Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

MÜSEYLİME'NİN SAÇMALARINDAN ÖRNEKLER --GULAM AHMED'İN KUR'AN'I


والمزرات زرعاً والحاصدات حصداً،والذاريا قمحاً،يالطاحنات طحناً،والعاجنات عجناً،والخابزات والثاردات ثرداً واللاقمات لقمقاً،الفيلماالفيل وما ادراك ماالفيل،لهذنب وثيل وحرطوم طذيل،ان ذلك من خلق ربنا لقليل
يا ضفدع بنت ضفدعين

Bu saçmasapan şeyleri tercümeye lüzum yok. Bunlar derme çatma şeyler. Cahız "El Hayavan" da bunlarla alay ederek şu sonuncu parça hakkında diyor ki "Müseylime'ye kurbağayı böyle hatırlatan nedir acaba? Hem onun hakkında neden fena düşünüyor?'' Diğer bir vahyi de çok enteresandır:
Kara koyunun beyaz sütüne şaşıyor: İ'cazı Kur'an'da bunu naklettikten sonra Râfii bu, kalbe değil de mideye inen bir Kur'an olsa gerek, diyor ve şöyle alay ediyor: "Süte su katmayı haram kılmasına bir diyecek yok ama, süte su katmayınca da, süt tenekeleri bomboş kaldı."
Talha, Müseylime'yi görmeye geldiği zaman:
— Müseylime nerede? diye sordu.
— Yahu, ne yapıyorsun? Resulullah nerede diye sorsan a! dediler. Onu alıp yanına götürdüler. Biraz sohbetten sonra Müseylime'nin değersiz bir kimse olduğunu anladı ve ona şöyle dedi:
— Ben şehadet ederim ki, sen yalancının birisin, Muhammed doğrudur. Fakat Rebia'nın yalancısı, bize Mudar'ın doğrusundan daha sevgilidir.''
İşte Müseylime'nin yalancı olduğunu yüzüne vura vura kavmiyet gayreti, asabiyet zihniyeti ile ona uyuyorlardı. Müseylime işin kolayını da bulmuştu. Şarabı, zinayı helâl kılıyor, namazı da bağışlıyordu!

2- Esvedül-Ansi, asıl adı Abhele olup Yemen'de peygamberlik iddiasına kalkıştı. Ona da "Zâhımar" isminde bir Melek gökten vahiy getirmiş. Kendisi fasih bir adamdı. Kâhin Sec'ını çok iyi beceriyordu. Sihir de iddia ediyordu. İsyan çıkardı, karısı tarafından öldürülmüştür. Sözlerinden örnek vermeye gerek yok...

3- Tuleyha Bini Huveylid: Esed kabilesinde peygamberlik iddiasına kalkıştı. Kendisine vahiy getirdiğini iddia ettiği meleğine "Zin-nun" adını takmıştı. Son-raları ne düşündüyse düşündü, bu isimden cayarak kendisine Cibril'in geldiğini söylemeye başladı. Onun şeytanının sözleri de pek saçmadır. Mu'cemül-Büldan sahibi Yakut Hamevî'nin naklettiğine göre Tuleyha namazda secdeye itiraz ediyor. ''Ayakta kılın" diyordu. Sonra İslâm ordularına mağlûp olup Müslüman oldu.

4- Secâh Binti Haris: Beni Temim kabilesinde türeyen bu düzme kadın peygamber çok romantik bir mevzu teşkil eder. Onun da vahyi vardır. Ona da meleğin geldiği ileri sürüldü. Ancak Müseylime'nin çadırında Müseylime ile görüşüp onunla evlendikten sonra vahiy kesildi. Böylece peygamberlik yıldızı söndü. Çölde çadır içinde gerdeğe girme çok romantik olmuştur. Mehir olarak Müseylime ona şunu veriyordu: Etbaından, (Ağanî'nin rivayetine göre) ikindi namazını bağışlamak, (Taberî'nin rivayetine göre ise) yatsı ve sabah namazlarının bağışlanması. Beni Temim bir hayli müddet bu namazı kılmamışlardır.
Secah, Müseylime'ye giderken acayip bir vahiy söylemişti.
عليكم باليمامة ودفواد فيف الحمامة والنجم السياروالفلك الدوار ولليل والنهار ان الكافر لفي أخطار

Sonra Secah da Tuleyha gibi Müslüman olmuştur. Böylelikle irtidat hareketlerinin bastırılmasiyle, yalancı peygamber meselesi ortadan kalkmış, Kur'an'a nazire söylemek işi de sönmüştür.
Ancak peygamberlik iddia etmeden Kur'an'a muarazaya, onu taklide kalkışanlar vardı.

