Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Abdülhamid ve Kolera


Abdülhamid ve Kolera

Dr. Osman Şevki Uludağ (Vakit-Yeni Gazete) nin l Kasım 1974 tarihli sayısında 1892 kolera salgınından bahsederken Sultan Abdülhamid hakkında (intak-ı hak) kabilinden şöyle yazıyor:

Hastalık yine Mısır'dan atlayarak İzmir'de yayılmıştı. Oradan memleketin başka taraflarına ve İstanbul'a bulaşmıştı, İstanbul doktorları arasında kolerayı tanıyanlar çoktu. Ancak, sarayda bulunan doktorlar kolera bahsinde ikiye ayrılmıştı. Bunlardan bir kısmı hastalığın kolera olmadığını söylüyordu. Saray mensubu doktorlar arasında (mikrop) a inanmayanlar bile vardı. Bunlar padişaha yakın bulunmalarından istifade ederek fikirlerini tek bir surette yayıyorlardı ve bu yüzden mücadele tedbirleri alınamıyordu.

Bizzat padişah Abdülhamid sarayın çeşme ve musluklarından aldığı sularla muhtelif şişeleri doldurarak ayrı ayrı kimyagerlere (bakteriologlara değil) gönderiyordu. Aldığı raporları karşılaştırınca muhtelif ayrılıklar görüyordu. Bütün bunlar onun vehmim arttırdıkça arttırıyordu. Bir taraftan hekimlerin birbirini tutmayan sözleri, bir taraftan ölümlerin artışı Sultan Hamid'i pek sinirlendirmişti. Padişaha en yakın bulunan hekimler, sadece onun vehmini gidermek için sözler söylüyorlardı.

Bu esnada ortaya genç bir hekim çıktı. Bıyıkları büyü-memiş olan bu hekim Avrupa'dan henüz gelmişti. Kendisi cild ve firengi mütehassısı idi ama, çok cevval ve girgin olduğu nispette pervasızdı. Babası, eskiden Askerî Tıbbiye Mektebinde başkâtip Muhtar Efendinin tesiri henüz unutul-madığı için saraya girebiliyordu. Bu adam, geçenlerde kaybettiğimiz Doktor Celâl Muhtardır. Celâl Muhtar o vakit hastalığın kolera olduğunu celâdetle söyleyen ve bu hususta en ileri giden bir zattır. Bu zat davası tahakkuk etmediği takdirde her türlü fedakârlığa razı olduğunu söylerken, sarayda ona dudak bükenler vardı.

Padişah birbirine aykırı olan hekim fikirleri arasında şaşırmış olmakla beraber, Celâl Muhtar'ın iddiasına kıymet verdi ve işi ecnebi mütehassıslara bırakmayı kararlaştırdı. (Pastör) ile muhabereye geçti. Ondan yardım istedi. Daha evvel (Pastör) müessesesinin kurulması için onbin altın gönderen Türkiye (Pastör) tarafından seviliyordu. Padişah da ona ayrıca birinci rütbeden murassa Osmani nişanı göndermişti. (Pastör), padişahın müracaatı üzerine, kendi adamlarından en değerlisi olan (Şantimes)i İstanbul'a gönderdi ve onun sayesinde hastalığın kolera olduğunu öğrenince tavsiyelerini tatbik etti. Az zamanda kolera mağlup edildi.

Baş düşmanları arasında tıbbiyeliler bulunmakla beraber, O, tıbbiyeye hizmet etmekten geri durmamıştır. Abdüî-hamid, eline geçirdiği (Şantimes)i iltifatlara boğmuştur. Ona hediyeler, ihsanlar vermiştir. Hattâ ona Bâlâ rütbesi bile tevcih etmiştir. Zamane şairleri bu vak'ayı şöyle hicvederler :Tertemiz şapkayla gelmişken bu şehre (Şantimes)

Rütbe-i bâlâ ile giydirdiler bir yağlı fes!Padişah Abdülhamid, ortalıkta kolera hafifleyince artık işlerin yoluna girdiğini gören (Şantimes) e daha çok vaad-lerde bulunarak Türkiye'de kalmasını ondan rica etmiş olmakla beraber, o Paris'te yapacağı şeyler olduğundan bahsederek dönmekte ısrar etmiştir. Bunun üzerine padişah yine bizzat (Pastör)e müracaat ederek (Şantimes) i Türkiye'ye vermesini rica etmiş (Pastör)den de onu kendisinden istememesini sağ kolundan mahrum edilmemesini rica ederek, Türkiye için onun kadar faydalı olabilecek bir hekim seçip göndereceği vaadini alınca artık ısrardan vazgeçmiştir. Meşhur (Nikol)ün Türkiye'ye gelip yerleşmesi ve uzun müddet de çalışması bu hadisenin eseridir ki, Türkiye, bakteriyoloji ilmini ona borçludur.
Saray Nasıl Çalışırdı?
Saray Nasıl Çalışırdı?

