Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

20. Konu : Sabır İle Şükürden Hangisinin Daha Faziletli Ve Üstün Olduğunun Tartışılması

Ebu'l-Ferec Ibnü'l-Cevzi bu konuda üç kavil zikretmiştir, birincisi sabır daha faziletli daha üstündür. İkincisi, şükür da­ha faziletli, daha üstündür. Üçüncüsü, sabırla şükür eşittir. Ni­tekim Ömer b. Hattab (r.a.) «Sabırla şükür iki deve farz edilse hangisine binsem aldırmazdım» demişti.

Şimdi sırasıyla sabrın üstün olduğunu iddia edenlerin leh­lerine ve aleyhlerine olan delilleri ve şükrün üstün olduğunu iddia edenlerin leh ve aleyhlerine olan delilleri Allah'ın yardı­mıyla zikredeceğim;

Sabrın faziletli ve üstün olduğunu iddia edenlerin delilleri :

Allah Teala, sabrı ve sabredenleri medb-ü sena ederek, sabrı emretmiş, dünya ve ahiretin hayrını, sabra bağlamıştır. Kitab-i Kerimin doksana yakın yerinde sabrı zikretmiştir. Sa­bır hakkında ve sabrın fazileti hakkında yukarıda geçen ayet-İ kerimeler ve hadis-i şerifler sabrm şükürden üstün olduğuna delalet etmektedir. Sabrın şükürden üstün olduğuna Resulul-lah (s.a.v.)'ın şu mübarek sözü kafidir, «Yemek yediren ve şük­reden, oruç tutup sabreden gibidir.» Resulullah (s.a.v.), bu mü­barek sözünü sabrın şükürden üstün ve derecesinin ondan yük­sek olduğunu bildirmek için zikretmiştir. Çünkü Resulullah ye­mek yedirip şükredeni, oruç tutup sabredene benzetmiştir. Ken-dîsîne benzetilenin mertebesi, benzeyenin mertebesinden daha yüksektir. Hadİs-i şerifde, «yemek yediren ve şükreden» ben­zeyendir, «oruç tutup sabreden» kendisine benzetilendir. Dai­ma, «kendisine benzetilen, durumuna göre, benzeyenden Üs­tün olur. Nitekim bir hadis-i şerifte buna benzer bir şekilde, «şarap İçmeye devam eden, puta tapan gibidir» buyrulmuştur. Biz, sabır hakkındaki deliller ile şükür hakkındaki delilleri karşılaştırdığımızda, sabır hakkındaki delilleri şükür hakkında­ki delillerden kat kat fazla buluruz. Bundan dolayı namaz ve cihad amellerin en faziletlisi ve üstünü olduğu için bunlar hakkındaki hadis-i şerifler daha çoktur.

Sabır, dînî meselelerin hepsinde lazımdır. Bundan dolayı, sabrın imandaki yeri, vücuda nisbetîe baş gibidir. Allah Teala, şükredene daha ziyade vereceğini haber vererek, «Ve düşünün ki, Rabbiniz şöyle ilan etmişti, 'And olsun, eğer siz şükreder­seniz elbette size (nimetimi artırırım» (tbrahim/7) buyurduğu halde sabredenlerin mükafatının hesapsız olduğunu haber ve­rerek, «Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir» (Zümer/10) buyurmuştur. Yine Allah Teala Hazretleri, şükre-dcnlerin mükafatını mutlak olarak zikredip, «Allah şükreden-leri mükaf atlandır acakdır» (Al-i îmran/144) buyurduğu halde sabredenlerin mükafatını «ihsan» ile kayıtlıyarak, «.Biz elbette o sabredenlere, yaptıkları amelin daha güzeli ile mükafatlarını vereceğiz» (Nahl/96) buyurmuştur.

Ebu Hürcyre'dcn, Allah Resulü «Aziz ve Celil olan Allah Teala buyurdu ki, «Adcmoğlunun her ameli kendisinindir. Yal­nız oruç müstesna. O benim içindir. Onun mükafatını ben vere­ceğim» buyurmuştur. Bu metin Buhari'nin rivayetidir.

