Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

İSLAMA DAVET BAŞLAYINCAKUR'AN-I KERİMİN TESİRİ KARŞISINDA MÜŞRİKLER

"Allah Sözün En Güzelini
Bir Kitap Şeklinde İndirdi,
Ahenkli ve Herbirini Destekleyen
Gerçeklik Topluluğu Halindedir.
Her Şeyi Tekrar Tekrar Beyan Eder.
Ondan, Rablerinden
Korkanların Tüyleri Ürperir;
Sonra Rablerini Anmakla Hem Derileri
Hem KaLbleri Yumuşar. İşte Allah'ın
Doğru Yol Kılavuzu Budur."
(Zümer Sûresi: 23)



Bir müddet fetret devrinden sonra yine göklerden hidayet ve nur dolu âyetler inmeye başladı. Hazreti Muhammed, "Kalk, inzar et!"
وانزر عشيرتك الأقربين
(Ve enzir aşiretekel-ekrabîn
ile "yakın akrabasını İslâma dâvet" le emrolundu ve diğer âyetlerin nüzulü ile İslâma dâvete başladı. Üç sene kadar gizli dâvetten sonra artık Peygamberin
dine dâvete başlayışının dördüncü yılındayız. Yeni dine girenler çoğalmaya başlayınca müşriklerin etekleri tutuştu. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Kur'an'ın o ruhu okşayan tesiri, tatlı âhenginin kalbleri büyülemesi karşısında şaşkına döndüler. Muhalif bir cephe alarak şaşkınca işlere başladılar.
Çöl Araplarından koskoca bir imparatorluk kuracak bedevi Arapları olgun bir ümmet olarak ortaya çıkaracak olan İslâmiyete ve onun Peygamberine düşman kesildiler. Müslümanlara akla ve hayale gelmedik eza ve cefalara koyuldular.(12)

Mekke'de on üç sene süren bu mücadele devresinde Resulûllahın elinde müşriklere karşı savaşmak için Kur'an-ı Kerim'den başka bir şey yoktu. O azgın ve kudurmuş koca şirk alayına tek bir şeyle mukabele ediyordu: Kur'an okumakla! Hak kelâmı olan bu Kur'an'la koca şirk dünyasına, küfür ve ilhad âlemine karşı yılmadan, bezmeden, korkmadan mücadele ediyordu. Sonu en parlak zaferlerle taçlanacak olan bu savaş, hak ile bâtıl arasındaki bu amansız mücadele, yalnız dağınık Araplara değil, bütün insanlığa yepyeni bir ruh, bir nizam ve şekil verecek; fazilet üzerine kurulmuş taze bir medeniyet getirecekti. En hayırlı cemiyet kurulacaktı. İşte beşeriyet için en büyük saadet, en yüce bahtiyarlık bu olacaktı. Onun içindir ki, Resulü Ekrem tuttuğu bu mücadele yolunda tereddütsüz yürüdü. Çünkü kuvvetini Haktan alıyordu. Elindeki silâhı Hak kelâmı idi. Nâzil olan vahyin nuru, onun yolunu aydınlatıyor, o bu nurlu yolda yürüyordu.
Hazreti Peygamber (s.a.s.) Kureyşe, rastladıklarına Kur'an okur, onlara Allah kelâmını duyururdu. Kureyş Kur'an'ın tatlı sadasına, hoş tesirine kendilerini kaptırırdı. Onun için azılı, inatçı olanlar Kur'an'ı duymamak için kulaklarını tıkarlardı. Bununla beraber Kur'an'ın nüfuz ve tesiri Kureyş'in inadından daha kuvvetli idi.
Kureyş'in elebaşıları sık sık toplanıp Peygamberimiz hakkında ve ona nâzil olan Kur'an hakkında uzun boylu görüşürler, müzakereler yaparlar, çareler araştırırlardı. Bir defa yine toplanarak meşverete başladılar. İçlerinden birisi: "Ona nâzil olan sihirdir" dedi. Başka biri: "O sihir değil, ama şiir" dedi. Üçüncü birisi: "Hayır, öyle değil, o ne şiir, ne sihirdir. O kehanettir." dedi.
Bu sözleri dudak ucundan söylüyorlardı, kendileri de inanmıyorlardı. Çünkü yalan olduğu meydanda idi.
Velid Bini Mugîre söze katıldı: "Nasıl mecnun mu diyeceksiniz? Kimseye saldırdığı yok. Kâhin mi diyeceksiniz? Kâhinliğini gördünüz mü? Şâir ve yalancı mı? Yalancılığını gördünüz mü? Bunların biri değil! Vallah, onun sözünün öyle bir tatlılığı var ki, onun hakkında ne derseniz boş. En kestirme söz, o bir sihirbaz, diyelim. Oğlu ile babası, kardeşi, adamla karısı ve kabilesi arasını ayıran bir sihir." dedi.
Hac mevsimi gelmişti. Resul-ü Ekrem bir Hak dâva adamı gibi gelen heyetleri Islâma dâvet etmeye, onlara Kur'an okuyup duyurmaya hazırlanmıştı. Hac ve panayır mevsimlerinde, yol ağızlarına durur, gelene geçene Kur'an okuyup Hak kelâmını duyururdu. Kureyş de onu gözetip engel olmak için pusu kurardı. Peygamberimiz nereye gidip Kur'an okuyacak olsa, Kureyş hemen onun etrafını sarar, çölden, uzak yerlerden gelmiş olan, Araplara: "Sakının bunu dinleyip de sihrine kapılmayın!" derlerdi. Velid Bini Mugire'nin tertiplediği bu bozguncu şebekenin bu hareketleri Resulü Ekrem'i çok üzerdi. Velid hakkında şu şiddetli tevbih âyetleri nâzil oldu:

