Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

LİVATA

Livata kişinin karısı ile de olsa arkadan cinsi münasebette bulunması­dır. Bunun hükmü zinanın hükmü gibidir. Yani bu fiili yapan kişiye uygu­lanan ceza zina eden kişinin cezasıdır. Çünkü yaptığı bir fuhuştur. Bu kö­tü işin faili evli ise recmedilir, evli değilse yüz değnek vurulup bir yıl sürgün edilir. Kendisine livata yapılan kişinin durumuna gelince ister evli olsun ister evli olmasın evli olmayanın cezası ona uygulanır.

Hayvanlarla temasta Şafii mezhebinin en muteber görüşüne göre hay­vanla temasta bulunan kişiye recm cezası uygulanmaz. Çünkü bu fiilde uygun bir zevk düşünülemez. İnsan tabiatı bundan nefret eder. Bu neden­le bu kötü işte bulunan kimseye önleyici bir ceza vermek gerekir. Bu ki­şinin cezası tazir, dövmek, sürgün, haps ve kınamak gibi cezalardır.

İbni Abbas (r.a.)´dan şöyle rivayet edilmiştir: "Hayvanala cinsi müna­sebette bulunana hadd cezası yoktur." [1] Ayrıca tenasül organıyla yaban­cı bir kadının vücuduna temas ettirmesi ya da kadının tenasül uzvum yabancı bir erkeğin vücuduna temas ettirmesi veya onu öpmesi yahut bu­na benzer teşhir edici davranışlarda bulunulması halinde tazir cezası gere­kir. Bu tazir cezasının şekli müslüman ve adil olan hakimin uygun gördü­ğü dövme, sürgün etme, hapsetme ve kınama gibi ceza şekilleridir. Karısı ile arkadan cinsel temasta bulunma veya yabancı bir kadına ferci dişinde tamasta bulunan kişiye uygulanan ceza şekilleri de şer´an tayin edilen ce­zaların en azını geçmemelidir

Hadd cezasının en azı, içki içen kişiye uygulanması gereken cezadır Bu ceza da elli değnektir. Tazirin cezası ise elli değnekten daha az olmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyunmuştur:

"Her kim hadd olmayan bir konuda ceza vermede aşırıya giderse o kişi saldırganlardandır." [2]



Kazf Haddi (Zina İsnadi Cezası)


Bir kişiye zina iftirasında bulunana sekiz şartın bulunmasıyla kazf haddi uygulanır.

Böyle bir durumda 8 şart aranır: Bunlardan üç şart kazf edende aranır.

1. Baliğ olmak.

2. Akıllı olmak.

3. Zina ile iftira ettiği şahsın babası olmamak.

Beş şart ta makzufta aranır.

1. Müslüman olmak.

2. Baliğ olmak.

3. Akıllı olmak.

4. Hür olmak.

5. İffetli olmak.

Hür kişiye seksen kırbaç, köleye ise kırk kırbaç had cezası uygulanır.

Üç şeyle kazf haddi sakıt olur.

1. Şahitlerle ispatlamakla.

2. Makzufun kazifi affetmesiyle.

3. Karıya atılan zina suçunu Han etmekle.

Kazf, bir kimsenin birisini zina ile suçlamasına denir. Mesela bir kim­se birisine, ´Ey zani´ veya ´Sen zina ettin!´ ya da bir kadına ´Kahpesin!´ demesi.

Kazf, büyük günahlardandır. Bu davranışta bulunan kişi baliğ, akıl sa­hibi ve kendisine bu suçu isnad ettiği kimsenin usulünden (ana-babasından) olmayıp, had cezasına çarptırılarak kendisine seksen değnek vuru­lur.

Şahitler dört kişiden az olmaması durumunda zina için şahidlik yap­mak kazf değildir. Çünkü burda yeteri kadar şahit olduğu için zina haddi uygulanır. Ancak şahitlerin sayısı dörtten aşağı oldu mu, kazf olarak ka­bul edilir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira eden, sonra dört şahid getirmeyen kimselerin her birine de seksen değnek vurun" (Nur: 24/4)

Peygamberimiz (s.a.v.) büyük günahları sayarken, kazfı şöylece ifade etmiştir:

"... zinadan habersiz iffetli müslüman kadınlara zina isnadında bulunmak." [3]

Zinadan, hanımına dübüründen yaklaşmaktan uzak, baliğ, akıl sahibi ve hür müslümanı bu suçlarla itham edip, delilleriyle isbatlayamayan kişi, hükümlere tabi bir mükellef ise, ister hür olsun ve ister köle olsun onun için kazf cezası sabit olur.

