Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

12. Konu : Sabra Yardım Eden Sebepler.

Sabır, emredilenlerden olunca, Allah Teala sabra yardım eden ve ona ulaştıran bir çok sebepler kılmıştır. Cenab-ı Hak, herhangi birşeyi emrettiğinde mutlaka ona yardım eden bir çok sebepler kılar. Nitekim Cenab-ı Hak takdir etmiş olduğu her hastalığın devasını da takdir buyurmuştur. Hasta tedavi olunca, Allah'ın inayetiyle şifa bulur. Sabrın —her ne kadar nefislere ağır ve zor gelse de— elde edilmesi mümkündür. Sab­rın İkİ asıl maddesi vardır, biri İlim, diğeri ameldir. Kalplerin ve bedenlerin tedavi edildiği bütün ilaçlar, bu iki maddeden yapılmaktadır. O halde sabrın asıl maddeleri olan il'm ile ame­lin birarada bulunması gerekir. Çünkü en faydalı ,'laçlar bun­lardan yapılmaktadır. Sabrın asıl maddelerinden olan ilim; em-redilenlerdeki hayrı, faydayı, lezzeti ve olgunluğu ve yasaklar­daki kötülüğü, zararı, ve noksanlığı kavramaktır. Bu iki ilim tam manasıyla anlaşılınca, bunlara azimetin, yüksek himmet ve gayretin-, mürüvvet ve insaniyetin eklenmesi de gerekir. İlimle amel birleştirilince, bütün meşakkatlere sabır kolaylaşır. Sabrın acılığı ve elemi lezzete dönüşür. Yukarıda geçtiği üzere sabır, akıl ile din ve heva ile nefis kuvvetinin çarpışmasıdır. Bunlardan herbiri diğerini mağlup etmek ister. Burada tutula­cak yol bunlardan hangisinin üstün, gelmesi isteniyorsa ona yardım edilmesidir. Bu çarpışma, insan sıhhatta iken de hasta iken de devam eder. Bir kimsenin haram olan cinsî münasebete şehveti kabarınca kendine malik olamaz. Kendisine malik ol­sa bile gözüne malik olamaz, gözüne malik olsa kalbine malik olamaz. Hatta şeytan içinden durmadan kötülükleri telkin ederek onu- dünya ve ahirette kendisine fayda verecek tefekkür ve zikrin hnkikatmdan alıkoyan Bu hastalıktan kurtulmak is­teyen kimsenin Önce şunları yapması gerekir. Birincisi, şehvet kuvvetinin asıl maddesinin gıdalar olduğunu bilip, bunlan azalt­mak suretiyle şehveti tahrik eden bu maddeyi kesmesidİr. Eğer gıdaları azaltmakla şehveti tahrik eden madde kesilmiş olmazsa oruç tutmaya devam etmesidir. Çünkü oruç şehvet yollarını daraltıp, hiddetini kırar. Bilhassa iftar vaktinde az yemelidir. İkincisi, şehveti tahrik eden bakmakdan sakınmalıdır. Müm­kün mertebe gözlere hakim olmalıdır. Çünkü şehvani arzulan davet eden bakmaktır. Bakmak, şehvetin kalbe gelmesine se­bep olur. Müsned'de rivayet edilen bir hadis-İ şerifde şöyle de­nilmektedir. «Bakmak şeytanın oklarından zehirli bir oktur.» Şeytan, bu oku kalbe yöneltir. Kalbin önünde kalkan bulun­mazsa, ona ulaşır. Kalbin önündeki kalkan, gözü kapamaktır Çünkü şeytan şehveti tahrik eden yaylardan bu oku atar. Sen bu okun yolunda bulunmazsan ok sana İsabet etmez. Sen kal­bini bu oka hedef dikersen bu zehirli oklardan bîri seni öldü­rebilir. Üçüncüsü, haram olanların yerine mubah olanlan al­makla nefsi korumaktır. Zira nefsin ve tabiatın arza ettiği her şey Allah'ın mubah kıldıklarında vardır. İnsanların çoklannin hakkında faydalı tedavi yolu budur. Nitekim Resul-ü Ekrem (s.a.v.) bunları bildirmişlerdir. Birinci tedavi yolu, azgın hayva­nın vf saldırgan köpeğin kuvvetlerinin zayıflaması için yiye­ceklerinin azaltılmasına benzer. İkinci tedavi yolu da köpeğe eti, hayvana arpayı göstermemeğe benzer. Çünkü bunlan gör­düklerinde kuvvetleri harekete geçer. Üçüncü tedavi yolu, hay­van ile köpeğin kuvvetleri baki kalıp sahiplerine alışmaları Çİn ihtiyaca göre kendilerine istedikleri yiyeceği vermeye ben­zer. Zira fazla verildiği takdirde sahiplerine alışmazlar. Dör­düncüsü, fena yoldan ihtiyaçların elde edilmesinden beklenen dünyevi bozuklukları düşünmektir. Şayet cennet ve cehennem olmasaydı, aklı başında olan kimse bu kötülükleri yine yap­mazdı. Bu kötülükler saymakla bitmez. Fakat aşkın gözü kör­dür. Beşincisi, seni kendisine davet eden, hem seni hem de baş­kasını davet etmekle biliniyorsa onun çirkinliğini düşünmeli­dir. Köpeklerin ve kurtların içtiği havuzdan su içmekten nef-

