Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

KUR'AN'DA TAHRİF OLAMAZ

Dinler tarihini tetkik edin, tarihi vesikalarda aranan bütün şartları tam olarak toplayan ancak ve ancak

Kur'an-ı Kerim'dir. O Allah tarafından Peygamberi ve elçisi Hazreti Muhammed'e vahyolunmuştur. Zamanında ezberlenmiş, yazılmış, böylece bugüne kadar tevatüren nakledilmiştir. Her nevi tahriften âzadedir. Hiç kimse Kur'an'ı başkasına nisbet edemez. Dünyanın dört bucağında türlü mezheplerde olan Müslümanların el üstünde tuttukları Kur'an hep birdir. Mezhepleri, inanışları farklı olsa da bütün Müslümanların Allahı gibi Kur'an'ları da birdir. Hatta Kur'an'ın kelimelerinin harekeleri bile bir türlüdür. Bunun aksini kimse iddia edemez ve gösteremez.
Kur'an'ın mevsukiyeti hususunda İbni Hazmi Zahirî'nin (H. 456/M. 1063) sözünü ele alarak rahmetli Ahmet Naim diyor ki:

"Kitabullahın nazmı mütevatiri, elyevm tilavet ettiğimiz kelimat, huruf, harekat ve sekenat ve kıraati mütenevvia ile Muhammed Bini Abdullah Bini Abdülmuttalib (S.A.) Efendimiz tarafından tebliğ buyurulduğu ehli maşrik ve mağribin karnen bade karnin gayrı münkati' bir tevatürü ile şüphesiz olarak herkesin malumudur..'. Ve Kur'an-ı Kerim'in âyetleri peyderpey nüzullerinde nasıl ümmete talim buyurulmuş ise öylece herkes tarafından okunmuş ve ilk zamandaki gibi hiç bir asırda inkıtaa uğramaksızın seleften halefe intikal etmiştir. Kitabullahın sureleri ve âyetleri her devirde kaffei ümmetin kâffei ümmete tebliği suretinde bir tevatürü haiz olduğu gibi ehli kıraat denilen sınıfa ulemanın isnad-ı muttasıl ile mahfuz olan müselsel rivayetleri ile de ayrıca bir tevatürü haizdir.
Dünyada elfaz ve mebanisi ihtilafsız olarak bu kadar malum ve mahfuz, tahrif ve tağyirden masuniyeti bu kadar muhakkak hiç bir söz, hiç bir kitap yoktur ve olmayacaktır. Kur'an-ı Kerim'i okuyan kimse sahibi şeriatın tebliğini olduğu gibi bilâ noksan tekrar ettiğinde zerre kadar şüphe etmez. Bunda biraz şek eden -Hangi milletten olursa olsun- aklında hıffte var demektir. Meğer ki Kur'an'ın ne demek olduğunu ve takriben on dört asırdan beri nasıl bir ihtimamı emanetle sudurdan sudura ve suhuftan suhufa nakledildiğini bilmiyecek kadar cahil ola."
(104)
İş ve hakikat böyle iken eskiden ve yeniden bazı bâtıl mezheplerin, sapık fırkaların şöyle böyle sözlerine bakarak Kur'an'a dil uzatanlar olmuş. Onlardan bazılarını söyliyelim:

Bazı Hıristiyan muharrirler Şianın Kur'an'ı noksan addettiklerini söylerler. Güya Hazreti Ali'ye ait olan âyetler Hazreti Osman tarafından hazif olunmuş.

Bunu akıl kabul eder mi? Hazreti Osman Halife iken çıkardı ise, Hazreti Ali Halife olunca niçin koymadı? Vakıa "gulâtı şia" dediğimiz bâtıniyenin sapık kavillerine göre böyle bir şey iddiası gidiyor. Hatta Hüseyin Bini Muhammed, Nakıy'nin "Faslül-hitab fî tahrifi kitabı Rabbil-erbab" diye bir eseri bile var. (1298 Hicrî Acem tab'ı) Bu eser bâtıl sözlerle, saçmalarla doludur. Fakat asıl Şîada böyle bir itikad yoktur. Ve olamaz. İran Mushafı ehli sünnet mushafının aynıdır. Bir kelimesinde bile fark yoktur. Gulâtı Şianın bu gibi iddialarına kulak tutacak değiliz. Onların yalnız Kur'an hakkında değil, bizzat Allah, din ve Muhammed hakkında nice bâtıl sözleri vardır. Nasıl ki onlara bakmıyorsak Kur'an hakkındakini de kabul etmeyiz,

