Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

jön Türkler

jön Türkler


14.Mart.1333 (1917) Beylerbeyi

Ne kadar garip bir tecellidir ki, Amcam Abdülaziz Han'ı düşürmek için Avrupa'ya kaçan Genç Osmanlılar, eninde sonunda muradlarına ermişler, hem Abdülaziz Han düşmüş, hem de hemen peşinden açılan 93 Rus Savaşı Rumeli'nin yarısını alıp götürmüştü. Tıpkı onlar gibi, beni düşürmek için Avrupa'ya kaçan Jön Türkler de muradlarına ermişler, beni düşürmüşler ve girdikleri Cihan Savaşı'nda da Osmanlı İmparatorluğu'nu elden çıkarmışlardır.

Her iki gurup da memleketin okumuş yazmışlarını içine alıyordu. Her iki gurup da Batıcılığa hayrandı. Her iki gurup da memleketin tek kurtuluşunu Meşrutiyette görüyorlardı. Her iki gurup da emellerine Ordunun bir parçasını vasıta etti. Her iki gurubun dayandığı ordu da içinden parçalandı.

Evet, ne kadar daha garip bir tecellidir ki, ben bu olayların her ikisinin de içinde yaşadım. Amcamın öfke ile yapamadığını, ben sabırla yapmayı denedim. Amcamın ceza ile başaramadığını, ben bağışlayarak elde etmeğe çalıştım. Ama yine de muvaffak olamadım!
Ve daha garip bir tecelliye bakınız ki, «Genç Osmanlılar»! da «Jön Türkleride Osmanlı İmparatorluğunu par-

çalamak isteyen büyük devletlerin hepsi arkalıyorlardı! Bu devletlerin gözünde ümit bu gençlerdeydi!. Bunların dediği yapılırsa Osmanlı İmparatorluğu kurtulacak, dediklerine kulak asılmazsa, batacaktı! İki kere istemeyerek de olsa, dediklerini yaptık ve işte battık!. Bari son kalan bir avuç vatan toprağında yaşayanların gözleri açıldı mı?... İnşallah!..


Osmanlıyı Üleşmekte Anlaşan Batı

Evladım sayılan bu vatan çocukları, benim, bir sarayın dört duvarı arasında gördüğüm hakikati koskoca yeryüzünü gezip tozdukları halde nasıl görmediler; nasıl görmediler de ecdad kanı ile sulanmış koskoca bir ülkeyi kendi elleri ile ba-tırdılar!..

Suçlamaya dilim varmıyor; fakat görüyorlardı ki İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hattâ Almanlar ve Avusturyalılar yani bütün büyük Avrupa devletleri menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır; düşmandılar. Görüyorlardı ki bu devletler birbirleri ile dalaşıyorlar, ama Osmanlıları üleşmekte anlaşıyorlardı. Anlaşamadıkları, kimin daha büyük parçayı yutacağı idi. Öyle olduğu halde, bu düşüncede olan devletlerin, kendilerini arkalamalarından da mı bir manâ çıkaramıyorlardı?

Söyledim, iyne söyleyeceğim, anlattım, yine anlatacağım, düşünmüyorlarmıydı ki Osmanlı ülkesi birçok milletlerin biraraya gelmesinden meydana gelmiştir.. Böyle bir ülkede Meşrutiyet, ülkenin unsuru aslîsi için (Temel unsur) ölümdür. İngiliz Parlamentosunda bir Hindli, Afrikalı, Mısırlı, Fransız Parlamentosunda bir Cezayirli mebus varmıydı ki, Osmanlı Parlamentosunda Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp, Arap mebusu bulunmasını istemeğe kalkıyorlar!.



Hayır, bunca okumuş, düşünmüş, kendisini davasına vermiş vatan evlâdının cibiliyetsiz çıkacağını kabul edemem! Sadece aldandılar, derim. Aldandılar ama, cezalarını ken-dilerinden çok, adanmayan milyonlarca masum vatan evlâdı çekti; hem öldüler, hem vatandan oldular!.


«Fikirleri» de, «Tesirleri» de Mahdutdu..

Kendilerine «Jön Türkler» denilen kimseler aslında üç -beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa'da benim aleyhimde çalışmışlar — benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden — yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu —büyük devletlere arkalarını dayayarak— buluyorlar, yabancı postahanelerden de yabancı uyruklu kimseler aracılığı ile çekip şuna buna dağıtıyorlardı. Yıllar yılı, ciddî sayılabilecek bir tesirleri olmamıştır; ciddî sayılacak bir fikirleri olmadığı gibi...
Fakat ben buna rağmen, ken'dileri ile ilgilendim. Yabancı memleketlerde parasızlık yüzünden bazı şeylere katlanmamaları için, gazetelerini satın almak bahanesi ile büyücek yardımlarda bulundum, bazı kimselerin memlekete- para göndermelerine göz yumdum. Tek yabancıların maşası olmasınlar, muhalefeti — yanlış da olsa — namuslu kalsın diye!.


Ahmet Rıza Nasıl Geçiniyor?

Beni bu yardımlara iten sebepler de vardı. Ahmet Rıza Bey, Bursa'da Maarif Müdürü iken, Paris'te ihtilâlin yüzüncü yılı sebebi ile açılan sergide Bursa İpeklilerini teşhir etmek bahanesi ile Avrupa'ya gitti ve bir daha dönmedi. Oradan bana bir «Islâhat Layihası» (Reform Raporu) gönderdi.



Okudum, hiçbir şey yoktu. Ne memleketi tanıyor, ne tekliflerinin ne getireceğini hesaplayabiliyordu. Bir kenara koydum.