"Yarattığım o kimse ile beni yalnız bırak. Ona bol bol mal verdim. Meydanda duran çoluk çocuk sahibi kıldım. Ona her yolu âsân ettim. Sonra bir de daha arttırmamı istiyor, öyle mi? Hayır, hayır öyle şey yok! Çünkü o âyetlerimize karşı inatçı idi, ben de onu takatını tak edecek azaba uğratacağım. Çünkü o düşündü, taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl ölçtü biçti: Yine kahrolası nasıl ölçtü biçti. Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, surat astı. Sonra yüzünü çevirdi, büyüklük tasladı ve bu böyle gelen sihirdir, dedi." (Müddessir 11-26)
Allah bir şey murad edince esbabını yaratır, hazırlar; onun olmamasına çare yoktur. Kur'an'ı dinletmemek için Kureyş'in elebaşılarının başvurduğu bu sabotaj hareketleri, gelen heyetlerin Kur'an'a karşı daha ziyade alâka göstermesini mucip oldu. Aleyhte propaganda yapalım derken, lehte bir propaganda yapmış oldular. Kur'an'ın ve İslâmın ilâncılığını yapıyorlardı. Bütün Arabistan Yarımadasında Resulûllah'ın haberi yayıldı. Şöyle bir Peygamber gelmiş, diye ağızdan ağıza dolaşıyor, kulaktan kulağa gidiyordu.
Müşrikler ne yapmak istemişlerdi, netice nasıl çıktı. Bütün Arap kabilelerine Allah Resulünü ilân etmiş ve ona gelen Allah kelâmını duyurmuş oldular. Kureyşliler bu yoldaki hareketleriyle İslâm nurunun yayılmasını önleyemiyeceklerini anladılar, başka bir çare düşündüler. Bilhassa Allahın Arslanı Hazreti Hamza'nın Müslüman olmasıyla İslâmiyet kuvvetlenince telâşa düştüler. Yapacakları iş hakkında müşaverelere, karar birliği etmeye başladılar. Bir defa insanın gözünü kin, ihtiras, haset bürüdü mü ondan hayır yoktur. Kureyşliler de bakın bu defa ne yapmaya kalkıştılar.
Utbe bini Rabia'yı Peygamberimize murahhas olarak gönderdiler. Utbe dedi ki:
— Ey kardeş oğlu, sen güzide ahlâkınla, meziyetlerinle seçkin bir adamsın. Şimdi ise kavmimiz arasına ihtilâf girdi. Sen bizim Tanrılarımızı reddediyorsun. Sana bildireceğimiz bir teklifimiz var ki, onu kabul edip etmiyeceğini iyi düşün de bize haber ver.
Peygamberimiz:
— Söyle yâ Ebül-Velid, dedi, seni dinliyorum. Utbe:
— Maksadın bu işten para kazanmaksa, dedi, sana en büyük servet toplayıp verelim. Maksadın şan ve şerefse seni reis yapalım. Hâkimiyet peşinde isen seni hükümdar seçelim. Sana gelen şeye mukavemet edemiyorsan sana hekim getirelim. Ne istersen yapalım, sırf sen bu dâvadan vazgeç!
Utbe bunları söyledikten sonra Peygamberimiz (s.a.v.) sordu:
— Sözünü bitirdin mi, yâ Ebül-Velid? Utbe:
— Evet!
Peygamber Efendimiz:
— Öyle ise şimdi de beni dinle, dedi ve okumaya başladı:
"Bu, Rahman ve Rahim olan Allahın indirmesidir. Âyetleri açıktır, bilen bir kavim için, Arapça Kur'an'dır. Müjdeler verir, ihtarda bulunur. Fakat ekserisi yüz çevirdi. Bundan dolayı dinlemiyorlar. Diyorlar ki: Bizi davet ettikleri şeye karşı kalblerimiz üzerinde perdeler, kulaklarımızda ağırlıklar, seninle aramızda manialar var. O halde ne yaparsan yap, biz de mukabele edeceğiz. De ki: Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahyolunuyor ki: Allahınız bir Tanrıdır. O halde ona giden yola gidiniz, onun mağfiretini isteyiniz, müşriklere yazıklar olsun."