Şîa ulemasından Molla Muhsin diyor ki: ''İçimizden bazı kimseler Kur'an'da tahrif ve noksan olduğunu söylüyorlar. Fakat dostlarımızın ve ekserimizin itikadı buna muhaliftir. Çünkü Kur'an Hazreti Muhammed'in mucizesidir. Ulûmu diniyenin menbaıdır. Müslümanlar bu kitabı muhafaza için bütün gayretlerini sarfetmiş ve her hangi bir tahrife mâni olmuşlardır. Kur'an elimizde bulunan şekliyle Resulü Ekrem'in hali hayatında toplanmış ve tertip olunmuştur.
Şia'nın Kur'an hakkındaki akidesi böyledir:
درميان مؤلفين شيعه مشهور أست كه بس أز وفات حضرت رسول (ص)آيات فرآن كه بر روي برك درخت وبارجه ابريشمي وجرم نوشته شده بوس درزير بالش حضرت كرد آمده واز رويآن مدارك حضرت امير المؤمنين علي عليه السلام نسخه آصلي قرآن راتويه تمده أسد


Görülüyor ki, Şîa, Kur'an zayi oldu demiyor. Yalnız cemi şerefini Hazreti Ali'ye veriyor. Sağlam Şîa kaynaklarının sözü budur, akidesi bu merkezdedir. Bunun dışındaki sözler Şîaya iftiradan başka bir şey sayılamaz.

İbni Haldun'un esaslı bir surette izah ettiği ve yukarıda geçtiği üzere Araplar yazıda o kadar usta olmadıklarından türlü türlü yazarlardı. Yazı için henüz muayyen bir kaide vazolunmamştı. Resmi hat kavaidine muhalif yerler Mushafı Osman'da bile olmuştu. Hazreti Osman Mushafa bakmış: "Çok güzel yapmışsınız, lâkin içinde bir şey görürüm ki onu biz lisanımızla düzeltiriz." demişti.
Bu gördüğü şeyler imlâya ait idi. Tabut تابوة ،تابوت gibi". Yoksa bazılarının
çıkarmak istediği gibi ziyade ve noksan meselesi olamaz. Çünkü bunların lisanla düzeltilmekle ne alâkası var? Lisanla düzeltilecek olan imlâsı yanlış olanlardır.
Bir çok defalar geçtiği ve temas ettiğimiz üzere Kur'an aleyhinde söylenen şeyler hep böyle saçma sapan. Tutunabilecek bir itiraz yok. İşin en garip tarafı, bugün Kur'an'ın karşısına çıkanlar, eskiden putperest ve müşrik Arapların dediklerini tekrarlamaktan başka birşey yapamıyorlar. Müşrikler "Ona bunu bir insan öğretiyor" demişlerdi. Bugün bazı misyoner ve müsteşrikler de aynı şeyi
söylüyorlar. Onlar da, aramışlar, taramışlar, düşünmüşler, taşınmışlar, Muhammed bu yüksek ilmi, metin esasları nereden öğrendi? Meğerse iş kolaymış. Arabistan'da Yahudi ve Hıristiyan ehli kitap varmış. Hazreti Muhammed de onlarla temasa gelirmiş, işte bütün bu dinî, ahlâkî, içtimaî, hukukî nizamları onlardan almış, yirmi üç yılda yaptığı ve başardığı eşsiz inkılâbı, insanlığa yeni bir medeniyet ve hayat veren, tarihin seyrini değiştiren hamleyi meğerse onlardan öğrenmiş!

Müşrikler de böyle söylüyordu. Yirminci asrın kafası da müşrikler gibi düşünürse, medeniyet ve terakki nerede kalır? Bu adamlar yalnız şuna cevap versinler: Muhammed'e bunları öğretenlerde mademki bu kuvvet vardı, onlar kendileri neden bu işleri yapmadılar da bu şerefi, kahramanlığı başkasına devr ve mal ettiler? Bunun başka misali var mıdır?

