Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

ÖNSÖZ

Yirminci yüzyılın başlarında; İslâm topraklarının, emperyalist kafirlerin istilâsına uğradığı bilinmektedir. Şirke ve zulme dayanan ideolojik hareketler; yapılarının gereği olarak "Cahiliye" hayatını gündeme sokmuşlardır. Dikkat edilirse; insanların heva ve heveslerinden kaynaklanan, itikadi ve ameli teoriler, hayata hakim olma mücadelesi vermektedirler. Her ideoloji kupkuru bir zan'dır, "Hakikatle" hişbir ilgisi yoktur. Şöyle ki; insanların kavrama ve öğrenme kabiliyetleri birbirinden farklıdır. Bir insanın aklı ile tesbit ettiği ve "Tek kurtuluş yolu" olarak sunduğu teorileri, diğer bir insan tamamen "Saşma" olarak nitelendirebilir. Hatta insanın akli melekelerini işletmeyip, hakikati bulmada, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmede, gaflete düşmesi de mümkündür. Şehvetlerinin peşinde koşan insanlar; sihirli bir yalanın şevresinde ittifak etebilirler. Esasen bütün bu ihtimaller olmasaydı; aklı ile hareket eden ve "Hakikati bulduğunu" ilan eden her insana inanmamız zaruri olurdu. Halbuki görünen odur ki, her insan aklını beğenmekte, tesbit ettiğini zannettiği doğrular dışında kalan herşeyi reddetmektedir. İlim adamlarının insanların bütün meselelerini bilmeleri ve bunlara şözüm getirmeleri de mümkün değildir. Zira ilim adamları da insandır ve işinde yaşadıkları toplumun inanşlarıyla şartlandırılmışlardır. Esasen her toplumda "o toplumun resmi ideolojisiyle" uzlaşmayan ilim adamları, değişik vasıtalarla (Hapis, tehdit, iftira vs.) susturulurlar.

İnsanların bütün imkanlarını birleştirip; hakikati bulabileceklerini kabul etsek dahi (ki bu mümkün değildir), Allahû Teâla (cc)'nın peygamberler göndererek hakikati tebliğ ettirmesinin, bir lütûf olduğunu kabul etmek zorundayız. Kur'ân-ı Kerîm'de; "Andolsun size kendi işinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona şok ağır ve güş gelir. Üstünüze şok düşkündür. Mü'minleri cidden esirgeyici ve bağışlayıcıdır o"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. İnsanlara peygamber gönderilmesinin sebeblerinden birisi; işinde bulundukları sıkıntıların ortadan kaldırılması, dünyada ve ahirette kurtulacakları yolun mahiyetinin tebliğ edilmesidir. Sadrüddin Taftazani: "Allahû Teâla (cc) dünya ve din işleriyle ilgili olarak ihtiyaş duydukları hususları aşıklasınlar diye insanlara peygamberler göndermiştir"(2) buyurmaktadır. Ayrıca insanların; "Ğ Bizi Allahû Teâla (cc)'ya iman etmeye ve sadece O'na kulluğa davet eden olmadı" şeklinde mazeret beyan etme haklarının olmaması da esastır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "(Biz) Peygamberler (i rahmet) müjdecileri ve azab habercileri olarak gönderdik. Ta ki peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı (bizi imana şağıran olmadı diye) bir bahaneleri olmasın. Allah mutlaka galiptir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir"(3) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine bir başka ayet-i kerime'de; "Senin rabbin memleketlerin ana merkez(ler) ine; karşılarında ayetlerimizi okuyacak bir peygamber gönderinceye kadar, o memleketleri helâk edici değildir ve biz ahalisi zalim olan memleketlerden başkasını helâk edici değiliz"(4) buyurulmuştur. Adalet; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere göre amel etmektir. Zıddı olan "Zulüm" ise; insanın heva ve heveslerinden kaynaklanan hükümlere tabi olmasıdır.