sini ve şerefini korumalıdır. Nitekim denilmiştir ki, «Sizinle buluşmayı izzet ve şerefime yediremediğimden bırakacağım. Çünkü orada diğer alçak ortaklar vardır.» Diğer biri de şöyle demiştir, «Bİr yemek üzerinde sinekler çoğalınca yemeği şid­detle arzu ettiğim halde bırakırım. Zira bir sudan köpekler iç.nce arslanlar ondan uzaklaşırlar.» Bir kimse tükürüğünün habis kimsenin hastalıklı olan tükürüğü ile karışmasını hatır­lasın, v/ünkü fasikın tükürüğü hastalıktır.

Ey kalbim, varım yoğunu iyi ve kötü demeden herkese sarf eden ve ruhunu cömertçe feda eden kimseyi düşünerek teselli ol. Nitekim o cömert insan suya benzer. Suya gelen her hayvan ondan içer. O cömert İnsan dala benzer. Her rüzgar onu sallar. Her ne kadar tükürük tatlı ise de ağzı kokan bir kim­senin tükürüğünü emdiğinde onun acılığını hatırla.

Kendisinde biraz insanlık ve haysiyet olan kimse, bu du-rumdakiîerle içli dışlı olmayı uygun görmez. Şayet nefsi bu kötü kimselerden uzaklaşmayıp onlarla düşüp kalkmaya razı olursa aklı ile bu sahte güzelliklerin ardındaki gerçek çirkin­likleri düşünsün. Kendini kullandıran kimse, hayvanların dahi düşemiyeceği en alçak duruma düşmüş olur. Domuzdan başka hiçbir hayvan 'bu çirkin işin kendisine uygulanmasına razı ol­maz. Domuzdan başka bu çirkin işi yapan hiçbir hayvan yok­tur. Bu çirkin İşi kendisine yaptıran, domuz gibi olur. Bu çir­kin İş, yüzdeki ve bedendeki bütün güzellikleri Örter. Bil ki bir şeyi sevmen, seni kor ve sağır eder.

Tutulmuş olduğun, kadın olursa, o, Allah'a, Resulüne, eh-lİne, kocasına ve kendisine hıyanet etmiş olur. Bu en çirkin iş, kendisinden sonraki nesline sirayet edip, onların günahların­dan da ona her zaman hisse ayrılır. Onun yaptığı bu çirkin1 İşin yanında, sahte güzelliğinin hiçbir kıymeti yoktur. Bu çirkin­liği öğrenmek istersen, böyle kötü kimseler yaşlandıklarında iç­lerindeki çirkinliklerin yüzlerine aksettiğini görürsün. Allah Teola nasıl güzellikleri çirkinliklere çevirerek onların yüzlerin­de bu çirkinlikleri gösteriyor. Nitekim bir şiirde şöyle denil­miştir.

Aşık, esiri olduğu güzelliğin Sonucunu düşünseydi, Aşık olmazdı13u hadis çok uzundur fakat biz temcilerini zikr etmekle yetin­dik.Din Kuvvetini Takviye Eden İşler Dİn kuvvetini takviye eden işler pek çoktur.