Gerek bu suçu isnad eden ve gerek kendisine bu suç isnad edilen kişi­de bu şartlardan biri sakıt olduğunda had cezası kalkıp, ta´zir cezası uy­gulanır.

Bir müslümanın, bir din kardeşine zina suçunu isnad etmesi her ne su­retle olursa olsun haramdır. Yalan yere bu suçu isnad ediyorsa zaten iftira­dır.

Kazf büyük günahlardandır. Doğru ise dahi yine de bundan ictinab (uzak durması) etmesi gerekir. Çünkü Allahu Teala´nın örtünmesini iste­diği emrettiği sırları açığa çıkarmaktır. Bu nedenle namus ve ırza büyük bir leke bırakıldığı için çirkinliklere sebebiyet verir.

Bunun cezası seksen değnektir. Tevbe etmediği sürece şahitliği ve mürüvvetliği kalkmış olur. Kendisiyle birlikte dört şahit getirip ispatını yap­mazsa ve zinaya uğratılan kimsenin affını almazsa bu ceza uygulanır.



İçki İçmenin Cezası


Şarab veya sarhoşluk veren herhangi birşeyi içene 40 kırbaçla had cezası uygulanır. İmam bu cezayı tazir cezası ile kırbaçların sayısını sekse­ne çıkarabilir.

İki şeyle içki haddi gerçekleşir:

İki şahidin şahitlik etmesi veya içki içen kişinin itiraf etmesidir.

Birinin kusmasıyla veya içki kokusu vermesiyle had uygulanmaz.

İçki içmek haramdır. İçkiden maksat, ister üzüm suyundan yapılmış olsun, ister başka bir şeyden yapılmış olsun sarhoş edici her sıvı şeydir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları ancak Şeytan´in birer işi olan pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz" (Maide: 5/90)

İçkiyi içerek tedavi olmak haramdır. Ancak bir ilaçta alkol bulunur ve kullanılan bir ilaç olup, onun yerini tutacak başka bir ilaç yoksa, o zaman onunla tedavi caiz olur. Diğer necis şeylerde de, eğer onların yerini alacak başka bir ilaç yoksa onlarla tedavi caizdir.

Susuzluktan dolayı içki içmek caiz değildir. Çünkü susuzluğu gidermediği gibi aksine arttırır da. Ancak lokma boğazda kalır ve boğulma teh­likesi olup içecek başka bir şey bulunmadığı takdirde zarurete binaen lok­mayı indirecek miktar içilebilir.

İçki içenin erkek olsun, kadın olsun, hür ise cezası kırk değnektir.

Resulullah (s.a.v.) içki içmekten dolayı hurma ağacı dalları ve ayakka­bılarla kırk celde dövmeyi emretmiştir.

Enes bin Malik şöyle rivayet etmektedir:

"Allah´ın resulü şarap içene ayakkabılarla ve hurma dalları değnekleriyle kırk defa vururdu." [4]

Köle içecek olursa, kendisine yirmi değnek vurulur. Ancak diğer üç mezhebe göre, içki içenin cezası, hür için seksen değnek ve köle için kırk değnektir.

Şafii Mezhebi´ne göre de, Devlet Başkanı ta´zir cezasını; hür için ce­zayı seksene ve köle için yirmiden kırka çıkarabilir.

Eroin, afyon, uyuşturucu imali için kullanılan haşhaş ve benzeri aklı uyuşturan otların hepsi haramdır.

Ancak bunları kullanana had cezası uygulanmayıp, bu çirkin alışkan­lıklardan meneden ta´zir cezası uygulanır.

Bunlardan sıvılaştırılan maddeler, içki kadar etkili olmadıkça, onlarda da had cezası yoktur. Ancak içki kadar alkolü fazla olursa, onlar da içki gibi değerlendirilerek had cezası uygulanır.

Ameliyat ve benzeri tıbbi müdahaleler için uyuşturucu maddeleri zerketmek, narkoz vermek veya gerekirse yemekte bir mahzur yoktur. Ancak böyle bir iş için içki içirmek haramdır.

Kan, yılan eti, sidik ve içkiye bulaşmış macunu ele alıp dokunmak ha­ramdır.



Hırsızlıkların Cezası


Hırsızlık yapanın eli üç şartla kesilir:

1. Baliğ olması.

2. Akıllı olması.

3. Çalınan malın 1/4 dinar değerinde olması.

4. Koruma altında bulunması.

5. Çalanın bu mal üzerinde şüphe ile de olsa herhangi bir hakkının bu­lunmaması.

İlk hırsızlığında sağ el bilekten kesilir, ikinci hırsızlığında sol ayak, üçüncü hırsızlığında sol el, dördüncü hırsızlığında sağ ayak kesilir. Bun­dan sonra da hırsızlığa devam ederse tazir edilir. Bir görüşe göre ölüme terkedilir.



