Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

KUR'AN'DA ZİYADELİKVE NOKSANLIK ASLA YOKTUR

Batının Kur'an-ı Kerim'e dair garip iddiaları bitip tükenmez. Bunların yenilerinden biri: Kur'an'da gramer yanlışlığı bulunduğu sözüdür. Sanki onlar Arapçayı Arap ediplerinden daha iyi biliyorlar? Müşrikler bile böyle acayip bir iddiaya kalkışamadılar. Asr-ı Saadetten beri nice edipler, şâirler geçti, hepsi de Kur'an'ın belâgat ve üstünlüğü karşısında hayranlık duymuşlar, onu örnek tutmuşlardır. Bu noktaya bir çok yerde değindik. Bu kabil çürük iddiaları, Muhammed Mütevelli Şa'râvî en güzel surette çürütmektedir .(101)

Kur'an hakkındaki garip iddialara İslâm alimleri yeniden cevaplar vermektedirler. Vaktiyle Hindistan'da faaliyet gösteren protestan misyonerlerinden Fander'in Mizânül-Hak adlı eserinde İslama ve Kur'an'a hücumlarına, o zamanın büyük âlimlerinden Hoca Rahmetullah İzhârul-Hak kitabıyla çok güzel cevap vermişti. Bu konuda en yeni eser Câmiul-Ezher âlimlerinden Hâşim Abdülfettâh Gude tarafından yazılmıştır.

Havlel-Kur'anil-Kerim Vel Kitâbil-Mukaddes adını taşıyan bu eser. Mezkûr Mizanül-Hak'taki yanlış ve yersiz iddiaları bir bir ele alıp gayet ilmî bir surette red etmektedir. Eser 1984'te basılmıştır. Yeni çıkan bu iki önemli esere işaret ettikten sonra eskidenberi süregelen bazı iddialara cevap verelim:

Sahih İslâm kaynaklarında Kur'an'da fazlalık olduğuna, Kur'an'dan olmayan bir şeyin ona katıldığına, ziyade edildiğine dair rivayet yoktur. Mushafın iki kapağının arasındakiler vahiydir. Bu hususta bir şey uyduramamışlardır. Çünkü Kur'an'ın cemi ve istinsah işi çok sıkı bir kontrol altında yapıldığından buna kimseyi inandıramıyacaklardır. Yalnız İbni Mesud'un, Muavvazateyn hakkındaki rivayeti varsa da onun doğru olmadığını yerinde isbat etmiş bulunuyoruz. Böylelikle birinci noktayı kapayabiliyoruz.

Kur'an'da vahiy olmayan bir şey yoktur. Bunda bütün Müslümanlar müttefiktir.

İkinci noktaya gelince: Bu hususta biraz uzunca konuşmak icabedecektir. Kur'an'da bazı âyetlerin konulmadığına dair eski kaynaklardan bazı garip rivayetler sızıyor. Bunları birer birer bahis konusu yapıp incelemek istiyoruz. Tâ ki bu rivayetlerden öyle bir şey çıkarmak doğru mu, onlara bakarak Kur'an'da eksiklik var diye cüretkârane hüküm vermek kaabil mi? Bunu herkes görsün.

1- İbni İshak ve Mâlik tarafından başka başka yollar ve lâfızlarla Hazreti Aişe'den şu hadis rivayet olunuyor:
"Kur'an'da nâzil olanlardandı: On emzirme ile süt akrabalığı olurdu. Sonra bunlar beş emzirme ile nesih olundu. Resulü Ekrem irtihal ettiğinde bunlar Kur'an içinde okunurdu."

Evvelâ bu hadisten Kur'an'dan bir şey hazfolundu diye bir şey çıkarmaya kalkışmak asla doğru bir hareket olamaz. Burada nesihten bahsolunuyor. On emzirme, beş emzirme ile nesih olunmuş. Nesih olunduktan sonra bunun ötesi kalır mı? İncelendiği üzere neshi kabul ettikten sonra bu hadisten öyle bir şey asla çıkarılamaz. Bu hususta bir diyecek kalmaz. Kur'an'dan nesih olunanlar vardır. On emzirmenin hem hükmü, hem tilâveti mensuh. Beş emzirmenin ise tilâveti mensuh, hükmü baki.