Birincisi; Allah Teala'nın büyüklüğünü, herşeyi hakkıyla görüp kemaliyle işttiğİni düşünerek Ona isyan edilmemesidir. Bir kimsenin kalbinde Allah'ın azameti yerleşirse, kalbi onun günah işlemesine İtaat etmez.

İkincisi; Allah Teala'nın muhabbetini kalpte daima hazır bulundurup, O'nun muhabbetinden dolayı günahın terk edil- ; mesidir. Zira seven bir kimse, sevdiğine itaat eder. Terkin en üstünü, sevenlerin terkidir. Nitekim taatın en üstünü de se­venlerin taatıdır. Allah'ı sevdiğinden dolayı günahı terk edip O'na itaat eden ile Allah'ın azabından korktuğundan dolayı gü­nahı terk edip O'na itaat eden arasında çok büyük fark vardır.

Üçüncüsü; Allah'ın nimetini ve ihsanını düşünmelidir. Zira şerefli bir kimse kendisine iyilik edene kötülükde bulunamaz. Ancak kötü kimseler kendilerine yapılan iyiliğe karşı kötülük­de bulunurlar. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın ihsanını (iyiliğini) ve nimetini düşünerek, O'na karşı günah İşlemekten haya edil­melidir. Allah'ın ihsanı ve nimetleri sana İnerken, senin gü­nahların O'na yükselmektedir. Bir melek Allah'ın ihsanını ve nimetlerini sana İndirirken diğer bir melek de senin günahla­rım O'na götürmektedir. İyiliğe karşı kötülük İşlemek ne çir­kin bir şeydir.

Dördüncüsü; Allah'ın gazabını ve intikamını düşünmeli­dir. Zira Cenab-ı Hakk, kulu kendisine isyan etmekde devam ederse ona gazab eder. Bir defa da gazap etti rni bu zayıf kul şöyle dursun O'nun gazabının önüne hiçbir şey geçemez.

Beşincisi; elden kaçanları düşünmelidir. Günah İşlemekle dünyanın ve ahiretin hayır ve saadeti elden kaçırılmış olur. Böyle günah işleyen kimseye fasik, facir gibi aklen, şer'an ve Örfen en çirkin isimler verilip, ondan salİh, nıütlaki gibi en güzel isimler alınır. Günahlara devam edildiği takdirde, zerre kadarı dünyadan ve dünyada bulunanlardan kat kat daha ha­yırlı olan İman —Allah korusun— elden kaçabilir. Aklı ba­şında olan bir kimse lezzeti gidip, günahı kalan kötü istek vt arzulan İçin böyle bir imanı nasıl satabilir?. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur. «Zina eden, zina ederken mü'min olarak zira etmiş olmaz.» Asryb-ı kiramdan bazıları, «Zina edenden İmanı çıkıp, başının üstünde gölge gibi durur. Tevbe ederse ge­ri yerine, döner.» demişlerdir. Tabiinden bazıları da şöyle de­mişlerdir, «Zina edenden iman gömleğin çıktığı gibi çıkar, tev­be ederse onu tekrar giymiş olur.» Buhari'de peygamber efendi­mizden rivayet edilen bir hadîs-İ şerifde şöyle buyurulmaktadır, «Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Burada çıplak erkekler, çıplak kadınlar vardı. Yanımda olan iki meleğe, «bun­lar kimdir?» diye sordum. Melekler de «Onlar zanilerdir.» di­ye cevop verdi.» Çünkü onlar İm?n elbisesinden soyunmuşlar­dı. Onların kalplerindeki şehvet fırını gerçek fırına dönüşüp onları yakmaktaydı.

Altıncısı; kahretmeyi ve zaferi düşünmelidir. Çünkü şeh­vetin kahredilip, şeytana karşı kazanılan zaferin tatlılığı, sevin­ci, ferahlığı bunları tadanın yanında, insanlardan olan düşma­nına karşı elde edilen zaferden daha tatlı ve daha sevinçlidir. Sonuç itibariyle övülmeye daha layıktır. Zira bu zafer, vücud-daki hastalığı Allah'ın inayetiyle giderip, sıhhata kavuşturan ilacın içilmesine benzer.

