Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

34. HABBAB'IN AŞKI

Rasûlüllah tarafından islamiyetin dış ülke hükümdarlarına tebliğ edilirken, tebliğ yapılan hükümdarların bir kısmı bu tebliği kabul ediyor bir kısmı kabul etmiyor , bir kısmı da kabul etmediği gibi ya elçileri öldürtüyor yada elçilere eziyet edip mektupları yırtıyordu. İşte bu tebliğlerden biride Arap kabile reislerinden birine yapılmıştı. Bu yapılan tebliğe karşılık elçiyi bir hayli hırpaladıktan sonra kaldırın şunu önümden, atın bir yere! diye emretmişti.

Mektup derhal sultanın önünden aldılar

Mektubu yırtılmadan sarayın hazinesinde bir sandığa kaldırılmıştı., fakat yırtıp atmadılar, Diğer evrakle beraber onu da sarayın hazinesinde bir sandığa koydular.

Bu küstah, kendini bilmez sultanın, Habbab isminde bir de oğlu vardı. Daha yaşı genç olup babasının yerine sultan olmaya hazırlanıyordu, ne isterse kendisinden esirgenmiyen sarayın tek oğlu idi. Bir gün sarayın hazinesine girdi. Orada evrakı karıştırırken , sandık içinde saklanmış olan mektubu gördü. Büyük bir dikkatle alıp , tekrar okudu. Fakat hayret! Okudukça içinde bir ateş hissediyor, tekrar okuyor:

- Bu mektubu buraya neye koymuşlar acaba?... Ne güzel bir mektup bu. Hem Allah elçisi olduğunu bildiriyor, kendi dinine davet ediyor, hemde dinine girmek isteyenlerden hiç bir şey talep etmediğini bildiriyor... Ne güzel sözler bunlar. Demek bizim tek yaratıcımız var, O'nun da yer yüzünde bir elçisi var!... diye söyleniyordu kendi kendine.

Çünkü Mektub-u şerif'te:

-Ey hükümdar! Kendini insanlara Allah olarak taptırma! Senin ve bütün kainatın yaratıcısı olan Allah'a iman et ki, dünya ve ahirette kurtuluşa eresin. O tapındığınız putlar ve siz cehennemin ateşi olmaktan kurtulun, diye yazılı idi.

Henüz genç yaşta olan Habbab, mektupta ta'rif edildiği üzere orada iöman ederek:

-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü, diyerek şehadet getirdi.

Mektubu okuyup iman ettikten sonra, bu halinden babasına bahsetmek istedi ise de , babası onu konuşturmuyor, hemen sözünü keserek:

-Oğlum sakın ona aldanma! sen zevk-ü sefâna bak , sen benim yerime geçecek, bu milletin reisi olacaksın. Öyle ne idiği belli olmayan birisine inanırsan yazık edersin, diyerek kendince nasihat ediyordu.

Fakat Habbab'ın kafasına girmiyordu böyle sözler , o bir kere inanmıştı Allah'a ve O'nun Resulüne... Oğlunun dâvâsından dönmediğini gören babası, ona bizzat kendisi ceza vermek istedi. Ayakları altına alarak, üldürmeğe kastedercesine dövmeye başladı. Öyle çok dövüyorduki, elinden vezirleri zor aldılar. Bu kadar yaptığı eziyet yetmiyormuş gibi , bir de cellatlarına emrederek:

- Buna ne işkence yapılmak mümkünse yapın, imanından dönmez bizim yolumuzu kabul etmezse en sonunda kellesini kesin, diye emretti.

Celladlar alıp götürdüler... Öyle işkenceye tabi tuttular ki, dille tarifi mümkün değil. Üç dört gün kızgın çöllerde su çektirdiler, bir lokma ekmek bile vermiyorlar, ancak bir miktar tuzlu yiyecek veriyorlar, bir damla su çirmiyorlardı:

- Ya dininden dönersin, yahut bu işkencelerden sonra senin kelleni keseceğiz diyorlardı, ama ona hiçbir şey tesi etmiyor: "La ilahe illallah" diyor başka bir şey demiyordu.