Hırsızlığın Cezası


Hırsızlığa ceza uygulanması ile ilgili müeyyide, insanların malları ko­ruma altına alınmış ve himaye edilmiştir.

Delili, Allah-u Teala Kur´an´ı Kerim´de şöyle buyurur:

" Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah güçlüdür, hakimdir." (Maide:5/38)

İslam dini, can damarı olması bakımından mala değer vermiş ve fertle­rin mülkiyetine saygı göstermiştir.

Aynı zamanda İslam, insanların mali haklarını mukaddes saymış ve herhangi bir şekilde kişinin malına tecavüz edilmesini helal saymamıştır.

İslam; hırsızlık, gasb, yankesicilik, hıyanet, faiz, aldatma, ölçü ve tar­tıda hile ve rüşveti haram kabul etmiştir. İslam hırsızlık konusunda şid­detli davranmış, hırsızlığın bizzat yapıldığı organ olan elin kesilmesine hükmetmiştir. Bunda açık bir hikmet vardır. Çünkü hain el, hasta organ gibidir ki, vücudu kurtarmak için onu kesmek, akılların ve kanunların itti­fak ettiği bir konu olup bütünün yerine parçayı feda etmek gerekir. Yine bunun gibi, hırsızın elini kesmekle, insanların mallarını çalmayı içinden geçiren kimselere bir ibret vardır ki, elini insanların mallarına uzatmaya cesaret edemez.

Yukarıda sayılan şartlardan 1 tanesi de eksik olsa had cezası uygulan­maz. Ana-babaların ve evlatların birbirlerinin mallarını çalmaları ve kö­lenin efendisinin malını çalması hallerinde de el kesilmez.

Günümüzde aklı kıt ve İslam´ı gerçek bir şekilde bilmeyenler ´İslam el keser´ bahanesi ve iddiasıyla aşağılık görüş ileri sürerler.

Bir kere hırsızlık veya buna benzer had cezalarının uygulanması için İslam, eğitim hususunu ön safhada tutar. Bugünkü şartlarda ve bugünkü ekonomik durumlarda İslam adına böyle müeyyideleri ön görüp uygula­mak değil İslam´a, normal bir aklı selime dahi sığdıramayız.

Ancak, eğitim ve ekonomik buhranlar çözülür, herkese çalışması için iş imkanları karşılanır, bundan sonra kişi halen de tembelliğe yeltenir, be­davadan yaşayayım fikri ve düşüncesi ile başkalarının malını çalarsa -ta­bii ki herkesin de buna hak vermesi lazım gelir ki- bu cezalar uygulanır.

Hırsızlıkta cezanın uygulanması için çalmınan malın bir dinarın dörtte birinden daha fazla bir değerde olması gerekir.

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Hırsızın eli ancak dinarın dörtte biri ve daha fazlası için kesilir," [5]

Çalınan malın saklanmış veya koruma altında olan bir yerden çalınma­sı gerekir.

Kişinin çalmış olduğu malda herhangi bir hakkının olmaması gerekir. Kişi şüphe ile de olsa malının içinde bulunduğu bir eşyayı çalarsa onun eli kesilmez. Çocuk babasının veya baba çocuğunun malından çalarsa ce­za uygulanmaz. Çünkü çalınan malda nafakanın mülkiyetine benzer bir durum vardır.

Hırsızlık yapanın sağ eli mafsal kemiğinden kesilir.

İbni Mes´ud şöyle rivayet etmektedir:

"Onları (hırsızları) sağ taraflarından kesin."

Taberi´nin rivayet ettiği bir hadiste, "Hazreti Peygamber´e hırsızlık ya­pan birisi geldi. Hazreti Peygamber onun sağ tarafından kesti." [6] denil­mektedir.

Kesilmenin mafsal kemiğinden olmasına delalet eden şu hadistir.

Sefvan bin Umeyye (r.a.) El-Batha denilen yerde uyurken bir kişi onun başının altında bulunan hırkasını aldı. Sefvan onu yakaladı ve Resulullah´ın huzuruna getirdi. Resulullah (s.a.v.) onun elinin mafsal kemiğin­den kesilmesini emretti. [7]

Hırsızlık yapan kişi ikinci defa hırsızlık yaparsa onun sol ayağı kesilir. Buna delalet eden Hz. Ali´den gelen şu rivayettir:

"Kişi hırsızlık ettiğinde sağ eli kesilir, tekrar ikinci defa hırsızlık etti­ğinde sol ayağı kesilir."

Ayak topuk mafsalı ile birlikte kesilir. Hazreti Ömer (r.a.) bu şekilde yapmıştır.