5- Nadr Bini Hâris! Vahiy iddia etmeden Kur'an'a muaraza yaptığını söylemiştir. Bir takım Acem hikâyeleri toplayarak onları etrafındakilere yutturmaya çalışıyordu. Yukarıda buna dair izahat vermiştik.

6- Abdullah İbni Mukaffa': Yalancı peygamberlerin yalandan vahiyleri söndükten sonra, İslam güneşinin hakikatli ışıkları dünyanın her burcuna yayıldı. Zamanlar geçti. Arz güneşin etrafında nice nice deveranlar yaptı. Yeni devirler geldi. Belagat meselesi ele alindi. İşte bu devirlerde Kur'an'a muaraza yapmakla itham olunanlardan biride Abdullah İbni Mukaffa'dır. Ona yöneltilen töhmet şöyledir: Bir müddet Kur'an'a muaraza ile uğraşmış, fakat yaptıklarının bir şeye benzemediğini görünce onları yırtıp yakmış; onları meydana çıkarmaktan utanmış.
M. Sadık Rafiî'nin yazdığına göre: Bu iddiayı bazı ulema başka bir iddiayı karşılamak için ortaya sürmüş olacaklar. O da: Dürretül-Yetime ismindeki eseri güya Kur'an'a muaraza içinmiş. Bir iddiaya göre: "Muaraza yaptı, eseri meydana çıkardı." Diğerleri de: "Hayır, Kur'an'a muaraza yapılamaz. İbni Mukaffa', ki İbni Mukaffa' iken, o belagat ve fesahatiyle Kur'an'a muaraza için uğraştı. Fakat yaptıklarından kendisi bile utandı. Onları yırtıp yaktı." diyorlar.
Beşinci Hicret asrından sonra belagat kitapları eskiden olmayan şunu nakletmeye başladılar. İbni Mukaffa' muarazaya çalışırken
( يا ارض ابلغي ماءك ) "Yâ erdu'blaî mâeki" âyetine geldiğinde: "Bu beşerin mislini yapabileceği bir şey değil, bu insan gücünün fevkindedir." demiş ve muarazadan vazgeçmiştir.
Bazıları ise: "Dürretül- Yetime ile muaraza yaptı" derler. Bu iki rivayet de tetkik ister.
Râfii, İ'cazı Kur'an'da meseleyi şöyle tetkik ediyor:
Mustafa Sadık; "Bunlar, İbni Mukaffa'ya iftiraya benzer. Çünkü İbni Mukaffa' muarazanın muhal olduğunu herkesten iyi bilir ve görür bir ediptir. Birisi muarazanın mümkün olduğunu söylerse, anla ki, o adam ikiden biridir: Ya cahildir; ne yaptığını bilmez, kendini aldatıyor. Veyahut da âlimdir, muaraza yapılamıyacağını bilir, fakat âlemi aldatıyor, hilebazın biridir. Bunun üçüncüsü olamaz."
"Ondan sonra gelen sapıklar, İbni Mukaffa'yı en beliğ bir edip bulduklarından: "Bu işi yapsa yapsa o yapabilir" dediler ve muaraza işini hemen ona yüklediler. O zaten dininde müttehem idi. Sapıklar kendilerine bir delil çıkarmak istediler, bir taşla iki kuş vurdular. Bunun başka türlüsü yoktur ve olamaz.
"Dürretül-Yetime" elde mevcuttur. Bu eser basılmıştır. Bakıllâni onda Kur'an'a muaraza sayılacak bir şey bulamadığını söylüyor ve eserin Büzrü-Cemharin hikmete dair kitabından alındığını ilave ediyor. Eser hakikaten belagatın bir nümunesidir. Fakat muarazaya yanaşmıyor. Kendilerine delil arayan zındıklar, uydurma da olsa, Kur'an'a karşı muarazalar çıkarmak istiyorlardı. Aslı faslı olmıyan şeyleri ortaya atıyorlardı. Bu kabilden olarak Hikemi Kamus, Şemkir Kıssaları da muarazadan sayılıyordu. Artık nerede edebiyat, hikmet görürlerse hemen: "Bunlar muaraza" diyorlardı. Bunu bir maksatla yapıyorlardı.
Hattâ işin garibi, bunu çok eskiye bile teşmil ettiler. Mesela bazı edebiyatçılar şunu yazdılar: Belagat nümunesi tutulan Muallekat-ı Seb'a kasideleri Kur'an'ın fesahati karşısında sönük kaldıklarından Kâbe'den indirilmiştir. Ancak kız kardeşi itiraz ettiğinden İmriül-Kays'ınki kalmış. (Yâ erdü, iblâî mâeki) âyeti nâzil olunca bu defa kız kardeşi Kays'ınkini kendi eliyle indirmiş.