Üç dört gün süren işkence den sonra, hâlâ davasından dönmediğini görünce , artık idama karar verdiler. Fakat idamı ile görevlendirilen cellada öyle bir uyku gelmişti ki, ne yapsa uykudan kurtulamadıç Habbab ise kalın zincirlerle bağlanmıştı. O anda olmasa bile; yarın mutlaka idam edilecekti. Günlerce aç-susuz bu kadar işkenceye tabi tutulan, hertarafı kan revan içinde kalan Habbab Hazretleri Allah'tan başka bir yardım isteyecek kimse bulamıyordu. Ellerini Allah'a açarak şöyle yalvardı:

-Ya Rabbi! Halim sana ma'lum ben sana inandığım , senin Resûlün Hazreti Muhammed'e inandığım için bu ezaya tabi tutuluyorum. Beni bu beladan ancak sen kurtarırsın. Öleceğime değil, Kainatın Nur-u Habibin Muhammed Mustafa'yı görmeden bu âlemden gideceğim için hüzünlüyüm. Beni ismine aşık olduğum Resûlüne , bir an önce kavuştur da ondan sonra ne olursa olsun, Ya Rabbi!, diye yalvarmaya başladı.

Onun, bu hulûsi kalb ile yalvarışı; arş-ı âlâyı titretmişti. Cenab-ı Allah, hemen Cebrail Aleyhisselamı göndererek dileğinin yerine getirilmesini temin etmesini emretti. Cebrail Aleyhisselam geldi. Habbab'ın bağlı olduğu zincir sanki çürümüş bez parçaları gibi dağılmaya başladı. Zincirden kurtulan Hazreti Habbab, hiçbirşey düşünmeden olduğu haliyle Medine tarafına koşmaya başladı. Öyle gidiyordu ki, sanki rüzgâr estiriyordu. Yetmiş konaklık mesafeyi bir gecede aldı.

Yırtılmış elbiseleri, kan çamur içinde kalmış vücudu ile Medineye erişti. Fakat nasıl bulacaktı mahbubunu? Medinenin sokaklarından birinde ağlayarak gezerken Amr bin As(r.a.) Hazretlerini gördü. Amr Hazretleri:

- Evladım nedir senin bu halin? Sen aşık olmuş birinsine benziyorsun. Derdini bana anlat ki, açssan sana yemek getireyim, çok perişan bir hakldesin. Günlerdir yemek yememiş bir halin var, deyince, genç delikanlı;

Hayır, benim arzuladığım ne yemektir, ne de başka bir dünya malı, diye cevap verince , anladı mubarek; onun Peygamberimize ve Onun yoluna âşık olduğunu...

- Ben Hazreti Muhammed'e iman etmiş bir müslümanım, sırrını bana söyle kardeşim. Kimseye söylemeyeceğime dair söz veriyorum, deyince Habbab Hazretleri eline sarılarak:

- Beni Hazreti Muhammed'e götür, dedi.

Tam bu esnada Cenab-ı Allah(C.C.) Cebarili göndererek Peygamberimize haber vermiş, uzaklardan bir misafirin geldiğini ve karşılamasını ta'lim buyurmuştu. Hazreti Peygamberimiz, orada bulunan ashabıyla beraber, Medine sokaklarından huzuruna gelmekte olan Hazreti Habbab'ı karşıladı. Ona sadakatından dolayı iltifatlar etti:

-Hoş geldiniz fedakâr oğlum Habbab!, diyerek kucakladı, bağrına bastı.

Hazreti Habbab, artık sahabî olmuştu. Başından geçenleri Server-i Kâinat Efendimize anlattı ve babasının mülkünde esir muamelesi görürken, işkenceye tabi tutulurken Peygamberimize karşı olan aşkını ifade eden şiiirini tekrar Resûlüllah'a okumaktan kendini alamadı.


Eser: KISSALAR

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

KISSALAR

MollaCami.Com