Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler
GİRİŞ
Ey oğul! İki adım vardır ki, eğer bu iki adımı
atabilirsen Hakk’a ulaştın demektir. Eğer kalbin ve
ruhunla, dünyayla ahiretten birer adım, nefsinle
diğer insanlardan da birer adım uzaklaşabilirsen,
Hakk’a ulaşmış olursun. Sen, kalbin ve ruhun ile
bu zahirleri terket. İşte o zaman önce başlangıçta,
sonra da sonda Hakk’a vâsıl olursun. Sen önce
başla. İlk adımı at. Onu tamamlamak, Aziz ve Celil
olan Allah’a düşer. Başlamak senden, bitirmek de
Aziz ve Celil olan Allah’tan.
Öyle yatağında, yorganının altında ve kapalı
kapılar ardında miskin miskin durma. İş ara.
Çalışmak istediğini söyle.
Eğer bina sağlam bir temel üzerine oturtulursa,
yıkılmaz. Yerinde karar kılar. Sağlam bir temel
üzerine oturtulmadığı taktirde ise, kısa zamanda
çöker, yıkılır. Tıpkı bunun gibi, eğer sen de kendi
halini dinin zahir hükümleri üzerine oturtursan, hiç
kimse ona noksanlık veremez, herhangi bir yerinde
gedik açamaz. Fakat eğer dinî hayatını onun zahir
hükümleri üzerine oturtmazsan, durumun sağlam
olmaz. Dinî hayatının bir tarafında bir gedik
açılabilir. Temel çürük olduğu için, bir mertebeye
de ulaşamazsın.
Allah yolunda halka hitab etme yetkisi insanlardan,
onların da salihlerinden, pek ender kişilere nasib
olur. Salihlerin adeti susmak, sükut etmek,
mümkün mertebe konuşmamak, daha çok dinlemek
ve tefekkür etmektir. Gerçi konuşmakla
görevlendirilenleri de vardır. Böyleleri,
istemeyerek ve her türlü meşakkatlere katlanarak
konuşurlar. Bu konuşmalardan sonra, hakikatler
aşikar hale gelir. İmam-ı Ali Efendimiz, bu
konularla ilgili bazı sözlerinde şöyle der:
- Eğer perde kaldırılmış olsa, imanımdaki kesinlik
ve sarsılmazlıkta hiçbir artış olmaz. (İmanım o
derece sağlam, kavi ve sarsılmaz bir noktaya
gelmiş ki, hakikatlerin önündeki perdenin
kalkmasının bile imanıma vereceği bir sağlamlık
yok.)
- Görmediğim Rabbe ibadet etmem. (İbadet
sırasında Rabbimi görüyorum.)
- Kalbim bana Rabbimi gösterdi.
İlim, kâmil âlimlerin ağzından öğrenilir. Âlimlerin
meclislerinde hüsn-ü edeple oturunuz. Onlara itiraz
etmeyiniz. Onların meclislerine, ilim ve
irfanlarından yararlanmak maksadıyla gidiniz.
Başka maksatlarla gitmeyiniz. Ta ki, ilimlerine siz
de nail olasınız. İlim ve irfanlarının bereketi size de
gelsin. Faydaları, size de şamil olsun.
Ariflerin yanında, sükut ederek oturunuz.
Zahidlerin yanında, onlara rağbet edip ilgi
göstererek oturunuz.
Arif, içinde bulunduğu her anda, Allah’a, bir
önceki andan daha yakındır. Arifin, İzzet ve Celâl
sahibi Rabbine karşı beslediği huşu, tevazu ve
alçakgönüllülük, her gelen an yenilenir. O, gaipten
değil, hâzırdan korkar. Yani onun nazarında Rabbi,
her an hâzır ve nâzırdır, gaib değildir. Huşusunun
artması, Rabbine olan yakınlığının artması
nisbetindedir. Rabbinin huzurunda dilsizliğinin
artması, O’nu müşahedesinin artması kadardır.
Kim ki Aziz ve Celil olan Allah’ı tanırsa nefsinin,
hevasının, tabiatının, âdetinin ve bedeninin dilleri
tutulur, dilsiz olur. Buna karşılık kalbinin, özünün,
halinin, makamının dilleri açılır. Onlar tutulmaz,
dilsiz olmaz. Nail olduğu nimetleri açığa vurarak
konuşurlar. İşte bunun içindir ki arifler, daha çok
sükut ederek otururlar. Ta ki, kendilerinden
faydalanılabilsin. Kalplerinden fışkıran irfan
şarabından içilebilsin.
Kim ki İzzet ve Celâl sahibi Allah’ı bilenlerle haşır
neşir olmayı arttırırsa, o, nefsini bilir. Rabbine
karşı da daha çok mütevazi olur. İşte bunun içindir
ki, şöyle denir:
-Nefsini bilen, Rabbini bilir.
Nefs, kul ile Rabbi arasında bir perdedir. Nefsini
tanıyan, Allah’a da, yaratıklara da mütevazi
davranır. Nefsini tanıyan, ondan sakınır. Onu
tanıdığı için Allah’a şükreder. Bilir ki, Allah ona
nefsini, sırf kendisinin dünya ve ahiret iyiliğini
istediği için tanıtmıştır.
Arifin zahiri Allah’a şükür ile, bâtını da O’na hamd
ile meşguldür. Zahiri yükselmekte, bâtını
toparlanmaktadır. Neşesi içindedir, kederi
dışındadır. Bu, sırf halini gizlemek için böyledir.
Arif, müminin aksine bir hal içindedir. Zira
müminin kederi kalbinde, yani içindedir, sevinci
ise yüzünde, yani dışındadır.
Nefsini bilen, bütün hallerinde müminin aksi bir
halde bulunur. Mümin, hal sahibidir. Hal,
değişikliklere uğrar. Arif ise makam sahibidir.
Makam değişikliklere uğramaz, sabittir.
Allah dostlarının mecnunluğu, tabii adetleri,
nefsani ve hevaî fiilleri terketmek ve şehvani,
nefsani zevklere karşı koyar olmak demektir.
Yoksa, aklını kaybetmiş deliler anlamında
mecnunlar değillerdir.
Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Hasan Basri
Hazretleri şöyle der: “Eğer siz Allah dostlarını
görmüş olsaydınız, onların deli olduklarına
hükmederdiniz. Onlar da sizi görmüş olsalardı, bir
an bile Allah’a inanmamış olduğunuza
hükmederlerdi.”
Bence, iyiliği emredip kötülükten sakındırma
görevini yapan kişi, inzivaya çekilmiş bin abidden
daha hayırlıdır. Zira abid, nefsi kendisini helâke
sürüklemesin diye inzivaya çekilmiş, böylece
onunla mücahedeyi, bir bakıma terketmiş demektir.
Eğer nefsi kalbe ve öze tâbi olduğu bir halde
inzivaya çekilmişse, bu makbuldür. Zira bu
durumda nefs, onlara tâbi olur. Onların görüşünden
çıkmaz. Onlarla birlik olur, aralarında fark kalmaz.
Kalp ile özün emrettiğini, nefs de emreder. Onların
yasakladığını o da yasaklar, onların seçtiğini o da
seçer. Bu taktirde nefs, nefs-i mutmainne haline
gelir. Kalp, öz ve nefs, hepsi de bir gayede ve bir
hedefte birleşirler. Nefs bir mertebeye erdiği
zaman, onunla mücahede gevşetilebilir.
Eserin yazarı: Abdülkadir Geylani Eser: Fethü´r Rabbani