Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

DÜĞÜNLERDE ÇALGI BULUNDURMAKTA ÖLÇÜ

Câhiliyyet devri olan asrımızda yapılan evlenme cemiyetlerinin birçoğunda saz, caz ve diğer çalgı âletleri ile sesli ve gürültülü düğün yapmak yaygın bir hâle geldi. İyi bir yönü olmayan bu âdete heveslenen bazı kimseler, kendilerini mazur gösterebilmek için, asr-ı saadetteki düğünlerde def çalınmasını misâl olarak göstermektedirler.
"Def" ile bu günkü çalgı âletlerini ve bunların çalmmasmdaki maksad ve gaye mukayese edilecek olursa "oldu" ile "öldü" kelimelerinin arasındaki mânâ farkı kadar büyük bir zıddiyet bulunduğu görülür. Saadet asrın-daki defin çalmışındaki çeşitli yönlerini açıklayarak gafil müslümanları yanlış temayüllerden korumak istiyoruz.
a) Asr-ı saadette def, ilân maksadı ile çalınıyordu. Evlenen bir adam, töhmet ve sû-i zân altında kalmamak için, kiminle evlendiğini duyurma maksadı ile, def çaldırırdı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), bu ilânın kâmil bir şekilde yapılması için, "Nikâhı ilân ediniz. Nikâh akdini mescidde yapınız ve onun (duyulması) için defleri tıngırdatınız
"(1) buyurmuştur.
Mesciddeki nikâh akdini gören erkekler, evdeki def sesini işiten mahalle halkı, evlenen adam ile kadının kimler olduğundan haberdar olurdu. "Nikâhta helâl ile haramı ayırmak (ta kolaylık), def sesidir"® hadîs-i şerifi bu maksadı açıkça ortaya koymaktadır. Kasnağında şıkırtı yapacak madenî parçalar bulunan âlete "mizher" denilmektedir. Hisleri tahrik için değil, sadece ilân maksadı ile çalındığından, zilsiz olan ve def diye isimlendirilen âlet tercih edilmiş oluyordu.
b) Def çalınırken önünde oynayan olmazdı.
Def, ilân maksadı ile çalındığı için, önünde oynayan kadın ve onları seyretmeye gelen erkek bulunmazdı. Defi tıngırdatanlar, ekseriyetle, kız çocukları veya câriye sınıfından bir kadın olurdu. Bu ciheti belgelemek için bir hadîs-i şerif mealini nakletmek isteriz. Hz. Âişe (r.a.J, Es'an bin Zürâre'nin yetim kalmış kızı Fâriğa'yı himayesine alıp büyütmüş ve onu Ensâr'dan Nebît bin Câbir ile evlendirme hazırlığına girişmişti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), "Yâ Âişe, def çalacak (o sırada şii-rimsi) birşey söyleyecek câriye gönderdiniz mi?" buyurdu. Hz. Âişe, "Ey Allah'ın Resulü, o ne söyleyecek?" deyince, Efendimiz: "Size geldik, size geldik! Bizi selâmlayın, size selâm verelim" desin"^ buyurdu.
Hâlid bin Zekvân, Muavviz kızı Rubeyyi'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir. Düğünümüzün yapıldığı sabah, Rasûlullah (s.a.v.) evimize geldi ve senin oturduğun minder üzerine oturdu. Küçük kız çocukları deflerini çalıyorlar ve Bedir savaşında şehid düşen atalarımızın (kahramanlıklarını) dile getiriyorlardı. Onlardan biri, "Aramızda yarını(geleceği) bilen bir peygamber vardır" deyince, Rasûlullah (s.a.v.), "Bu gibi sözler söyleme, sus! Daha önce söylediklerini (veya benzerini) söyle"^ buyurdu.
c) Def çalma işi düğün veya bayram günlerine münhasırdı.
Maksadın ilân olduğu anlaşılınca, defin nefsanî heveslerle çalm-madığını ve bunun için de yanlarında zilleri olmayanın tercih edildiğini bir daha belirtmek isteriz. Defi tıngırdatırken; ya dasitanî kahramanlıkları dile getiren veya "Bizi selâmlayın, size selâm verelim" gibi sözlerin dışında bir manzume söylenmiyordu.
d) O günkü düğünlerde erkekler ile kadınlar bir arada bulunmazlardı.
Asr-ı saadette "velime" adı verilen yemekte erkekler ayrı bir yerde ağırlanırdı. Onlarla ilgili çalgılı bir program olmaz, oynayan ve zıplayan erkek bulunmazdı. Bu iddiamıza karşı Habeşistan'lı erkeklerin mescid-i nebevî'deki oyunlarını, hucre-i saadetin kapısı önünde duran ve Resûl-i Ekrem'in arkasına gizlenen Hz. Âişe'nin onları seyretmesini, aksi yönde bir delil olarak göstermeye kalkışanlar olabilir. Onlara bu durumun "hicâb âyeti" gelmeden önce cereyan ettiğini, Abdülvahhâb-ı Şâ'rânî'nin eserini okumalarını tavsiye ile yetineceğiz.(6)
Bu hususları dikkate alan iman ve insaf sahibi bir müslüman, telli, zilli ve nefesli çalgı âletleri ile güftesi nefse hitap eden ve şehveti tahrik eden türküleri nasıl mukayese edebilir? Hele bunların beraberinde utanmayı bırakmış ruhunu şeytanlara satmış, vücudunu insanlara teşhir etmeyi meslek hâline getirmiş bir "dansöz" de bulunuyorsa; ikisini aynı terazide tartabilir mi?
Mevzuu toparlamaya çalışırken okuyucularımızı İslâm âlimlerinin kaynak durumundaki eserleri ile başbaşa bırakarak ve "hak, ittibâ olunmaya daha lâyıktır" sözünü hatırlatarak aradan çekiliyoruz.
Nikâh aktine def çalmak suretiyle uygulanmakta olan ilân, zinâ ile suçlanma ihtimâlini tamamen ortadan kaldırmak maksadı ile yapıldığı için, defin zilsiz olması vâcibtir.^ Çalgının haram olduğunda bir hilâf (karşı görüş) yoktur. Eğer haram olan şeylerden uzak kalırsa düğün ve bayramlarda birazcık (def sesi) câiz görülmüştür.^
Ebülleys Semerkandî, hadîs-i şerifte def çalmanın ilândan kinâye olduğunu ifadeden sonra, "zamanımızda çalınan zilli deflere (yani mizher denilenlere) gelince bunların mekruh olması lâzımdır"^ demektedir.
Ashâb-ı tercihten bulunan Kadihân, "sadece ilân için, düğün gecesi def çalmakta beis yoktur" demektedir. Kadihân'ın fetvasındaki "sadece düğün gecesi kayd-i ihtirazisi ile Semerkandî'nin" zilli deflerin mekruh olduğu görüşünü son bir hatırlatma ile sözlerimi tamamlamak istiyorum.





(1)et-Tâcc. 2 s. 275.
(3)Bakınız: Tecrid-i sarih tercümesi c. s.205.
(4) et-Tâc c. 2 s. 275.
(5) Tuhfet'ül-Ahvezi c. 4 s. 211-212.
(6) Keşfül-ğumme anil-eimme c. 2 s. 58.
(7) Fetâvâ-i Gıyâsiye s. 109.
(8) Fetâvâ-i Hâmicliye c. 2 s. 304.
(9) Büstân'ül-ârifin s. 117.



Alt Konulari