin noksan olduğuna delalet eden bir şey yoktur. Bilakis AJlah katındaki kerametinin yük­sek olduğunu bildirmektedir. Kendisinden sonra gelecek hali­fe ve hükümdarlar için de ibadet vardır. Ebu Hatem, Resu­lullah (s.a.v.)'m yaşantısı hakkındaki diğer hadis-i şerifleri dü­şünmemişe benziyor.

Bu hadis-İ şerif, Resulullah (s.a.v.)'ın doğru olduğunun en büyük şahitlcrindcndir. Şayet Resulullah (s.a.v.), kendinin ve Rabbinin düşmanlarının dediği gibi, dünya mülk ve saltanatını İsteyen bir hükümdar olsaydı, yaşayışı hükümdarların yaşayışı gibi, gidişatı da onların gidişatı gibi olurdu. Resulııllah (s.a.v.) vefat ettiği vakit ehli için almış olduğu yiyecek karşılığında zır­hını bir Yahudi yanında rehin bırakmıştı. Cenab-ı Hak, Resu­lüne Arap beldelerinin fethini nasip edip onun yanında nimetler ve vergiler toplandığı halde ebedi aleme irlihal ettiği vakit, ne bir dirhem, ne bir altın, ne bir koyun, ne bir deve. ne bir köle, ne de bir cariye bırakmadı. Yalnız binmekte oldu­ğu beyaz bir katırla silahını ve bir de yolculara vakfettiği ara­ziyi bıraktı. İmam Ahmed rivayet ettiğine göre, Urve, «Aişe (r.a.), üzerimizden aylar geçerdi de, Reşulullah (s.a.v.^ın ha-ne-i saadetlerinden hiçbirinde (yemek pişirmek için) ateş yan­mazdı» derken işittim. Bunun üzerine «Ey teyzeciğim ne ile geçiniyordunuz?» diye sordum. O da, «İki kara şey, yani hur­ma İle sudan ibaretti» diye cevap verdi.

Ebu'l Heysem b. et-Teyyihan kıssasında, Ebu Hüreyre' nin hadisinde geçtiği üzere, «Resulullah (s.a.v.) evinden çıktı. Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.)'i gördü. Resulullah (s.a.v.), «Sizi dışarı çıkaran nedir?» dedi. Onlar da, «açlıktır» dediler. Resulullah (s.a.v.), «Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a ye­min ederim ki, sizi çıkarmaya mecbur eden hal beni de çı­kardı» buyurdu.

İmam Ahmed'in zikrettiğine göre, Meşruk demiştir ki, «Ben, Aişe (r.a.)'nin yanına gittim. Beni yemeğe davet etti ve, «Yemekten doya doya yiyemiyorum, ağlamak isteyince ağlı­yorum» dedi. Ben, «Niçin» diye sordum. O da, «Resulullah (s.a.v.)'ın dünyadan ayrıldığı hali düşünüyorum. Vallahi Resu­lullah (s.a.v.) ölünceye kadar bir günde iki defa buğday ek­meğinden doya doya yememiştir» dedi.

Yine İmam Ahmed'in Müsned'inds rivayet edildiğine gö­re, Aişe (r.a.), «Resulullah (s.a.v.) ölünceye kadar iki gün ard arda arpa ekmeğinden doya doya yememiştir» demiştir. Bu iki hadîs sahihdir.

Yİnc İmam Ahmed'in Müsned'mde rivayet edildiğine gö­re, Aişe (r.a.) «Resulullah (s.a.v.) Allah'a kavuşuncaya kadar onun ailesi efradı üç gün katıkla ekmekten karınlarını doyur-mamıştir» demiştir. Buharı İle Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.), «Resulullah (s.a.v.) dünyadan ayrı­lıncaya kadar kendisi ve ailesi ard arda üç gün buğday ekme­ğinden doya doya yememişlerdir» demiştir.

Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, İbn-i Abbas (r.a.), «Re­sulullah (s.a.v.) arka arkaya bir kaç geceyi aç geçirdi de ailesi yiyecek akşam yemeğini bulamazlardı. Onların ekmekleri de ekseriye arpa ekmeği idi» demiştir. Yine Tirmizinin rivayet ettiğine göre, Enes (r.a.) demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.),' «Al­lah yolunda kimsenin korkutulmadığı şekilde korkutuldum. Allah yolunda kimsenin eza görmediği şekilde eza gördüm. Otuzgün ve otuz gece olmuştur ki, benim ve Bilal'in koltuğu altından bulunan az bir azıktan başka, canlı hayvanın yiyebile­ceği bir şeyimiz yoktu» buyurmuştur.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Ebu Talha (r.a.), «Resulullah (s.a.v.)'a açlıktan şikayet ettik ve karnımızdan bi­rer birer taşlan çıkardık. Resulullah (s.a.v.) ise mübarek kar­nından iki taş çıkardı» demiştir.

