Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Insanin dine olan ihtiyaci

Muhterem Müslümanlar!

Allah'a kul olarak yaratılan insanın şerefi, Mâbûd-i Hakikî'ye kul olmasından doğmakta, izzeti kullukla artmaktadır. Bu yolu bı­raktığı zaman, dört ayaklı canlılardan daha sapkın ve canavarlardan daha korkunç hâle gelmektedir.

İnsanoğlunu yaratıldığı asalet üzerinde tutan, yaratanına karşı vazifelerinden haberdar eden ve bu vazifelerin nasıl yapılacağını öğ­reten ilâhî emirler manzumesine DİN adı verilmiştir.
Din; akıl sahiplerini kendi arzulariyle, hür ve serbest olarak en iyi yola, neticesi bizzat hayır olan işlere sevk etmek üzere Allah tara­fından konulmuş ilâhî bir kanun ve Rabbani bir nizamdır.
Dindarlık da hayatını bu kanunlara göre tanzim etmektir.

Dinin hitabı akıl sahiplerinedir. Akıl ve şuuru olan insanlar din­den istifâde edeceklerdir. Dinden faydalanmayanlar, şuuru gelişme­miş varlıklardır. Dinin va'dettiği yüce gayeye erişebilmek için akıllı olmak kâfi değil aklını kullanmak şarttır.

İnsan aklı; dinden feyz ve nur aldığı zaman, âlemin ve Âdem'in oluş ve sonucundan haberdar olabilir, ne için yaratıldığını anlar ve işlerin güzelini çirkininden ayırabilir. Aksi hâlde yeme ve içme işle­rinden başka bir işe hayrı olmaz.

Din; dünya ve âhiret saadetini temin edecek kanunların vâz'ı bulunan Allah'ın varlığını bilmek ve onun birliğini tasdik etmektir.
Din; seksiz ve tereddütsüz bir imana sahip olmak ve imanına uygun bir yaşayış yolu takip etmektir. «...Dosdoğru din işte budur...» (2).

Din; riyadan uzak ibadeti ve iki cihanda selâmeti emreder.
İlim insanı okumuş veya san'at sahibi kılar. Din ise ferdi insan yapar. İlimden nasibini almamış kimseye cahil adı verilir. Dinsiz kimse ise insan değildir.
Din, her türlü fazileti âmirdir. Faziletsiz insan dinsiz; dinsiz kimse de faziletsizdir. Her türlü ahlâkî fazilet, dinden doğar ve din­darlıkla yaşar. O halde «Yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müş­riklerden olma» (3).

Dinsiz kimselerin nazarında hiçbir âli mefhumun değeri yoktur. Vatan, namus ve şeref gibi lâflar, onların yanında menfaatle ölçü­lür. Menfaatin bulunduğu yer, vatanı; menfaati, namusu ve bunun korunması da şerefidir. Menfaat ortadan kalktığı zaman o bunları bir pula satmakta tereddüt göstermez.
Din kabul etmeyen kimseler, dinsizliğin beşeriyete getirdiği bir tek fayda gösteremezler.

Din; insanoğluna, ne için yaratıldığını, yaratana ve yaratılmış­lara karşı ne gibi vazifeleri bulunduğunu bildiren ilâhî bir nizamdır
.
Din; insanoğlunun yaratılışı ile birlikte gönderilmiştir. Küre-i arz üzerinde, insan var oldukça din fikri kaybolmayacaktır.
Dinin feyzinden ve nurundan mahrum kalan kimseler, sapkın­lıklar içinde kalmış ve din ihtiyacını yanlış yollardan tatmine kal-
kısmış ve putlara tapınmıştır. Cenab-ı Hak bu gibi kimselere hitap etmektedir:
«Onlar, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?» (4).
insanların kalblerine kök salmış dinî duygular, hoyrat eller ta­rafından budandıkça yok olmayacak, bilâkis taze filizler vermeye de­vam edecektir.