Yedincisi; Allah Teala'nın kendi rızası için haramları ter-keden ve nefsini kötü arzu ve isteklerden koruyan kimseye vaadettiği cennet ve: Cemal'ini düşünmeli, bu dünya ile ahiret-ten hangisi tercih edilmeye layık İse o tercih edilmelidir.

Sekizincisi; Allah Teala'nın beraber olduğu düşünülmeli­dir. Bu beraberlik iki nevidir. Biri umumi, diğeri hususidir. Umumi beraberlik, Allah Teala'nin her şeyi bilmesi ve hiçbir şeyin O'na gizli kalmamasıdır. Buradaki beraberlik hususi be­raberliktir. Nitekim Allah Teala, «Şüphe yok ki Allah, sabre­denlerle beraberdir.» (Bakara/153); diğer bir ayette «Gerçek­ten Allah, takva sahipleriyle ve iyilik edenlerle beraberdir.))

(Nahl/128); diğer bir ayette «Hİç şüphe yok ki, Allch, mutla­ka iyilik yapanlarla beraberdir.» (Ankebut/69) buyurmuştur. O halde bu hususi beraberliğin dünyada ve ahirette bir kim­senin ömrünün evvelinden sonuna kadar bütün arzu ve istek­lerini tatmin etmesinden- ne kadar hayırlı ve faydalı olduğu­nu anlatmak mümkün değildir. Buna göre, uyuyanın rüya gör­mesi veya geçici bir gölge kadar az olan bu ömürdeki üzün­tülü ve kederli lezzet, nasıl olur da ebedi ve sonsuz lezzete ter­cih edilir?

' Dokuzuncusu; ecelin ansızın gelmesinden korkarak devam­lı hazırlıklı bulunmalıdır. Zİra ölümle, dünyevi ve uhrevi bü­tün İşler ve ameller sona ermiş olur. O ne büyük bir hasret, ne büyük acı, ve ne kadar çetindir! Bunu ancak tecrübe eden­ler bilir. Denildi ki, «Ey nefsine göz açıp kapayıncaya kadar emin olmayan ve bir günü bile tam sevinçli olarak geçmeyen kimse, bu fani dünyayı ebedi ve baki olan ahirete tercih et­mekten sakın!».

Onuncusu; belayı ve afiyeti düşünmelidir. Gerçek bela, an­cak günahlardır ve onlann sonuçlandır. Gerçek afiyet ise, İba­det ve taatlar ile onlann sonuçlandır. Ehl-İ bela her ne ka­dar bedenleri sağlam olsa da- günahkarlardır. Ehl-i afiyet İse, her ne kadar bedenleri hasta olsa da ibadet ve taatta bu­lunanlardır.

Bir eserde ilim ehlinden biri dedi ki, «Bela sahiplerini gör­dünüz mü hemen Allah'dan afiyet isteyin. Zira beîa sahipleri, Allah'a karşı işledikleri günahları ve Allah'dan yüz çevirmele­ri sebebiyle o belalara uğramışlardır.» En büyük belanın, gü­nah olduğunda şüphe yoktur. Fakat bela kelimesi, hem beden-lerdeki, hem de dindeki hastalıklan içine alır.

Onbirincisİ; akıl ve dinî kuvvetlerin nefis ve heva kuvvet­lerini mağlup edip, zaferi elde edinceye kadar cihada devam etmelidir. Çünkü nefis ve heva kuvveti mağlup olunca, kulun dini, himmet ve gayreti kuvvetlenmiş olur. Bir şeyin lezzetini tadan kîmse, onu elde etmek için var kuvvetiyle çalışır. Ağır işlerde çalışmayı adet edinen kimsenin kuvveti ziyade olur. Bundan dolayı hammallann, demircilerin ve. diğer ağır işlerde çalışanların gün begün kuvvetlerinin arttığı görülür. Fakat manifaturacılık, terzilik gibi diğer meslek sahiplerinin kuvvetleri böyle dsğildir. Cihadı tamam iyi e terkeden kimsenin dinî kuv­veti zayıflayıp, nefsi ve şehveti kuvvetlenir. Nefsine ve hevasi-na üstünlüğü veren kimse, onların esiri olur.