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Mes' ud (r.a.), «Resulullah (s.a.v.) bir hasır üzerinde uyumuşlardı, uykudan kalktı, fakat hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine, «Ya Resulullah! Sizin için yatak tedarik etsek olmaz mı?» dediler. «Benim dünya ile ne İşim var. Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip de sonra bırakıp giden bir yolcu gibi­yim» buyurdu» demiştir.

Tirmizi'den rivayet edildiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki, «Bİr kış günü Resulullah (s.a.v.)'m evinden çıktım. Tabak­lanmış bir deri alıp ortasından delip boynuma geçirdim, beli­mi hurma yaprağıyla bağladım. Çok açtım, Resulullah (s.a. v)'ın evinde yiyecek bir şey olsaydı ondan yiyecektim. Olma­yınca bîr şeyler aramaya çıktım. O sırada çıkrıklı kuyusundan su çekip hayvanlarını sulayan bir Yahudinin yanından geçi­yordum, duvarındaki gedikten ona baktım. Bunun üzerine Yahudi, «Ey Arabi! ne istiyorsun? Sana (kuyudan çekeceğin) her kova başına bir hurma vereyim, razı mısın?» dedi. Ben de, «Razıyım, kapıyı aç gireyim» dedim. Bunun üzerine kapı­yı açtı, içeri girdim. Kovasını bana verdi. Her çektiğim kova karşılığında bana bir hurma veriyordu. Nihayet avucum (hur­ma ile) dolunca, kovasını verip «Bu bana yeter».dedim. Hur­maları yedim, sonra kana kana su içtim, sonra mescide gel­dim, Resulullah (s.a.v.)' orada buldum.» Sa'd b. ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre, şöyle demiştir. «Allah yolunda ok atan Araplardan birincisi bulunuyorum. Resuîullah (s.a.v.)'ın maiyetinde harbettiğim vakit, ağaç yapraklarından başka yiye­cek bulamadığımız zamanlar oluyordu. Scmür denilen ağaç yaprağını yediğimizden, koyun ve keçinin gibi kaza-yt hacet ederdik.» Buharı, Müslim..

Resulullah (s.a.v.) gecenin bir kısmında namaz kılarken üzerindeki yün elbisenin bir kısmı kendi üzerinde bir kısmı da Aİşe (r.a.)'nin üzerinde bulunurdu. Hasan-ı Basri «Bu elbise­nin kıymeti altı veya yedi dirhemdi» demiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ali (r.a.) demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.) Hz. Falıma (r.a.)'ya çeyiz olarak b'r elbise, bir kap, bir de içi lif dolu, deriden bir yastık vermişti.»

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Bürde demiş­tir ki, «Aişe (r.a.)'nin yanma girdim de, bize Ycmen'de yapı­lan kaîın bir peştemal ile keçelenmiş omuz örtüsü çıkardı ve 'Resulullah (s.a.v.) şu iki elbisenin içinde vefat etti', dedi».

Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler demişlerdir ki, «Şayet sabreden fakirden şükreden zengin daha üstün ol­saydı, Genab-i Hak Resulüne ilmin artırılmasını istemesini em­rettiği gibi zenginliği istemesini de emrederdi. Resulullah (s. a.v.) kendisi için, ancak Allah'ın seçtiğini seçmiştir. Cenabı Hak İse Resulü için en üstün olanım seçmiştir. Çünkü Resu­lullah (s.a.v.) mahlukatın en faziletlisi ve en mükemmelidir. Resulullah (s.a.v.), «Rızkın en hayırlısı kula yetecek kadar olan, onu başkasına muhtaç etmeyen, onu azdırıp, Allah'dan ve ahiretten alıkoymayan rıziktır» diye haber vermiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'd-Dcrda demiş­tir ki, Resulullah (s.a.v.) «her sabah güneş doğarken, güneşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler, «Ey insanlar Rabbinize gelin! Az ve yetecek kadar olan rızık (Allah'dan ve ahiretten) alıkoyan çok nzıktan daha hayırlıdır» diye nida ederler. Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka ,yer yü­zündeki bütün canlılar işitir. (Her akşam) güneş batarken, gü­neşin iki tarafında iki melek gönderilir. Bu melekler, «Ya Rab-bi! Hayır yapanın malının karşılığını ver. Hayır yapmayanın malım telef et» diye nida ederler. Bunların nidasını insanlarla cinlerden başka yeryüzündeki bütün canlılar işitir» buyurmuş­tur.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Sa'd b. Malik (r a ) demiştir ki, Resulullah (s.a.v.), «Rızkın hayırlısı yetecek kadar olanıdır, zikrin hayırlısı da gizli olanıdır» diye buyurmuştur Bu hadis-i şerifde kalbin rızkı ile bedenin rızkının ve dünya nz-kı İle ahiret rızkının arası birleştirilip, beden ile dünya rızkı­nın en hayırlısının yetecek kadar olması ve kalp ile ahiret nz-kı olan zikrin de en hayırlısının gizli yapılması olduğu haber verilmiştir. Gizli zikir yeterliyken bu gizli zikirle yetinmeyerek, sesinin perdesini artınrsa, bu zikrin sahibinin riya yapmasın­dan ve zikretmeyenlere karşı kibirlenmesinden korkulur. Be­denin rızkı da yetecek miktardan fazla olursa bu rızkın sahi binin de azmasından ve çoklukla övünmesinden korkulur. Sab­reden fakirin üstün olduğunu iddia edenler, «Resululîah (s.a. v.) dünyada azla yetinip zahİd olanlara gıpta etmiş, zengin. olanlara gıpta etmemiştir» demişlerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Ümame şöyle demiştir, Resulullah (s.a.v.) «Benim yanımda dostlarımın en çok İmrenileni, aile efradı az olan, namazdan nasibini alan, Rabbine güzel ibadet eden, tenhada O'na itaat eden, parmak­la gösterilecek şekilde insanlar arasında meşhur olmayan, rız­kı yetecek kadar olup, buna sabreden kimsedir» buyurdu. Son­ra (böyle bir kimsenin ölümle dünyadan kurtulduğuna işaret ederek) elini silkeledi ve «bu kimsenin ölümü çabuk, ağlayan­ları az, bıraktığı miras da azdır» buyurdu.»

Sabreden fakirin üstün olduğunu iddia edenler, «Allah Teala'nın mü'min kulunu dünyalıktan uzak tutması, ancak onu sevmesinden ve ona ikram etmesinden dolayıdır» demiş­lerdir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Mahmud b. Lebid (r.a.) demiştir ki, Resulullah (s.a.v.), «Hastalannızın (hastalı­ğının artmasından) korktuğunuz için onları yemekten, içmek­ten koruduğunuz gibi, Allah Teala da sevdiği mü'min kulunu dünya varlıklarından korur» buyurdu.

Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler, «Allah Teaîa'nm bir kimseye dünya varlıklarından bol vermesi ona bir ikram ve bir muhabbetten dolayı olmayıp ancak istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) içindir» demişlerdir.

îmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ukbe b. Amir (r.a.) demiştir ki, «Resulullah (s.â.v.), «Günaha devam eden bir kimseye istediğini Cenab-ı Hakk'ın verdiğini gördüğümüz va-kıt, bunun bir istidrac (azar azar helake yaklaştırmak) için ol­duğunu bilin» buyurdu ve «Kendilerine hatırlatılanı unuttuk­larında, onlara her şeyin kapısını açtık. Kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler» (Enam/44) mealindeki ayet-i kerimeyi okudu.

Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler, «Allah katında dünya değersiz olduğundan dolayı, onu dostlarından ve sevdiği kimselerden men etmiştir» demişlerdir.

imam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu'1-Ca'd demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.) «Ümmetimden öyle kimse vardır ki, birinizin kapışma gelip bir altın istese vermezsiniz, bir dirhem İstese vermezsiniz, eğer AİJah'dan cenneti istese muhakkak ona cenneti verir. Allah'dan dünyalık istese dünyalığı vermez. Bu kimse, Allah katında değersiz olduğundan dolayı dünyalı­ğı ondan men etmiş değildir, tşte bu kimse, elbisesi yırtık pır­tık olup, insanların kendisine önem vermediği kimsedir. Eğer şu kimse, bîr şey hakkında Allah'a yemin edecek olsa, muhak­kak Allah onun yeminini yerine getirir» buyurmuştur. Bu ha-dis-i şerif, bu kimsenin Allah katında değersiz olduğundan do­layı dünyalık ondan men edilmiş olmayıp dünyanın Allah ka­tında değersiz olduğundan dolayı ondan men edilmiş olduğuna delalet ede-r. Bundan dolayı Allah Teala, dünyayı sevdiği kim­selere de sevmediği kimselere de verir. Ahireti ise yalnız sev­diği kimselere verir.