İslâm Ansiklopedisi: "Muhammed müşriklerin bu iddialarını cerh edememiştir!" diyorsa da bu pek hatâdır. Müşriklerin Muhammed'e öğrettiğini iddia ettikleri o kimse ve ismi hakkında ihtilaflar çoktur. Kimi bir Rum köle diyor, kimi demirci diyor. Hattâ Peygamberliğinin son devirlerinde Müslüman olan Selman diyecek kadar şaşkınlık gösterenler var. Şark ve Garp bütün kafaları meşgul eden bu Kitabı Mübîn'i bir demirci köleden öğrenmek, ne şaşacak şey? Hattâ bir kaç saat veya dakika görüştüğü Bahîra'ya bile işi götürenler var. Ne diyelim!

Kadı Iyaz'ın dediği gibi: Selman, Bel'am, Yaiyş, Cebr, Yesar her kim olursa olsun, aralarında idi.(106) Ömürleri boyunca müşrikler de onlarla konuşurlardı. Onlardan birinden böyle bir şey naklolundu mu? Düşmanların sayısı bol, hasedi çok olduğu halde o kölenin yanına oturup onlar da ondan öğrenemezler miydi? Böylelikle Kur'an tehaddi edip meydan okuduğu zaman ona mukabele edemezler miydi? Buna engel var mıdır?

Hasılı bu hususta söylenenlerin aslı faslı yok, senetsiz, isbatsız şeyler olduğu meydanda. Bunların hepsi garazkârlık, kin ve hased mahsulü şeylerdir.
Vaktiyle Baku'da çıkan "Hayat" gazetesi yazarı Talip Zade Ahond Yusuf "Hakikat-ı İslâm" diye bir eser neşredip bunda Tevrat ve İncil'in tahrife uğradığını, Kur'an'ın ise her türlü tahriften âzade bulunduğunu yazmış. Bir Hıristiyan âlim ve propagandacısı olan "Emir Han" da buna karşı "Tevrat, İncil mi tahrif, yoksa Kur'an mı?" unvanlı bir risale yazıp bunu Müslümanlar arasına yaymış. Şeyhül-İslâm Musa Kâzım Efendi, o zaman bu Hıristiyan âlimle münakaşalar yapıp ona güzel cevaplar vermiş, iddialarını reddetmiştir. O mübahaseleri görmek isteyenler Musa Kâzım'ın Külliyatına baksınlar.

Mısır'da misyonerlerin yazdığı "Mebahisi Kur'aniye" eserinde "Kitabı Şerifte tahrif var mı?" bahsinde pek saçma olarak yedi kıraat ta tahrife hamlolunmak istenmiştir. Yusuf Dicvî'nin bu gibi iftiraları çürütmek maksadiyle yazdığı: Ezher âlimlerinden "Elcevabüs-sedid Fir-reddi alâ müddeit-tahrif" ese-rinde güzel malûmat vardır.

Clair Tisdull da "Kur'an'ın Menbaları" diye İngilizce bir eser yazmıştır.
Kitabın başında işaret ettiğim gibi müsteşriklerden Emile Dermenghem "Muhammed'in Hayatı"(107) namındaki eserinde Kur'an'dan baştan takdirkâr ve sitayişkâr sözlerle bahseder. Orada der ki:
"Kur'an Muhammed'in yegâne mucizesidir. Bu kitaptaki bugün bile halledilemez, bir muamma gibi görünen, edebiyat fevkindeki güzelliği ve ilham kuvveti, onu okuyanların en az dindar olan-larında bile büsbütün ayrı bir meftunluk ve heyecan hali uyandırır. Onun Resullüğünü isbat için ortaya koyduğu yegâne büyük mucize bu kitap oldu."