Onikincisi; kötü düşüncelerden korunmalıdır. İnsanın içi­ne kötü düşünceler geldiğinde onları gidermeye, İçinde barın­dırmamaya ve yerleştirmemeye çalışmalıdır. Çünkü kötü dü­şünceler, iflas etmiş olanların sermayesi olan bir takım temen­nilerdir. Bunlar insanın içinç yerleştiğinde Önce arzular olur, senra kuvvetlenerek istekler olur, sonra kuvvetlenerek irade olur, sonra kuvvetlenerek istenilen azim ve kasd olur. Bu kötü istekleri, ilk anda savmak, fiiliyata dönüştükden sonra ve adet edinildikten sonra terk etmekten daha kolaydır.

OnüçüncÜsü; İnsanı nefse ve hevaya uymaya çağıran ilîşkİr lerin, arzu ve isteklerin tamamen kesilmesi murad edilmemiştir Bilakis insanın arzu ve isteklerini Allah'ın muradının yerine ge­tirilmesinde kullanmak suretiyle, kendisine faydalı olanlara sarfetmesi murad edilmiştir. Çünkü arzu ve isteklerin Allah yo­lunda kullanılması, şer ve masiyet yolunda kullanılmasını ön­ler. Zira insan her şeyi Allah için yaparsa, Allah onu, nefsinin ve şeytanın şerrinden korur. Allah için kullanılmayan herşey nefis ve heva için kullanılmış olur. İlim Allah için olmazsa, nefis ve heva için olmuş olur. Amel, Allah için olmazsa, riya ve nifak için olur. Mal Allah'ın taatında harcanmazsa, şeyta­nın ve hevanın taatında harcanmış olur. Makam ve mevki Al­lah için kullanılmazsa, nefsin ve hevanın arzularında kullanıl­mış olur. Kuvvet Allah'ın emrinde kullanılmazsa, Allah'a is­yan yolunda kullanılmış olur. Bir kimse kendini Allah için amel etmeye alıştınrsa ona Allah için amel etmek çok kolay gelir. Bir kimse de, kendisini nefsinin ve nevasının arzu ve is­tekleri için amel etmeye alıştınrsa ona Allah için amel etmek çok zor gelir. Bütün işler böyledir. Allah yolunda malını har­camayı adet edinen kimsenin, meşru olmayan yolda malını harcaması mümkün değildir. Aksi de böyledir.

Ondördüncüsü; Allah Teala, kullarını, ayetleri hakkında düşünmeye teşvik etmiştir. Ayetler iki kısımdır. Biri Kur'an-ı Kerimdeki ayetlerdir. Diğeri ise kainat ayetleridir, yani Allah',n varlığına alâmet ve şahid olan bu alemdir. Kur'an-ı Kerim ağır ağır okunmalı ve manası inceden İnceye düşünülmelidir. Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının delili olan bu ale-nıİn yaradılışı düşünülmelidir. Bu ayetlerin hakim olduğu kalp-dc, şeytan, onun konuşması ve vesvesesi barınamaz. Allah'ın, Kitabının, Resulünün ve ashabının sohbetinden hiç ayrılma­yan kimsenin kazancı ne kadar büyüktür! Onların sohbetle­rinden yüz çevirip, insan, cin ve şeytanlarının sohbetine devam eden kimsenin de zarar ve ziyanı ne kadar büyüktür! Yardım ancak Allah Teala'dan istenir.

Onbeşincisi; dünyanın süratle zeval bulacağı ve yok olma­sının yaklaştığı düşünülmelidir. Baki ve ebedi olan ahiret için, bu dünyadan, değersiz ve faydası çok az olan azık almaya an­cak himmeti düşük, insaniyetten uzak ve kalbi ölmüş kimse razı olur. O kimse, kıyamet günü dünyadan almış olduğu azı-ğm hakikatini görüp, kendisine fayda vermİyeccğini anlayınca, gerçek üzüntüyü o zaman duyacaktır. Kendisine fayda vere­cek azığı bırakıp, onun yerine azap verecek azığı almış olursa acaba hali nasıl olacak? Hatta kendisine fayda veren azığı alıp, ondan daha faydalı olan azığı almamış olursa, bu dahi onun için büyük bir üzüntü ve ziyan olacaktır.

