Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

CARİYELİK KAVRAMI

Toplumumuzda cariyelik ve kölelik kavramları çok değişik şekilde al­gılanmaktadır. Hatta üzülerek ifade edelim ki Özellikle cariye kelimesinin çok yanlış manalarda kullanıldığın ifade edilmesi gereken husus şudur:

Cariye tabiri ile köle tabiri arasında hukuki muhteva itibarıyla hiç bir mana farklılığı yoktur. Yani ikisi de kulluğa maruz kişiler olup erkeğine

köle, kadınına ise cariye tabiri kullanılmaktadır.

Dalıa evvel de ifade ettiğimiz gibi İslanım köleliğe bakış açısı, müey­yide ve medeni olacak şekilde haklar kalıbına yerleştirmek idi. Cariye için ise de hüküm aynen geçerlidir. Toplumda yerleşen rriana ile cariye denilince ´sahibinin \e efendisinin istediği zaman cinsi arzularını tatmin için bir zevk aleti olarak kullandığı kadınlara cariye denir´ şeklindedir ki bu mana İslam hukuku açısından tamamıyla yanlıştır.



İslam´ın Cariyeliğe Bakış Açısı


Cariye denilen kadın köleler ile efendilerinin İslam hukukunun aradığı şartlara uymak kuralıyla karı-koca münasebetlerine girmeleri ve meşru bir zemin ile bunu bir evlilik müessesesi gibi yürütmeleri mümkündür.

Şu Ayet-i Kerime köle ve cariyelerin de meşru bir şekilde bu hakları­nın verilmesi gerektiğini ve onların da insan yerine konulup medeni ka­lıpta olduğunu belirler. "Aranızda bekârları, erkek kölelerinizden ve ca­riyelerinizden durumu müsait olanları evlendiriniz. Eğer bunlar fakir ise­ler, Allah kendi lüîfundan onları zenginleştirir." (Nur: 24/12) Şimdi bu hükmü gö­rünce sormak gerekmiyor mu?

Eğer her cariye efendisinin cinsi münasebetleri için kullandığı bir zevk aleti ise. bir efendi Kur´an´ın bu emri gereği başkasıyla hür veya erkek bir köle olabilir farketmez evlendirdiği cariyesi ile nasıl cinsi münasebeti­ni sürdürecektir. Haşa İslamda böyle bir hüküm kesinlikle yoktur.

Yukarıdaki hüküm ve açıklamadan sonra anlamamız gerekir ki, nasıl olacak. Efendi cariyesini evlendirecek, cariyesi başkasının karısı olacak. Kendisi de istediği gibi şehevi arzularını tatmin edecek, olmaz böyle şey.

Ancak bugün tıpkı olduğu gibi özellikle evlerde çalışan hizmetli ka­dınlar gibi, ama kölelik statüsünde olarak efendisinin evine gelip hizmet­lerini görmeye devam edecek. Efendisinin kölesi ve kocasının da karısı olacak. Demek ki cariye demek, kölenin kadını demektir. Efendisiyle is­tediği gibi kan-koca hayatı yaşayan ortalık kadını demek değildir.

Acaba cariyelik kavramında efendisi ile kan-koca hayatı yaşayan cari-> z yok mudur? Elbette o da vardır. Ama nasıl, açıklayalım:

İslam hukukunda cariye ile karı-koca hayatı yaşama seri şartlar ve hü­kümler çerçevesinde ve bu statüde olan cariyeler de vardır. Bu durumda­kiler evli kadınların hükmüne tabi tutulurdu. Yani hemen hemen çok az hükümlerle evli kadınlarından ayrılmaktadır. Sadece efendisi ile yatıp kalkmakta ve bunun için belli sınırlar bulunmaktadır.

Bu mana ayırımı hakkında Rasulullah (s.a.v.)´den bir misal verelim.

