Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

SULTÂN Üçüncü MEHMED Hân

SULTÂN Üçüncü MEHMED Hân

Padişahlık Sırası 36
Saltanatı 4 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 101
Cülûsu 4 Temmuz 1918
Babası Sultan Abdulmecîd Hân
Annesi Gülistû Sultan
Doğumu 2 Şubat 1861
Vefâtı 15 Mayıs 1926
Kabri Şamda Selim Camiî Kabristanındadır



Son Osmanlı pâdişâhı ve İslâm halifesi Sultan Birinci Abdülmecid Hanın ogullarının en küçügüdür. Annesi Gülistû Sultan’dır. 2 Şubat 1861 târihinde dogdu. Çok küçükken anne ve babasını kaybetti. Agabeyi İkinci Abdülhamid Han tarafından büyütülüp, himâye edildi. Çok zekî olup fıkıh bilgisinde pek ileriydi. 4 Temmuz 1918’de agabeyi Sultan Reşâd’ın vefât ettigi gün pâdişâh ve halife oldu.

Saltanata geçtiginde ordu ve donanmaya bir Hatt-ı Hümâyun göndererek Başkomutanlıgı üzerine aldıgını bildirdi. Enver Paşanın Başkumandan Vekili ünvânını Başkumandanlık Kurmay Başkanı şekline çevirdi. Tahta geçişi dolayısıyla hazırlanan Hatt-ı Hümâyunda Pâdişâh: Kabinede adâletin dagıtımı ve güvenligin saglanması husûsunda daha fazla gayret harcamasını, zaruri gıdâ maddelerinin ucuzlatılması için acele tedbir alınmasını, ögretimin arttırılmasını, siyâsi suçluların af edilmesini, savaş bölgesi dışındaki sıkıyönetimin kaldırılmasını, devlet hizmetinde çalışacak olanların nâmuslu kimselerden seçilmesini, kânûni bir sebep olmadıkça kimsenin işinden uzaklaştırılmamasını istedi.

Bu istekler ve yeni icraatı pâdişâhın devlet işlerinde ve memleket meselelerinde aktif bir yol tutacagının açık bir deliliydi. Ancak bu sıralarda Birinci Dünyâ Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi imzâ edilerek, Birinci Dünyâ Harbi, maglubiyetimizle bitti.

Mütârekeye imzâ koyan delegeler, 10 Kasım 1918’de saraya arz-ı tâzim için geldiklerinde pâdişâh bunları kabul etmedi. Mütârekeden hemen sonra Osmanlıları Birinci Dünyâ Savaşına sokan Talât, Enver ve Cemâl Paşalar 3 Kasımda yurt dışına kaçtılar. 24 Kasım 1918’de Pâdişâh Daily Mail Gazetesi muhâbirine beyânat verdi. Daha sonra Times Gazetesi’nde de yayınlanan bu beyânatta, Osmanlıların Dünyâ Savaşına girmeleri sorumlulugunu İttihat ve Terakki Fırkasına yüklüyor, bu suretle felâkete onları sebep gösteriyordu. Bu beyânatında:“Osmanlı Devletinin harbe katılması âdetâ bir kazâ neticesidir. Eger siyâsî vaziyetimizle cografi durumumuz ve millî menfaatlarımız ciddî sûrette nazarı dikkate alınsaydı, vukû bulan teşebbüsün aslâ mâkul olmadıgı açıkça anlaşılırdı. Maalesef o zamanki hükûmetin basiretsizligi bizi bu bâdireye sürükledi ve felâketimize sebep oldu. Eger ben Makam-ı saltanatta bulunsaydım, bu elim vak’a katiyyen husûle gelmezdi. ’’demiştir.

Neticede İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddîn’in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idâre etmek kaldı.

16 Mart 1920’de Îstanbul İtilâf devletleri tarafından işgâl edildi. Yunanlılar İzmir’e, İtalyanlar Güneybatı, Fransızlar da Güney Anadoluya girdiler.Vahideddîn Han 11 Mayıs 1920’de düşmanların hazırladıgı ve Anadolu’nun işgâlini ihtivâ eden Sevr Antlaşmasını bütün baskılara ragmen imzâlamadı. Osmanlı ordusu tamâmen lagvedildi. Medîne muhâfızı Fahri Paşa, on ikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve Harbiye Nâzırı Mersinli Cemâl Paşa gibi degerli kumandanlar Malta’ya sürüldüler. Yalnız pâdişâhın şahsını korumak için, yedi yüz kişilik maiyyet’i seniyye kıt’ası bırakıldı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrâfındaki sipere sokup câmiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi.

İşgâl altındaki Îstanbul’dan vatanın kurtarılmayacagını anlayan Vahideddîn Han, güvendigi kumandanları Anadolu’ya göndermek istedi. Ancak bunlar;(Dünyâya karşı harp edilmez. Bu iş olmaz.) diyerek gitmeyi reddettiler. Sultanın, kurtuluşun Anadolu’dan gerçekleşecegine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündüyse de İngilizler;’’ Eger Anadolu’ya geçersen Îstanbul’u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız.’’ Diyerek engellediler. Bunun üzerine bir gün saraya çagırdıgı Mustafa Kemâl’i;’’Paşa, paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacagın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin.’’ Sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu’ya gönderdi.

Vahideddîn Han, bundan sonra Îstanbul’daki işgâl kumandanlarını oyalamak ve Anadolu’daki mücâdeleyi gözden uzak tutmak için türlü siyâsî gayretler içine girdi. Fakat İngilizler de Türk birligini parçalamak için pâdişah aleyhine çalışmaktan geri kalmadılar ve aleyhine kampanya başlattılar. Yegâne arzuları pâdişahı milletin gözünden düşürmekti. Nitekim bunda ısrar eden İstanbul’daki İngiliz işgâl kuvvetleri, 17 Kasım 1922 Cumâ günü halîfeyi baskı ve silah zoruyla Dolmabahçe Sarayından motora alarak Malaya harp gemisine bıraktı. Bu gemi, son Osmanlı pâdişahı ve İslâm halîfesini, İngilizlerin Türk aydınlarını sürdükleri Malta Adasına götürdü. Vahideddîn Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayâtından sonra, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefât etti. Cenâzesi Şam’a getirilerek Sultan Selim Câmii Kabristanına defnedildi.

Vahideddîn Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlıydı. Arada Sultan Reşâd olmayıp da, İkinci Abdülhamîd Handan sonra tahta çıksaydı, İttihat ve Terakki hükûmetinin hatâlarını önleyecek, felâketlerin önüne geçecek kudret ve idâre sâhibiydi. Mala, dünyâya düşkün olmadıgı güzel ahlâklı ve eşi az görülebilecek kadar fazla nâmuslu oldugu vesîkalarda göze çarpmaktadır. Çok sevdigi vatanından koparken yanında şahsî ve pek cüz’î mal varlıgından başka bir şey götürmedigi, ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefâtında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır.

Vahideddîn Hanın vatanının ve milletinin ugradıgı felâketler karşısında neler düşündügü ve neler hissettigi kayıtlara geçmiş şu hadîseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız Sarayında yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, sultanın geceleri kaldıgı dâireyi de sarar. O geceyi tesâdüfen Cihannümâ Köşkünde geçirmiş olan Vaideddîn, yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede aglayanları görünce gözleri yaşararak; ’’Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var.’’ Demekten kendini alamaz.


Eser: DEVLET-İ ALİYYE-İ OSMANİYE SULTANLARI

  • Yeni Ekle
Yorumlar (1)