Hırsızlık yapan kişi üçüncü defa hırsızlık yaparsa sol eli, dördüncü de­fa hırsızlık yaparsa sağ ayağı kesilir.

Hazreti Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kişi hırsızlık yaparsa (sağ) elini kesin. İkinci defa hırsızlık yaparsa (sol) ayağını kesin. Üçüncü defa hırsızlık yaparsa (sol) elini kesin. Dör­düncü defa hırsızlık yaparsa (sağ) ayağını kesin." [8]

Hırsız bundan sonra yine hırsızlığa devam ederse tazir edilir. Bazı gö­rüşlere göre öldürülür. Adaletli islam hakimi uygun gördüğü ceza şekille­riyle cezalandırır. Yani .dövmek, hapsetmek, sürgün etmek gibi engelleyi­ci cezalar uygulanır.

El kesmenin cezaları aşağıdaki şartlarda uygulanır:

1) Hırsız, mükellef diyebileceğimiz akıllı ve ergenlik çağında olacak.

2) Çalınan mal 1/4 dinar değerinde veya başka kuvvetli görüşlere göre bir altın kıymetinde olacak.

3) Mal, muhafazalı bir yerden çalınacak.

4) Çalınan malda hırsızın şüpheyle de olsa hiç bir hakkı olmayacak.

5) Hırsızlığın yapıldığına dair o hırsız üzerine had uygulanması için iki adil şahit veya hırsızın kendi itirafı olacak.

6) Çalınan mal; çabuk bozulabilir, süt, et veya yaş meyve türlerinden olmayacak.

7) Hırsızın eş, baba veya çocuğu gibi mal sahibinin yakını olmaması.

Burada anlaşılıyor ki bu işte çok büyük ibretler vardır. Ayrıca mahke­meye başvurmadan önce, hırsız o malı sahibine iade ederse, açlık, fakir­lik, yokluk ve mahrumiyet gibi temel zaruretlerden dolayı hırsızlık yapıl­mışsa bu ceza uygulanmaz.



Yol Kesenlerin Cezası


Yol kesenler dört kısma ayrılır:

1. Öldürüp mal almıyanlar. Bunların cezası öldürülmektir.

2. Öldürüp mal alanlar.

Bunların cezası öldürülerek asmakla teşhir etmektir.

3. Mal alıp öldürmeyenler.

Bunların cezası hırsızlık haddindeki sıraya göre el ve ayakları kesile­cektir.

4. Yolları kontrol altına alıp öldürmeyen ve mal almayanlar. Bunların cezası öldürülmeyip haps ve tazirdir.

Bunlar yakalanmadan önce tevbe edip uslanırsa hadde tabi tutulmaz­lar. Ancak kısas ve mal gibi başkalarının hakkı üzerlerinde varsa kendile­rinden alınacaktır.

Yol kesenlere uygulanması gereken ceza için Allah´u Teala´nın şu ayeti kerimesi delil olarak gösterilir:

"Allah ve resulüne muhalefet edip, yeryüzünde fesatlık çıkaranların cezaları ancak öldürülmek veya asılmak ya da elleriyle ayakları çapraz kesilmek ve yahut ta yeryüzünden sürülmektir, işte bu ceza onlar için dünyada rezil ve rüsvay olmaktır. Onlar için ahirette de büyük bir azap vardır." (Maide: 5/33)

´Allah ve Resulüne muhalefet edenler´ den kasıt, Allah´ın kullarına zul­mederek Allah ve Resulü´nün emirlerine muhalefet etmektir.

´Yeryüzünde fesat çıkaranlar´ ise, hayatı fesatlığa sürüklemeye çalış­mak ve insanları öldürüp mallarını gaspederek kalplerine korku salarak yaşamlarını felce uğratmaktır.

´Sürgün edilmeleri´ ise memleketlerinden çıkarılıp uzaklaştırılmaları­dır.

´Rezil olmak da onların zelil ve hakir edilmesidir. Yol kesen kişilerden bir grup veya bir kimse yakalanmadan önce tevbe etseler onlardan bu ce­za düşer.

Yüce´Allah Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur:

"Ancak kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe etmeleri müstes­nadır. Allah çok merhametli ve affedicidir" (Maide: 5/34)



Cana, Mala Ve Namusa Saldırmak


Canına, malına ve namusuna tecavüz edilen kişi kendisini savunma zorunda kalarak karşı tarafı öldürürse zamin olmadığı için ona kısas, di­yet veya keffaret lazım gelmez. Bir hayvana binmiş vaziyetteyken o hay­van birini basar veya malını telef ederse o kişi zamin (sorumlu) olur.

