Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

BİLEREK TERK EDİLEN NAMAZ'IN KAZASI OLMADIĞI BABI

"Sen onların (askerin) içinde olup da (cebhede) onlara namaz kıldıracağın zaman, (askerini iki kısım yap) bir kısmı seninle narnaz'a, diğeri düşman karşısında dursun. Hepsi de silahlarını yanlarına alsınlar. Seninle namazda olup bir rek'at kılanlar, düşman karşısına gitsinler. Düşman karşısında olup namaz kılmamış olanlar gelib, onlarda seninle bir rek'at kılsınlar. Ve onlar da tedbirli bulunarak silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silah ve eşyalarınızdan gafil bulunasınız da, size ansızın bir baskın yapalar. Eğer yağmurdan dolayı size bir eziyyetolursa, veyahut hasta bulunursanız, silahlarınızı bırakmanızda üzerinize bir günah yoktur. Bununla beraber ihtiyat tedbirini alın. Allah kâfirlere hor ve rüsvay edici bir azâb hazırlamıştır."
Nisa Sûresi: 102

Ey Allah'ın kulu! Yukarıdaki Ayet'i Kerîme'de gördüğün gibi, insanın devamlı ölümle karşı karşıya kalabileceği harb meydanında bile Allah'u Azze ve Celle namazın cemaatle kılınmasını emrediyor. Harbden daha tehlikeli namazın terkine sebeb olabilecek bir mazeret yoktur. Buna rağmen namazın terkine müsaade edilmiyor. Bilakis cemaatle kılınacağı "emri İlâhi" ile sabit oluyor.
Namazın kazası vardır diyenler, acaba o kaza edilecek namazın terkine hangi şer'i mazereti gösteriyorlar da, namazın kazası vardır diyerek hem Ayet'i hiçe sayıyorlar ve hem de bu azim ibadeti müslümanların nazarında basitleştirerek, binlerce insanın Âhirete müşrik ve kâfir olarak gitmesine sebeb oluyorlar. Hangi cılız omuzlarına böyle bir belâyı yükleniyorlar. Bakınız Subhanehu ve Teâlâ bu Ayet'i Kerîme'nin devamında ne buyuruyor.

"(O korkulu zamanda) namazı kılıp, bitirdikten sonra ayakta iken, otururken, yanlarınız üzere yatarken Allah'ı zikrediniz. Sükûn ve emniyet hâline geldiğiniz vakit, namazı tam olarak kılınız. Çünkü namaz mü'minler üzerine, vakitleri belirli bir farz olmuştur".
Nisâ-Suresi 103

Âyet'i Kerîme'nin bu kısmında Allah'u Azze ve Celle "namaz'ın belli başlı vakitler içerisinde eda edilmesi gereken bir ibâdet olduğuna ferman ediyor"
Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, namazda "hac ve oruç" ibadetleri gibi kendisine has Allah'u Azze ve Celle'nin ta'yin ettiği vakitler içerisinde eda edilmesi gereken bir ibâdettir.
Nasıl ki "hac" Zilhicce'nin belli başlı günlerinde, "oruç" da Ramazan ayında eda edilmesi gerekir, vakitlerinden önce veya sonra bu ibâdetlerin üçer veya dörder misli fazlasıyla yapılması bu farzların yerine getirilmesi değildir, aynen de "namazın vaktinden önce veya sonra kılınması" bu azim ibâdetin eda edilmesi değildir. Ümmet bunda icmâ etmiştir. Nasıl olurda vaktinden evvel bu ibadetin eda edilmesine ruhsat vermeyen gayretkeşler, bile bile terk edilen bu azim ibâdetin vaktinden sonra başka bir zamanda kılınmasına ruhsat veriyorlar.
Dindeki mükellef olduğumuz bütün ibadetlerin vakit ve şekilleri "şâriu'l-hakim" olan Allah tarafından ta'yin edilir. Her kim ki Allah'u Azze ve Celle'nin belli başlı vakitler dahilinde eda edilmesini istediği bir ibadeti, kendisinin istediği bir vakitte eda etmeye kalkarsa, Allah'u Azze ve Celle'nin koymuş olduğu hükmü hiçe sayarak kendisi hüküm koyan bir "ilah" olmuştur.
Biz demiyoruz ki, namaz bazı şer'i mazeretlerle vaktinden başka bir vakitte kılınmaz. Kılınır fakat, nasıl ki bu ibâdetin belli başlı vakitlerde eda edilmesini "şariu'l-hakim" olan Allah tayin etmiştir, namazın kendi vaktinden başka bir vakitte kılınmasına cevaz veren şer'i mazeretleri de O ta'yin etmiştir. Kul kendi hevasına göre Şer'i mazeret ta'yin etme selahiyetine sahib değildir.


Eserin yazarı: Ebu Said el-Yarbuzi Eser: Namazin terkinin hükmü

  • Yeni Ekle
Yorumlar (2)