Hz. Peygamberin kadın köleleri vardı. Bunlar iki kısım idi:

Birinci Kısım: Hz. Peygamberin karı-koca yaşadığı cariyelerdir. Bun­lara misal olarak önce yahudi olan ve sonradan İslamı kabul eden Reyha-ne Bint-i Zeyd´dir. Hz. Peygamber kendisine hürriyeti ve evliliği teklif etmesine rağmen, O cariye olarak Hz. Peygamber ile yaşamayı tercih et­miştir. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.v.)´in yanında kalmaya devam et­miştir.

Bir diğer cariye de Peygamberimiz (s.a.v.)´in çocuklarından İbrahi­m´in annesi olan Kıpti asıllı Mariyye Bint-i Şemun´duı. Bu iki cariye de peygamberimiz (s.a.v.)´in diğer hanımları gibi muamele görmüşlerdir. (2)

İkinci Kısım: Peygamberimiz (s.a.v.)´in yanında bulunan ikinci kısım cariye ise başkaları ile evlendirdiği cariyelerdir. Yani bunlar Rasululla-h´ın evinde hizmet ederlerdi. Ancak başka erkeklerle evli idiler. Bunlara misal olarak yine Rasulullah´ın erkek kölelerinden Zeyd ile evlendirdiği Ümmü Eymen´i ifade edebiliriz.

Burda anlamamız gerekir ki İslam, köle ve cariyeye müsber bir bakış ile onları rahata kavuşturmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) vefat etmeden Önce, bütün erkek kölelerini ve kan-koca hayatı yaşamadığı cariyelerini hürriyetlerine kavuşturmuş ve azad etmiştir.




TAKLİDİN HÜKMÜ VE ŞARTLARI


Taklid; bir müctehidin delilini bilmeksizin görüşüyle amel etmektir. Kişinin buna kalbiyle niyyet etmesi, yeterlidir. Dil ile söylemese tîe olur. Müctehid "olmayanın, bir müctehidi taklid etmesi vacip ve müctehidin de

karşılaştığı herhangi bir amelde başkasını taklid etmesi haramdır.

Kişi, başlangıçta dört mezhebten dilediği birini taklid eder. Sonra bun­lardan bir mezhebi taklid ettikten sonra başka bir mezhebe geçebilir. Di­lerse bütün konularda başka mezhebe intikal eder ve dilerse bazı hüküm­lerde o mezhebi taklid eder.

Kuvvetli ve kendisine güvenilen bir görüşe göre durum budur. Yeter ki ciddiyet olsun. Şimdi bu taklitlerin hangi şartlarda olması gerektiğii öğre­nelim.

Taklidin şartlan altı tanedir:

1) Takliid eden kişi, taklit edeceği mes´elede kendisini taklid ettiği kimsenin o mes´eleyle ilgili şart ve vacibleri bilmesi.

Mesela Şafii biri, İmam Malik´i; şehvetsiz olarak kadına dokunmanın abdesti bozmaması hususunda taklit etmek istese, İmam Malik´in abdest konusunda vacib olduğunu ileri sürdüğü hususları bilmesi gerekir ki, söz-konusu hususun abdesti bozmaması hususunda onu taklid edebilsin.

2) Taklidin ´Kablel amel´ diyebileceğimiz amelden önce olması fi­ilin vuku bulmasından sonra olmaması.

Sıhhati hususunda mezhebler arasında ihtilaf bufunan bir ibadeti eda eden kimse, onun sahih olduğunu söyleyen mezhebi taklit etmekten eda etmişse, onu iade etmesi gerekir. Daha önce yapmasının değeri yoktur. Çünkü bu yoruma göre o ibadeti, o şekilde yerine getirirken onun fasid olduğunu biliyordu. Böylece o zaman, o ibadeti boşuna yapmış olur. Ama Şafii olan biri, cinsiyet organına dokunur ve sonra dokunduğunu unutur yahut kendisinin mezhebinde dokunmaktan dolayı abdestin bozulacağını bilmez ve bu bilmemekte mazur olup, sonra namaz kılacak olursa; o na­mazın kazasını iskat etme hususunda Ebu Hanife´yi taklid edebilir. Çün­kü O´na göre. olayın ve vuku bulmasından sonra taklid caizdir.Hanbeliler aksi görüştedir. Maliküere gelince; onlar bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir.