Muharrir bu sözlerden sonra Kur'an'ın cem ve tertibine sözü getirerek şunları ortaya atar:
"Son ve kat'î metne gelince Halife Muaviye zamanında Haccac tarafından -tıpkı Osman'ın tatbik ettiği usul üzere- tertip edilmiştir. Kur'an'da sayısız tekrarlar vardır ve âyetlerden bir çoğunun yerinde olmadığı açıkça görülmektedir. Asıl metne bir takım ilâveler ve haşiyeler katılmadığı, yahut bazı parçaların çıkarılmadığı bilinemediği gibi bu artık ve eksiklerin nisbetini tayin etmek de imkânsızdır.(108)

Dermenghem, burada başlıca şu iddiaları, daha doğrusu iftiraları ortaya atıyor:
1- Son ve kat'î metin Muaviye zamanında Haccac tarafından tertip olunmuş!
2- Âyetlerin bir çoğu yerinde değilmiş!
3- Asıl metne ilâveler katılmadığı veya atılmadığı bilinemiyeceği ve bunların nisbetini tayinin imkânsızlığı...

Yukarıda cem ve tertip işlerinden uzun boylu bahsetmiş ve bu meseleyi lüzumu kadar tenvir eylemiş bulunuyoruz. O bahislere tekrar dönmeye lüzum yok. Ancak burada büyük bir tarihi hataya işaret etmeden geçemiyeceğim. Kur'an Haccac tarafından tertip olunmamıştır. Haccac tarafından harekelenmiştir. Hareke konmasiyle tertibi farketmek gerektir. Üçüncü noktaya gelince tahrif iddiaları yalnız Dermenghem'in kaleminden çıkmış değil.
Görüyoruz ki, karanlığa taş atma kabilinden böyle iftiraları rastgele savuranlar var. Bu da onlardan biri. Zaten bu kuru iftirayı tutturamıyacaklarını biliyorlar ki, biraz insaflı davranarak, bu işin bilinemiyeceğini ve imkânsızlığını da söylüyorlar. Mademki bilinemiyeceğini biliyorlar, neye ortaya atıyorlar mı diyeceksiniz? Su bulandırmak kabilinden. Muharrir isbat edemiyeceği bir iddiaya kalkıştığının farkına vararak daha aşağıda "Biz Kur'an meselesini halletmek
iddiasında değiliz" diyorsa da ok yaydan boşanmış bulunuyor. Atılan taş geri dönmez.
Bir Fransız müsteşrikinin sözlerine bir İngiliz müsteşrikinin sözleriyle cevap vereceğim. Kendi cinsinden delil getireceğim. (109)
Sir William Muir "Life Of Mohammed - Muhammed'in Hayatı" isimli ese-rinde Kur'an'ın tahrifi iftirasını kökünden reddeder. O ki, Hıristiyanlığa son derece bağlı bir müsteşriktir. Müslümanların Peygamberinde tenkit edilecek fırsat buldu mu hiç kaçırmaz. Öyle iken Kur'an hakkında diyecek bir şey bulamıyor ve onun asla tahrif olunmadığını ısrarla beyan ediyor. Sözü kendisine veriyorum. Bilhassa Garplıların sözlerine meftun olanlar dikkatle dinlesinler:
Muir, Kudsî vahiy İslâmın esası olduğunu, namazda ve namaz haricinde daima Kur'an okunduğunu, bunun için Kur'an Müslümanların hepsinin' değilse bile çoğunun hafızalarında mahfuz bulunduğunu, Arapların hâfıza kuvvetinin son derece inkişaf ettiğini söyledikten sonra aynen şöyle diyor:
"Araplar hafızasının kuvvetiyle seçilmiş olmalarına rağmen biz yine yalnız buna güveniyor değiliz... Bizi bu itikada götüren sebepler var: Peygamberin ashabı, onun hayatında Kur'an'ın muh-telif eczasını toplayarak müteaddit nüshalar yazdılar. Bu nüshalar Kur'an'ı tescil etti. Takriben hepsini tescil etti. Yazı yazmak, Muhammed'in bisetinden az önce Mekke'de malum idi. Peygamber mektup ve nameler yazdırmak için Medine'de ashaptan bir çoklarını bu vazifede kullandı. Bedir esirlerinin fakirlerini, Ensara okuyup yazma öğretmek mukabilinde serbest bırakmıştı. Medine halkı, Mekkeliler kadar kültür sahibi olmamakla beraber, İslamiyetten önce de aralarında okur yazarlar vardı. Böylece okuyup yazmayı bildikleri sabit olduktan sonra hiç hataya düşmeden şu neticeye kolayca varırız ki: Büyük bir dikkatle hâfızaların belledikleri âyetleri, yazı da aynı dikkatle tesbit ve tescil eylemiştir.
"Sonra biz biliyoruz ki, Muhammed İslâmiyete giren kabilelere Kur'an talim etmek ve dini öğretmek için ashaptan bir veya daha ziyade kimseler gönderirdi. Bir çok yerlerde okuyoruz ki, bu gönderilen murahhaslar, yanlarında din hakkında yazılmış eserler taşırlardı. Pek tabii olarak bu meyanda nazil olmuş olan vahiy de vardı. Bilhassa şeairi İslama, dini esaslara ait olanlar ve ibadet esnasında okunanlar yanlarında bulunurdu, onları da götürürlerdi. Bizzat Kur'an, kendisinin yazılı olarak bulunduğunu sarahaten söyler. Siyer kitapları, Ömer'in Müslüman olmasını anlatırken, yirminci sûreden "Taha" bir parçanın kız kardeşinin ve ailesinin nezdinde bulunduğunu zikrederler. Ömer'in Müslüman olması Hicretten üç veya dört sene evvel idi. İşte vahiy, Müslümanların az oldukları ve türlü işkencelere maruz kaldıkları sıralarda, ilk zamanlarda daha böylece tedvin olunup elden ele dolaşırsa, kesin olarak diyebiliriz ki, Peygamber nüfuz ve kudretinin son zirvesine ulaştığı ve kitabı bütün Arapların kanunu olduğu esnada hiç şüphesiz yazılı nüshaların adedi çoğaldı ve tedavülü arttı."
"Peygamberin hayatı esnasında Kur'an işte bu halde idi ve irtihalinden bir sene sonraya kadar bu hal üzere kaldı: İman edenlerin kalblerinde yazılı idi. Her gün adedi artan nüshalarda eczai muhtelifesi müseccel idi. Bu her iki menbaın (yani hafızalarla nüshaların) birbirine tamamen uygun olması gerekti. Daha Peygamberin hayatında iken Kur'an'a Kelamullah olduğundan büyük bir hürmet ve haşyetle bakarlardı. Onun nassında ihtilaf vaki oldu mu, halli için bizzat Peygambere müracaat olunurdu. Bizim elimizde bu kabil misaller vardır: Amr Bini Mesud ile Übey bini Kaab, Peygambere
müracaat etmişlerdi. Peygamberin irtihalinden sonra ihtilaf vukuunda yazılı metinlere, Peygamberin yakın ashabının hafızalarına ve vahiy katiplerine müracaat olunurdu."