7- Ebül-Hüseyn Ahmet İbni Ravendi: Üçüncü Hicrî asırdaki bâtıl mezhep erbabından olup her hurafeyi nakleden bu adam, şeriata dil uzatıyordu. Bu adam, gömlek değiştirir gibi meslek değiştirmiştir. Şiaya katıldı. Oradan da atıldı, Mani oldu. Kelamcıdır. Batıl kıyasları onu aldatmış durmuştur. Mesela El-Ferid "İbni Nedim ve Ebül-Fida'ya göre El-Ferend" ismindeki kitabında şöyle diyor: "Müslümanlar Peygamberlerinin nübüvvetine Kur'an'ı delil tutarlar: Tehaddi yaptı. Araplar da muaraza yapamadılar, nübüvvet de sabit oldu. Onlara şöyle denir: Geçmiş filozoflardan birisi hakkında sizin bu davanız gibi bir dava yapsa, Batlemyus veya Euklid'in sadık olduklarına kitapları delil tutulsa: Mesela Euklid'in kitabının mislini getirmekten halk âciz diye onun peygamberliği sabit olmak mı lâzımdır?
İşte davasız, neticesiz bir problem = kaziyye ki, mantık diliyle sugrası bâtıl, kübrâsı batıl, neticesi âtıl. Bu da kitap, o da kitap, her ikisi de kitap. Birinci muciz, ikinci de mucizdir elbette. Çünkü aralarında ciheti câmia, vasfı müşterek var. Birinci kitabın sahibi için sabit olan, ikinci kitabın sahibi için de sabittir. İşte sana Euklid'in peygamberliği... Veya kaziyyeyi aksine çevir: İkincinin peygamberliği mademki sabit değil, birincininki de sabit olamaz. Al Muhammed'den Peygamberliği!..


İşte Kur'an mucizesini inkar eden İbni Ravendi böyle saçmalıyor. Rafii pek yerinde olarak onun şu bâtıl kıyaslarına şöyle mukabele ediyor: "İbni Ravendi'nin her kıyası böyle muttarid ise, meselâ her eşek teneffüs eder, İbni Ravendî de teneffüs eder, o halde İbni Ravendî de bir eşektir.''
İbni Ravendi'nin "El-Tâç" isimli kitabiyle Kur'an'a muaraza yaptığı söyleniyor. Bu kitaptan hiç bir parçaya bir yerde rastlanamamıştır. Eser de ortada yoktur.
Yalnız Ebül-Fida tarihinde diyorki: "Kur'an'a karşı vesair küf-riyatına ulema cevap vermişler, sözlerinin fesadını delillerle beyan etmişlerdir. İbni Ravendi "Ferned Zümurrüde Kadibüz-Zeheb, Mercan" gibi hep cicili bicili eserlerinde yaptığı gibi "Tac" ında da Kur'an'a ve dine bazı itirazlar yürütüyor ve bunlar hep sakat hayal, bozuk kıyas mahsulü şeylerdir.
Kendisi Kur'an'a muaraza yapmakla itham olunan kör bir Arap şairi Ebül-Alâ Maarrî "Risaletül-Güfran" ında bu kitapları saydıktan sonra İbni Ravendi'yi reddediyor ve Rafii'nin dediği gibi: ''Herifin hesabını tam veriyor.''

