Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Sabrın Hakikati Şükrün Hakikattna Girer

Sabırla şükürden her biri diğerinin hakîkatına girer. Buna göre, bunlardan her birinin varlığı, diğerinin varlığına bağlıdır. Ancak bunlardan her birine, üstün bulunduğu yer itibariyle özel isim verilmiştir. Böyle olmasa, şükrün hakikati, sabır, ira­de vs fiil ile birleşir. Çünkü şükür Allah'a taat ve ibadet et­mek ve O'na isyan etmemektir. Sabır bunların aslıdır. Taat ve ibadeti eda ederken çekilen meşakkatlara sabretmek ve gü­nahlardan uzaklaşmaya sabretmek şükrün ta kendisidir. Sabır emredilince sabretmek şükürdür.

Yukarıdaki bu açıklamadan sabır ile şükrün bir olduğu anlaşılmaktadır gibi bir soru akla gelebilir. Halbuki bu, aklen, lugaten ve örfen mümkün değildir. Çünkü Allah Teala, bunlann aralarını ayırmıştır. Evet, bunların manaları ayrıdır. An­cak biz bunların birbirinden ayrılmadıklannı ve bunlardan her-birinin varlığının diğerinin varlığına muhtaç olduğunu beyan ettik. Şükür, sabırdan ayrıldığı zaman şükrün şükür olması ba­tıl olur. Sabır şükürden ayrıldığı zaman, sabnn sabır obuası da batıl olur. Birincisi açıktır, ikinciye gelince sabır, şükürden ay­rıldığı takdirde nankörlük olur. Nankörlüğün sabra zıd olmadı gazaba zıd olmasından daha büyüktür.

Şöyle bir soru sorulursa, burada başka bir kısım daha var­dır ki, ne nankörlük olur ne de şükür olur. Bilakis zoraki sa­bır olur. Buna göre şükrün hakikati yapılmadığı gibi sabır da sabır olmaktan çıkmaz. Şöyle cevap verilir, bizim sözümüz taat olan emredilmiş sabır hakkındadır. Yoksa hayvanların sabrı gibi zoraki sabır hakkında değildir. Taat olan sabrı, ancak şük­reden kimse yapar. Fakat şükredenin şükrü, sabrının içine gir miş olur da hüküm sabır için olur. Njtekim şükredenin sabrı da şükrünün içine girmiş olur da hüküm şükür için olur. îman, makamlarından bir makamdan diğer bir makama geçerken yok olmaz. Bilakis, aşağı derecede bulunan makam yukarı derece­de bulunan makamın içine girmiş olur. Nitekim iman, ihsanın içine girdiği gibi, sabır da rıza makamları içine girer. Yoksa, sabır yok olmuş değildir. Rıza makamı da tefviz makamının içine girdiği gibi, havf ile reca makamları da muhabbet ma­kamının içine girerler. Yoksa havf ile reca yok olmuş olmazlar.

Allah Teala, kullarını musibetlerle imtihan ettiği gibi ni­metleriyle de imtihan eder. Nitekim Cenab-ı Hak, «Sizi bir imtihan olarak kötülüklerle ve iyiliklerle deneyeceğiz.» (Enbi­ya/35)); diğer bir ayette, «Fakat insan, ne zaman Rabbi, ken­disini imtihan edip ikramda bulunur ve nimet verirse, «Rab-bim bana ikram etti» der, ama onu İmtihan edip de rızkını kı­sarsa, o vekit de, «Rcbbim bana ihanet etti.» der,» (Fecr/15-16); diğer bîr ayette, «Biz yeryüzündeki şeylere ona mahsus bir ziynet yaptık ki, insanları imtihan edelim. Bakalım hangisi daha güzel bir amelde bulunacak!» (Kehf/7); diğer bir ayette, «O Allah' ki, amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır.» (Mülk/2); diğer bir ayette, «O amelce hanginizin daha güzel olduğunu imtıhoiçin gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Daha Önce Arş'ı su­yun üstünde idi» (Hud/7) buyurmuştur.