Bundan sonra muharrir, Yemame Harbinde bir çok hafızların şehit düşmesi üzerine Hazreti Ömer'in teklifi ile Hazreti Ebubekir'in Hilafetinde Zeyd Bini Sabit'in riyasetinde bir heyet tarafından Kur'an'ın cemedildiğini, Kur'an'ın cem'i bahsinde geçtiği gibi, anlatıyor. Ve sonra Hazreti Osman'ın Hilâfetinde kıraatta ihtilaflar çıktığından gökten inen vahyin vahdetinin bozulmasından İslâm âleminin son derece endişe ettiğini, Ermenistan ve Azerbaycan harplerinde Iraklılarla Suriyeliler arasındaki kıraat ihtilafı yüzünden Huzeyfe'nin, Halife Osman'a müracaat ederek: ''Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi kitaplarında ihtilafa düşmeden Müslümanların yardımına koş" demesi üzerine Hafsa nezdinde mahfuz bulunan nüsha alınarak yine Zeyd Bini Sabit'in riyasetinde bir heyeti ilmiyye tarafından istinsah edilip etrafa gönderildiğini, bilindiği veçhile, anlattıktan sonra diyor ki:
"Mushafı Osman bize kadar gelmiştir. Onun muhafazasına o kadar inayet ve dikkat gösterilmiştir ki, bu sayede geniş İslâm âleminin her tarafına yayılan ve sayısız olan nüshalar arasında hiç bir ihtilaf bulamayız. Muhammed'in çeyrek asır sonra bizzat Osman'ın katliyle İslam âleminin birliğini sarsan ve halâ da sarsmakta devam eden ihtilalci ve küskün şiyanın kıyamı bile bunu bozamamıştır. Zira bir tek Kur'an, ebedî olarak İslâm âleminin Kur'an'ı olarak, devam etmektedir. Asırların ihtilafı ile beraber bütün Müslümanların bir kitap üzerine tarih boyunca ittifakı, bugün önümüzde bulunan Kur'an'ın, talihsiz Halifenin emriyle toplanan naslar ve metinler olduğuna en kat'î delildi. Racih olan şudur ki, bütün dünyada tam on iki asır bu derece safveti asliyesini bütün dikkatle muhafaza eden Kur'an'dan başka bir kitap yoktur. Bugün kıraat ihtilafları, hayret uyandıracak derecede azdır. Bu ihtilafların da çoğu harekeli harflerin telâffuza, vakf ve durak mahallerine münhasırdır . Bu meseleler de sonraki tarihlerde çıkarılmıştır. Mushafı Osman'la ilgisi yoktur."
"Artık tebeyyün etti ki, tilavet ettiğimiz Kur'an, Mushafı Osman'ın aynıdır. "Metin değişmemiştir. Öyle ise şimdi de bu metin, sayısı az ve ehemmiyetsiz kıraat ihtilaflarını ortadan kaldırarak ittifakla Zeyd Bini Sabit'in cemetmiş olduğu şeklin tam mazbut bir sureti midir, bunu araştıralım. Elimizde bulunan deliller işin böyle olduğuna bizi tamamiyle ikna etmektedir."
"Eski veya tasdik ve itimada şayan haberlerin hiçbirinde, kendi maksadını teyid için Kur'an'ı tahrif etmek istedi, diye Osman'ın üzerine şüphe konduracak hiç bir şey yoktur. Evet sonraları Şia Hz. Ali'yi tezkiye eder bazı âyetleri almadığını iddiaya kalkıştılar. Lâkin, akıl böyle bir zulmu asla tecviz edemez. Mushafı Osman istinsah olunduğu esnada Emevilerle Aleviler arasında hiç bir ihtilaf belirmiş değildi. İslam birliği o zaman tamdı. Onu hiç bir şey ihlal ve tehdit etmiyordu. Sonra, Ali isteklerini, emellerini tam olarak tasavvur etmiş değildi. Öyle ise, Müslümanların son derece nefret gözüyle bakacakları böyle bir günahı irtikaba Osman'ı sürükliyecek ortada hiç bir sebep yoktur. Osman, Mushafı cemettiği esnada, Peygamber Kur'an'ı okurken ondan işittikleri gibi Kur'an'ı ezberlemiş olanlardan çok sayıda kimseler sağ idiler. Eğer Ali'yi tezkiye eder âyetler nâzil olmuş olsaydı, onların metinleri Ali'nin pek çok olan taraftarlarında bulunurdu. İşte bu iki sebep, bu âyet-lere göz yummağa kalkışmayı önlemeye kâfi gelirdi."