8- Mütenebbi (H. 354/M. 965): Seyfüd-Devlenin şâiri olan bu zat, Suriye'de gençliğinde peygamberlik iddia etmişti. Beni Kelp'ten epey dinleyenler olmuştu.
Bâdiye'de iken kendisine bir Kur'an nazil olduğunu da söylüyormuş. Meselâ onun Kur'an'ından seci' nümunelerini edebiyatçılar söyler.

Mustafa Rafii diyor ki: "Bunlar şair olan herkesin yapabileceği bir şey. Hattâ şiirleri bundan çok daha kuvvetlidir. Sonra zaten bundan vaz geçmiş, işi şiire dökmüştür. Bununla Kur'an'a muaraza yapılır mı? Mütenebbi, zaten büyük bir muharrir değildir. Kur'an'a muaraza yaparken bile bundan daha beliğini getiremiyor. Esvedül-Ansi ve Müseylime ondan daha fasih ve beliğ iken bu işi yapamadılar; hem Arapçanın fesahatının zirvesinde bulunduğu bir devirde. Şimdi çölde Mütenebbi bunu elbette başaramaz. Onun için o da vazgeçti. Çölde Beni-Kelb onun peygamberliğinin sökmiyeceğini anladı. Talihini başka yerde aradı.

9- Ebül-Alâ Maarrî (H. 449/M. 1057): "El-fusûl Vel-gâyât" eseriyle Kur'an'ı taklid ettiği söyleniyor. Bu eser eskiden bulunmuyordu. Şimdi bulunmuş ve tabolunmuştur. Eserde sûre ve âyetleri taklide nazire olarak söylenen sözler vardır.
Sözde Maarri'ye: "Bunlar hoş, güzel şeyler, ancak bunlarda Kur'an'ın halâveti, güzelliği yok" demişler.
O da: "400 sene mihrapta diller bunu cilalasın, o zaman görün nasıl olur" diyesi imiş.
İşte 400 sene geçti, bir şey olmadı. Bu satırlar Hicri 1406/M. 1986 yılında yazılıyor. Kör şair gözlerini bu hayata yumup öbür hayata açalı 930 yıl olmuştur. Hep o. Daha nice yıllar geçecek, hep o kalacak. Aşağıda geleceği veçhile Maarrî bunları zaten Kur'an'a nazire olarak söylememiştir. Şairimiz bu eserinde derin bir îman sahibidir.

Hakikaten Maarri Kur'an'a muaraza yaptı mı? Bu eskiden beri söylene geliyorsa da müdekkikler bunu kabul etmemektedir: "Bu adamcağıza iftiradan başka bir şey değildir." diyorlar.

Merhum Mustafa Sadık Rafii "I'cazil-Kur'an" nam eserinde bu meseleyi bahis konusu yaparak diyor ki: "Bu şüphesiz Maarri'ye iftiradır. Kurnaz bir düşman ona bunu yapıştırmak istiyor. Çünkü o; kendisini ve muaraza olunan kelâmın derecesini herkesten iyi bilir..."