(Fussilet Süresi, ilk âyetler)
Resulûllah Efendimiz, Fussilet sûresini okumaya devam etti ve secde âyetini okuyup uzun bir secde yaptı. Sonra başını kaldırarak yine oturdu ve alt tarafındaki âyetleri okudu. Süre bittikten sonra nazarlarını Utbe'ye çevirdi. Bir de baktı ki, Utbe, ellerini arkasına bağlamış, sâkin sâkin dinliyor. Âyetler kalbinin tâ derinliklerine işlemiş. Resulü Ekrem dedi ki:
— Ey Ebül-Velid, işte dinledin, beğendiğin gibi yap, sen bilirsin.
Utbe tek bir kelime söylemedi. Başını önüne eğerek bu dinlediklerini ve sahibinin; maldan, mülkten, iktidardan ve her şeyden üstün tutup tercih ettiği şeyi derin derin düşünerek döndü. Onun böyle düşünceli döndüğünü gören Kureyşliler:
— Vallah Ebül-Velid, gittiği yüzden başka bir yüzle dönüyor, dediler. Yanlarına gelip oturduktan sonra sordular:
— Söyle bakalım, Ey Ebül-Velid, arkanda ne var, ne getirdin? Şöyle cevap verdi:
— "Ne olacak, öyle bir söz işittim ki, vallah onun gibisini asla işitmiş değilim. Vallah o, ne şiir, ne sihir, ne de kehânettir. Ey Kureyş halkı, beni dinleyin. Bu adama ilişmeyin. Onu olduğu hal üzere bırakın. Allaha yemin olsun ki, ondan işittiğim bu sözlerin büyük bir tesiri olacak, mühim bir dâva doğuracak. Araplar ona bir şey yaparsa sizden başkası yapmış olur. Eğer O, Araplara galebe çalarsa onun mülke hakimiyeti sizin mülkünüz demektir. Onun izzeti sizin izzetinizdir. Onun sayesinde insanların en bahtiyarı ve mes'udu olursunuz."
Kureyşliler bu beklenmedik sözleri murahhaslarından duyunca hayıflanarak:
— Ey Ebül-Velid, vallah O, lisaniyle seni de sihirlemiş, büyülemiş, dediler. O da eliyle işaret yaparak:
— O'nun hakkında benim re'yim bu! Siz nasıl isterseniz öyle yapın, dedi. Kur'an-ı Kerim'in ruhları saran tesiri karşısında her hile işte böyle eriyordu.

__________

(12) Ne gaflettir ki, Arabı Arap yapan, onu medeniyet âlemine katan islâmiyete öz Araplar karşı geliyordu. İnsanların ne derin gafletleri, ne sönmez kin ve ihtirasları vardır. Hased ve garez gözleri bürüyünce bir şey göremez. Çökmekte olan cehalet devrinin döküntüleri olan Araplar, putlarından vazgeçemiyorlar; bütün rezalet ve kepazelikleriye eski devri yaşatmak istiyorlardı. Yeni dini kabul edemiyecek kadar eski kafalı, küflü dimağlı olan müşrikler, çürümekte olduk-ları bataklıktan çıkıp ileriye ve yükselişe koşmak, nura kavuşmak istemiyen bu inatçı sürü, bü-tün kuvvetlerini seferber ederek nur, hidayet, hakikat olan Müslümanlığa saldırmaya başladı-lar. Müslümanlara ve onun Peygamberine düşman kesildiler, batıla saplandılar.


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com