Onaltmcısı; kulun, kalbler iki kudret parmağı arasında, bütün işler iki kudret elinde ve her şey mütemadiyen kendisin­de nihayet bulan Allah Teala'ya halini arz etmesidir. Zİra yap­mış olduğu dua, rahmet esintilerinin vaktine tesadüf edebilir. Nitekim meşhur bir eserde şöyle gelmiştir, «Bazı günlerde Al­lah Tcala'nın rahmet esintileri vardır. O esintiler için hazırlıklı olun. AHaVdan kusurlarınızı örtmesini ve korktuklarınızdan emin kılmasını isteyin. Kul, halini devamlı Allah'a arz ederse, saatlerden öyle bir saate tesadüf eder ki, orada Allah'tan ne is­terse mutlaka onu verir.» Kime dua etme isteği verilmiş olunca, duası kabul edilir. Çünkü Cenab-i Hak, onun duasının kabul edilmesini istemeseydi, dua etmesini ona ilham etmezdi. Nite­kim denilmiştir ki, «cömert ellerinden umduğumu ve isteğimi vermeyi murad etmeseydin, istemeyi bana adet edİndirmezdİn.»

Kul, halinin fena olduğuna bakıp umutsuzluğa düşmesin. Çünkü Allah Teala, kuluna, sıfatlarında benzeri olmadığı gibi,fiillerinde de benzeri olmayanın muamelesi gibi muamele eder. Cenab-ı Hak, kulunu vermek için, mahrum eder, şifa vermek için, hasta eder, zengin kılmak için, fakir eder, diriltmek için, öldürür. Allah Teala, Hz. Adem ile Hz. Havva'yı cennetten kovmadı, ancak, oraya daha mükemmel olarak dönsünler diye çıkardı. Nitekim şöyle buyurulmuştur, «Ey Adem! Benim sana {'.cennetten çık» dememe üzülme. Onu senin için yarattım, yi­ne seni oraya koyacağım.» Hak Teala Hazretleri, bela vermek suretiyle kuluna nimet verir, mahrum etmek suretiyle bağış­ta bulunur, hasta etmek suretiyle sıhhate kavuşturur. Kul, kö­tü bir duruma düştüğünde asla umudsuz olmamalıdır. Ne var ki Allah'ın gazabını üzerine çekecek ve Allah'ı kendinden uzaklaştıracak bir duruma düşerse, iş çok ciddi olduğundan, yine de hemen İman edip, tevbe ve istiğfar etmelidir.

Onyedincisi; kul, kendisinde iki zıd ve çekici kuvvetin bu­lunduğunu bilmelidir. Kulun çektiği zahmet bu iki çekici kuv­vetin arasında bulunmasındandır. Çekici kuvvetlerden biri kulu en yüce makam olan Refik-i A'la'ya yanî cennete veya cennet ehli elan peygamberler, sadıklar, şehidler, salihlerle beraber olmaya çeker. Çekici kuvvetlerden diğeri ise, kulu, şeytanların ve yardımcılarının yeri olan en aşağı cehennem tabakasına çe­ker.

Kul, kendini yüce makama çeken kuvvete boyun eğerse, onu yüksek makamlardan layık olduğu yere çeker, aşağıya çe­ken kuvvete tâbi olursa, onu cehennemin en aşağı tabakaların­dan layık olduğu yere çeker.

Kul, kendisinin, yükseğe çeken kuvvetle mi yoksa aşağı çeken kuvvetle mi olduğunu bilmek isterse, bu alemde ruhu­nun nerede olduğuna baksın. Çünkü ruh, bedenden ayrılınca, dünyada iken kendisi çekici kuvvetlerden hangisi ile beraber idiyse, o tarafa gider. Çünkü kişi, tabiatı, aklı, cezası, ve mü­kafatı itibarıyla sevdiği ile beraberdir. Her insan, hangi şeye önem verirse, tabiatı onu o tarafa ve o tarafın ehline çeker. Her kişi kendisine münasip olana meyleder. Nitekim Allah Teala, «De ki, her biri kendi asli tabiatına göre hareket eder.» (fsra/84) buyurmuştur. Yüce kimseler, zatlanyla; hirnmetîerjyle, amclleriyle yüksek makamlara çekilirler. Kötü kimseler ise, en aşağı tabakalara çekilirler.

