Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Şerif Abdülmuttalibin ihbarı

Şerif Abdülmuttalibin ihbarı
Hükümlüler Taife gönderildiği zaman Mekke Emiri, Şerif Abdülmuttalip idi; ve Şerifin, Amcamın hâl' işine karışmış olanlara karşı açık bir düşmanlığı vardı. Ayaklarına zincir vurduğunu işitmiş ve kötü tutumundan vaz geçmesini kendisine hemen emretmiştim.
Şerif Abdülmuttalip bilindiği gibi, Hicaz Valisi ve Komutam Osman Paşa tarafından tutuklanarak Emir'likten azl edildi. Şerif o zaman bana yazdığı dilekçede «Mithat ve Mahmut paşaları Mısır'a kaçırmak için bazı yabancılar tarafından girişimler olduğunu, kendisinin bu girişimleri önlediğini ve başına gelenlerin de bundan ileri geldiğini» söylüyordu. Şerif Abdülmuttalib'in hiçbir sözüne ve davranışına inanmazdım. Bununla birlikte, iddiası, dikkate alınmayacak kadar önemsiz değildi. Bu Paşalar kaçarlarsa, muhafızlarını şahsen sorumlu tutacağımı ve hiçbir mazeret ve behane kabul etmeyeceğimi Osman Paşa'ya hatırlattım, îrademi tebliğ eden, o zamanki Başkâtibim Rıza Paşa idi. Rıza Paşa, özü, sözü doğru bir adam olduğundan, bu münasebetle hükümlüler üzerinde fazla baskı yapılmaması ve eziyete konulmamasının da bu arada hatırlatılmasını, insanlık adına benden rica etti. Takdir ile kabul ettim. Sarayın evrakı arasında müsveddesi hâlâ mevcut olsa gerek...

Şimdi düşünüyorum :Olabilir ki muhafızlar kendi başlarından korkarak böyle bir olup-bitti'yi ortaya koymayı, kendi menfaat ve selametlerine uygun görmüşlerdir. Yalnız hemen belirteyim: bana gelen raporlarda her ikisinin de normal olarak öldükleri bildiriliyor ve doktor raporları ile de bildirileri belgeleniyordu.
İşte Mithat Paşa hakkında söyleyeceğim sözler bunlardır. Tekrar ederim ki, nefsimi değil, namımı haksız yergilerden korumak için bu satırları yazdım. Dünyada daha ne kadar kalacağım belli değildir. Ölüm bana o kadar yaklaşıyor ki, âdeta adımlarının sesini duyuyorum. Bu gerçeklerin herkesçe bilinmiş olacağı bir günün geleceğine inansam, pek rahat bir vicdan ve huzur içinde gözlerimi kapatacağım.-Daima iman etmiş olduğum Allah'ın huzuruna adalet ve lüt-fundan emin olarak çıkacağım.
Balkan Hadiseleri
5.Mart.l333 (1917) Beylerbeyi Sarayı

Doğu Rumeli konusunda benim zaaf göstermiş olduğumu pek çok iddia ettiler. «Zaaf göstermek», var olan kuvvetten faydalanmamak demektir. Hangi kuvvet vardı da Doğu Rumeli'deki egemenlik hakkımızı savunmak için kullanılmadı? Bunu düşünen ve söyleyen bir insaf sahibinin çıktığını bugüne kadar duymadım.

Bulgar Prensi Du Battenberg Filibeyi bir baskınla işgal ettikten sonra Hükümetimiz olaydan haberdar olabildi. O da, Rus sefirine gelen bir telgrafdan, Telgraf Nazırı İzzet Efendi'nin bana bilgi vermesi ile sağlanabildi. Sadrâzam. Sait Paşaydı. Tahttan ayrıldıktan sonra okuduğum bazı beyan ve yazılarında Sait Paşa'nın olayları kendi lehine bozduğunu hayretle ve üzülerek gördüm.

