Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

YEMİN'İN ÇEŞİTLERİ

2001 Âyet-i Kerîme'de: "Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz" buyurulmuştur. Dolayısıyla önce "YEMİN-İ LAĞV" üzerinde duralım. Esâsen Hanefi fûkahası; Allahû Teâla (cc) adına yapılan yemini üçe ayırmıştır. Birincisi: Yemin-i Lağv. İkincisi: Yemin-i Gâmus. Üçüncüsü: Yemin-i Mün'akide'dir.(60)



2002 YEMİN-İ LAĞV: Lağv yemin; hiçbir şer'i hükmü olmayan yemindir. Hz. Aişe (ranha) vâlidemiz şöyle târif etmiştir: "Lağv yemin, kişinin hiçbir kasdı olmaksızın "Vallahi böyledir" veya "Vallahi böyle değildir" demesidir. İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Kişi zan üzere bir şeyin olacağına yemin eder ki gerçekten böyle değildir. Madem ki yemini yapan kişi; olan herhangi bir fiili zannı gâlip ile bildiğinden dolayı yapmaktadır ve bu iş hiç de onun sandığı gibi değildir. Bu yemin lağv yemindir. Çünkü o bu yemini kandırmak ve hile yapmak için yapmamıştır"(61) Molla Hüsrev: "Bu yemine "Lağv" denilmesine sebeb; ona itibar edilmediği içindir. Zira lağv; faydası olmayan şeyin adıdır. Bir kimse, faydasız birşey konuşsa "Lağv etti" denilir. Yemin-i Lağv; mükellefin doğru zannederek yaptığı, hakikatte doğru olmayan yeminidir. Nitekim yemin eden kimse, bardakta su görerek: "- Bardakta su vardır" diye yemin etse, fakat onun haberi yokken dökülmüş olsa, bu yemin lağv olur"(62) hükmünü zikreder. Sonuç olarak mükellefin; belirli bir bilgiye (Zann-ı Galibe) dayanarak yemin etmesi, fakat verdiği hükmün yanlış çıkmasıdır. Kat'iyyen aldatma ve hile kasdı mevcûd değildir. İslâm ûleması; bu şekilde yemin edilmesini de, doğru bulmamıştır. Fakat mükellefin niyyetinin hâlis olmasını esas alarak ve ayette geçen: "Muaheze etmez" hükmüne dayanarak, afvedileceği umulur demişlerdir.



2003 YEMİN-İ GÂMUS: Bir kimsenin yalan olduğunu bile bile ve kasden yaptığı yemindir. İnsanları aldatmak için; kendisi, aksinin sâbit olduğunu bildiği halde, Allah (cc)'ın adını kullanarak yemin eden kimse "Gâmus (Büyük, Günâha sokan) yemin" yapmıştır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse yalan yere yemin ederse, Allahû Teâla (cc) onu cehennem ateşine koyar"(63) buyurduğu bilinmektedir. Bunun dışında Abdullah b. Amr b. As (ra)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (sav) bir bedevinin büyük günâhlarla ilgili sualine cevap verirken, bunlar arasında "Yemin-i Gâmus'u" da zikretmiştir. Bedevi, yemin-i gâmus'un ne olduğunu sorunca Resûlullah (sav): "- Gâmus yemin; müslümanın malını elinden almak için yapılan hileli yemine denir" buyurmuştur. Hanefi fûkahası: "Gamûs yeminin keffâreti yoktur. Çünkü keffâret; günahların örtülmesi için, şer'i şerifin koyduğu hududlardır. Dolayısıylae keffâret; bir açıdan, ibadet hükmündedir. Yalan yere (ve insanları aldatmak için) yemin eden kimsenin günâhı keffâretle örtülecek cinsten değildir. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir"(64) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Şafii (rha): "Gâmus yeminde keffâret vardır. Çünkü onu kasıdla yapmış ve Allah'ın ismi ile bağlamıştır. Allahû Teâla (cc)'nın isminin hürmetini çiğneme günâhını kaldırmak için, keffâret vermesi gerekir" hükmünü zikreder. İbn-i Münzir: "Bir kimse, bilerek yalan yere yemin etse (Yemin-i Gâmus), ona keffâret gerekmez. İmam-ı Şafii buna katılmaz ve günâhkar olsa bile, onun keffâret vermesi gerektiğini söyler"(65) diyerek; İmam-ı Şafii (rha)'nin dışında,diğer müctehidlerin, yemin-i gâmus'ta keffâret olmadığı hususunda ittifak ettiğini kaydeder!.. İmam-ı Kurtubi: "Fakihler, gâmus yemin hakkında ittifak etmişlerdir. Fâkihlerin cumhurunun ittifak ettiklerine göre bu (Gâmus yemin); hile, yalan ve kandırma yeminidir. Bu bakımdan keffâret vermek de farz değildir" hükmünü zikreder. Sonuç olarak; İslâm ûleması, yalan yere yemin eden ve insanları aldatan kimsenin, büyük bir günâh işlediğinde müttefiktir.