3) Mükellefiyet bağından kendisini kurtaracak şekilde ruhsatları araştırıp onlara sarilmaması. Mesela namazın vakti daralır ve abdest alacak su ve teyemmüm alacak toprak bulamayıp temiz bir kaya bulur ama Şafii´yi taklid ederek o kaya ile teyemmümü terkeder ve İmam Ma-lik"i laklid ederek bu namazın kazasını terketmesi gibi. Çünkü Şafii´ye göre, teyemmüm ancak temiz toprakla yapılabilir.

İmam Malık´e göre, temiz toprak bulamazsa, temiz bir kaya ile teyem­müm yapabilir. Temiz bir kaya da bulamazsa, ondan namaz sakıt olur. O namazı kaza etmez. Kişinin, mükeliefliği kaldıracak şekilde bu taklid yollarına sapması caiz değildir.

4) Taklid ettiği kişinin müctchid olması. Velev ki er-Rafii, en-Neve-vi, er-Rameli ve İbni Hacer gibi fetvada müctehid olan biri olsun. Ancak alimler, o müctehidin o mes´eledeki görüşünün çok zayıf olduğunu söyle-mişlerse, o zaman taklid edilemez. Yine, bir imamın kendisinden döndü­ğü görüşünü taklit etmek sahih değildir. Ancak o imamın Mezhebi´nin alimleri, o imamın kurallarına dayanarak ve bir delile bağlı olarak o görü­şü seçmiş iseler, onu taklid edebilir.

5) Telfikin ol m aması.Telfik, dini konularda bir mes´ele hakkındaki mezhep müctehidlerinin birbirine ztt olan görüşlerini birleştirme işidir. Bu zıt görüşler birleştirilirken taklit konusu olan diğer görüşlerle yetin­mektir.

Bir mezhebin herhangi bir konuda olan bir görüşü benimsendiği za­man ne başlangıçta ve ne de devamlı olarak bir mes´elede taklid ettiği her iki müctehidin söylemediği bir sonuca varmamak gerekir. İki içtihadın arasını uzlaştırma yapmak caiz değildir. Şafii, Hanefi ve Hanbeli Mez-hepleri´nde telfik caiz değildir. Ama Malikiler´de sadece ibadetlerde tel-fık caizdir.

Telfikin bazı şekilleri vardır:

a) Bir kimse başının bir kısmını meshetmiş ve lezzet kasdı olmadan yabancı bir kadına dokunmuş ve dokunduğunda da lezzet duymamıştır.

Bu kimse, Maliki´ye göre zikredilen dokunma ile abdest bozulmadı-ğından İmam Malik1 i taklid ederek namaz kılar ve Şafii´yi takliden başın bir kısmını meshetmekle yetinirse, her iki İmam´a göre hem abdesti ve hem de namazı batıldır. Çünkü İmam Şafii, her ne kadar başın bir kısmı­nın meshedilmesiyle abdestin sahih olacağını söylüyorsa da, yabancı bir kadına dokunmakla abdestin bozulacağını söylemektedir.

İmam Malik de, her ne kadar sözkonusu olan dokunma ile abdestin bo­zulmayacağını söylüyorsa da, O´na göre başın bir kısmının meshedilme­siyle olan abdesti batıldır.

b) Şafii´yi taklid ederek başın dörtte birinden daha azını meshedip sonra Ebu Hanife´yi taklid ederek cinsiyet organına dokunacak olursa, bu iki İmam´a göre abdesti batıldır. Çünkü Şafii her ne kadar dörtle birinden az kısmının meshedilmesiyle abdestin sahih olacağını söylüyorsa da. cin­siyet organına dokunmasıyla abdestin bozulacağını söylemektedir.