Sait Paşa, Bulgarların saldıracaklarını daha önceden bilmediği gibi, olay İstanbul'a aksettikten sonra da bir süre tereddüt ederek —Devlet Şurası Başkam Akif Paşa'nın açıklamaları üzerine— inanabildi. O sıralar bu mesele için Fili-beye Asker göndermek hem güç, hem de tehlikeliydi. 93 seferinin perişan ettiği Ordu daha toplanamamıştı. Hazine tamtakırdı. Askerin ihtiyaçlarının karşılanması, memurların aylıklarının verilmesi için bile güçlükle para bulunuyordu. Vilâyetler vardı ki ordaki jandarmalar, yirmi aydan, otuz ay-danberi aylık almıyordu. Böyle bir zamanda, sırf nâmdan ibaren kalmış olan bir hükümranlık hakkı namına, sonu karanlık ve meçhul bir savaşa girmeyi ben tehlikeli gördüm.
Balkan Hadiseleri
Güya, Saray'ı korumakla görevli ikinci tümenden bir kaç tabur ayırmamak için bu meselede benim azimsizlik gösterdiğimi söylediler. İkinci Tümenin bir kaç taburu gidip gitmemiş... Bunun, sonuç üzerine nasıl bir etkisi olabilirdi?... Daha toplu ve bize bakarak daha hazırlıklı olan Sırp ordusunu yenen o vakit ki Bulgar ordusunu, ikinci tümenin bir kaç taburu darma dağın edecekti?...
Büyük devletlerin bu konudaki niyet ve tutumları da apaçıktı. İlk tahminler, darbenin Rus tarafından gelmiş olduğu noktasında iken, sonradan görüldü ki Rusya bu meselede Bulgarlara karşı ve düşman durumundaymış...
Koca imparatorluğu şiddetli sarsıntılardan korumak için arasıra küçük fedâkârlıklar lâzımdı. Doğu ve Batı'nın aleyhimize yürüdüğü bir sırada ben her tarafa meydan okuyamazdım. Eğer Bulgar'ların Filibe'ye girmeleri üzerine hesapsız kitapsız meydana atılsaydım, Bulgarlarla Sırplar düşman de-

ğil, dost ve müttefik olurlar ve yalnız Doğu Rumeli meselesini değil, Makedonya meselesini de beraber hallederlerdi.
Bulgarların Doğu Rumeli'ye saldırısı üzerine, Balkan dengesinin bozulduğu iddiası ile Alasonya hududunda yığınak yapan Yunanlılar da Yanya havalisi ve Adalar üzerindeki isteklerini kabul ettirmek için onlarla birleşir ve İşkodra'ya inmeyi amaç edinmiş Karadağ'ı bu fırsattan yararlanmaktan alakoymak kimsenin, kârı olmazdı.
«Gavriyel Paşa» adlı bir Bulgarin Doğu Rumeli valiliğinden uzaklaştırılmış olmasından ötürü gözüm kızsa da işe girişseydim, 1328 (1912) yılındaki felâketi o zaman, yâni or-dusuz, parasız, pulsuz, hazırlıksız bulunduğumuz bir sırada, kendi elimle hazırlamış ve felâketi davet etmiş olurdum.
Sonradan kopan Balkan Savaşı, benim kalbimi çok kanattı. Yalnız bir şeyle avunuyorum ki ben 1301 (1885) yılı Eylülünde hazımlı ve ihtiyatlı tutumumla bu faciayı 28 yıl geciktirmişim...
Sait ve Kâmil Paşalar.
Sait ve Kâmil Paşalar.