Müslim'in rivayetinde, «Ademoğlunun her ameli kat kat verilir. Bir hasene, on mislinden yedi yüze kadar mükafatlan­dırılır. Yalnız oruç müstesna onun mükafatını ben veririm» buyrulmuştur. Çünkü oruç nefsin sabretmesinden, arzu ve İs­teklerinden mencdilmesinden ibarettir. Nitekim yukarıda ge­çen hadisin devamında, «Zira kulum, yemesini, nefsanİ arzu­larını, sırf benim İçin terkediyor» buyrulmuştur. Bundan dola­yı Resulullah (s.a.v.)'a amellerin hangisi daha faziletlidir diye sorulduğunda, «oruca sarıl, çünkü onun eşi ve dengi yoktur» buyurmuştur. Sabır, hevaya, kötü arzu ve isteklere davet ede­nin davetinden nefsi menetmek olduğu için ve gerçek oruç da, yemeğe, içmeğe ve cinsi yakınlık arzularına davet edenin dave­tinden nefsi menetmek olduğundan, «Ey iman edenler! Sabırla ve namazla (Allah'dan) yardım isteyin» (Bakara/153) ayet-i kerimesîndeki sabır, oruçla tefsir edilmiş ve ramazan ayma sa­bır ayı denilmiştir.

Selcf-i Salihindcn bazıları demiştir ki, «Oruç sabrın yansı­dır. Çünkü sabır, şehvete ve gazaba davet edenin davetinden nefsin korunmasıdır. Zira nefis hoşuna giden bir şeyin lezzeti- • ne kavuşmak için onu arzu eder. Hoşuna gitmeyen ve kendisi­ne acı ve elem veren şeyden nefret ettiği için ona gazap eder. Oruç gazab şehvetine değil, yalnız mide şehveti İle fere şeh­vetine karşı sabretmek olduğundan, orucun tamamı ve kemali ancak nefsin hem gazab hem de şehvet kuvvetlerinden mene-dilmesiylc olur. Nitekim, Allah Resulü buna işaret ederek. «Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün cahillik etmesin ve kimse ile didişmesin, şayet biri kendisine söver veya çatarsa, «ben oruçluyum» desin» buyurmuştur. Buharı, Müslim...

Allah Resulü, şehvet kuvveti ile gazab kuvvetinin ' ol­duğunu bildirmiştir. Oruçlu, bunlar ile orucunu ifsad etmek­ten sakınmalıdır. Mide şehveti ile fere şehveti orucu bozar,

e orucun sevabını giderir. Nitekim bir hadis-İ şerifde, bir kimse yalan ve yalancılıkla iş yapmayı terketmez-fci^yi içmeyi bırakıp da boşuna aç durmasın. Allah nez-ıfiiB' oun hiçbir kıymeti yoktur» buyrulmuştura, şükürden daha faziletli ve üstün olduğuna şu ayet-i afidir «Onlara bugün ben sabretmelerine karşılık mü-.. yerdim, îste onlar kurtulanların ta kendileridir» -n/111).

: Teala bu ayet-i kerimede, «Sabırlarının mükafatı .. .lan kurtarmış» olduğunu beyan buyurmuştur. Cena-Allah sabredenlerle beraberdir» (Bakara/153) buyur nui i;in, Allah Teala'nm kendisiyle beraber olmasına . :ik hiçbir şey yoktur. Ariflerden biri şöyle demiştir, hem dünya hem de ahiret hayrını elde etmişler-. aİi, onlar Allah Teala ile beraber olma şerefine nail :;ir. Zİra Allah TeaJa Hazretleri, «Rabbinin hükmüne y.itıkü sen bizim nezcretimizdesİn» (Tur/48) buyur-3u ayet-i Kerime, Allah Teala'nm hükmünü koru-; f muhafaza etmeye sabretmeyi içine almıştır. ;-öb-ı Hak, sabredenlere üç şey vaad etmiştir ki, bunt biri, dünyadan ve dünyada bulunanlardan daha haBu üç şey, - Allah Teala'nın sabredenlere mağrifeti, ive hidayetidir. Nitekim, Allah Teala Hazretleri, «Sab- müjdele ki onlar başlarına bir bela geldiği zaman, .CJı'ın (dünyada takdirine teslim olmuş kuüan)yız ve -.rette de) yine O'na döneceğiz.' derler. Onlara RableAiğüret ve rahmet vardır ve işte onlar hidayete eren-: kendileridir.-» (Bakara/I55-I56-157) buyurmuştur. Bu ,.-rime, hidayetin, yalnız sabredenlere mahsus olduğunu. Allah Teala, Kitab-ı Keriminin iki ayetinde olu nacak işlerden olduğunu haber vererek Resulü-amberlerden azim sahiplerinin sabrı gibi sabretmesini -.Fftirilcr, dünyadan çok şey elde etmek mümkün iken, azbinmenin ve zühdün (her türlü zevke karşı koyarak ibadete vermenin) daha hayırlı olduğu yönündedir.

Dünyadan az şeyle yetinmek sabredenlerin hali, çok şey elde etmek ise şükredcnlcrin halidir.