Ebu Hanife, her ne kadar cinsiyet organına dokunmakla abdestin bo­zulmayacağını söylüyorsa da, başın dörtte birinden az bir kısmının mes-hedilmesinin yeterli olmayacağını söylemektedir.

c) Abdest alır, sonra cinsiyet organına dokunur ve kan aldırır, sonra da cinsiyet organına dokunmakla abdestin bozulmaması konusunda Ebu Hanife´yi, kan aldırmanın abdesti bozmadığı hususunda İmam Şafı´yi taklit ederse her iki imama göre abdesti batıldır.

d) Başın bir kısmının meshi İmam Safi´ yi ve köpeğin temiz olduğu konusunda İmam Malik´i taklit edip namaz kılanın namazı kuvvetli görü­şe göre batıldır.

e) Kişi zorla karısını boşamış ve Hanefi biri ona boşamanın vaki oldu­ğunu söyler ve o da iddeti bittikten sonra o kadının kızkardeşi ile nikahla­nır sonra Şafii biri ona boşanmanın vaki olmadığını bu nikahın baki oldu­ğunu söylemiştir. İmam Şafi´yi taklit ederek birincisiyle ve Ebu Hanife´yi taklit ederek ikincisiyle yatamaz. Çünkü her iki imama göre iki kızkarde­şi cem´etmek caiz değildir. Şayet İmam Şafı´yi taklit ederse, kuvvetli gö­rüşe göre ikincisi ondan ayrı düşmüştür. Ta ki iki kız kardeşi birarada bu­lundurmasın.

f) Eğer Ebu Hanife´yi taklid ederek kadının velisi olmadan nikah kıy­mış ve sonra talak ile bir işi yapmayacağına dair yemin edip unutarak o işi yapar ve bir hanefıye gidip durumunu sorar. Hanefi de yemin ettiği şe­yi unutarak yapmasından dolayı boşamanın vaki olduğuna dair fetva ve­rir. Sonra da Şafii birine gidip o da unutarak yemini bozmanın boşanma­ya sebep olmayacağını söyler. Bu kişinin İmam Şafi´yi taklit ederek o ka­dınla yatması caiz değildir. Çünkü Ebu Hanife´yi taklid ederek, velisiz kıydığı nikah, yeminini bozmasına zail olmuştur. Eğer Ebu Hanife´nin taklidini bırakıp Şafii Mezhebini taklid ederek nikahını mezhebine göre tazelerse caizdir.

İmam Remli´ye göre, bir kimse Hanefi´ye göre velisiz bir kadınla ev­lenirse ve zifaftan sonra üç talakla boşarsa, Hanefi taklidini bırakıp Şa­fii´ye göre yeniden nikahını akd etmesi caizdir. Yeter ki bir hakim, birinci nikahın sahih olduğuna dair bir hüküm vermemiş olsun. Yoksa caizdir, hatta bizzat hakim nikahı akd ederse hüküm sayılmaz, söz ile buna hük­mettim demesi gerekir.

Birisi üç talakın vuku bulmaması için eşini hul´ eder, sonra iddet esna­sında kendisi için yemin ettiği şeyi yapmadan Safi Mezhebi´nin ileriye sürdüğü şartlan yerine getirmeden -Velisiz oluşu gibi- onu taklid eder, sonra yemin ettiği şeyi yapar. Böyle bir şey yapmak caiz değildir. Çünkü Şafii, velisiz olan bu akdi caiz görmez. İmam-ı Hanefi-, sahih görse de id­det esnasında yemin ettiği şey meydana gelse hul´ üç talakın düşmesine engel olmaz, diyor. Mutlaka iddetin bitimine kadar kendisi için yemin edilen şeyin meydana gelmemesi için dikkat edilmesi gerekir.

Bir kimse komşuluk sebebiyle, İmam-ı A´zam´ı taklid ederek şuf a ile bir ev alır, sonra satar, bilahare geri satın alır. Fakat bu defa birisi komşu­luk sebebiyle şufa hakkını açar, o da Şafii´yi taklid ederek vermemezlik eder. Çünkü Şafii Mezhebi´ne göre, komşuluktan dolayı şufa hakkı yok­tur. Ancak ortaklıkta şufa vardır. Bu muamele de caiz .değildir, çünkü bu da telfiktir.