Meseleyi diğer bir zaviyeden de inceliyelim: Süt kardeşliği ve akrabalığı hakkında muteber olacak miktar, emzirme Hanefiye ile Şafiiye arasında ihtilaflıdır. Şafiiye göre rıza'da had, beş defa emzirmedir. Hanefiye bu hadisi reddeder. Rida' babında bizzat Hazreti Aişe'den muhtelif, birbirine uymaz hadisler rivayet olunuyor. Hanefiye bunları kabul etmiyor. Çünkü bunlar "Usuli Fıkıh" ta incelendiği üzere mütevatir olan Kur'an âyetlerine aykırıdır. Kur'an'dan olsalardı tevatürle sabit olurlardı.

Arap içtimaî hayatında süt kardeşliği son derece yaygın, mühim bir şey olduğundan bunlar herkesin bildiği şeylerdendi. Gizli kalacak rivayetlerden değildi. Kur'an cem ve istinsah olunurken Hazreti Aişe sağ idi. Onun böyle bir şey ortaya attığına dair en zayıf bir rivayet bile yoktur.

Münadiler: "Kimde Kur'an'dan bir şey varsa getirsin!" diye bağırıp dururken böyle bir şey olsa Hazreti Aişe durur mu? Demek ortada böyle bir iddia yok. Hazreti Aişe Kur'an'dan rıza' âyeti hazfolundu iddiasında değil. Bu hadisten öyle bir rivayet çıkarılamaz. Bu gibi rivayetler sonradan çıkmıştır. İşte onun için Hanefiye ule-ması bunları reddediyor.

Muhaddisler, Hanefiye ulemasına kızsalar da Hanefiye nakil ve akıl ışığı altında yürür. Hanefiye mezhebinin kurucusu İmamı Azam rey hürriyetinin ve müsamahakarlığın kahramanıdır. Aklı selim ve mantık rehberidir.

Sahabe bile bunlarla ameli reddetmişlerdir.
Hazreti Abdullah İbni Ömer'e; "İbni Zübeyr, bir veya iki emzirmede bir
beis görmüyor." demişler; o da cevabında: "Allahın kazası ve hükmü, İbni Zü-beyr'in kazasından daha hayırlıdır" demiş, nas ile rey arasını bak nasıl buluyor. İbni Zübeyr'in sözünü reddediyor. "Sahabidir" deyip de durmuyor.

Hazreti Ömer de Fatma Binti Kays hadisini reddetmiştir. "Unuttu mu, uzca belledi mi, uzca bilemediğimiz bir kadının sözüne bakarak Allahın kitabı ile ameli bırakamayız" demiştir. Şafii de Hazreti Aişe'nin bu rivayetini kabul etmez. Beş emzirmeyi başka bir hadisten alıyor.
Görülüyor ki bu rivayet haberi vahittir, kabul edilmemiştir. Kabul edilse bile nesih vardır. Bundan "Kur'an'da noksan var" diye bir hüküm asla çıkarılamaz. Zaten Hazreti Aişe'den "âyet şöyledir' diye bir ibare rivayet olunmuyor. Fıkıh hükmü beyan olunuyor.

2-Recm âyeti:
لا ترغبوا عن آبائكم فانه كفر بكم الشيخ والشيخة اذا زنيا فارجموا هما ألبتةنكالا من الله ولله عزيز حكيم
Başka türlü rivayetler de vardır. Meselâ:
الشيخ والشيخة فارجموهما البتة بما قضينا منالذة
Bu seci'den başka bir şey midir, hem de bayağı bir seci'.
Evvelâ bu ibareye bak, Kur'an'dan olmadığını insanın yüzüne haykırıyor. (Fercumuhüma elbette) gibi kelimeler nazmı Kur'an'ın selâseti ile barışamaz ve rivayet çeşitlidir. İşin garibi, bu rivayet Hazreti Ömer'e nisbet olunuyor.(102) Yâni bunların Kur'an'dan olduklarını Hazreti Ömer söylemiş. O Ömer ki, Kur'an'dan bir şey zayi olmasın diye, Yemame harbinden sonra herkesten önce Halife Ebubekir'e müracaat ederek Kur'an'ın cem'i işini sağlamış, bu işe Ebu-bekir'i yalvara yalvara kandırmış ve bu işin başında bulunmuştu. Şimdi o kalkıp da Kur'an'dan hazif olunanlar var diyecek. Bunu hiç akıl kabul eder mi? Mescid kapısında durup: "Kur'an'dan kimde ne varsa getirsin" diye bağıran oydu. Onun için Hazreti Ömer'e nisbet olunan bu iddia hiç doğru değildir.