"Buna şunu da ilâve edelim: Osman'ın vefatından sonra Ali'nin taraftarları müstakilen işe hâkim oldular. Ali'yi Halife seçtiler. Hiç akıl kabul eder mi ki, onlar böyle nüfuz ve iktidar sahibi olduktan sonra, şeflerinin maksat ve emellerini söndürmek maksadiyle noksan bırakılanlara göz yumsunlar! Böyle Kur'an'a razı olurlar mı? O atılanları koymazlar mı? Halbuki onlar, düşmanlarının okudukları Kur'an'ın aynını okumakta devam ettiler, onun etrafında hiç bir itiraz gölgesi bile
dolaştırmadılar. Hattâ bizzat Ali ondan (Mushafı Osman'dan) bir çok nüshaların yayılmasını emretti. Kendi eliyle ondan bir kaç nüsha yazdığını söylerler. Evet ihtilalciler, Osman'ın Kur'an'ı cemetmesini, Mushafı Osman'dan başka mushafların idamını emreylemesini, Osman'a hücuma vesile yaptılar. Fakat onların itirazları, bizzat Osman'ın icraatını hedef tutardı. Bunları caiz olmayan haram şeyler sayarlardı. Fakat hiçbirisi Mushafta tahrif veya tebdil var diye bir şey söylemedi. Zira böyle bir bâtıl zannın, o gün fesadı meydanda idi. Şiya bunu sonraları kendi garez ve maksatları için uydurdular.
"Öyle ise itmi'nanla şu neticeye varırız: Mushafı Osman diğer rivayetlerle Kureyş lehçesi arasını tevfik ederek ve sonra memleketin her tarafına yayılmış olan kıraatları uzaklaştırmasiyle beraber, Zeyd Bini Sabit'in cemetmiş olduğu şeklin en mazbut sureti idi. Ve öyle de devam etmektedir. Bununla beraber önümüzde en mühim mesele henüz durmaktadır ki, o da şudur: Zeyd'in cemetmiş olduğu, Muhammed'e vahiy olunanın tam ve doğru bir sureti mi idi? Aşağıdaki noktalar bize o gün erişilmesi mümkün olan her şey yapılarak tam ve doğru şekilde toplanmış olduğu kanaatını yakinen vermektedir.
1- Birinci cemi' Ebubekir'in himayesinde tamam oldu. Ebubekir, Muhammed'in en sadık bir arkadaşı, sahabesi idi. Keza Kur'an'ın kudsî menbaından geldiğine îmanı kâmil bir Mümindi. Hayatının son yirmi senesinde Peygamberle samimi bir suretle ittisali, Hilafette sadelikten ve hikmetten ayrılmaması, her türlü tama'dan uzak olması, başka türlü hiç bir farz ve takdire yer bırakmaz. Arkadaşı Muhammed'e vahiy olunanın Allah tarafından vahiy olunduğuna kuvvetli îmanı, bu vahyin tam olarak muhafazasını onun en büyük emeli yapmıştı. Bu sözün aynı, Ömer hakkında da söylenebilir. Cemi' onun zamanında tamamlandı. Keza bu söz, o günkü bütün Müslümanlar hakkında da böyledir. Bu hususta cemi' işiyle uğraşmış olan kâtiplerle, kemik veya ağaç yapraklarına yazılmış elindeki vahyi Zeyd'e götüren fakir halli bir Mümin arasında asla fark yoktur. Bütün hepsinin en sadık emelleri, en büyük arzuları Peygamberlerine Allah indinden gelip kendilerine tilavet ettiği vahyin elfaz ve ibarelerinin en doğru olarak meydanda kalması idi. Ve hepsini böyle büyük ve temiz bir dikkat şuuru kaplamıştı. Zira onların kalplerinde, Allahın kelâmı olduğuna itikadı tam olan bu mukaddes kitabın takdisinden başka bir şey yer almamıştı. Kur'an'da Allah üzerine yalanla iftira atanlar veya O'nun vahyinden bir şey saklayanlar için dehşetli inzarlar vardır. İlk Müslümanların dinlerine olan gayret ve hamasetleri, onu takdisleriyle beraber, îmana bu derece karşı olan böyle bir işi düşünmeye cür'et edeceklerini tasdike asla yanaşamayız.