Cana, mala ve namusa saldırı yapan kişi öldürüldüğü taktirde ondan mes´ul olunmaz. Bu durumda kişi, müdafaası için günahkâr olmaz. Kişiye saldıran biri eğer insan ise onu öldürse sorumlu olmaz. Diyet ve kefaletin hiç biri de ona ödenmesi gerekmez. Ona saldıran hayvan ise ve kişi onu öldürse değerini vermeye mes´ul değildir. Kendini müdafaa eden kişi mü­dafaa edecek güçte değilse ve karşı koyarken öldürülse şehittir. Buna de­lil olan şu ayet-i kerimedir:

"... o halde size saldırana, onun size saldırdı­ğı gibi siz de saldırın" (Bakara: 2/194) Yani saldıran kişiye saldırganlığının benzeriyle mukabele etmek gerekir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Kim malını müdafaa ederken öldürülürse şehittir. Kim ırzını, kanını veya ehlini mü­dafaa ederken öldürülürse şehittir." Buradaki ehilden kasıt kişinin kızı, zevcesi, kız kardeşi, annesi ve bunların dışında olan yakınlarıdır.

Zulme uğrayan kir kişi görüldüğünde ona yardım etmek gerekir. Pey­gamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Kişinin yanında bir müslüman zulme maruz kalırsa, kimin müdafaa etme gücü olduğu halde yardım etmezse kı­yamet gününde Allahu onu insanlara karşı zelil ve rüsvay eder." [9] Hayvana binili vaziyette iken birine zarar verildiği taktirde kişi sorumlu­dur. İster elleri ile ister ayakları ile ister ağzı ile zarar versin farketmez. Çünkü bu durumda zarar veren hayvan sahibinin kontrolü altındadır. Bu­na delil olarak şu hadisi şerifi gösterebiliriz. Hz. peygamber bahçe sahip­lerine bahçelerini gündüz korumayı emrederdi. Hayvan sahiplerinin de hayvanlarının geceleyin kaptıkları zararı ödemesine hükmederdi. [10]



Asilerle Savaşmak


Asilerle savaşmak üç şartla vacip olur:

1. Asilerin bir kuvvet oluşturmaları.

2. Halifenin kontrolünden çıkmış olmaları.

3. Ellerinde isyanlarında haklı olduklarını gösteren bir delil veya te´vil olması.

Asilerin esirleri öldürülmez, malları ganimet olarak alınmaz, yaralıları ölüme terkedilmez.

Adalet sahibi olan islam halifesine karşı çıkan gruba Asi (bağı) denir.

Bunlarla savaşmanın delili şu ayeti kerimedir:

"... Eğer mü´mirilerden biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Al­lah´ın emrine dönmelerine kadar ´savaşınız. Eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz..." (Hucurat: 49/9) Yukarıdaki 3 şartı kendilerinde bulunduran bu "Asi" grup veya gruplarına elçi gönderilerek barışa, sükuna ve varsa hak­sızlıkların giderilmesi için uzlaşmaya çağrılır. Haksızlıklar ve varsa yan­lışlıklar giderilir. Yine de isyan etmeye devam ederlerse halife onlara nasihatta bulunur. Bununla da yola gelmezlerse kendilerine karşı savaş açı­lır. Asiler tamamen kontrol altına alındıktan sonra varsa malları geri veri­lir. Hz. Ali kendisine karşı çıkan Hariciler´e İbni Abbas´ı göndermiş, onun vasıtasıyla onlara nasihat etmiş. Bunun üzerine Hariciler´den dört bin kişi reisleri İbni Kavva ile birlikte tevbe ederek dönüş yapmışlar. Geri kalanları da ısrar etmiş, Hz. Ali de onlarla savaşmıştır. [11]



Mürtedin Cezası


İrtidat edene islam dinine dönmesi için üç defa teklif edilir. Eğer tevbe edip dine dönerse herhangi bir ceza uygulanmaz .

Ama mürtedlikten dönmezse, öldürülür. Öldürülen bu mürted yıkan­maz, üzerine cenaze namazı kılınmaz. Müslümanların mezarlığına defne­dilmez.

İrtidad (dinden çıkma) ölümle sonuçlanırsa, yapılan amellerin hepsini yok eder. Mürted olan kişi, sanki hiç hayırlı bir amel yapmamış gibi olur. Ameli, sevaptan tecrid edilmiş olarak kendisine döner. Amelinin geri dönmesinin yararı , onu kaza etmesini gerektirmez ve ahiret´te ondan do­layı sorguya çekilmez.

İrtidad, mükellef ve muhtar olan kimsenin küfrü niyyet etmek, küfrü gerektiren bir davranışta bulunmak veya küfrü gerektiren bir söz söyleye­rek müslümanlığına son vermesidir.