Hazreti Ömer'in Recm, zina yapanı linç etme hakkındaki sözü, onunla ameli takrir içindir. Söylendiğine göre Hazreti Ömer Recm hükmüne çok ehemmiyet verirdi. "Eğer halkın Ömer Allahın kitabına ziyade yaptı, kattı demesi olmasa, bunu ona yazardım." demiş. Bizzat Hazreti Ömer'in sözü bunun Kitabullahtan olmadığını haykırıyor değil mi? Bu Kur'an'dan değil ki, Ömer halkın kattı demesinden çekiniyor. Yazarsa Kitabullahtan olmayan bir şey katmış olacak. Yazmazsa atmış olmak yok. Bu fıkıh hükmüne Ömer fazla ehemmiyet veriyordu. Şeriattaki ahkâmın hepsi âyetle sabit değil ki. Sünnet, icmâ', kıyas ile sabit ahkâm ne kadar çok. Bu dört aslî delilden başka fer'î deliller de vardır.
Kur'an cemolunurken bu rivayetlerin birisi ortada yoktu. Kimse Kur'an'dan
olarak bunları ileri sürmedi. Ashab arasında bu hususta bir ihtilaf çıkmadı. Bu ihtilaflar hep sonradan ortaya çıkmıştır. Kur'an cemolunurken hiç bir sahabe ortaya çıkıp da Recm ve Rıda' âyeti şudur dememiştir. Halbuki cem işi ilân olunmuştu. Ashab hakkın ziyaına göz yumanlardan değildi. En ufak bir şey bile olsa onu düzeltirlerdi
.
İşin hakikati şudur: Hazreti Ömer: "Kur'ân'dan bu âyet hazif olundu" demiyor, "bu âyet nesih olunmuştur." diyor.

Müslim'in, İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Ömer Bini Hattab, Peygamberin minberi üzerinde otururken demiş ki:"Cenabı Allah, Muhammed'i hak ile gönderdi. Ve ona Kitabı vahyetti. Ona vahyettiği şeylerden biri Recm âyetidir. Biz bu âyeti okuduk, anladık. Aklımıza koyduk. Resulü Ekrem recm etti. Ondan sonra biz de recm ettik. Zaman geçtikçe biri kalkıp ta Allahın kitabında recmden bahis yoktur, demesin. Böylece insanlar Allahın vahyettiği bir farizeyi ihmal ederek dalâlete düşmesinler. Muhsan olan her zani ve zaniyenin recmi Allahın kitabınca haktır. Şu şartla ki beyyine bulunsun. Yahut gebelik vaki olsun, veyahut ta cürüm ititraf edilsin.''
Bu recm meselesi de usuli fıkıhta uzun boylu bahis konusu olmuş ve münakaşa edilmiştir. Bir kısmı bu rivayeti inkâr eder. Bir kısmı ise âyetin mevcudiyetini kabul eder ve onu tilâveti nesih olunup hükmü baki kalan nesih kısmından sayar. Hanefiyenin mezhebi budur. O zaman ortada mesele kalmaz. Çünkü Kur'an'dan böyle nesih olunanlar vardır. Rivayet doğrudur. Bundan, öyle Kur'an'da noksanlık bulunduğu çıkarılamaz. Bu âyetin mevcudiyeti kabul olunduğu takdirde bile Kur'an'da eksiklik var diyemeyiz. O âyet hazif olunmamış, nesih edilmiştir, İşin başka türlüsüne akıl yatışmaz. Kur'an'a en büyük hizmeti dokunan Hazreti Ömer, kalksın da Kur'an'dan bir şey hazif olunmasına razı gelsin, bu akla sığar mı? Onun için kesin olarak diyoruz ki bu hazif değil, nesihtir. Bu rivayetten noksanlık iddiası çıkarmak sonraları zındıklar tarafından ortaya sürülmüştür. Nice şeyler uyduruldu. Bu da o kabildendir.