2004 YEMİN-İ MÜN'AKİDE: Âyet-i Kerîme'de: ".. Fakat kalblerinizin azmettiği (Akid yaptığınız) yeminler yüzünden (sizi) muaheze eder" hükmü beyan buyurulmuştur. Fûkaha: "Gerek yapmak, gerek yapmamak hususunda olsun, gelecekteki bir mesele üzerine yemin etmeye "Yemin-i Mün'akide" (Akid yapılmış yemin) denilir"(66) tarifini esas almıştır. Yemin-i Mün'akide; mâhiyeti itibâriyle dört kısıma ayrılır. Birincisi: İyiliği tamamlamak üzere yapılan yemindir. Emredilen bir ibâdeti yapmak veya haram kılınan birşeyi yapmamak üzere yapılan yemindir. Esasen yemin etmese de; mükellef bu hususta mes'ûldür. Yeminle nefsini, daha da mes'ûl duruma sokmuştur. İkincisi: Yapılması câiz olmayan şeyi yapmak veya ibâdeti terk etmek üzere yapılan yemindir. Böyle bir yemin (haramı irtikap sözkonusu olduğu için) câiz değildir. Üçüncüsü: Yemini bozup-bozmamak hususunda muhayyer kalan, fakat bozması hayırlı olan kimsenin yeminidir. Bu mâhiyetteki bir yemini bozmak mendubtur. Dördüncüsü: Mübâh olan birşey hakkında yapılan yemindir. Bu yemini muhafaza etmek daha evlâdır. Mebsut'da da böyledir.(67) Bir kimse ailesiyle ilgili bir yemin eder; bu yemin sebebiyle ailesi zarar görürse, yeminini bozarak keffâret vermesi gerekir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Vallahi birinizin ailesi hususundaki (Ona zarar veren) yemininde ısrarı: kendisini Allah katında Allah'ın farz kıldığı keffâreti vermekten daha günâhkar yapar"(68) buyurduğu bilinmektedir. Ma'siyet üzere yapılan her yeminde; yemini bozup keffâret vermek müstehabtır. Bazen insan hislerine mağlup olarak; "Falan kimseyi, insanlar içerisinde rezil-rüsvay edeceğim, hem Vallâhi, hem billâhi" diyebilir. Bu çeşit bir yemin; mü'minlerin kardeşliğini tahrip edeceği için câiz değildir. Ayrıca: "Vallâhi Ramazan ayında oruç yiyeceğim veya içki içeceğim" diye yemin eden bir kimse; derhal bundan derhal vazgeçmek zorundadır. "Vallahi Namaz kılmayacağım" veya "Vallahi Babamla konuşmayacağım" diyen kimse için de durum aynıdır. Bu gibi durumlarda yeminden vazgeçmek ve keffâret vermek gerekir.(69) Çünkü Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse yemin edip; o yeminden başkasını (yani dönmeyi) daha hayırlı görürse; derhal hayırlı olanı yapsın (Yemininden vazgeçsin, bozsun). Daha sonra yemini için keffâret versin"(70) buyurduğu bilinmektedir.



2005 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah, yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır"(71) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla ibâdeti terk veya ma'siyeti (Haramı) irtikap üzere yapılan yeminin derhal bozulması gerekir. Esasen mü'minler mümkün mertebe, yemin etmemeye gayret etmelidirler. Feteva-ı Hindiyye'de: "Allah adı ile yemin etmek mekrûh değildir. Fakat az yemin etmek, çok yemin etmekten daha evlâdır"(72) hükmü kayıtlıdır. Mecbur kalınmadığı süre içerisinde yemin etmemek esastır. Dil alışkanlığı teşekkül etmişse; yeminine "İnşâallahu Teala" sözünü ilâve etmelidir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Bir kimse yemin edip, inşâallah dese, şüphesiz ki o kimse istisna yapmıştır. Bir kimse istisnâ yapsa, ona yemininden dönmek yoktur, keffâret de yoktur. Lâkin ittisâl (Birbirine bitişik olması) gerekir"(73) buyurduğu bilinmektedir. Bu rivayet Abdullah İbn-i Mesûd, Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Ömer (ranhüm)'den mevkûfen ve merfûan gelmiştir. Bilindiği gibi her üçü de; fâkih olan sahabedendir. Ancak ayrı olarak söylenirse, istisnâ meydana gelmez.


Eserin yazarı: Yusuf Kerimoğlu Eser: EMANET VE EHLİYET

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

EMANET VE EHLİYET

MollaCami.Com