Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

İSRAİLİYAT TEFSİRE NASIL KARIŞTI?

Bu devirde tefsir nakil ve rivayete dayanıyordu.

Sebep şu idi: Kur'an-ı Kerim'de Tevrat ve İncil'deki şeylere işaret olunuyordu. Onları anlamak için Tevrat ve İncil'i bilmek lâzımdı. Bunları bilenler ise ehli kitap olan Yahudilerdi. Onun için onlara sormak zorunda kaldılar. Onlar da bildikleri gibi söylediler.

İbni Haldun diyor ki: ''Araplar ehli kitap ve ilim olmadıklarından bedevi bir milletti. Kâinatın hilkatine, hilkatin iptidasına, esrarı vücuda dair insan nefsinin meraklı olduğu şeyleri öğrenmek istedikleri zaman, bunları kendilerinden önce kitap sahibi olanlara sorarlardı. Onlar da Yahudiler ve Hıristiyanlardı. Böylece Kâ'bül-Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Abdullah İbni Selâm ve emsalinin nakilleriyle tefsirler doldu. Onların yüksek mevkii olduğundan kabul olundu. Bunlar ahkâma dair olmadıklarından bu hususta göz yumdular, hikâye değil mi, ne olacak dediler. Fakat ilimde rüsuh sahibi olanlar işin doğrusunu aradılar, sıhha-tine delil olmayanları tezyif ettiler."

Ulema bu temizleme işini yapmıştır. İşte tefsirde mâna ve gaye ile alâkası olmayan bu gibi şeyleri sırf tecessüsü ilmî merakiyle tefsirlere karıştırdılar. Meselâ, Ye'cuc Me'cuc kavmi hakkında, zelzelenin sebebi hususunda, Ashabı Kehfin köpeğinin rengi ve ismi, Nuh'un gemisinin büyüklüğü ve tahtalarının nev'i, Hızır'la Musa kıssasında öldürülen gencin ismi ve yaşı, Yusuf'un rüyasında gördüğü hangi yıldızlardı, Musa, Şuayb'ın küçük kızını mı aldı, büyük kızını mı?

İşte Kur'an-ı Kerim'de geçen kıssaların lâzım olmayan bu gibi noktalarını kurcaladılar. Bu gibi teferruatın, ruhu tefsirle alâkası yoktu. Kur'an'da bunlar ibret için zikrolunmuş ve ibret noktaları sayılmıştı. Kıssadan hisse çıkararak bununla iktifa olunacağı yerde tafsilata ve teferruata daldılar. Bu tafsilat ise Tevrat ve İncil 'de vardı. Böylelikle İsrailiyat bazı tefsire karıştı.

Bunlar nasıl karıştı:
1- İslâm düşmanları maksatla gizlice bu gibi şeyleri kattılar. Zındıklar, Karamıta, Bâtıniyye bunları İslâmın ruhunu kirletmek için yaptılar.
2- Bazı hikâyeciler, halkı oyalamak ve hoşa gitmek için uydurdular.
3- Sonraları ehli sünnete karşı cephe alan Şia, Hariciler ve diğer sapık fırkalar bunları siyasi maksatlarla ortaya attılar.
4- İsrailiyat adını verdiğimiz şeylerin bir kısmı bir şeyi izah etmek maksadiyle karıştı. İşte bu gibi yollarla tefsirden olmayan şeyler de tefsire katıldı. Bilerek ve bilmeyerek tefsire sızan bu gibi şeyler sebebiyledir ki,

İmam Ahmed gibi büyük bir âlimin: "Üç şeyin aslı yoktur: "Tevilü Tefsir, Melâhim ve Megazi" demeye mecbur kaldığını görüyoruz. Maksat hepsini inkâr değil, ''sağlamı, çürüğü karışık demektir.'' diye İmamı müdafaa ediyoruz.

Tefsiri Rivayenin başında bulunan Hazreti İbni Mes'ut, Hazreti İbni Abbas ve Hazreti İkrime, bu işin ehli olmayanların tefsire karışmalarını hiç muvafık bulmazlardı.
Tefsir hususunda rastgele söz söylemek her bir Müslümanın kârı değildir. Nasıl ki Hazreti Ebubekir o celâleti kadri ile "Kur'an hakkında bilmediğim bir şeyi söylersem, beni hangi gök gölgelendirir ve hangi yer barındırır?" demiştir. Maalesef sonraları çeşitli sebeplerle bu işde eski titizlik gösterilmemiş, bilerek, bilmeyerek nice garip rivayetler, acaib şeyler Kur'an'la hiç alâkası olmadığı halde tefsire karıştırılmıştır. Vakıa dirayetli ulema bu işi kendi halinde bırakmışlar, onların sağlamını, çürüğünü ayırmışlardır. Fakat maalesef çürükler de tefsir adını taşıyan eserde yazılıdır. Bunlar, avamın ve cahillerin hoşuna gittiğinden o gibi şeylere rağbet artmıştır.
Ka'bül-Ahbar, Vehb İbni Münebbih(H. 34- 134/M. 654-751) vesaire gibi ehli kitabın kendi kitaplarından edindikleri malumat, tefsirlere karışarak bunların bir kısmı hurafelerin halkın zihnine yerleşmesine sebep olmuştur. Fikirleri uyuşturmuştur. Akla muhalif olan bu gibi şeyler çok zararlıdır. Bu, din namına en büyük cinayettir. Bunların asılları Kütübü Salife = "Tevrat, İncil gibi önceki kitaplarla şöyle böyle rivayetlerdir." Onlar zaten muharref şeyler. Bu gibi şeylerin vahiy ile hiç bir alâkası yoktur. Vahiy bunlardan beridir. Bu gibi rivayetleri, yukarıda izahına çalıştığımız sebeplerle, tefsirin ilk tedvin devirlerinde Vakidî, Sezlebî, Tâberî cem'ettiler.
Sonra tahkik devri başlayınca Mağripli Ebu Muhammed İbni Atıyye ve Kurtubî gibi müfessirler bunları ayıkladılar, eleyip temizleme işini onlar yaptı. Böylelikle Kur'an'ın ruhuna uygun hareket ettiler. Ruhları şâd olsun,