Her müslümanın dinini fesada götüren ve ona ve dinine son veren davranışlardan uzak durması gerekir. Ama ne yazık ki, günümüzde insanlar söylediklerine aldırış etmez olmuşlardır. Öyle sözler söyleni­yor ki bu sözler onları İslam´ın dışına çıkarmakta ve bunun küfür oluşu bir yana, onu bir günah olarak da kabul görmemektedirler.

Mürtedin hekmü: İslamdan dönen kişi üç güne kadar tevbeye davet edilir. Tevbe ederse müslüman olur , etmezse öldürülür. Bu konuda İbni Abbas (r.a.)´tan rivayeten Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

"İslamdan dönen kişiyi öldürünüz" [12]

Abdullah bin Mes´ud (r.a.)´dan rivayete göre peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah´tan başka ibadete layık hiç bir ilah bulunmadığına ve benim de Allah´ın bir elçisi olduğuma şehadet eden müslüman kimsenin kanı helal olmaz. Ancak şu sebepten biri ile helal olur. Evli olduğu halde zina et­mekle, haksız yere bir insan öldürmekle ve islam dinini terkedip dininden ayrılmakla." [13] İslamdan dönen kişiyi tevbeye davet etmek vacibtir. Yani önce tevbe etmesini daha sonra tekrar İslama dönmesi ondan istenir. Bu­na rağmen İslama dönmezse öldürülür.

Cabir (r.a.)´dan şöyle rivayet edilmiştir: "Ümmü Ruman isimli bir ka­dın mürted oldu. Hz. Peygamber onun tekrar İslama davet edilmesini, ka­bul etmediği taktirde öldürülmesini emretti." [14]

Bazı alimler şöyle demiştir: Mürted olan kişiye üç güne kadar süre ve­rilir bu sere içerisinde tevbeye davet edilerek İslama dönmesi istenir.

Hz. Ömer´in (r.a.) şu rivayetini delil gösterilebilir. Hz. Ömer (r.a) dö­neminde onun haberi olmadan mürted olan birisi ona mühlet verilmeden öldürüldü. Bunu duyan Hazreti Ömer sinirlenerek şöyle dedi:

"Niye onu üç güne kadar hapsetmediniz, her gün yemek yedirmediniz ve onu tevbe etmeye davet etmediniz, belki tevbe edip Allah´a dönerdi." Ve şöyle devam etti: "Allahım bu işte ben hazır değildim, onlara emret­medim ve öğrendiğim zaman razı olmadım" [15]

İrtidad üç kısımdır ve her kısım kendi içinde bölümlere ayrılır:



1) Akide Konusunda Olan İrtidad:


Allah´ın varlığı hususunda şüpheye düşmek, Efendimiz Muhammed (s.a.v.)´in Allah Resulü olup olmadığını şüphe etmek, Kur´an hakkında şüpheye düşmek, Allah´ın kitabı, O´nun kelamı mıdır, yoksa efendimiz Muhammed (s.a.v.)´in midir?

Ahiret, Cennet, Cehennem, sevap ve günahtan şüphe etmek gibi. Ya­hut Peygamberimiz (s.a.v.) hususunda ayet-i kerime ile ispatlı bulunan Miraç olayı İsra´ (Peygamber (s.a.v.)´in Mescid-i Haram´dan Mescid-i Aksa´ya (ge­ce yürüyüşü), tevatürle sabit olan peygamberlerin mucizeleri, ilim gibi Allah´ın vacib sıfatlarından biri veya Allah´ın sıfatlarından başka birine inanmamak, Allah´ın ondan beri olduğu hususunda icma bulunan bir sıfa­tı Allah´a yakıştırmak.

Mesela O´nun -haşa- sair cisimler gibi bir cisim olduğunu söylemek. Din´de bilinmesi zaruri olan ve haramlığı sabit olan bir şeye helal olduğu­nu söylemek. Zina, livata veya öldürmenin helal olduğunu söylemek gibi. Aynı şekilde helal olan bir şeye haram demek, alış-veriş ve nikahın haram olduğunu söylemek gibi Vacib olduğu hususunda icma bulunan bir şeyi reddetmek. Beş vakit namazı, bu namazlardan bir secdeyi, abdesti, zekatı, oruç veya Hacc´ı reddetmek gibi. İcma ile vacib olmadığı sabit olan bir şeyin vacib olduğunu söylemek. Beş vakit namazı bir rek´at veya secde ilave etmek gibi. Meşruluğu icma ile sabit olan bir şeyi reddetmek. Farz namazlara tabi olan sünnetleri reddetmek gibi.