Allah Teala, yerleri, gökleri yarattı, mahlukatı için Ömür takdir etti. Yer yüzündeki varlıkları imtihan ve denemek için yarattı. Bu imtihan, kulların hayırda, serde, bollukta, darlıkta sabır ve şükür imtihanlarıdır. Zenginlik, afiyet, mevki ve kud­ret nimetlerine sahib bulunan kimsenin imtihanı bunlara sahib olmayan şahsın imtihanından daha büyüktür. Allah'ın taati üze­rine sabretmek en zor sabırlardandır. Nitekim ashab-ı kiram, «Biz fakirlikle imtihan edildik sabrettik, fakat zenginlikle im­tihan edildik sabredemedik» demişlerdir. Fakirlik nimeti, has­talık nimeti, dünyalığın alınmasının nimeti, dünyalık sebeble-rinin alınmasının nimeti, insanların eza etmesinin nimeti bazen nimetlerin en büyüklerinden olur. Çünkü bu nimetlere şükret­menin farz olması, bu nimetlerin zıdlanna şükretmekten daha evladır. Zira Allah Teala nimetleriyle imtihan eder, bela ve musibctleriyle de nimet verir.

Şükür ile sabırdan hangisinin üstün olduğuna gelince; sa­bır ile şükür, Allah'ın emrinde, nehyinde, kaza ve kaderinde kul için lazım olan iki haldir. Bu sabır ile şükür göz açıp ka­payıncaya kadar biri diğerinden ayrılmaz. Bunlardan hangisi­nin üstün olduğunu sormak, his ve hareketten hangisinin üs­tün olduğunu, veya yemekle içmekden hangisinin üstün oldu­ğunu yahut kulun havf, (Allah'ın azabından korkması) ile rp-casmın ^-Ulah'ın rahmetini umut etmesinden) hangisinin üs tün olduğunu sormak gibidir. Taat ve ibadetler ancak sabır ve şükürle eda Yasaklardan da ancak sabır ve şükürle uzak-laşilır. Kul, takdir edilmiş olan musibetler başına geldiğinde sabrederse, şükrü sabınnın içine girmiş olur. Nitekim, şükre-denin sabrı da şükrünün içine girmiş olur. Bunu şöyle açıkla­yabiliriz, Allah Teala, kulunu nefsi ve hevasıyla imtihan etti, kulun üzerine bunlarla cihad etmeyi vacib kıldı, yani, kul her vakit ncfsİyle cihad etmeye devam edecektir. Şöyle ki, emredil­miş olan taat ve ibadetleri eda ederek şükredecek, heva ve he­vesinden uzaklaşmaya sabredecektir. Zengin olsun, fakir olsun, sıhhatta olsun hasta olsun, nefsi ve hevasına karşı devamlı ci­had etmesi lazımdır.

Bu mesele, şükreden zengin ile sabreden fakirden hangisi­nin üstün olduğu meselesidir. Bu mesele hakkında alimlerin üç görüşü vardır. Bu üç görüşü Ebu'l-Ferec İbn-i Cevzi ve di­ğer alimler nakletmİşlerdir. Netice olarak şükreden zengin ile sabreden fakirden hangisi daha çok takva sahibi ise o efdaldir denilmiştir. Takvada müsavi olurlarsa, fazilette de müsavi olur­lar. Çünkü Cenab-ı Hak insanları afiyet ve bela ile üstün kıl­madığı gibi fakirlik ye zenginlikle de üstün kılmamıştır. Ancak takvalıkla üstün kılmıştır. Nitekim Allah Teala, «Allah katın­da en iyiniz takvaca en ileride olamnızdır.» (Hucurat/13) bu­yurmuştur. Bir hadİs-i şerifde, «Arabm Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana üstünlüğü yoktur. Ancak takvalıkla var­dır. İnsanlar Adem'den meydana gelmiştir. Adem de toprak­tan yaratılmıştır» buyrulmuştur. Müsned-i İmam Ahmed...