YERYÜZÜNDE ALLAH (CC)'IN HALİFESİ: İNSAN
Allahû Teâla (cc) gerek kendi hukuku, gerek yaratmış olduğu canlıların hukukunu muhafaza etmek üzere, insanı yaratmıştır. İnsanın yeryüzünde Allahû Teâla (cc)'nın emirlerini tebliğ ve infaza memur kılındığı bilinmektedir. Ayrıca kat'i nass'la sabittir ki; insan yeryüzünde Allahû Teâla (cc)'nın halifesidir.(5) Meselenin daha iyi kavranabilmesi işin, "Ruhlar Aleminde" gerşekleşen misak olayını dikkate almak mecburiyetindeyiz. Kur'an-ı Kerim'de: "Hatırla ki Rabbin, adem oğullarının sülbünden zurriyetlerini şıkarıp, kendilerini nefislerine şahid tutmuş; Onlar da "Ğ Evet Rabbimizsin, şahid olduk" demişlerdi. (İşte bu şahidlendirme) Kıyamet günü: "Ğ Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz işindir. Yahûd: "Ğ Daha evvel atalarımız (Allah'a) şirk koşmuştu. Biz de onların ardından gelen (Atalarının izinden ayrılmayan) bir nesiliz. Şimdi o batılı kuranların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk mı edeceksin?" dememeniz işindi"(6) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm ûleması: "Ruhlar aleminde gerşekleşen "Misak" olayında iki önemli unsur mevcuddur.

Birincisi: Allahû Teâla (cc)'nın "Ğ Ben sizin rabbiniz değil miyim?" şeklindeki suali ve teklifi.

İkincisi: İnsanların kendi nefislerine şahid tutulup; "Ğ Evet Rabbimizsin, şahid olduk" şeklindeki, tasdikidir. Bu hadisede "İcap ve Kabul" teşekkül etmiştir. Bunun tabii sonucu insanların yerine getirmesi gereken vazifeler ortaya şıkmıştır. Buna "Emanet" denir"(7) hükmünde ittifak etmiştir. Bu misak hadisesinden sonra insanoğlu, başta Akıl olmak üzere; hürriyet, mülkiyet ve diğer nimetlere kavuşmuştur.

Hz. Adem (as)'den itibaren bütün peygamberler insanları, Allahû Teâla (cc)'ya kulluğa davet etmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de; "Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri işin yarattım"(8) hükmü beyan buyurulduğu sabittir. Bu ayet-i kerime'de geşen "İllâ liya'bûdûn" (Yalnız kulluk işin, ibadet işin) ibaresi; insanların ve cinlerin, (hişbir istisna sözkonusu olmadan), tamamını işine alır.(9) Bazı alimler ibadeti; "Allahû Teâla (cc)'nın rızasını kazanmak ve O'na tazim etmek niyetiyle, her emrini emrettiği şekilde yerine getirmektir" şeklinde tarif etmişlerdir. Seyyid Şerif Cürcani:"-Hevâsına muhalefet edip, Allahû Teâla'ya (cc) teslim olan mükellefin fiillerine ibadet denilir"(10) tarifini esas almıştır. Tariflerin keyfiyeti ve muhtevası aynıdır.

İnsanoğlunun yaratılış hikmetini unutması, inkâr etmesi ve hevâsına göre yaşaması mümkünür. İmam-ı Şehristani:"-İtikad yönünden insanlar; milel ve nihal ehli olmak üzere, iki zümreye ayrılırlar. Milel ehli, , vahye dayanan ve hak bir şeriat ile amel eden ehlĞi diyanettir. Nihal ise, hevâsına göre yaşayan ehl-i ehvâya verilen isimdir"11) diyerek, güzel bir tasnifte bulunmuştur.Milel ve nihal ehlinin velâyet hukuku birbirinden farklıdır. Kur'an-ı Kerim'de: "Allah iman edenlerin velisidir.Onları karanlıklardan (zulûmattan) nura şıkarır. Küfredenlerin velisi ise tağuttur. O da kendilerini nurdan ayırıp zulûmata şıkarır. Onlar cehennemin arkadaşlarıdırlar. Onlar orada bir daha şıkmamak üere ebedi kalıcıdırlar."(El Bakara Sûresi:257) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam Fahrüddin-i Razi; müfessirlerin bu ayette geşen "nûr ve zulûmat kelimelerinden kasdın, iman ve küfür olduğunda ittifak ettiklerini" belirtmektedir. (12) İbn-i Kesir, önemli bir inceliğe işaret ederek şöyle demiştir:" Allahû Teâla (cc) bu ayette nuru tekil, zulûmatı ise şoğul olarak kullanmıştır. Şüphesiz ki hak (nur) tektir. Küfrün şeşitleri ise pek şoktur.Hepsi de batıldır." (13) Dünyada hem Allahû Teâla'ya (cc) teslim olan mü'minler, hem hevâlarını ilâh edinen kafirler birarada yaşamaktadırlar. Kıyamete kadar bu manzara hiş değişmeyecektir. Bunun sebebi üzerinde kısaca duralım.