Gelecekte küfre girmeye azmetmek veya küfürde tereddüt etmek. Bu durumda olan kişi o andan itibaren küfre girmiş olur. Çünkü imanın sü­rekliliği vaciptir. Onda tereddüd göstermek, ona aykırıdır. Ancak vesvese bunun dışındadır. Mesela, birinin düşüncesinden küfür geçmesinden do­layı tekfir edilmez. Çünkü vesvese, azmetmeye engel değildir.

Hz. Ebu Bekr (r.a.)´ın sahabe olduğunu reddetmek veya hakkında ic­ma bulunan peygamberlerden birinin peygamber olduğu kendisine öğre­tildiği halde inad olarak o´nu reddetmek.

Kur´an´da olduğu icma´ ile sabit olan bir harfi inkar etmek veya Kur´an´dan olmadığı icma´ ile sabit olan bir harfin Kur´an´dan olduğunu söylemek. Bir peygamberi yalanlamak. Yahut Peygamberimiz (s.a.v.)´den sonra bir peygamberin geleceğine inanmak. Yine, peygambeiliği iddia et­memekle birlikte kişinin kendisine vahiy geldiğini söylemesi küfürdür.



2) Fiiller (Hareket Ve İşler) Konusunda Olan İrtidad:


Güneş veya Ay gibi bir puta veya herhangi bir yaratığa secde etmek. Ancak zaruretten dolayı olursa, o başka. Darü´l-Küfür´de bulunan bir kimsenin korkusun­dan dolayı bir kâfirin huzurunda secdeye kapanması gibi. Kişi bundan dolayı tekfir edilmez.

Günümüzde gelenekleşmiş olan baş eğme ve rükua varmayacak şekil­de eğilmeye gelince, bu mekruhtur. Bunun için baş eğmenin de dinimize göre derin anlamlarını bilerek burda da dikkat etmeliyiz.



3) Sözlerde İrtidad:


İrtidada sebep olan sözler çoktur.

Günümüzde bu sözler o kadar yaygın hale gelmiştir ki o sözleri düşün­mek dahi tüylerimizi ürpertir. Bunların hepsini burada sıralamak müm­kün değildir. Ancak bir kısmına işaret edeceğiz:

Bir müslümana ´yahudi´ veya ´hıristiyan´ diye hitab etmek. Ya da müslüman´a ´dinsiz´, ´imansız´ demek.

Allah´ın isimleriyle alay etmek. Ya da cennet, sevap veya cehennem ve ceza vaadleriyle alay etmek.

´Allah, bana şunu emretmiş olsaydı yapmazdım.´ yahut; ´Allah, bana cenneti verse, ona girmem´ diyerek alay etmek ve Allah´ın emirlerine kar­şı olduğunu açığa vurmak. Ya da; ´Bu fakir ve hasta halime rağmen na­mazı terketmemden dolayı Allah bana ceza verecek olsa, bana zulmetmiş olur´ demek.

Peygamberler, melekler ve bütün müslümanlar, gelip ´Şu şey, şöyle­dir, diyecek olsalar, yine inanmam´demek.

Alay ederek ve Sünnet´i küçümseyerek, ´Bu iş Sünnet´te olsa onu yap­mam´demek.

Allah´tan veya meleklerden veya Kur´an´dan veya şeriatten yahut da İslam´dan beri olduğunu söylemek.

Şeriatın hükümlerine rıza göstermediğini söylemek yahut alay ederek ´Ben böyle bir hüküm tanımıyorum.´ demek.

´Namaz kıldığımdan beri hayır görmedim´ yahut, ´Namaz, bana bugüne kadar hiç bir yarar getirmedi.´demek...

Netice olarak, yukarıdaki söz ve fiiller kasıtlı yapıldığı ve dini esaslar­la alay etme ve onları küçümseme kasdıyla yapıldığı takdirde irtidat olup, kişiyi küfre götürür. Değilse, irtidat olmaz ama, mü´min bütün bunlardan sakınmalıdır. Kendisinden irtidat vaki´ olan kimse, kelime-i şehadeti tekrarlamalı, irtidada sebep olan hususu hemen terketmeli, kendisinden sa­dır olan o duruma pişmanlık duyarak, bir daha benzeri bir durumla karşı­laşmamaya azmetmeli ve o müddet içerisinde kaçırmış olduğu dini gö­revlerini yerine getirerek İslam´a dönmelidir. Tevbe etmediği taktirde, ondan tevbe etmesini istemek gerekir. Ya tekrar İslam´ı kabul eder yahud öldürülür. İrtidad etmekle orucu, teyemmümü ve nikahı batıl olur. İddet içerisinde İslam´a dönecek olursa nikahı geri döner. Bu durumda iken, ni­kahını kıymak sahih olmayıp, kestiği hayvanın eti yenmez. Ne kendisi varis olur ve ne de ardından bıraktığı mala mirasçı olunur. Üzerinde cenazı namazı kılınmaz, yıkanıp kefenlenmez. Müslümanların mezarlığına defnedilmez. Cenazesi, yırtıcı hayvanların veya köpeklerin önüne atılır. Riddet üzere öldüğü takdirde, malı müslümanlar için fey´dir.