Hz. İsa aleyhisselam'a, «İki kimse bir hazineye tesadüf et-tİ, onlardan biri ona bir tekme atıp iltifat etmedi. Diğeri ise, onu alıp Allah yolunda harcadı. Bunlardan hangisi daha fazi­letlidir?» diye soruldu, isa aleyhisselam
İnsanlığın kemali üç şeydedir. Bunlar da; bilinmesi gerek­li olan faydalı İlimler, yapılması şart olan salih ameller ve bu ilimlerle salih amellere bağlı olan hallerdir. Bu ilimlerin, salih amellerin ve hallerin en faziletlisi ve üstünü Allah Teala'y' ve O'nun isimlerini, ve sıfatlarını ve faziletlerini bilmektir. Allah rızası İçin amel yapmaktır. Kalbi Allah'a bağlayarak, O'nu sevmek, azabından korkmak ve rahmetini ümîd etmektir. Dün­yada yapılacak işlerin en şereflisi ve üstünü bunlardır. Ahİrette de en üstün ve en faziletli mükafat bunlara verilecektir. Mak-sadların en muazzamı ve en büyüğü Allah'ı tanımak O'nu sev­mek, O'na İtaat ve ibadet ederek yakın olmaya çalışmak. En büyük hazzı ve zevki O'nun zikrinden almak ve O'na kavuş­mayı şiddetle arzu etmektir. İşte bunlar, dünya ve ahiret saa­detlerinin ta kendileridir. İşte bunlar bizzat yapılması istenilen gayeler ve maksatlardır. Kul, gerçek saadetin bunlar olduğu­nu ancak gözünden, gaflet perdesi açılıp, dünyadan ayrılarak, ahiret yolculuğu başladığı zaman anlayacaktır. Kul dünyada iken bunların gerçek saadet olduğunu bir bakıma anlasa da tam manasıyla anlayamaz. Çünkü dünyada kulun karşısına İm­tihan edildiği birçok minnet ve meşekkatlar çıkmaktadır. İşte bunlar kulun gerçek saadeti anlamasına mani olurlar. Şayet bunlar olmasaydı, kul gerçek saadeti kesin olarak bilirdi.

Bütün ilimler ve marifetler Allah'ın varlığını, birliğini ve O'nun İsim ve sıfatlarını bilmeye bağlıdır. İlimlerin faziletde farklı olmaları Allah Tcala'ya yaklaştırmalarına göredir. Al­lah'a en çok yaklaştıran ilim, İlimlerin en üstünü ve en yüce­sidir.

Kalbin hali de böyledir. Kalbi yaratılmış olduğu maksada ve gayeye en çok yaklaştıran hal hallerin en şereflisi ve en üstünüdür.

Ameller de böyledir. İstenilen saadetin elde edilmesine da­ha çok yaklaştıran ameller, diğer amellerden daha faziletlidir. Bundan dolayı namaz ile cihad, amellerin en faziletlisi ve en üstünüdürler. Çünkü bunlar istenilen maksad ve saadete en çok yaklaştırmaktadırlar. Buna göre gaye ve maksada eri çak yaklaştıran bir şey, ona az yaklaştırandan daha faziletlidir.

Allah'ı ve O'nun isimlerini ve sıfatlarını tanımaya ve O'nu sevmeye azabından korkmaya ve rahmetini ümid etmeye ha­zırlanmış olan bir kalbe yardım eden ameller, böyle olmayan amellerden daha faziletlidir. Bİr çok ameller, Allah'a yaklaş­tırmakta ortak olunca en çok yaklaştıran daha üstündür. Taat ve ibadetler, Allah'a yaklaştırmada ortak olduklarından dola­yı hup'isnin Allah için yapılması istenilmektedir.

Günahlar, kalbi, gaye ve maksadlardan uzaklaştırmada or­tak olduklarından yasak edilmişlerdir.

Taat ve ibadetlerin Allah'a yaklaştırmada, mahiyetler (gü-nahlar)'in de Allah'dan uzaklaştırmadaki tesirleri derecelerine göredir. Burada bilinmesi gereken mühim bir emir ve kaide vardsr. Bu da muayyen bir amel, kişisine göre, daha faziletli ve üstün olabilir. Mesela, malım harcayamayan zengin bir kİm-scjnin sadaka vermesi, nafile olarak gece namaz kılıp gündüz oruç tutmasından daha efdaldir. Düşmanın kendisinden kork­tuğu cesur ve yiğit bir kimsenin Allah'ın düşmanlan karşısın­da bir saat cihad etmesi hacc yapmasından, oruç tutmasından, saJaka vermesinden daha faziletlidir. Sünneti, helali, haramı, hayır ve şer yollarını büen bir alimin insanlara karışıp, onlara dinlerini öğretmesi, nasihat etmesi, bir köşeye çekilip namaz kılmasından, Kur'an okumasından ve teşbih çekmesinden da­ha faziletlidir.