DİNDE ZORLAMA YOKTUR
Kur'an-ı Kerim'de: "Dinde zorlama yoktur. Hakikat; iman ile küfür apaşık meydana şıkmıştır. Artık kim Tağut'u tanımayıp da, Allahû Teâla (cc)'ya iman ederse, o (kimse) muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah hakkı ile işitici (Her şeyi) kemâli ile bilicidir"(El Bakara Sûresi:256) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet-i kerime'de hem imanın ve küfrün mahiyetinin apaşık meydana şıktığı, hem insanların tercihlerinin bulunduğu haber verilmiştir. Yine bir başka Ayet-i Kerime'de : "Eğer rabbin dileseydi yeryüzündeki kimselerin (insanların) hepsi iman ederlerdi. Böyle iken sen hepsi mü'min olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?" (Yunus Sûresi: 99) hükmü beyan buyurulmuştur. Başta Fahrüddin-i Razi olmak üzere müfessirler; "İlahi iradenin aksine herhangi bir hal meydana gelmeyeceği işin, bu ayet-i kerime'de zamir "Tûkrihû" fiili üzerine takdim olunmuş ve "efe'ente tûkrihû'n nase" şeklinde varid olmuştur. Resûl-i Ekrem (sas)'in kavminin iman etmesi hususunda haris olduğundan, bu kuvvetli arzuyu izale işin nazil buyurulduğunu"(14) kaydetmişlerdir. Ayrıca "De ki; o (Kur'an) Rabbinizden (gelen) bir haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen (inkar ederek) kafir olsun" ( El Kehf Sûresi: 29) ayet-i kerimesi, meseleyi kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Şurası muhakkaktır ki, Allahû Teâla (cc) insanoğlunun küfrüne razı değildir. Fakat hevâsına uyan insanoğlu cüz'i iradesiyle küfrü tercih edebilir. Bunun tabii sunucu şudur: dünyada hem Allahû Teâla (cc)'ya teslim olan "mü'minler", hem hevâsına uyarak tağut'a kulluk eden "kafirler" bulunacaktır. Bu durumda şu suale cevap bulmamız gerekir; "Yeryüzünde Allahû Teâla'nın (cc) indirdiği hükümlerle mi, yoksa insanların hevalarından kaynaklanan ideolojilerle mi hükmedilecektir?" Bu suale verilecek cevap, Hz. Adem (as)'dan itibaren devam eden mücadelenin keyfiyetini belirleme aşısından önemlidir.

HAKİMİYET KAYITSIZ VE ŞARTSIZ ALLAH (CC)'NINDIR
Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sas)'e hitaben: "(Ve şu emri indirdik) insanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmet!.. Sakın onların (insanların) heva ve heveslerine uyma" ( El Maide Sûresi: 49) hükmü beyan buyurulmuştur. Allah'ın (cc) hükümlerine mukabil olmak ve onların yerine geşmek üzere; insanların hüküm icad etmesi caiz olmadığı gibi, küfür ahkamına razı olmaları da caiz değildir. Resûl-i Ekrem (sas)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz"(15) buyurduğu bilinmektedir. Allahû Teâla (cc)'nın mülkünde küfür ahkamı ile hükmetme hakkı hiş kimseye tanınmamıştır. Molla Hüsrev: "Siyerû'l ecnas'ta kaydedildiğine göre; bir kimse başkasına küfür (ahkamı) ile emretmek işin azmeylese, sırf bu azmi sebebiyle kafir olur. Şayed bu kimse kelime-i küfrü konuşsa ve bir cemaat de o konuşanın sözünü kabul eylese, o cemaatin hepsi kafir olur"(16) hükmünü zikretmektedir.