Resulullah (s.a.v.) «(Kıyamet günü) insanların makam ve mevki itibarıyla bana en yakın olanları, dünyadan az alıp çok almayanların olacağını» haber vermiştir.

İmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre Ebu Zer, «Ben kı­yamet günü Resulullah (s.a.v.)'a makam ve mevki itibarıyla en yakınınız olacağım. Çünkü ben Resulullah (s.a.v.)'ın, «Kı­yamet günü bana en yakm olanınız, benim kendisini dünyada bıraktığım durumda, dünyadan çıkan kimsedir» buyurduğunu işittim. Vallahi benden başka sizden hiçbir kimse yoktur kiT dünyadan bir şey almış olmasın» demiştir.

Resulullah (s.a.v.) maişeti yetecek kadar olan kimseye gıpta etmiş ve onun kurtulacağını haber vermiştir.

imam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Fadale b. Ubeyd demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.), «Müslüman olup da yeter miktarda maişeti bulunan ve buna kanaat eden kimseye ne mutludur» buyurmuştur.

Müslim'in rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) demiştir ki, «Resulullah (s.a,v.)«Müslüman olup yetecek ka­dar malı olan ve Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse kurtul­muştur» buyurmuştur.

Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler, «Fakir­likte hafif hesabdan başka bir şey olmasaydı, bu, zenginlik üze­rine fazilet olarak yeterdi» demişlerdir.

îmam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın rivayet ettiğine göre, Hasan-ı Basri demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.) «Kul üç şeyden dolayı hesaba çekilmez, barınacağı bir ev, belini tutacak kadar yemek, avret yerini örtecek bir elbise» buyurmuştur.

imam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Ebu Osman demiş­tir ki, «Müslümanlar Cuci'yi fethettikleri vakit, bölgede gezi­yorlardı, yiyecek öbekleri dağlar gibiydi. Selman-i Farisi'nin yanında giden birisi ona, «Ey Ebu Abdullah, Allah'ın bize fe­tih yoluyla verdiklerine bir bak!» dedi. Bunun üzerine Selman, «Görmüş olduğun her danenin hesabı vardır. Senin hoşuna gi­den nedir?» dedi.

Sabreden fakirlerin üstün olduğunu iddia edenler demişler­dir ki, Resulullah (s.a.v.) ashabının fakirlik ve yoksulluk gün­lerinin, zenginlik ve bolluk günlerinden daha hayırlı olduğuna şahadet etmiştir.

tmam Ahmed'in rivayet ettiğine göre, Hasan demiştir ki, «Resulullah (s.a.v.), «Ey ehli-i suffe nasılsınız?» buyurdu. On­lar da, «iyiyiz» dediler. Resuîullah (s.a.v.), «Bu günlerde mi iy.'siniz, yoksa yemeklerin biri gelip biri gideceği, elbiselerin bi­rini giyip birini çıkaracağınız ve evlerinizi Kaoe örtüsü gibi örteceğiniz günlerde mi daha iyi olacaksınız?» diye sordu. On­lar da, «Ya Resulullah! O günlerde daha iyi oluruz. Rabbimiz bize verir, biz de şükrederiz» dediler. Resulullah (s.a.v.), «Bi­lakis bu günlerde daha iyisiniz» buyurdu. Bu hadîsi şerif sahabenin fakirliğe sabrettikleri devirde, zenginliğe şükrettikleri devirden daha İyi olduklarını açıklamaktadır.

İmam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın rivayet ettiğine göre, Talhatü'l-Basri demiştir ki, «Ben Medine-i Münevvere'ye geî-dim Peygamberi tanımıyordum. O esnada beytülmal'den iki kişiye bir müd (832 gr.) hurma veriliyordu. Resulullah (s.a.v.) bize namazı kıldırınca, arkadan biri sesini yükselterek, «Ya Resulullah! Hurma karınlarımız


Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com