Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

19. Konu : Sabır; İmanın Yarısıdır; İman İki Sınıfdir, Bir Sınıfı Sabır, Diğer Sınıfı Şükürdür

İman, sabfr ile şükürden ibarettir. îman iki sınıfdır, bir sı­nıfı, sabır, diğer sınıfı şükürdür. Selefi salihinden birçokları,

«sabır imanın yarısıdır» demişlerdir.

Abdullah b. Mes'ud demiştir ki, «İman iki sınıfdır, bir sı­nıfı sabır, diğer sınıfı şükürdür. Bundan dolayı Allah Teala İbrahim suresinde, Şura suresinde, Seb'c suresinde, sabırla şükrün arasını birleştirerek, «Şüphesiz bunda çok sabırlı, çok şükür eden herkes için birçok ibretler vardır» buyurmuştur. İmanın böyle sınıflandırılmasının birçok sebebleri vardır.

Birinci görüş; (kalblc tasdik ve lisanla ikrar etmek), amel (taat ve ibadet etmek) ve niyetten ibaret olan iman, asılda iki kısımdır, biri fiil, diğeri ise terkdir. Fiil, Allah Teaîa'ya taât ve ibadet etmektir ki, şükrün hakikatidir. Terk ise günahlar­dan uzaklaşmaya sabretmektir. İşte dînin hepsi bu İki şey­den ibarettir. Biri emredilenleri yapmak, diğeri ise yasakları terketmektir.

İkincisi, iman iki asıl ve esas üzerine kurulmuştur. Biri yakın, diğeri sabırdır. Bunlar şu ayet-i kerîmede zikredilmiş­tir. «İçlerinden de sabrettikleri için, emrimizle doğru yolu gös­terecek Önderler yetiştirdik. Ve ayetlerimize yakın 'le sarılmış­lardı.» (Secde/24) «Yakın» ile emrin, nehyİn, sevabın ve ikabın (cezanın) gerçek manalarının bilinmesi murad edilmiştir. «Sahır» ile de emredilenlerin yerine getirilmesi, yasaklardan nef­sin men edilmesi murad edilmiştir. Emrin, nehyİn, sevabın, ve ikabm (cezanın) Allah tarafından olduğunu tasdik etmek, an­cak yakın, (kesin bilgi) ile hasıl olur. Emredilenleri yapmaya devam etmek, yasaklardan nefsi menetmek de ancak sabırla mümkün olur. Buna göre emredilenleri yapmakla, yasaklan terketmekle imanın yarısı sabır, diğer yansı, şükür olmuş olur

Üçüncüsü, iman kavil ile amelden ibarettir. Kavil, kalbin ve lisanın kavlidir. Amel ise, kalbin ameli ile, azaların amelidir. Yani, bir kimse Allah'ı kalbiyle bilip, lisanıyla ikrar etmezse, mü'min olamaz. Nitekim Allah Teala, Fİravun'un kavminden haber vererek, «Vicdanları da bunlara tam bir kanaat getirdiği halde sırf zulüm ve kibirden dolayı onları inkar ettiler» (Nemi/ 14) buyurmuştur. Yine Allah Teala, Ad kavmi ile Saîîh kav­minden haberle, «Ad ile Semud (kavimlerini) de (helak ettik). Onlara ne yapıldığı, meskenlerin (harabelerin)'den size belli olmaktadır. Şeytan onlara amellerini süslemiş bu suretle onları yoldan sapılmıştı. Halbuki onlar açıkgöz insanlardı» (Ankebut/ 38) buyurmuştur. Yine Allah Teala Hazretleri, Musa aleyhis-selamm, Firavun'a söylediğini haber vererek, «Musa (Fira­vun a); 'Pekala bilirsin ki, bu mucizeleri birer ibret olarak, göklerle yerin Rabbinden başkası indirmiş değildir.» (îsra/102) buyurmuştur. Bu kimseler, kalblerîyle Allah Teala'yı bildiler, fakat bilmekle mü'min sayılmadılar. Yine bir kimse, kalbinde olmayan şeyi, lisanıyla söylerse, bununla mü'min olmayıp bil­hassa münafıklardan olur. Yİne bir kimse, kalbiyle bilip lisa­nıyla ikrar ederse, Allah Teala'yı ve O'nun Resulü'nü sevme­dikçe, Allah'ın dostlarını dost, düşmanlarını düşman edinmedik-çe, kalbiyle Allah'a teslim olup, onun Resulü'ne tabi olup, şe­riatı tam olarak kabul etmedikçe-yalnız kalbiyle bilip, lisanıy-îa ikrar etmekle mü'min sayılmaz. Emredilenleri tam olarak yapmadıkça, İmanı kemale ermiş olmaz.