2- Cemi' işi, Hazreti Muhammed'in irtihalinden iki veya üç sene sonra tamam oldu. Biliyoruz ki, onun ashabından bir taife bütün Kur'an'ı ezbere biliyordu ve Müslümanlardan herbiri Kur'an'dan bir kısmını bilmek mecburiyetinde idi. Kur'an'dan bir kısmını devlet tayin ederek şeairi diniyeyi ikame, halka dini öğretmek için İslâm diyarının her tarafına gönderiyordu. İşte bunlar, Hazreti Muhammed'in tilavet ettiği Kur'an ile Zeyd'in cemettiği Kur'an arasında bir ittisal halkası idi. Müslümanlar yalnız Kur'an'ı bir Mushafta toplamak maksadında sadık olmakla kalmadılar, belki de bu maksadın tahakkuku ve cemiden sonra ellerine verilen kitabın dikkat ve kemalle cem'i yapıldığını tekeffül eden bütün vesail ve esbab ellerinde tam olarak mevcuttu.

3- Bizim elimizde bu işin dikkatle ve tam olarak yapıldığı hakkında daha bol teminat var. O da şudur: Daha Hazreti Muhammed'in hayatından itibaren Kur'an'ın cüz'leri, kısımları yazılı olarak bulunuyordu. Hiç şüphesiz Kur'an'ın cem'inden önce bunların sayısı çoğalmıştı. Meselenin daha mühimmi, bu nüshalar okumayı bilenlerin hepsinin elinde mevcut idi. Biliyoruz ki, Zeyd'in cemetmiş olduğu Kur'an'ı halk, cem'inden sonra hemen elden ele tedavül ettiler. Doğrudan doğruya onu tilavete koyuldular. Pek makul olarak şu neticeyi çıkarabiliriz: Zeyd o yazılı olan bütün cüzleri, parçaları topladı. Bu, ashabın bildiklerine uygundu. İşte ondan dolayıdır ki, bütün ashabın ikrar ve kabuliyle o
yazılı eczanın yerine Zeyd'in topladığı Mushaf kaim oldu. Kur'an'ı cemedenler, onun bir kısmını,
bazı âyetleri veya elfazı ihmal ettiler, diye bir haber göremiyoruz. Veyahut o yazılı cüzlerde bulunan bir şeyin cemolunan Mushaftakilerden başka türlü olduğuna dair bir şeye rastlamıyoruz. Eğer böyle
bir şey olmuş olsaydı, şüphesiz ki gözden kaçmaz ve Hazreti Muhammed'in en ufak iş ve sözlerini ihtiva eden ve hatta en ehemmiyetsiz olan bir şeyi bile kaçırmıyarak eski senetlere tedvin olunurdu.