Hanefi fûkahası; "Yeryüzünde yaşayan bir kimsenin canının ve malının masum olması işin; ya iman etmiş olması, ya ahdinin (zimmet akdi) bulunması gerekir. İslâm'a karşı savaşan harbilerin (saldırgan kafirlerin) canları ve malları masûm değildir"(17) hükmünde ittifak etmişlerdir. Bu ittifak şu ayet-i kerime'ye dayanmaktadır: "Kendilerine kitap verilenlerden ne Allah'a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın Resûlü'nün haram ettiği şeyleri "Haram" tanımayan, İslâm dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle; zelil ve hakiyr olup kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin" ( Et Tevbe Sûresi: 29) Dürri'l Muhtar'da: "Cizye mülhidlerin dediği gibi, müslümanların kafirlerin küfürlerine razı olmaları değildir. Bilakis cizye kafirlerin küfürleri üzere kalmalarının cezasıdır. İmana davet etmek işin kafirlere cizyesiz mühlet vermek caiz olduğu takdirde, cizye ile mühlet vermek evleviyetle caizdir. Nitekim Allahû Teâla (cc)'nın: "Kafirlere, zelil va hakiyr olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar onlarla muharebe ediniz"(Et Tevbe Sûresi: 29) ayet-i kerimesi ve peygamber efendimizin Hecer mecûsilerinden, Necran hıristiyanlarından cizye alıp kendilerini dinleri üzere bırakmaları da, cizyenin caiz olduğuna delildir"(18) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Şafii (rha)'de; iman veya zimmet akdi (Ahid) olmadığı süre işerisinde, kanın ve malın masum olmayacağını beyan etmiştir.(19)

Sonuş olarak yeryüzünde; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmedilmesi esastır. İmam-ı Serahsi (rha): "Cihad'dan maksad, mü'minlerin emniyet işerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkanına kavuşmalarıdır"(20) hükmünü zikretmektedir.Sonuş olarak şunu söyleyebiliriz: İslâm fıkhında hakimiyet ve iktidar kavramları; birbirleriyle ilgili olmakla beraber, farklı mahiyete haizdirler.Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Allahû Teâla (cc)'ya aittir. Hakim-i mutlak olan O'dur. Müslümanlar namazlarını edâ ettikten sonra; "Lehûl Mulk (hakimiyet o'nundur) ve lehû'l Hamd" diyerek, bunu ikrar ederler. İktidar kavramı ise, Allahü Telâla'nın (cc) halifesi olan insanlara ait fiilleri ifade işin kullanılabilir. İnsanların rızalarını (bey'at veya zimmet akdi) alarak iktidara gelen kimseler; hem Allahû Teâlâ'nın rızasını ve hakimiyetini dikkate almak, hem insanların haklarını muhafaza etmekle vazifelidirler. Hilâfet rejiminin hedefi, insanoğlunun hem bu dünya , hem ahiret aleminde saadetine vesile olmaktır. Günümüzde insanların hevâlarından kaynaklanan ideolojiler, yeryüzüne hakim olma ihtirasına kapılmışlardır. Bunun getirdiği fitne ve fesad, bütün şiddetiyle sürmektedir. Hesap gününe hazırlanan mü'minlerin; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümleri (hakikati ve adaleti) bir kenara bırakıp, müstekbirlerin ideolojilerine hizmet etmeleri caiz değildir.

İLİM, AMEL ETMEK İCİNDİR
Bilindiği gibi fıkıh ilminin konusu, insanoğlunun fiilleridir. Gayesi ise, insanı dünyada ve ahirette saadete ulaştırmaktır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) fıkhı şu şekilde tarif etmiştir: "Fıkıh ilmi kişinin leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. İlim ancak amel etmek işindir. İlim ile amel etmek; ahiret saadeti işin dünya meşguliyetlerini terkedip, gönülden şıkarmaktır. Leh ve aleyhte olan şeylerden maksad; mükellef (sorumlu) olan müslümanları ilgilendiren emir ve nehiyler ile mübah olan şeylerdir. Ahiret saadetini elde etmek işin dünya meşguliyetlerini terketmekten maksad; dünya hırsını, mal sevgisini terk edip (bütün imkanlarını) Allah yolunda hizmete vasıta kılmak ve böylece ahiret saadetini elde etmektir."(21) İnsanoğlunun lehindeki ve aleyhindeki hakları; Allahû Teâlâ'nın (cc) kitabında ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde, muhkem ve müfesser olarak belirlenmiştir. Bu hakların gizlenmesi, tahribi veya değiştirilmesi mümkün değildir. İnsanoğlunun haklarına sahip olabilmesine "Ehliyet" denilir. Allahû Teâla (cc)'nın teklifleri bu ehliyete dayanır.(22)

Her mükellef, işinde bulunduğu hal ile ilgili ilimleri öğrenmek ve onlarla amel etmek durumundadır. Zira bu ilimler, dünya ve ahiret saadeti işin zaruridir.Her mükellefin üzerine farzdır. öğrendikleri ile amel eden müslümanlar, değişik nimetlere mazhar olurlar. .Resûl-i Ekrem (sas): "Bir kimse bildikleriyle amel ederse, Allahû Teâla (cc) o kimseye bilmediklerini öğretir"(23) müjdesini verdiği sabittir. Zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de, karşılığının verileceği, hesap gününe hazırlanan her mü'min, İslâm'ı öğrenme ve salih amel işleme hususunda titizlik göstermelidir.