«Hiç aldanmamış olmaksızın iddia ederim ki, o zaman Başkitabet Dairesi, intizam, inzibat, muamelâtta sadelik ve sür'at itibariyle Babıâali'ye ve diğer Nezaretlere faik idi. Burada hiç bir kâğıt parçasının kaybolmasına hiç bir muamelenin kontroldan kaçmasına imkân olmadığı gibi, işlerin sürüncemede kaldığı da vaki değildir. Çünkü Başkitabet Dairesine girip çıkan mesaili bizzat Abdülhamid kontrol ederdi. Daire-i kitabete gönderilen herhangi birkaç tezkere ve arizayı vürudu akabinde Hünkâr'a başka taraflardan haber verirlerdi.

Daire-i kitabet vasıtasiyle tebliğ olunan iradeler hakkında günü gününe Abdülhamid'e hesap vermek mecburiyeti de vardı. Bu itibarla, bir taraftan Padişahın sıkı murakabesi, diğer taraftan kâtip beylerin samimî vazifeşinaslıkları, daire muamelâtını makine gibi işletmekte idi.
Başkitabet dairesinin vazifesi hükümdar ile, devair-î resmiye arasında tebliğ ve tebellüğa vasıta olmaktan ibaretti. İkinci kâtip, Baş mabeynci, mabeynciler, hususî şifre kalemi vasıtalarıyla Hünkâra arzolunan bazı muamelât ile bendeğan ismini taşıyan kimselerin vasıta oldukları jurnaller müstesna olmak üzere, bütün maruzat-ı resmiye, Başkitabet kanalından geçer, burada kayd olunarak Hünkâr'a takdim olunur, gerek bunların cevapları, gerek re'sen sâdır olan irade-i seniyeler bu daireden lâzım gelenlere tebliğ edilirdi.

Maruzat şu suretle Saraya gelir idi: Mülki işleri Sadrazam, ilmiyyeye müteallik umuru Şeyhülislâm, Bahriyyeye bu kâğıtları. Bahriye Nâzın, umuru askeriyyeye taalluk eden maruzatı Serasker, Tophaneye ve Mekâtib-i askeriyyeye ait olan evrakı Tophane Müşiri, Hazine-i Hassaya ait umuru Hazine-i Hassa Nazırı takdim ederdi. Padişaha resmî tezkere göndermek, yâni, büyük kâğıda yazılı resmî maruzatta bulunmak hakkı bu Nezaretlere mahsus idi. Bunlardan maada diğer Nezaretlerin kâffesi maruzatta bulunabilirse de, bu maruzatın adına «hususî» derlerdi.

Sultan Hamid Babıâli ve diğer Nezaretlerden gelip torba içinde kendisine takdim olunan tezkerelerden kabul ettiklerini, her birinin arkasına tarih koyarak,gene Daire-i Kitabet'e iade ettiği zaman bunları bir zarf içinde gönderirdi. Sultan Hamid, zarf içinde kaç tezkere varsa, zarfın üstüne bunu ve saat kaçta teslim olduğunu işaret eder, zarfın arkasına da imza yerine (malûm)- kelimesini yazardı. Bu zarfı getiren adamın vazifesi bir makbuz senedi almaktır. Bu makbuz senedine zarftan çıkan tezkerelerin adedi ve her-

birinin numarası ve kimin getirdiği yazılır, altına Başkâtib imza ederdi. Sultan Hamit bu makbuz senedine o kadar ehemmiyet verirdi ki, behemehal eline teslim olunmasını isterdi.»


Eserin yazarı: İsmet Bozdağ Eser: II. Abdülhamid Han'in Hatıra Defteri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

II. Abdülhamid Han'in Hatıra Defteri

MollaCami.Com