Kur'an'ın 1/3'ü Yahudilerin zulümlerine karşı İslâm akidesini müdafaa için nâzil olmuştur, Yahudilerle mücadeledir. Ne yazık ki, Hazreti Peygamberin çetin mücadelelerle elde ettiği o parlak zaferi, bazıları kirlettiler. İsrailiyatın katılmasına âlet oldular. Yahudiler mücadelede mağlûp olmuşken başka yoldan dine nüfuz ettiler, İslâmiyeti Yahudileştirmeye çalıştılar. Bereket versin, hakikî ulema sağlamı çürüğünden ayırmıştır.
İsrailiyat deyince hatıra hikâye gelmesin. Kur'an'da da kıssalar var. Fakat maksat ve gaye bakımından Kur'an'ın kıssaları Tevrat'ınkilerden ayrılır. Kur'an bunları ibret için getirir. İbret noktasına nazarı dikkati çeker, ahlâkî bir ders verir, tafsilâta girişmez ve hikâyedeki eşhasın isimlerini, yerlerini bildirmez. Çünkü bunun güdülen gayeye bir dahli yoktur. Meselâ Adem kıssasına bakalım. Bakara sûresi: "Biz; ey Adem sen ve eşin Cennette sakin olup orada bol bol yeyin dedik." diye anlatır.
Cennetin nerede olduğuna, memnu ağacın nev'ine, şeytanın hangi hayvan vasıtasiyle iğfal ettiğine, Adem ve Allah arasındaki muhavereye temas etmez.

Fakat Tevrat'a bir bak: Bunları en ince teferruatına varıncaya kadar anlatır. Cennet Ademin şarkında, ağaç, can ağacıdır, Havva'yı kandıran yılandır. Yılanın onun için ayakları kesilerek karnı üstü sürünmeye mahkûmdur. Havva'ya da gebelik ve hayz zahmetleri ceza olarak verilmiştir. İlâh... İşte bu tafsilat Tevrat'ındır. Bazı müfessirler, bu tafsilatı tefsirlerine almışlardır. Bunları Müslüman olan Yahudi uleması nakletmişlerdir. Hikâye kabilinden diye bunlara göz yumanlar olmuştur. Fakat muharref olan Tevrat'ın şerhleri ile Kur'an tefsir edilemez. Ashabın böyle şeylerden kaçındıklarını biliyoruz. Kur'an hakkında ulu orta söz söylemekten son derece çekinirlerdi. Kur'an'ı tefsir için evvelâ Kur'an'a müracaat lâzımdır. "Kur'an'ın bazısı bazısını tefsir eder." Kur'an'ın bir kısmı bir kısmını izah eder. Bunun en açık misali şudur: "Velem Yelbisu imanehüm bizulmin" âyetteki zulüm kelimesinden murad nedir? Bunu bazıları zulmün mü-tearef mânasına alarak hangimiz zulüm etmiyoruz ki demişler. Onun üzerine Hazreti Peygamber ان الشرك لظلم عظيم "İnneş-Şirke lezulmün azîm" âyetini
okuyarak burada zulümden murad şirk olduğunu ve şirke zulüm ıtlak edildiğini beyan etmiştir.
Burada şuna da işaret edelim ki, umumî bir kelimeyi hususî bir mânada tefsir ederler ise bu, mutlaka o umumî kelimenin şümulünü ona hasrediyorlar demek değildir. Meselâ: اعدوا لهم مااستطعتم من عظيم "Eiddü lehüm mesteta'tüm min
kuvvetin" âyetindeki kuvvet kelimesini müfessirler, o zamanın harp teçhizatına göre remi, ok atmak ile tefsir etmişler. Bu o zaman için doğrudur. Fakat âyeti
yalnız ona hasredemeyiz. Bütün harp teçhizatı ne ise hepsi dahildir. Onun için yeni yeni tefsirlere lüzum vardır.


Eserin yazarı: Osman Keskinoğlu Eser: Kuranı Kerim Bilgileri

  • Yeni Ekle
Yorumlar (1)