4- Kur'an'ın muhteviyatı, tertip ve nizamı, cemi'nin dikkatle yapıldığını kuvvetle söylemektedir. Muhtelif kısımlar birbirine tam bir sadelikle zann olunmuştur. Orada tasannu' ve tefennü yok. Bu cemi', maharet ve ustalık kasteden bir elin eseri değil. Bu da onu cemedenin îmanının ihlasına delildir. O bu mukaddes âyetleri bir araya toplayıp onları birbiri yanına koymaktan daha ziyade bir şey gütmemiştir.

"İtmi'nan ile söyliyebileceğimiz netice şudur: Zeyd'in ve Osman'ın Mushafı yalnız dikkatle yapılmış değil, belki vakıaların delâlet ettiği veçhile tam ve kâmildir. Onu cemedenler vahiyden hiç bir şey ihmal etmiş değildirler. Yine böylece, en kuvvetli delillere dayanarak te'kiden söyliyebiliriz ki, Kur'an'dan her âyet, Muhammed'in okuduğu gibi dikkatle doğru olarak zaptolunmuş ve harekelenmiştir."


İşte aziz okuyucu, Sir W. Muir eserinin mukaddimesinde böyle diyor. Böyle söyliyen yalnız bir kişi değildir. Lammens, Hammer vesair müsteşrikler de aynı reydedirler, Bugün İslâm dünyasının okuduğu Kur'an'ın Hazreti Muhammed'e vahiy olunan Kur'an'la aynı olduğu şüphesizdir. İşin başka türlüsünü söylemeğe akıl ve iz'an, ilim ve vicdan zaten müsaade etmez. Dün olduğu gibi bugün de İslâm dünyasının her köşesinde, her türlü akide ve mezheplerde olan dağınık Müslümanlar arasında tek bir Kur'an vardır. Akide ve mezhepleri ayrılan Müslümanlar bir şeyde birleşiyorlar: Kur'an'da.
O Kur'an'ın değil bir sûre ve âyetinde, bir kelime ve harekesinde bile ihtilaf bulamazsınız. İşte dikkatli araştırmalar yapanlar, bu neticeden başka bir şeye varamazlar. Ezbere söz söylemek, cehlin ve taassubun kârıdır. İlim iftiradan uzaktır. Hakiki âlim hakikatten ayrılamaz.

____________

(104) Ahmed Naim, Buhari Tercümesi, Diyanet Başkanlığı tabı.
(105) Kâşânî, Essafi, s. 9.
(106) Kadı İyad: El-Şifa: c. I, s. 300, İstanbul, H. 1290
(107) Bu eser Reşad Nuri Güntekin tarafından Türkçeye çevrilmiş ve 1930'da basılmıştır.
(108) E.Dermenghem, Muhammed'in Hayatı,
tercümesi, s. 346-347.
(109) Kur'an'ın bugünkü metninin sonradan işlendiği hakkında Vollers tarafından atılan iddia, R. Geyer ve Nöldeke tarafından haklı olarak reddedilmiştir.


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com