Mısırlı Taha Hüseyin de"Maa Ebil Alâ fi Sicnihi" eserinde diyor ki: "Bazılarının dediği gibi hakikaten Ebül-Alâ ''Fusul ve Gayat" ında Kur'an'a muaraza yapmak istedi mi? Buna "evet" ve "hayır" diye cevap verilir. Eğer muarazadan, mücerred tesir altında kalmak, onu örnek tutmak kasdolunuyorsa, doğrudur. Ebül-Âlâ, Kur'an'a en büyük bir meseli âlâ, yüce örnek gözüyle baktı. "Fusul ve Gayat" ında uzun ve kısa sûreleri taklid etti. Muvaffak oldu veya olmadı, o başka mesele! Çünkü başkaları gibi onun da bu hususta muvaffak olamadığı muhakkak. O da ancak kâhin seci' yapabildi. Bu teşebbüs eserde açıktır ve bu şeyhe zarar vermez."
"Yok, eğer muarazadan, Kur'an'ın tehaddisine karşı gelerek cevap vermeye
kalkışmak, bu iddia ile ortaya atılmak mânası anlaşılıyorsa, o zaman: "Hayır!" deriz. Böyle bir fikir Ebül-Alâ'nın hatırına gelmemiştir. Gururu onu aldatıp böyle bir şeye götüremiyecek kadar mütevazı idi. Erişilmesi mümkün olmayan bir şeye uzanmaya kalkışacak kadar da aklı kıt değildi."


Görülüyor ki, Müseylime ve hempalarının saçmalan insanı güldürmekten başka bir şeye yaramıyor. İbni Mukaffa', Ravendi, Ebül-Alâ gibi ediplere ise yapıştırılan töhmet bir gizli maksadın mahsulüdür. Şöhreti olan bu ediplere bu töhmeti fırlatmakla zındıklar, Karâmıta ve bâtıniye gibi fırkai dâlle erbabı bir maksat güdüyorlar, onları da kendi taraflarında göstermek istiyorlardı. Aslı faslı olmayan dâvalar uyduruyorlardı. Müşrikler, Yahudiler, Kur'an'ın karşısında mağlûp oldukları gibi bunlar da şüphesiz mağlûp olup yerlere serildiler.

10- Mirza Gulâm Ahmet Kadiyani: Asırlar geçmiş, medeniyet her tarafa yayılmış, insanlar uyanmış. Fakat Hindistan'da, bu acibeler ve garibeler diyarında Kadiyanda Mirza Gulam Ahmet isminde biri türemiştir. Dini İngiliz siyasetine âlet yapan bu adam, Kadiyanî'lik namındaki mezhebi kurmuş, bir çok tuhaf fikirler ileri sürmüştür. Son asırlarda türeyen Babîlik, Bahaîlik gibi Kadiyanîlik de bir yalancı peygamberlik hareketidir. O da kendisine gökten vahiy geldiğini söyler ve Hazreti Muhammed (s.a.s.)'e indiği gibi kendisine de Kur'an indiğini ileri sürer.
Gulâm Ahmet (H. 1252-1326/M. 1836-1908) Pencap'ta Kadyan şehrinde doğmuş, İngiliz siyasetine âlet olmuştur. 1876'da güya kendisine ilk vahiy gelmiş, 1882 senesinde dâvasını ilân etmiş, bir beyanname neşrederek kendisinin Mesihi Mev'ud! Mehdiyi Muntazar Nebiyyi Zıllî (Gölge Peygamber) olduğunu ortaya atmıştır. Kur'an'ına "Hutbetül-İlhamiyye" ile başlar. İşin garibi Kadiyanilerin Lâhur kolu reisi ve Kur'an'ın İngilizceye mütercimi Muhammed Ali, "Tealimi Ahmediyye" sinde Mirza Gulâm Ahmed'in vahyini müdafaa ederken bu Kur'an'a uygundur, diyor. "İz evhaytü ilel Havariyyin" ayetiyle istidlal ederek: 'Onlar (Havariler) peygamber değilken vahiy geldiği muhakkak, Gulâm Ahmed'e neden vahiy gelmesin!" diyor.
Muhammed Ali yalnız işi yarıda bırakıyor, onu da biz tamamlıyalım: Yine Hazret-i Kur'an arılara da vahyediyor. Haydi bu faydalı hayvanı, hayvanlar aleminde bırakalım.
Şeytanlar hakkında da vahiy kullanıyor. Bunlardan hangisi Gulâm Ahmed'e daha yakışacak acaba? Onun vahyi işte bu sonuncu nevilerden birine benziyor!
Gulâm Ahmed kendisine peygamberlik sıfatını vermiş, vahiy geldiğini iddia etmiş, Mesihi Mev'ud, Mehdiyi Muntazar, Dinî Müceddid ve daha bir sürü unvan almıştır. Kadiyanilik ve Ahmedilik iki kısma bölünmüştür. Kadiyaniler daha iler gider. Lâhur Kolu biraz mutedildir. Lâhur Ahmedî cemiyeti reisi
Muhammed Ali'dir. Bunların "Neşri İslâm" cemiyetleri vardır. Amerika ve Avrupa'da İslâmiyeti neşre çalışırlar, bu yolda hizmetleri var!..(59)