Kulları arasında, hükmetmesi için, Allah Teala'nın tayin etmiş olduğu Veliyyül-emrin, haklı ile haksızın arasım ayırmak gayesiyle hadleri tatbik etmek için bir. saat oturması, baş­kasının senelerce nafile ibadet etmesinden daha faziletlidir. Ka­dınlara karşı -şehveti galip olan bir kimsenin oruç tutması, başkalarının zikretmesinden, sadaka vermesinden daha fazi­letlidir. Nitekim Resulullah (s.a.v.), Amr b. el-As (r.a.)'ı Halid b. Vclid (r.a.)'i ve diğer bazılarını emir, vali, tahsildar tayin edip, Ebu Zer (r.a.)'i tayin etmemiş ve ona, «Seni zayıf görü­yorum, kendim için sevdiğim şeyi senin için de seviyorum, ama, iki kişiye bile emir olma, yetimin malına vasi olma» bu­yurmuştur. Ync Resulullah (s.a.v.), Ebu Zer(r.a.)'e ve başka­sına oruç tutmalarını emrederek, «Oruca sarılın çünkü onun eşi ve dengi yoktur» buyurmuştur. Yine Allah Resulü başka birine sinirlerine hakim olmasını emrettiği gibi, diğer birine de devamlı Allah'ı zikretmesini emretmiştir.

Allah Teala, bir kulunun.kemalini murad ettiğinde, onun İstidadı ve kabiliyeti olan şeyde gücünü ve kuvvetini kullan­maya muvaffak kılar ve o da bu yolda gücünü ve kuvvetini kullanınca, diğer insanlardan üstün olur. Nitekim denilmiştir ki, filan kimse ilerlemeye devam etmektedir, onu çekemeyen­ler ise, «o kısa yoldan en yüksek makama ulaşacaktır» dediler.

Karın ağrısından şikayet eden bir hasta bunun ilacını kul­landığı takdirde fayda görür, fakat baş ağrısının ilacını kullan­dığı takdirde hiç bir fayda görmez.

Helaka sürükleyen cimriliği, yüz sene boyunca gündüzleri oruç tutmak ve geceleri namaz kılmak gideremez. Yine, nef^e ve nevaya uyma hastalığım, kendini beğenme hastalığını, çok Kur'an okuma,, çok ilim elde etme, zikretme, ibadet etme te­davi etmez. Bunu ancak onu kalbden çıkarıp, onun zıddı olan tevazuyu kalbe yerleştirmek suretiyle tedavi edebilir.

Eğer, «ekmek mi üstün yoksa su mu üstündür?» diye so­rulursa, buna, «yerine göre ekmek yerine göre su efdaldir» di­ye cevap verilir, öyleyse malı hayır yolunda sarfederek şük­retmek salih bir ameldir ki bununla kalpdeki cimrilik gideril­miş olur. Çünkü bu yüzden dünya sevgisi kalpden çıkmış olur. Bu sayede kalp Allah'ı tanımaya ve onu sevmeye hazırlanmış olur. İşte bunlar kalpdeki hastalığın ilacîdır. Çünkü kalpdeki hastalık, kalbi, maksadından ve gayesinden uzaklaştırmaktadır. Zahİd olan fakir, bu hastalıktan ve tedavisinden uzak bu­lunduğundan istenilen saadeti elde etmek içîn var kuvvetiyle çalışır.

«Şeriat çalışmaya teşvik ettiği halde fakirler çalışmamak­tadırlar» diye bir soru sorulacak olsa buna şöyle cevap verilir Bir doktorun bir ilacı övmesiyle, bizatihi ilacın kendisi murad edilmediği gibi, bizzat t> İlacın, kendisiyle hasıl olan şifadan da Üstün olması murad edilmiş değildir. Çünkü esas övülen ilaç değil ondan hasıl olan şifadır. îşte ameller de kalpdcki hasta­lıkların ilaçlarıdır. Kaîpdeki hastalıklar çok defa bilinmez. Şe­riat, amel ile elde edilen kalbin şifasına teşvik etmiştir. Nasıl ' kan alan kimse, hastayı öldürücü kandan kurtarırsa zekat alan fakir de zenginleri cimrilik hastalığından kurtarmış olur. Öy­leyse, sabredenlerin hali, sıhhat ve kuvvetini koruyanın hali gibidir. Şükredenin hali ise, hastalıklardan kurtulmak için, çe­şitli ilaçlarla tedavi olan gibidir. [22]




Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com