Ardından, «Meşveret» adı ile bir gazete çıkarmaya başladı. Paris Sefaretimize «ne ile geçmiyor?» diye sordurdum. «Patiste türkçe dersleri vererek» diye cevap verdiler.. Paris-te, hem de Türkçe dersleri vererek geçinmek ayrıca bir gazete çıkarmak... ve bunun da külfetlerine katlanmak!.. Buna, hayatında bir kere fırından ekmek almamış basit bir cariye bile inanmaz.. Dolaylı yollardan para göndermeğe başladım, çünkü başka çare yoktu!.


Ya, Mizancı Murat?

Biraz da Mizancı diye tanınan Murad Bey'den bahsedeyim; bu, bir başka garabettir. Murad Bey, delikanlı yaşında Kafkasya'dan kalkmış, okumak için Kırım'a gideceğine, İstanbul'un yolunu tutmuştur, İstanbul'da ilk çaldığı kapı,. Mithat Paşa'nın konağıdır. Hemen Mithat Paşa tarafından kabul edilir, dinlenir ve bir tezkere ile Rüştü Paşa'ya gönderilir. Murad Bey bir süre Rüştü Paşa'nın katipliğini yapmış..
Paşanın ölümünden sonra, Mülkiye Mektebine tarih hocası oldu. İngiliz politikasına tarafdar olarak biliniyordu. Nitekim ben İngiliz Politikasına tarafdar olan Sait Paşayı Sadrazamlıktan uzaklaştırınca, o da «Mizan» adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Bu gazetesinde bana övgüler yayınlıyor, ama kabineye memur ettiğim devlet ileri gelenlerine ver yansın hücum ediyordu. Hükümet, gazetesini yıllar sonra kapattı. Ben kendisini korudum ve «Duyunu Umumiye» komiserliğine tayin ettirdim.
Bir gün, Rusya'ya kaçtı. Oradan Avrupa'ya geçti. Londra'da Lord Salisbery ile görüşüp Mizan'ını Mısırda çı-

karmak müsaadesi alabildi. Tekrar Avrupa'ya geçti ve en sonra Ahmet Celalettin Paşa aracılığı ile yeniden İstanbul'a

döndü.Bu dönem içinde nasıl geçindiğini, nasıl bu uzun seyahatleri yapabildiğini, gazetesini hangi para ile çıkardığını araştırmak istemiyorum.


Masonların Beslediği Jön Türkler!..

Ahmet Celalettin Paşa'nın Mısır'da Ali Kemal Bey'-den (31) aldığı bir mektubu görmüştüm. Bu mektup her halde Yıldız evrakı arasında saklıdır. Kimin nereden para aldığını isim isim yazıyordu. Bu mektupta Dr. Abdullah Cevdet, Dr. İshak Sükuti, Dr. Bahattin Şahir, Dr. Nazım, Dr. İbrahim Temo'nun Fransız ve İtalyan localarına bağlı olduklarını ve bu locaların yardımı ile yaşadıklarını, hattâ memleketteki ailelerine dahi bu localar elile para gönderildiğini yazıyor ve bunların vesikalarını gönderiyordu.

Avrupa'da, Mısır'da çeşitli namlar altında çıkan gazeteler ve buralarda gezinen gizli cemiyetin adamları, daha önce de söylediğim gibi, memlekete ciddi bir zarar vermediler. Fakat Mason Locaları, bütün takiplerimize rağmen, «İttihat ve Terakki»ye bağlı subayları harekete geçirince, bu âvâre insanlar birer bayrak ahline geldiler. İşte Jön Türk'ler ve İttihat ve Terakki Cemiyetinin hikâyesi de budur.
Evet, hikâyesi budur ama, neticesi de bugün maalesef gözlerimizin önündedir.
Bana diyeceklerdir ki, «Bütün bunları biliyordun da ni-çin engel olmadın, niçin devletin yıkılmasına göz yumdun?..»


(31) izmit'te linç edilen İtilâfçı yazar Ali Kemal.
«Yalnızdım»...

Haşa!. Göz yummak şöyle dursun, her an tetikte yaşadım. Fakat önleyemezdim, önleyemedim de.. Çünkü yalnızdım. Onların arkasında bütün düşman dünyası vardı. Mizacım ve şartlarım başka türlü olmama elverişli değildi. Dostlarım beni, yumuşak başlı olmakla, düşmanlarım, zalim gaddar olmakla suçlarlar.. İki taraf da yanılır.. Ben ne bir Yavuz Selim Han idim, ne de Yavuz Selim Han'ın ül-
kesi benim buyruğumdaydı. Birkaç kelle koparıvermek, laf söylerken kolaydır. Her koparılan kelle, insanın önünde bir uçurum açar. Bu uçurumu doldurabiliyorsan, gözdağı verebilirsin ve gözdağı verdiklerin dediklerinden çıkmazlar. Ama uçurumlar kapanmıyorsa, hiçbir şey yapmak mümkün değildir. Ben, doğuştan merhametli bir insanım. Fakat devletin merhametle idare edilemeyeceğini de bilirim. Ne yaptıysam, yapabildiğimdir. Yavuz Selim Han da benim zamanımda padişah olsaydı, o da benim gibi yapardı. Gerekeni yaptım, faydalının peşinden koştum, ahâliyi ezdirmemeğe çalıştım, beyhude kan dökülmesinin her yerde karşısına çıktım. Memleketim, Jön Türklere gösterdiğim şefkatin değil, Jön Türklerin bağışlanmaz gafletlerinin kurbanı oldu; işte o kadar!...


Eserin yazarı: İsmet Bozdağ Eser: II. Abdülhamid Han'in Hatıra Defteri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

II. Abdülhamid Han'in Hatıra Defteri

MollaCami.Com