Takva iki asıl ve esasa bağlıdır, bîri sabır diğeri de şükür­dür. Zenginle fakirden herbiri için sabırla şükür lazımdır. Burç­lardan hangisinin sabn ile şükrü mükemmel ise o üstün olur. Fakirin sabrı mükemmel, zenginin de şükrü mükemmel olursa bunlardan hangisi efdaldir? dîye bir soru sorulacak olursa, bu­na şöyle cevap verilir; buniardan vazifesinde ve halinin gere­ğinde Allah'dan en çok korkanıdır. Bu olmaksızın efdallîk dü­şünülemez. Çünkü zenginin bazen şükründeki takvalığı, faki­rin sabrındaki takvalığmdan daha üstün olabilir. Fakirin de bazen sabrındaki takvalığı zenginin şükründeki takvalığmdan daha üstün olabilir. Buna göre zengin zenginliği ile üstün, fa­kir fakirliği ile üstün denilemez. O haldo şükreden zengin sab­reden fakirden üstündür denilmesi doğru olmadığı gibi, sabre­den fakir şükreden zenginden üstündür denilmesi de doğru de­ğildir. Çünkü şükür, ile sabır, imanın İkİ bineğidir, bunların bulunması lazımdır. Şükreden zengin ile sabreden fakirden hangisi daha çok vacîb ve menduba sanlmışsa o üstündür. Çün­kü üstünlük, vacib ile menduba sarılmaya bağlıdır. Nitekim Allah Teala, bir hadis-i kudside, «Bana kulum hiçbir şeyle yak-laşamaz ancak kendisine farz kıldığım şeylere devam etmekle yaklaşır. Kulum nafile İbadetlerle durmadan bana yaklaşır ve nihayet ben onu severim», buyurmuştur. (Tirmizi, Müsned-i Ahmed) Buna göre, şükreden zengin ile sabreden fakirden hangisi vaciplere daha çok sarılıyor ve daha çok nafile namaz kılı­yorsa o üstündür. Bir hadis-i şerifde, «Ümmetimin fakirleri zenginlerinden yarım gün yani beşyüz sene önce cennete gire­ceklerdir.» buyrulmuştur. (Tirmizi, İbn-i Mace.) Bu hadis-i şe­rif, fakirlerin zenginlerden üstün olduğuna delalet etmez mi diye sorulursa, buna, bu hadis-i şerif, fakirlerin her ne kadar zenginlerden Önce cennete gireceklerine delalet etse de fakirle­rin derece ve, makamda zenginlerden üstün olduğuna delalet etmez, şükreden zengin ile adaletli hükümdar hesap vermek için cennete girmekde geç kalsa da cennete girince derecesi ve makamı daha yüksek olur diye cevap verilebilir.

Fakirler, Resulullah (s.â.v.)'a, zenginlerin köle azad etmek ve sadaka vermek suretiyle, amellerinin kendi amellerinden deha çok olduğunu şikayet ettiler. Allah Resulü onlara, «Ben de size bir şey bildireyim mi? onu yaparsanız onunla o sizi ge­çenlere yetişirsiniz buyurmuş ve, her namazdan sonra otuz üç kere, «Elhamdülillah,» otuz üç kere, «Subhanallah», otuz üç kere «Allahüekber» demelerini bildirmiştir. Zenginler bunu işi­tince onlar da bunu yapmaya başlamışlar. Bunun üzerine fa­kirler, Resulullah (s.a.v.)'a dönerek zenginlerin de bunu yap­tığını anlatmışlar. Resulullah (s.a.v.), «Bu Allah'ın bir fazl-u keremidir onu dilediğine verir» buyurmuştur. (Buharı, Müslim) Bu sefer, bu hadis-i şerif, şükreden zenginlerin sabreden fa­kirlerden üstün olduğuna delalet etmez mi diye sorulursa, buna, «Bu hadis-i şerif sabreden fakir İle şükreden zenginden hangi­si daha çok nafile ibadetlere sanlırsa o üstündür diyen görüş için bir hüccettir. Çünkü şükreden zenginler, sabreden fakir­lere farz ve nafile amellerde, cihadda, Allah uğrunda çekilen ezada ve mukadderata sabırda eşit oldular. Fakat zenginlerin köle azad etmek ve sadaka vermek gibi nafile ibadetleri çok olunca fakirlerden üstün oldular. Eğer sabreden fakirlerin na-file ibadetleri, şükreden zenginlerin nafile ibadetlerinden daha Çok olursa, bu sefer fakirler zenginlerden üstün olurlar» diye cevap verilir.

Rcsulullah (s.a.v.) hem şülçredenlerin, hem de sabreden­lerin efendisidir.

Denildi ki, Resulullah (s.a.v.)'a dünya hazinelerinin anahtarlan sunuldu da onları kabul etmeyerek, «Bir gün aç bir gün tok dururum» buyurdu.

Hişanı b. Urve babasından, o da Aişe (r.a.)'dan naklen rivayet etti. Aişe (r.a.) dedi ki, «Resulullah dünyadan çıktı, buğday ekmeğinden doymadı. Vefat ettiğinde ehli için almış olduğu yiyecekten dolayı zırhı bir Yahudinin yanında rehin bulunuyordu.»

İmam Ahmed rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a) şöyle demiştir, «Resulullah (s.a.v.), «Allah'ım Muhammed'in aline yetecek kadar nzık ver» diye dua ederdi.»