6) Taklid edilen hüküm, nassa veya icmaa yahut bunlara benzer bir delile muhalif olduğu için, hakim onunla hükmettiği takdirde, ha­kimin hükmünün nass, icma´ ve kıyasa muhalif bir hüküm olmamalı­dır.

Bunun pek çok misali vardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

a) Bir sözle üç talakın yahud bir mecliste söylenen üç talakın, bir ric´ talak olduğunu söyleyen görüştür. Çünkü bu görüş, sahabenin icma´ına ve onlardan sonra tabiinin ve müctehid imamların icma´ına, Kur´an´ı Ke-rim´in zahiri hükümlerine ve Sünnet-i Seniyye´nin sarihine açıkça muha-liftir.

b) Ümm-ü veled´in satışının ve mut´a nikahının sahih olduğunu söyle­yen görüşler,

c) Ramazan´da fecir doğduktan sonra ve Güneş doğmazdan önce yiyip içmenin caiz olduğunu söyleyen görüş.

d) Said b. Müseyyeb ve İbnu Cübeyr´e nisbet edilen, üç talakla boşa­nan bir kadının sırf ikinci birine nikahlanmasıyla birinci kocaya helal ola­cağını ve ikincinin onunla yatmasının şart olmadığını ileri süren görüştür

Sözde alimlik taslayan bu kişilerin İslam´a muhalif olan görüşlerin or­taya atılmasıyla bu amel günümüzde yaygın haie gelmiştir.

Büyük İslam alimleri, bu mes´eleye şiddetle karşı çıkmış, hatta onlar­dan biri şöyle demiştir:

"Bu görüşle amel eden kişi, yüzü siyaha boyanmak ve sürgün cü:1-mekle ta´zir edilmelidir."

Hanefi fıkhına ait *E1-Hulasa eserinde şöyle denilmektedir:

"Her kim bu görüşle fetva verirse, Allah´ın, Meleklerin ve bütün in­sanların la´neti onun üzerine olsun."

e) Davud Ez-Zahiri*ye nisbet edilen, nikahın veli ve şahit olmadan kı-yılabîleceğini söyleyen görüştür.

Bazı kimselerin bu hususta Ez-Zahiri´yi taklid etmenin caiz olduğunu söylemelerine aldanılmamalıdır. Bu görüşte, onu taklid etmenin haram olduğunu açıklayan alimlerden biri, Eş-Şebramlesi*dir. Eseri olan En-Ni-haye´nin haşiyesinde buna açıkça cevap vermiştir.

Faide: İmam Şafii (r.a.) şöyle demiştir:

"Bir mes´elede sahih bir hadis bulunursa, benim mezhebim odur. Ona muhalif bir görüşümü bulursanız, onu çöplüğe atın."

İmam Şafi´nin bu sözle söylemek istediği şudur:

"Bir hükümde tereddütlü olup, o konuda kesin karar vermemişsem ve siz de o konuda sahih bir hadis bulursanız, o hadise göre amel edin."

Akşam namazının vakti gibi.

Bu hususta tereddüd vaki olmuştur: ´Akşam namazının vakti, yatsıya kadar devam eder mi, etmez mi?´

Şafii Mezhebi alimleri; akşam vaktinin, şafak batıncaya kadar devam ettiğine dair hadisin sahih olduğunu bulmuş ve ona tabi´ olmuşlardır.

Onun bu sözü, bazı kıt anlayış sahiplerinin dediği gibi bunun manası:

"Her nerede sahih bir hadis görürseniz, onunla amel edin" manasına değildir. Pek çok sahih hadis vardır ki, İmam Şafii onlarla amel etmemiş­tir. Çünkü tahsis ve onları nesneden bir nass bulma gibi bunu gerektiren sebeplere uyarak onlarla amel etmemiştir.











Eserin yazarı: Kadı Ebu Şuca Eser: DELİLLİ ŞAFİ İLMİHALİ

  • Yeni Ekle
Yorumlar (2)