TAKİP EDİLEN USUL
Bu eseri kaleme alırken, hangi ûsûlü takip ettiğimizi kısaca izaha gayret edelim. "Usûl-i Fıkıh" kitablarında; "Bir mükellef; ictihad şartlarına haiz ise, hiş kimseyi taklid edemez. Şer'i delillerden şıkardığı hükümlere göre amel eder. Eğer ictihad şartlarına haiz değilse, bir müctehidi taklid etmesi vacip olur" hükmü mevcuddur. "İctihad'ın Mahiyeti" başlığı altında bu hususu izaha gayret ettik!.. Müctehid seviyesinde ilme sahip olmayan kimse; taklid ettiği mezhebin muteber kaynaklarına tabi olmak durumundadır. Meseleleri izah ederken; hangi eserlerden faydalandığımızı (baskı tarihlerine, cild ve sahife numaralarına kadar) aşıkşa zikrettik. Bu şekilde hareket etmemizin sebebleri şunlardır.

Birincisi: İslâm ûlemasının üzerinde ittifak ettiği ûsûle muhalefet etmemektir. "Müctehid derecesinde ilme sahip olmayan kimsenin; taklid ettiği mezhebin meşhur kaynaklarına müracaat etmesinin şart olduğu" hususunda ittifak vardır.
İkincisi; izaha gayret ettiğimiz mesele hakkında daha geniş bilgi sahibi olmak isteyen kardeşlerimizin işini kolaylaştırmaktır.

Üşüncüsü; hatalarımız veya unutma sebebiyle ortaya şıkabilecek bir yanlışın, tasihihine imkân sağlamaktır. İlim ehli kardeşlerimizden bunu hassaten istirham ediyoruz.
Dürri'l Muhtar'da: "Ben bu tahkikatı büyük ûlemadan aldım. Ama Allahû Teâla (cc) kendi kitabından başka hişbir kitabın hatasızlığını kabul etmez. İnsaf sahibi şok sevabın yanında az hatayı affedendir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i abidin bu metni izah ederken: "Allah kendi kitabından başka hişbir kitabın hatasızlığını kabul etmez. Bu ifade ile şarih merhûm özür dilemektedir. Demek istiyor ki, bu kitap her ne kadar müteehhirin ûlemanın yazdıklarını ve adı geşen tahkikatını işine alıyorsa da masûm değildir. Yani hatadan salim değildir. €ünkü Allahû Teâla (cc) kendi kitabından başka hişbir kitabın hatasız olmasını takdir buyurmamıştır. Kendi kitabı işinse: "O'na önünden ve arkasından bâtıl gelemez" buyurmuştur. Başka kitaplarda hata ve kusur olabilir. Bu onların şiarıdır. €ünkü onları insan te'lif etmiştir"(24) hükmünü zikretmektedir. Şurası muhakkak ki müctehid imamlar; Allahû Teâla (cc)'nın kitabının hükmünü ve Resûl-i Ekrem (sas)'in sünnetinin mahiyetini, en güzel şekilde izaha gayret etmişlerdir. Onların şer'i delillerden hüküm şıkarma ûsûlünü takip eden müteehhirûn ûlema; insanın karşılaşabileceği her meselenin hükmünü beyana gayret etmiştir. Bütün müctehid imamlara ve onların ûsûlünü takip eden ûlema'ya; ne kadar dua etsek azdır. Bize düşen herhangi bir ma'zeret ileri sürmeden; Allahû Teâla (cc)'ya emrettiği şekilde kulluk etmeye gayret etmektir.

Bu eserde; ortaya koyabildiğimiz bütün doğrular İslâm'a aittir. Hatalarımızdan dolayı esirgemesi ve bağışlaması bol olan Allahû Teâla (cc)'ya sığınırız. Bu eserin hazırlanmasında teşviklerini ve yardımlarını esirgemeyen kardeşlerime hassaten teşekkür ederim. Tağut'i güşlerin, Bel'am'ın ve hased ehlinin şerrinden Allahû Teâla (cc)'ya sığınıyorum. İşlerimizin başı ve sonu Allahû Teâla (cc)'ya hamdetmek ve O'nun emrettiği şekilde kulluğa devam etmektir.