îmam Ahmed, rivayet ettiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle de­miştir, «Ensardan bir kadın benim yanıma gelmişti. Resulullah (s.a.v.)'ın döşeğinin ikiye katlanmış bir aba olduğunu gördü. Evine dönünce bana bir yün döşek gönderdi, Resulullah (s.a.v) gelince, «Bu nedir?» diye sordu. Ben de «Ensardan filan kadın benim yanıma geldi, senin döşeğini görünce bunu bana gön­derdi» dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), «Ey Aİşe! Bu döşeği geri ver» buyurdu. Fakat ben o döşeği geri vermedim. Çünkü o döşeğin evimde bulunması hoşuma gidiyordu. Niha­yet Resulullah (s.a.v.) bana bunu üç defa söyledi. Ve «Ya Aişe! Bu döşeği geri ver. Allah'a yemin ederim ki ben isteseydim, Allah Teala, benimle beraber altın ve gümüş dağlarını yürü­türdü» buyurdu. «Bunun üzerine ben de o döşeği geri verdim »

Allah Teala, Resulü için ancak efdal olanını seçmiştir Eğer Resululİah (s.a.v.), dünyayı alsaydı onun hepsini Allah'ın rızası yolunda harcardı ve bu sayede onun şükrü bütün alem­lerin şükrünün üstünde olurdu.

Denildi ki, sabreden fakirler ile şükreden zenginlerden her biri Resulullah (s.a.v.)'ın halini delil göstermişlerdir. Netice elarak Allah Teala, Resulü İçin her iki makamın arasını mü­kemmel bir şekilde birleştirmiştir. Resulullah (s.a.v.) şükreden zenginlerin de, sabreden fakirlerin de efendisidir. Resulullah (s.a.v.), fakirliğe karşı hiçbir kimsenin gösteremeyeceği sabrı göstermiştir. Zenginliğe karşı da hiçbir zenginin yapamayacağı şükrü yapmıştır. Resulullah (s.a.v.)'ın hayatını düşünen bir kimse İşin böyle olduğunu anlar. Resulullah (s.a.v.), sabredilecek yerlerde İnsanların en sabırlısıydi. Şükredilecek yerlerde de insanların en çok şükredeniydi. Allah Teala, resulü için ke­mal mertebelerini mükemmel kılıp, onu şükreden zenginlerin mertebelerinin en yükseğinde ve sabreden fakirlerin mertebe­lerinin de en yükseğinde kılmıştır.

«Seni, bir fakir bulup (Hatice'nin malı ile) zengin etmedi mi?» (Duha/8) ayet-i kerimesindeki «ailen» kelimesinin fakir manasına olduğunda müfessirler ittifak etmişlerdir. Nitekim bir adam fakir düştüğü vakit, «alerrecu'tü» denilir. Bir adamın ev­lad ve ıyali çok olduğu vakit «eaterrecülü» denilir. Nitekim Al­lah Teala, «Bu (tek zevce) sizin (Hakdan) eğrilİp sapmama/uza daha yakındır» (Nisa/3) buyurmuştur. Bazı müfessirler bu ayet-İ kerimeyi, «Tek zevce ve cariye ile evlenmeniz evlad \e ' iyalinizin çok olmamasına daha yakındır» diye tefsir etmişler­dir. Fakat birinci tefsir birçok vecihlerden dolayı evladır, birin­cisi, lugatta sülasi mücerred babından «Ale-yeulü» kelimesinin evlad ve ıyali çok olması manasında kullanıldığı meşhur olma­yıp, ziyade babdan, «eale yüilü» şeklinde kullanılması meşhur­dur. Sülasi babından,
Resulullah (s.a.v.), «Kocasına sevgi ile bağlı olan ve ço­cuk doğuran kadınla evlenin. Çünkü ben diğer ümmetler top­luluklarına karşı sizin çokluğunuzla övünürüm» buyurmuştur. Resulullah (s.a.v.), kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı ümmetinin çokluğu ile iftihar edebilmesi için çocuk doğuran kadınla evlenmeyi emretmiştir. Netice olarak Cenab-ı Hak, Resulünü sabreden, fakir kıldıktan sonra şükreden zengin kıl­mıştır. Buna göre, sabreden fakir sınıfı ile, şükreden zengin sı-, mfından her biri Resulullah (s.a.v.)'ın halini ken^i hallerine hüccet gösterir. [2]


Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com