Sait Paşa'yı yakından tanıyanlar, tereddüt etmeden kabul ederler ki Paşa, bu gibi önemli meselelerde açık bir fikir söylemez, daima: «Şöyle yapılırsa bu, böyle yapılırsa şu mahzur vardır,» demek alışkanlığındaydı. Oysa ki, oyalanmak değil, kesin bir karara varmak sırasındaydık. Kâmil Paşa'yı ilk defa Sadaret mevkiine getirmekle, Doğu Rumeli meselesini geçiştirdim.
Kâmil Paşa'nın bu Sadaret'ini benim Doğu Rumeli konusundaki temayülümü hissederek savaştan yana olmamasına bağlayanlar yanılırlar. Kâmil Paşa'yı daha önceleri gözüme kestirmiş ve sadarete getirmeyi kararlaştırmıştım.
Sait Paşa'nın, Kâmil Paşa'yı kendisine rakip gördüğünü anlar ve Vekiller meclisinde, arkasından hafifsemeye çalış-

tığını işitirdim. Suriye Valisi Hamdi Paşa'nın ölüm haberini selâmlık resmînde aldım. Suriyenin ehemmiyeti sebebiyle valilik için kimin uygun olacağını Üryânîzade Ahmet Esat Efendi'den sormuştum. Efendi. Evkaf Nazırı Kâmil Paşa'nın o yörede memuriyeti ve iyi şöhreti olduğunu söyleyerek Suriye Valiliğine tâyini reyinde bulundu.
Kâmil Paşanın Vekiller arasından uzaklaştırılması için, yine Vekiller arasında bir ceryan olduğunu anladım, İşte Kâmil Paşa'nın Sait Paşa'nın yerine geçme sebebi budur.
Sait Paşa, gerek Sadrazam'ken, gerek değilken, kendi-sile ne zaman istişare etsem, kesin bir kanaat söylemezdi. Sorumluluktan, kamuoyundan, tarihten ve bunlar kadar, benden korkardı. Bu korku ve kuşkular onda, kafi bir söz söylemek kabiliyetini yok etmişti.
Sait Paşa'yı tahta çıktığım güne kadar tanımazdım. O sıralar, Ticaret Nazırı Damat Mahmut Paşa tavsiye etti: Mektupçusuymuş... Gerçekten muktedir bir kâtiptir. O zamanlar pek meşhur olan Ziya Paşa'dan, Kemal Bey'den ve benzerlerinden aşağı kalmayan bir kâtip... Babiâli'nin «Arz» larını bizzat inceler ve günlük işlerle de uğraşırdı. Hükümet gücünün Saray'da toplanması, onun fikriyatını yaptığı bir düşüncedir. Babıâli Hükümetin, Saray da Saltanat'ın merkezi olduğuna göre, saltanatın hükümete üstünlüğü gerekirmiş. Bunu söyleyen bizzat rahmetli Sait Paşadır.Fakat ben Saltanattan çekildikten sonra yayınladığı hatıralarında hiç de böyle söylemiyor; ama benim sözüm, Ba-bıâlînin kayıtları ile de pekiştirilmiştir. «Hazine-i evrak». dan aşırılmış vesikalar varsa, Yıldız Saray'ından giden evrakla tamamlanabilir.Tunus, Mısır meselelerinde de hep kem-küm ile günler ve aylar geçirmişken, hatıralarında kusuru bana yüklüyor. Halbuki, bana kusur suretinde isnat ettiği şeylerle ben iftihar ederim. O meseleleri, birer savaş vesilesi yapmak fikrinde değildim. Ben, daima harbin aleyhinde bulundum.

Tunus'da direnseydim, belki Suriyeyi, Mısır'da inadım tutsaydı, muhakkak Filistin ve belki Irak'ı kaybederdim. Yalnız Sait Paşa'nın nimeti inkâr değil, hakikati da tahrif etmesine teessüf ediyorum.

Sözde hâkimiyetleri koruyacağım diye, gerçek hakimiyetleri tehlikeye koymak akıl kân değildir.


Eserin yazarı: İsmet Bozdağ Eser: II. Abdülhamid Han'in Hatıra Defteri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

II. Abdülhamid Han'in Hatıra Defteri

MollaCami.Com