İşte bu "dört asıl ve esas imanın üzerine kurulduğu esaslar­dır. Bunlar da ilim ile amelden ibarettir. İlim ile amelden her biri ancak sabır ile elde edilir. Buna göre, iman iki kısımdır. Biri sabırdır. Diğeri sabırdan doğan ilim ile ameldir.

Dördüncüsü, nefsin İki kuvveti vardır. Biri atılma kuvveti, diğeri, sakınma kuvvetidir. Nefis bu iki kuvvetin hükümleri arasında devamlı dolaşmaktadır. Sevdiği bir şey üzerine atılır, hoşlanmadığı şeyden kaçınır ve sakınır. îşte dinin hepsi atılmak ile sakınmaktan ibarettir, ifani taat ve ibadetleri yapmak ve günahlardan uzaklaşmaktır. Bunlardan herbirl ancak sabır ile meydana gelir.

Beşincisi, dinîn hepsi, Allah Teala'nm rahmetini ümid et­mek ile, azabından korkmaktan ibarettir. Buna göre, mü'min hem Allah'ın rahmetini ümid eder, hem de azabından korkar. Nitekim Allah Teala Hazretleri, «Gerçekten bu peygamberler, hayırlara koşarlar, rahmetimizi umarak ve azabımızdan korka­rak, bize dua ederlerdi» (Enbiya/90) buyurmuştur.

Buhari'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.), ya­tağına girdiğinde sağ tarafına yatardı. Sonra şu duayı ederdi, «Allah'ım! kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işimi sana bıraktım, arkamı sana dayadım, ümidim de sende­dir, korkum da sendedir, senden sığınacak yer varsa o da sensin, senden kurtulacak yer varsa yine sensin, Allah'ım İndirdiğin kitabına inandım ve gönderdiğin peygamberine iman ettim.»

Bîr mü'minin mutlaka Allah'ın rahmetini ümid etmesi ve azabından korkması lazımdır. Allah'ın rahmetini ümid etmek ve azabından korkmak ancak sabırla kaimdir. Allah'ın azabın­dan korkmak mü'mini sabra sevkeder. Allah'ın rahmetini Ümid etmek mü'mini şükre götürür.

Altıncısı, bu dünyada kulun yaptıklarının hepsi ya kendisi­ne hem dünyada ve hem de ahirette fayda verir, yahut hem dünyada hem ahirette zararlı olur, veyahut birinde faydalı, di­ğerinde zararlı olur. Bu kısımların en şereflisi kulun ahirette kendisine fayda verecek olanı yapması, zarar verecek olanı ter-ketmesidir. Bu da gerçek imandır. Kulun kendisine faydalı ola­nı yapması, şükretmesidir. Kendisine zararlı olanı terk etmesi de sabretmesidir.

Yedincisi, kul, emredilenlerden, yasaklardan ve mukadde­rattan kurtulamaz. Bu üç şeyde, kula farz olan sabırla, şükür­dür. Kul emredilenleri yaparak şükreder, yasaklan terketme-ye ve mukadderata sabreder.

Sekizincisi, kul için iki davetçİ vardır, biri dünyaya ve 126 dünyanın şehvet ve lezzetine davet eder. Diğeri İse, Allah'a, ahirete ve ahirette Allah dostları için hazırlanmış ebedi nimet­lere davet eder. Şehvete ve hevaya davet edenin davetini kabul etmemek, sabırdır. Allah'a ve ahirete davet edenin davetini kabul etmek şükürdür.

Dokuzuncusu, din iki asıldan ibarettir. Biri azîm, diğeri sebattır. Nitekim Şeddad b. Evs demiştir ki, «Allah Resulü namazlarında şöyle dua ederdi, «Allah'ım senden, işlerde sebatı, doğruluğa karşı azimeti istiyorum. Senden nimetlerine şükür ve yine sana güzel İbadet etme, gücü vermeni istiyorum. Sen­den, dürüst bir kalb ve doğru bir lisan isterim. Senden bildiğin hayırları isterim. Bildiğin serlerden sana sığınır ve bildiğin ha­talarımdan dolayı da senden af dilerim». Nesei...

Şükrün aslı ve esası azimetin sağlam olmasıdır. Sabrın ailı ve esası ise sebatın kuvvetli olmasıdır. Herhangi bir kul azimet ve sebat ile Te'yid edilirse Allah'ın yardımına kavuşmuş olur. Onuncusu, din iki temel üzerine kurulmuştur. Birisi hak, diğeri sabırdır. Bunlar şu ayet-i kerimede zikredilmişlerdir, «Birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirine sabrı tavsiye eden­ler» (Asr/3) Kuldan istenilen, hak ile kendisinin amel etmesi ve onu insanlara uygulamasıdır, İşte bu, şükrün hakikatidir. Bunun gerçekleşmesi de ancak sabırla mümkündür. Buna göre sabır, imanın yansıdır. Allah Teala her şeyi daha iyi bilir[21].


Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com