Lâhur Kolu, Gulâm Ahmed'i Dinî Müceddid ve Nebiyyi Zilli, Mesihî Mev'ud, Mehdiyyi Muntazar gibi gölgeli unvanlarla tevil ederek tanırlar. Kadiyaniler ise Gulâm Ahmed'in peygamberliğine inanırlar, kendilerinden başkalarını kâfir, gayrımüslim sayarlar.(60)

Asırlarca bâtıl mezhepler, firak-ı dâlle = sapık fırkalar türedi, ehli sünnete tâbi olanlar necat buldu. Pencap, Hindistan'ın diğer yerleri, Çin, Afganistan, Buhara, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'da Gulâm Ahmed'e uyanlar vardır.
Ahmedîlerin Lâhur Neşri İslâm Cemiyeti Başkanı Muhammed Ali'nin İngilizceden Arapçaya tercüme olunan "Tealimi Ahmediyye'' sinden, Kadiyanîliğe nisbeten çok daha mutedil olan Ahmediliğin Müslümanların akidesinden ayrıldıkları cihetler şöyle tesbi olunuyor; yâni esas akideleri şunlardır;

1- Gulâm Ahmed, Nebiyyi Zıllî'dir, gölge peygamberdir.
2- Ona vahiy geliyor.
3- Mesih, tabiî surette ölmüştür.
4-Mi'raç ruhan'dır.
5- Hintlilerin de Buda, Rama, Kireşna gibi peygamberleri vardır.
6-Kılıçla cihad farz değildir, sözle olur. 7-Kur'an'da nesih yok.
8- Gulâm Ahmed 14'üncü asrın dinî müceddididir, o Mesihi Mev'ud ve Nebiyyi Muntazardır. (61)

GULAM AHMED'İN KUR'AN'I

Gulam Ahmed seci'li cümleler yaparak ortaya bir eser koymuş ve bunun bir Kur'an olduğunu ileri sürmüştür. Azıcık Arapça bilenler bu eserin gerçek
Kur'an'ın bazı kelimelerini alıp ve kendisinden de bir şeyler ilâve ederek ortaya
getirmiş olduğunu anlarlar.
Gulâm Ahmed, bu bâtıl dâvasına kalkıştığı zaman 1897 senesinde
Pencap'taki Türkiye Sefiri Hüseyin Kami, onu münakaşaya çağırmış, Gulâm
gelmemiş, kendisi gitmiş, onun bu saçma vahiylerini dinledikten sonra, Lâhur
gazetelerinde Gulâm Ahmed'in saçmalarını inkâr ederek makale neşretmişti.
Müslümanların bu deccala uymamalarını söylemişti. Fakat acaib garaib şeyler
meraklısı çok. Ona da uyanlar var...

_________


(59) Muhammed Ali'nin bazı eserleri, Ömer Rıza tarafından tercüme olunmuştur. Ömer Rıza'nın Tanrı Buyruğu adlı Kur'an tercümesi ve mukaddimesi Muhammed Ali'nin meşhur İngilizce Kur'an tercümesinden faydalanılarak yapılmıştır.
(60) Bu acı şeyleri yazıyorum, İslâm âleminin haline bakın, sayısını bile kesin bilmediğimiz Müslü-manların perişanlığını görün.
(61) Tealimi Ahmediyye, ârapça tercümesi, Mısır, 1939.


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Kuranı Kerim Bilgileri

MollaCami.Com