Onsckizincisi; Kul, rahmet yağmurunun inmesi İçin önce kalbinin boşaltılmasının, sonra oraya ekilen tohumun gelişip tam yetişebilmesi için yabani otlardan temizlenmesinin şart ol­duğunu bilmelidir. Kalp, boşaltılmadığı takdirde, rahmet yağ­muru, kendisini kabul edecek bir kalble karşılaşmış olmaz. Kalb, bcşalUlırsa oraya rahmet yağmuru iner. Fakat yabani ot­lardan temizlenmediği takdirde, ekilen tohumdan istenilen mah­sul elde edilmiş olmaz. Hatta çok defa yabani otlar, asıl mah­sule üstün gelir de kalb onlara ait olmuş olur. Arazisini düzel­tip, temizleyip, ekime tam manasıyla hazırladıktan sonra to­humu eken kimsenin yağmuru beklemesi hakkıdır. Aynı şekil­de, kalbini temizleyip, kötü düşünce ve hatırlardan boşalttık­tan sonra oraya, zikir, tefekkür, muhabbet, İhlas tohumlarını ekip, rahmet rüzgarlarının esmesine sunup, zamanında, rahmet yağmurunu bekleyen kimsenin de, manevi mahsulün yetişmesi­ni umut etmesi hakkıdır. Belirli mevsimlerde yağmurun yağ­ması umudu kuvvetli olduğu gibi, şerefli vakit ve faziletli za­manlarda, bilhassa Arafat'ta, yağmur duasında, cuma ve bay­ram günlerinde büyük cemaat toplanıp, kalpler yardımlaşıp, himmetler ve gayretler 'birleştiğinde, Allah'ın rahmet esinti­lerine tesadüf etme umudu kuvvetlenir. Çünkü Allah Teala, himmetlerin ve nefeslerin birleşmesini, hayırların meydana gel­mesi ve rahmetin inmesi için gerekli sebeblerden kılmıştır. Ni­tekim diğer sebebler de müsebbeblerini gerektirir. Mesela, yağ­murun yağmasına bulutlan, otların bitmesine de yağmuru se­bep kılmıştır. Manevi sebeplerin rahmetin meydana gelmesin­deki tesiri, hissi sebeplerin müsebbeblerinin meydana gelmesin­deki tesirinden daha kuvvetlidir. Fakat maalesef insan, ceha­leti sebebiyle peşin olarak eline geçen değersiz şeyleri, ileride eline geçecek olan pek kıymetli şeylere tercih eder.

Kul, kalbini boşaltıp, manevi hastalıklarını tedavi edip, rahmetin inmesine hazırlasaydı, Allah'ın tecelliyatmdan ne ka­dar şaşılacak şeyler görecekti. Allah'ın fazlını, keremini kulda­ki kusur önler. Kul, o kusurunu giderseydİ, her taraftan Allah' in fazlı ve keremi ona süratle koşacaktı. Uğradığı bütün arazilerî suluyan bir ırmağı düşün. Fakat o ırmak ile arasında bir set bulunan bir arazi susuz kalmaktadır. Irmak arazisinin ya­nından geçtiği halde sahibi o yüksekliği kaldırmaz ve bir de arazisinin susuz kaldığından şikayet eder.

Ondokuzuncusu; kulun şu gerçekleri bilmesi şartıdır. Al­lah Teala kulunu, fani olmayacak beka için, beraberinde zillet ; ve hakaret bulunmayan izzet ve şeref için, içinde korku bulun­mayan emniyet İçin, yanında acı bulunmayan lezzet için, için­de eksiklik bulunmayan olgunluk için, öeraberinde fakirlik bu­lunmayan zenginlik için yaratmıştır. Bekası çok çabuk geçen, izzet ile şerefi hakaret ile zilleti birbirine yakın olan, sonra iz- i zet ile şerefi gidip yerlerini zillet ile hakarete bırakan dünya için yaratmamıştır. Emniyet ile korku beraber bulunup, sonra emniyeti gidip yerini korkuya bırakan bu dünyada imtihana tabi tutmuştur. Bu dünyanın zenginliği, lezzeti, ferahlığı, se­vinci ve nimeti zıdlanyla karışık olarak bulunur. Sonra sahte zenginliği, lezzeti, ferahlığı, sevinci gider geride sadece fakirlik, acı, keder, üzüntü ve mahrumiyet kalır, insanların pek çoğu bu konuda yanıldilar. Çünkü gerçek nimeti, bekayı, izzet ve şerefi mülk ve saltanatı, mevkii ve makamı gerçek yerleri ol­mayan bu dünyada aradılar. Bunların asıl yerleri olan ahireti unuttular. Pek çokları dünyadan da istediklerini elde edemedi­ler. Bazıları istediklerini elde eder gibi oldularsa da fakat çok çabuk geçici olduğundan çok az istifade edebildiler.