Muhterem Müslümanlar!

İnsanlar arasında yayılmış başlıca üç çeşit din vardır:
1 — Hak din,
2 — Bâtıl dinler,
3 — Muharref dinler...
Hak din; Allah tarafından beşeriyete gönderilen, hak ve hakika-ta dayalı olan din demektir. Kur'ân-ı Kerim'de buyruluyor ki:

«Hak din Allah indinde İslâmdır (Müslümanlıktır)» (5).

Allah tarafından gönderildiği şekilde asaletini ve safiyetini mu­hafaza eden yegâne din, İslâm'dır.
On dört asır evvel Mekke'nin HİRA ufuklarında doğan İslâm güneşi, o günkü kadar parlak ve lekesiz olarak devam etmekte ve bugün gönderilmişcesine tazeliğini muhafaza etmekte, ilimlere ışık tutmakta ve san'atlara model teşkil etmektedir.
İslâm dini; iman, vazife ve ahlâkî hükümlerin tamamının adıdır.
Allahü Teâlâ'nın vahdaniyetini ve Hazret-i Muhammed'in Peygamber­liğini tasdik, İşlâmiyetin kapısı; namaz, oruç, hac ve zekât yapısı; ahlâk ve fazilet çatışıdır.
Bu ulvî din; insanlara inançlarını, temizlik üzere ibadetlerini, adalet üzere muamelelerini, fazilet üzere muaşeretlerini, sulh-u mü-sâlemeti telkin etmekte bulunduğundan «İSLÂM» adını almıştır. Re-sûlullah Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

«Rab olarak Allah'ı, din olarak islâm'ı, Peygamber olarak da Mu-hammed (s.a.v.) i seçip razı olan kimse, imanın tadını almıştır» (6).
Kim bu ulvî dini takip ederse her iki cihanda mes'ud olur. Kim de bundan yüz çevirirse makhur olur. «Kim islâm'dan gayri bir din arasa ondan (bu din) asla kabul olunmaz» (7).
Bâtıl dinler; insanlar tarafından uydurulup «Din» adı ile piya­saya sürülen birtakım hurafelerdir. Bu hükümler, ancak felsefî bir meslek olabüir, dinin ulvî mahiyetini haiz olaniaz
Zaman zaman ortaya çıkan kimseler, şeytanın kendilerine' yaptı­ğı vesveseleri, din adıyla halka yutturmuşlardır. Buda, Brehmen, Konfüçyüz, Teo adlarına dayanan bâtıl dinler, hep böyle türemiştir!
Zamanımızda Bahailik ve Yahova Şâhidleri diye piyasaya sürül­mek istenen bâtıl din taslaklarına rastlanmaktadır.
Bu hususta Kur'-ân-ı Kerim'den yükselen ilâhî sesi dinleyelim:

«Gözünü aç, hâlis din Allah'ındır» (8). Onun adı da İslâm'dır.
Muharref dinlere gelince: Aslında semavî bir din iken, kötü maksatlı kimselerin yıkıcı elleriyle tahrip edilmiş ve değişikliğe uğ­ramış dinlerdir. Hıristiyanlık ve Musevilik gibi.
Tahrif edilmiş Hıristiyanlık, insanlığı tatmin etmekten uzaktı. Kilise zor kullanarak ve engizisyon mahkkemeleri kurarak halkı bu bozuk dinin hükümlerini kabule zorlamakta idi.

«înan fakat araştırma» prensibiyle, tefekküre kapılarını kapayan Hıristiyanlık doğan İslâm güneşi karşısında dağıldı. İslâm, bütün debdebesi ile akla, ilme ve mantığa ışık tutan hükümleriyle beşeriye­te nur saçmakta devam etti. «Hakdan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?» (9).


Eserin yazarı: Mehmed Emre Eser: Yeni Hutbe Kitabi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (2)