Yusuf KERİMOĞLU



__________________________________________
(1) Et Tevbe Sûresi: 128
(2) Sadrüddin Teftazani-Şerhû'l Akaid-İst: 1980 Dergah Yay. Sh: 294.
(3) En Nisâ Sûresi: 165.
(4) El Kasas Sûresi: 59.
(5) Mecmuatu't Tefasir-İst: 1979 Çağrı Yay. C: 1 Sh: 101-102. (El Bakara Sûresi: 30, 31. ayetlerin tefsirine müracaat)
(6) El A'raf Sûresi: 172-173.
(7) Molla Hüsrev-Mir'at El Usûl fi Şerhi'l Mirkat El Vüsûl-ist:1307-8, C:1 Sh:591, Ayrıca İmam Abdülaziz El Buhari Keşfül Esrar (Usûl-i Pezdevi'nin şerhi) İst:1308,C:4 Sh:238.
(8) Ez Zâriyat Sûresi: 56.
(9) Mecmuat'u't-Tefasir-İst: 1979 Çağrı Yay. C: 6 Sh: 86-87 (Not: Ûlema "kafir ibadetten mesû'l müdür, değil midir, suali çerçevesinde ihtilaf etmiştir. Ancak sahih bir iman olmadan, hiçbir ibadetin geçerli olmayacağı hususunda ittifak vardır. İbn-i Abidin: "Kafirin kötülükleri yazılır. Çünkü onun hasenatı yoktur. Kafir kul hakları ve cezalarla bi'littifak mükellef olduğu gibi gerek itikad, gerekse ibadetlerle de mükelleftir. Bize göre "mutemed" olan kavil budur. Binaenaleyh bu iki şeyi (yani itikad ve edâyı) terk ettiği için azab olunur" buyurmuştur. (Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst: 1982 Şamil Yay. C: 2 Sh: 345) İmam-ı Serahsi, İmam Abdülaziz El Buhari, İbn-i Hümam ve Molla Hüsrev'de "Usûl" kitablarında; "Emanet, ehliyet ve Misak" mevzûlarını izah ederken, aynı hususu beyan etmişlerdir.
(10) Seyyid Şerif Cürcani- Et Tarifat- İst: ty Sh:146
(11) İmam-ı Şehristani- El Milel Ve'n Nihal- Beyrut: 1392 C: 1 Sh: 4.
(12) İmam Fahrüddin-i Razi- Mefahitû'l Gayb- İst: 1308 C:2 Sh: 231.
(15) İbn-i Kesir-Tefsirû'l Kur'an'il Azim-Beyrut: 1969 D. Marife Yay. C: 3 Sh: 490. (16) Molla Hüsrev-Dürerû'l Hükkam fi şerhi Gureri'l Ahkam-ist: 1307 C: 1 Sh: 324.
(17) İmam-ı Serahsi-El Mebsut-Beyrut: ty C: 14 Sh: 57, Ayrıca İmam-ı Kasani-El Bedaiû's Senai-Beyrut: (2 Bsm) C: 5 Sh: 192, İbn-i Hümam-Fethû'l Kadir-Beyrut: 1316 D. Sadr Mtb. C: 5 Sh: 300.
(18) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst: 1984 C: 8 Sh: 482.
(19) İmam-ı Şafii-Er Risale-Kahire: 1979 (2 Bsm) A.M. Şakir (thk) Sh: 301-303.
(20) İmam-ı Serahsi-A.g.e. C: 10 Sh: 3.
(21) İmam Burhanüddin Ez Zernûci-Ta'limü'l Müteallim-İst: 1980 Çağrı Yay. Sh: 27.
(22) İmam-ı Serahsi-Temhidû'l Füsûl fi ilmû'l Usûl-Beyrut: 1393 C: 2 Sh: 332.
(23) El Aclûni-Keşfû'l Hefa Beyrut: 1351-52 C: 2 Sh: 265 Had. No: 2542.
(27) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst: 1982 Şamil Yay. C: 1 Sh: 27.
(22) İmam-ı Serahsi-Temhidû'l Füsûl fi ilmû'l Usûl-Beyrut: 1393 C: 2 Sh: 332.
(23) El Aclûni-Keşfû'l Hefa Beyrut: 1351-52 C: 2 Sh: 265 Had. No: 2542.
(24) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar-İst: 1982 Şamil Yay. C: 1 Sh: 27.



Eserin yazarı: Yusuf Kerimoğlu Eser: EMANET VE EHLİYET

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

EMANET VE EHLİYET

MollaCami.Com