Allah´tan böyle bir duruma düşmemek ve müslüman olarak ölmek için son derece dikkatli olup, İmanımızı salih ameller ile takviye edelim.



Namazı Terkedenin Cezası


Namazı terkedenler iki çeşittir:

Biri, namazın farz olduğuna inanmayarak namazı terkedendir. Hükmü mürted hükmüdür.

İkincisi ise farziyetine inandığı halde tembelliğinden ötürü namaz kıl­mayandır.

Bunun da hükmü, tevbe edip namaza başlasa hakkında bir işlem görül­mez. Namaz kılmamaya devam ederse öldürülür, (Teçhiz ve tekfin) hük­mü müslümanlarınki gibi yapılır.

Namaz, müslümanın en belirgin alametidir.

Namazı eksik kılan ve terkedenlerin şiddetle cezaya çarpılacaklarını Allah Teala şu ayetlerde bildirmiştir:

"Bunların ardından bozuk bir nesil geldi. Namazı bıraktılar, şehvetle­rine uydular. Onlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır." (Meryem: 19/59)

Namaz, hidayete sevkeden büyük amellerdendir.

İbrahim (aleyhisselam) kendisini ve zürriyetini namaz kılanlardan yapması için rabbine şöyle dua etmişti:

"Rabbim beni de çocuklarımı da namaz kılanlardan eyle. Rabbim du­amızı kabul buyur." (İbrahim: 14/40)

"Vay haline o namaz kılanların ki namazlarında gaflet içindeler." (Maun: 107/4-5)



Namazı Terketmenin Hükmü


Namazı inkar ederek terketmek müslümanların icmai ile küfürdür ve İslam dininden çıkmaktır.

Namazın farz olduğuna inanmakla beraber, tembellik ve meşguliyet sebebi ile terkedene gelince; bunlar bir özür sayılmaz çünkü hadisler bu kimsenin de küfre girmiş olduğunu açıklamışlardır.

Namaz kılmayan kişinin küfre girdiğini açıklayan hadisler şunlardır:

1. Cabir(r.a)´den rivayeten, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kişi ile küfür arasında, namazı terketmek vardır." [16]

2. Büreyde (r.a.)´dan rivayeten, (s.a.v.):

"Bizimle kafirler arasındaki ahd namazdır. Kim namazı terkederse ka­fir olmuştur." [17] buyurmuştur.

3. Abdullah bin Amr bin As´dan rivayelen, Resulullah sallalahu aleyhi ve sellem bir gün namazdan bahsederken şöyle buyurmuştur:

"Namaza devam eden kimse için kıyamet gününde namaz bir nur, bir delil ve bir kurtuluştur. Namaza devam etmeyen kimseler için namaz bir delil ve kurtuluş değildir. Ve o kimse kıyamet gününde Karun, Fi´ravn, Haman ve Ubeyy bin Halef ile beraber olacaktır." [18]

Namazı terkedenin ahirette küfür önderleriyle beraber olması, o kim­senin kâfir olduğunu gösterir.

İbn Kayyım şöyle demiştir:

"Namazı terkedeni ya malı, ya reisliği, ya memuriyet görevi, ya da ti­careti engeller. Malı, namazını kılmaktan engelleyenler Haman´la bera­ber, ticareti engelleyenler Ubeyy bin Halef ile beraberdirler."





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ebu Davud, 4465, Tirmizi, 145.

[2] Beyhaki.

[3] Buhari, 2615.

[4] Müslim, 1706.

[5] Buhari, 6407, Müslim, 1684.

[6] Muğnil Muhtac, 4/177.

[7] En-Nihaye, 3/60.

[8] El-Ümm, İmam Şafii, 6/137; Muğnil Muhtac, 4/178.

[9] El-Müsned, İmam Ahmed, 3/487.

[10] Ehu Davud, 3570.

[11] Müsned İmam Ahmed, 1/87.

[12] Buhari, 2854.

[13] Buhari, 6484, Müslim 1676.

[14] Darekutni, 3/118.

[15] El Muvatta?-İmam Malik, 2/737.

[16] Müslim, 82.

[17] Ebu Davud, 4678; Tirmizi, 2621.

[18] Taberani ve İbni Hibban rivayet etmişlerdir.







Eserin yazarı: Kadı Ebu Şuca Eser: DELİLLİ ŞAFİ İLMİHALİ

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

DELİLLİ ŞAFİ İLMİHALİ

MollaCami.Com