Bütün peygamberler, İnsanları ebedi olan nimet ve cenne­te, devamlı olan mülk ve saltanata davet etmek iç'a geldiler. Onların davetini kabul edenler, dünyada en lezzetli ve en hoş nimetlere nail olan hükümdarların hayatı gibi, hayat'sürdüler. Çünkü dünyada zahidlik (her türlü zevke karşı koyarak kendi­ni ibadet ve taata vermek) hazır bîr mülk ve saltanattır. Şey­tan, mümin kişinin zühdünü çekemeyerek ona ulaşamaması için var gücü ve kuvvetiyle çalışır. Zİra şehvetine ve gazabına malik ve sahip olan mü'min, aklı ve dinî kuvvetlerini üstün kıtmış olduğundan gerçek hükümdardır. Çünkü bu mülkün sa-hibİ, tam özgürlüğü elde etmiştir. Şehvetinin ve gazabının em­ri altına girmiş olan hükümdar İse, gerçekten onların kölesi ol­muştur. O kimse, hükümdar kıyafetinde ama tam manasıylaitaatkar bir uşak olup, —sahibi devesini yularından tutup iste­diği yere götürdüğü gibi— şehvet ile gazap da onu istedikleri yere çeker. Dış görünüşü hükümdar, iç alemi köle olan kimse­nin elindeki nimetlere ve Öncesi lezzet ama sonu üzuntl ve hüsran olan şehvetlere göz dikenler aklanmışların ta kendile­ridir. Allah'ın tevfikine mazhar olan basiret sahibi ise, her şeyi baştan sonuna kadar inceden inceye düşünür ve hiçbir zaman sahte görünüşlere aldanmaz. Bu, Allah'ın kime dilerse ona ve­receği, bîr fazl-u inayetidir. Allah, büyük fazl-u kerem sahibi­dir.

Yirmincisi; kulun şu gerçekleri bilmesi şarttır. Kulun, bu­raya kadar anlattıklarımızı sadece bilmenin ve inanmanın, mak­sadın elde edilmesi için yeterli olmadığını bilmesi ve bilgisine bütün gücünü ve kuvvetini katarak, istenilenin elde edilmesin­de kullanmasıdır. Şeriata muhalif olan örf ve adetlerden uzak­laşmasıdır. Böyle olan örf ve adetler, olgunluğun ve kurtulu­şun düşmanlarıdır. Bunlara devam edenler, ebedi felah bula­mazlar. Böyle örf ve adetlerden kurtulmak ancak fitne yerle­rinden kaçmakla, ve öyle yerlerden uzaklaşmakla mümkün olur. Nitekim, Resulullah (s.a.v.) «Kim bir yerde Deccaîm bu­lunduğunu işitirse, oradan uzaklaşsm.» buyurmuştur. O halde kötülüklerin sebeplerinden ve yerlerinden uzaklaşmak kadar, onlardan kurtulmaya yardım eden, hiçbir şey yoktur. Şeytanın burada çok ince ve gizli bir oyunu vardır ki bundan ancak mü­tehassıs olanlar kurtulur. O da şer yerlerinde hayır gösterip, mü'mİni onu elde etmeye davet etmesidir. Mü'min oraya yak­laşınca da ağmı atıp onu yakalar. Her şeyi en iyi bilen Allah' dır. [13]


Eserin yazarı: İbn Kayyım El-Cevziyye Eser: Sabredenler ve şükredenler

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Sabredenler ve şükredenler

MollaCami.Com