3- Yine Müslim'e şöyle bir rivayet var: "Ebu Musa El'aş'arî Basra hafızlarını çağırmış, huzuruna Kur'an'ı ezbere bilen üçyüz kişi gelmişti. Onlara dedi ki: "Siz Basra halkının en iyisisiniz, onların hafızlarısınız. Kur'an'ı okuyunuz. Kur'an okumayı ihmal etmeyiniz. Sonra yürekleriniz katılaşır, nasıl ki sizden evvelkilerin de yüreği katılaşmıştı. Ben uzunluğu ve şiddeti itibariyle Tevbe Sûresine benzeyen bir süre okurdum ki, bunu unutmuş bulunuyorum. Yalnız hatırımda şurası kalmış:

لو ان لابن آدم وادين من مال(او ذهم)لأبتغي لهما ثالثا ولايملأ لوف ابن آدم الاالتراب ويتوب الله علي تاب

"Adem oğlunun iki vâdi dolusu malı veya altını olsa üçüncü bir vâdi daha olmasını isterdi. İnsanın hırs karnını ancak toprak doyurabilir. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder."
Atâ bini Yesâr rivayetinde ise bu ibare şöyledir:
انا انزلناالمال لاقام الصلاة واتاء الزكاة ولو ان لابن آدم وادبالأحبان يكون الثاني ولو كان اليه الثاني لأحب ان يكون اليهما الثالث ولا يملأ جوف ابن آدم الا التراب الله علي من تاب

Aynı şey, Übey bini Kâab'dan çok daha başka türlü rivayet olunur ve Beyyine Sûresinin sonundan olarak gösterilir, o da şudur:
لو ان ابن آدم سأل وادياً من مال فاعطيته سأل ثانيا فاعطيته سأل ثالثا ولا يملأ جوف ابن آدم الا التراب الله علي من تابا وان ذات الدين عند الله الخيفية غير اليهودية ولا النصرانية ومن يعمل خيرا فلن يكفر.......ا

Evvelâ şunu kaydedelim ki, arapçasını yazdığımız şu ibarenin Kur'an'a benzer bir yeri var mı? Ayetlerdeki insicam ve âhenkten bunlarda hiç eser yok. Kur'an'da "Beni âdem" tâbirleri çok geçer. Burada "ibni âdem" tâbiri hiç te yakışmıyor. Zaten Müslim daha önce bunu hadis olarak rivayet ediyor. Ortada o zaman mesele de kalmamış oluyor. Fakat biz meseleyi yine inceliyelim: Hem bunu Kur'an olarak rivayet edenlerin kimisi o sûreden, kimisi bu sûreden rivayet ederler, sözleri birbirine uymaz.

Müslim aynı hadisi daha önce Yahya Bini Yahya, Said Bini Mansur ve Kuteybe Bini Said'den Peygamberin sözü olarak rivayet ediyor. Bunlar mutemed ve güvenilir şahıslardır. Onların rivayetinde, yukarıya aldığımız rivayette Kur'an'dan olarak zikrolunan sözler, hadis olarak naklolunur. Müslim'in usulü zaten öyledir. Doğru ve sahih rivayetleri baştan nakleder. Sonra zayıfları da ekler.

Buhari bu hadisi hiç nakletmemiştir. Müslim'in şartları daha geniş olduğundan o rivayet etmiştir. Fakat bu seneddeki ravi Süveyd Bini Said, nakdi rical ilmine göre itimada şayan bir kimse değildir. Buhari ona katiyen itimad etmemiştir. Ebu Davud onun kıymetsiz olduğunu söylüyor. İbni Hibban zındıklıkla itham ediyor.

Hasılı muhaddislerin çoğu onu kabul etmiyor. Yalana çıkarıyor. Çok yaşamış, ihtiyarlığında kör olmuş, kendine ait olmayan şeyleri rivayet etmiş, Şiiliğe mütemayil bir adammış. Müslim bile aynı sözleri daha mutemed bir senedle hadis olarak naklediyor. Şüphesiz ki, bütün muhaddislerin çürüğe çıkardıkları, hatta zındıklıkla ve Şiilikle itham ettikleri bir adama karşı mutemed ve mevsuk kimselerin rivayeti tercih olunur. Doğru olan budur. Bizzat Müslim, Süveyd'in rivayetini sona bırakmıştır. Onu zayıf bulmaktadır.

Bunu niçin yazdığına gelince, muhaddislerin ilmi rivayette tuttukları bir usul vardır. Ona uyarak bunu da yazmıştır. Nice zayıf rivayetler, hatta mevzu sözler naklolunmuştur. Fakat erbabı bunları seçip meydana çıkarır. Muhaddis yazar, nakdi rical ayırır. Nice rivayetler reddolunmuştur. Hadis başka, tefsir başka, fıkıh ve usulü fıkıh yine başkadır.

Sonra bu ve emsali Kur'an'dan olmak üzere naklolunan sözlere bakın. Arapçaya âşinâ olan her insan bunların Kur'an'ın üslûbu ile bir münasebeti olmadığını derhal sezer.
İşin diğer bir noktası da dikkate değer:

Haydi Ebu Musa El'aş'arî, bu rivayette olduğu gibi unutmuş diyelim. Başkaları da mı unuttu. O unuttu ise diğer bilenler var. Hem Ebu Musa El'aş'arî Kur'an cem ve istinsah olunurken vazife alanlardandı. Bunu heyete söyliyebilirdi. O zaman böyle bir şey söylememiştir. Demek böyle bir şey yok.
Burada esaslı olarak incelediğimiz bu üç noktadan başka diğer ihtilaf konusu olan bahislere de işaret edelim:

1- Abdullah İbni Mesud'un Muavvazateyni kendi Mushafına yazmadığı rivayet olunuyor. Bunu mahallinde reddetmiş bulunuyoruz.

2- Übey Bini Kâab'ın "Kunut Duaları'nı kendi mushafına yazdığı rivayet olunuyor, bu da mahallinde geçmiş ve halledilmiş bulunuyor.

3- Mâlikiye ve Şafiiye arasında Besmele hakkındaki ihtilaf, bu da başlıca bir bahiste incelenmiştir.

4- Hazreti Aişe'den bir rivayette Ahzab Süresinin 200 âyet kadar olduğu söyleniyorsa da bu bir şey ifade etmez, zayıftır.

5- Tevbe Sûresinin başında Besmele varmış. Bu da geçti.

6- Rafizîlerden bir kısmı Kur'an'dan bir kısmın zayi olduğuna, Mehdi'ye inmek üzere göğe çekildiğine inanırlar. Bunu redde bile lüzum yoktur.

İşte eski kaynaklara göre söylenen garip, aciyb, zayıf, mevzu ne varsa hepsini getirdik. Bunların nasıl hasıl ve ne yolda bize vâsıl olduğunu Allah bilir.

Mustafa Sadık Rafiî "İ'cazül-Kur'an" da bu noktaya temas ettiği sırada diyor ki:

"Bunları yazdık. Hepsini getirdik. Ne kadar az olduklarını görsünler ve sonra birbirlerini tutmaz, birbirine uymaz rivayetler olduğunu da bilsinler. Eğer böyle bir şey olsaydı cem'i Kur'an ve istinsahta kibar ashab susmazlardı. İhtilâfları duyulurdu. Halbuki böyle bir şey yok. İş olmuş bitmiş, ses çıkaran olmamış.... İbni Mesud'a, Übey Bini Kâab'a, Hazreti Aişe ve Hazreti Ömer'e bu dine hile için iftira edip onların ağzından yalan uydurulması uzak değildir. Bunlar da o kabilden olabilir."

"Biz Kur'an'dan bir şey gitti, veya Kur'an'dan olan bir şey kaldı denilmesini bütün varlığımızla reddederiz. Bu hususta istedikleri kadar tevil yapsınlar. Hattâ rivayeti Cibril ve Mikâil'e isnad etseler bile. Bunları kabul edersek: "Kur'an'ın koruyucusu biziz" demek nerede kalır. Sahabeye her nisbet olunan söz nassı katı' gibi alınamaz. Onlar da aralarında ihtilaf etmişlerdir. Kelâmullahtan başkası söz taşır.(103)

Bu ihtilaf konusu olan meseleleri hulâsa edersek şu neticeye varırız. Bunlardan bir kısmı elde: Muavvazateyn, Besmele gibi.
Bir kısmı mensuhtur: Rida', Recm gibi.
Bir kısmı Rafizîlerin rivayetleri ki söze değmez.
Ortada: Ebu Musa El'eş'arî'den gelen "Vadii Zeheb" kalır ki onun da hadis olduğu meydanda. Demek bu bahis te böylece bitiyor. Bunca ihtilaflar içinde Kur'an'ın bir harfinin bile zayi olmadan tahriften âzade kalabilmesi en büyük bir mucizedir.

______

(101) M. Mütevelli Şa'râvî, El-Fikrul-İslâmiyyil-Mu'âsır,s. 407/410
(102) İslâm Ansiklopedisi, bu rivayetlerin gayri mevsuk oldukları bedihi gibi görünmektedir, diyor.
(103) M. Sadık Rafiî, İ'cazül-Kur'an, Kahire.


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com