Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

9. KISIM Bu yolun (tarikatın) bazı incelikleri anlatılacaktır.

Kıymetlim, anlatılacakları da bilmiş olmalısın.
Hak yolcusu salik, mürşid himmeti ile süluke başlar; yani : Bu yola girer. Alıştığı şekilde dahi, teveccühünü yapar. Kalbin hakkı olan üç bin kere ism-i celâli, yani: Allah adını okur.
Anlatılandan bir belirti meydana çıkmaz ise; ruhun, sırrın, hafinin, ahf anın hakları olan beşer yüz ism-i celâli ekieyip okur. Ama, her biri için ve mürşidinin telkini ile..
Bu şekilde okumayı sürdürüp dururken, daha ahfaya varmadan bi­rinde bir belirti olur ise., artık geriye dönmek gerekmez. Daha ilerisi olan nefis latifelerine, külli letaife geçer.
Bu usul ile, iş murakabeye kadar getirilir. Müşahede ihsan olunduk­tan sonra, diğer latifeler dahi ihsan olunur. Yani: Diğer letaiften bekle­nen iyi haller elde edilir.
Ahfanın kendisinde, ondan sonra nefis latifelerine geçildiğinde, bir zaman da zikirde ve fikirde kalındığı halde; manevî bir belirti ortaya çıkmaz ise., o zaman mürşid olan şeyh müridi karşısına alır. Bir teveccüh edip müridin latifelerine tek tek tümüne bakar. Bir açıldık bulursa., ya­zıldığı şekilde, işi murakabeye kadar getirir.

Mürşid olan şeyh, teveccühünde; Hak yolcusu salikin latifelerini kapalı bulur ise., salikin yemesinde, içmesinde bir haram, üzerinde kul hakkı, gıybet gibi bir şey görürse., bunlardan kurtuluncaya kadar mü­ridi içten ve dıştan terbiye etmeye bakar.
Bütün bunlara rağmen yine de bir belirti meydana gelmez ise., artık iş, ezel pazarlığına yorulmalıdır. Kendisi, bulunduğu zikirde çalıştırılır.
Ancak, o Hak yolcusu müridin mürşid şeyhi, kâmil ve mükemmel bi­ri olunca; isterse kudsî kuvveti ile o zavallı Hak yolcusu saliki, tüm la­tifelerinin manevî belirtilerini göstermek sureti ile müşahede makamına kadar götürür.
Müridlerin bazısı da, zekidir, geleceği parlaktır, hızla yol alır. Bunun için, hemen kalb nuru zuhur eder ve müşahede meydana gelir. O, bu du­rumunu mürşidine anlattığı zaman, mürşid onun bu halini örtpas eder; biraz da ona asık yüz gösterir. Sonra da, bir bir latifelerin belirtilerini müşahede ettirir; sırası ile murakabeye kadar getirir.
Mürşidin himmeti ile; saliklerin bazısı zekâsı, teslimiyeti ile kısa za­manda latifeleri, nefiy ve isbatı, murakabeleri görüp geçer. Şekten şüp­heden de kurtulur. Böylece, Cenab-ı Hakkın ihsanına zuhur yeri olur.
Bazı Hak yolcusu salikin de, anlayışı kıttır. Bu yüzden latifelerinde ve müşahedesinde kalbi tatmin eden bir şey elde edemez. O zaman, mür­şid şeyhe düşer ki; Hak yolcusu salikin kendisi halinden memnun olup kendisine güven duyuncaya kadar :
— Oğlum, çalışmayı sürdür.
Emrini vere ve sürekli çalıştıra..

* **

Bundan önce, üç murakabe mertebesi anlatıldı. Onların sonuçları elde edilir ise, Allah'ın ihsanları olur. Aynı zamanda onlar, hilâfet makam­larıdır. Bu hilâfet makamları dahi üç türlü olup anlatılacaktır.
BİRİNCİSİ : Burada, Hak yolcusu salikin tecellisi gereğince, kendi­sinde, başkalarını da irşad etme kabiliyeti bulunur. Bunun için, kendisine bu yolda hilâfet verilir.
İKİNCİSİ : Bunda, başkalarını irşad etme kabiliyeti yoktur. Bu yüz­den, kendisine sadece hilâfet Verilir.
ÜÇÜNCÜSÜ : Bazı Hak yolcusu salikin dahi, kabiliyetinin bir gere­ği olarak bu yolun gereklerini yaptırmak ve tamamlatmaktır. Buna dahi, hilâfet bu yoldan verilir. İhsanları o şekilde gelir.
Ancak, anlatılanlardan biri veya hepsi; sülûkünü tamamladıktan sonra :
— Halife oldum.. Bu makamda ben de bir şeyhim..
Diyerek yola çıkarsa., tehlikeli bir işe girmiş olur. Allah, bizleri .ko­rusun, bu kimsenin pisliğini yedi deniz temizlemez gibidir.
Hak yolcusu salikin bu hilâfet makamlarında selâmeti odur ki; ken­disini cümleden altta göre.. Şeyhine dahi, teveccühünü ve sevgisini artıra.. Bunları her nekadar çok ederse., o kadar derecesi artar, daha da yük­selmesi için bir sebeb olur. Yine kendisini herkesten alt görmeyi, şeyhine teveccühü ve sevgiyi nekadar azaltır ise,, o kadar, zayiat verir ki, bunla­rın sayısını bulamaz ve hesabmı yapamaz.
Açıkçası, Hak yolcusu salik; aynı anda arşı, yeri müşahede etme ma­kamına gelmiş olsa dahi, yine de dizgini mürşid şeyhinin elinde bilmeli­dir. Hemen her hususta teslimiyet halinde bulunmalıdır.

Bu eserin yazarına ait bir şiir :
Seyrim içre uğradım bir şehre ben;
Görmedim o şehr'içinde nesne ben..
Bir beyaz duman dahi hem kaplamış;
Çün taaccüb eyleyüb durdum heman..
Bir hitab erişti sırrıma o an;
— «İrciu..» Deyu denildi bir hitab..
Canımı tenden ayırdı o hitab;
Göremedim kendimi o demde ben..
Görünenin cümlesi Hak nerde sen;
Ol arada çok tekellüm eyledi..
Yek harf ve savtile değil idi;
Bir libas giydirdi hakkani idi..
Cümle renkler anda pünhani idi;
Çün girenler ol libas içre veli.
Zahiri halk batını Haktır belli;
Nuri gider âlem içre serteser..
Mahv'olup kalmada kendinden eser..1


(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Bu yolda yürüyüp giderken, ben bir şehre uğradım; o şehir içinde ben hiç bir şey
görmedim.
Orayı aynı zamanda bir beyaz duman kaplamıştı; bundan şaşırdım, hemen durdum.
O anda, özüme bir hitap geldi:
— «Dönünüz..»
Şeklinde bir hitab edildi.
O hitap, ruhumu bedenimden ayırdı; o arıda, ben kendimi göremedim.
O görünenin cümlesi Hak idi, sen neredesin?. Bu arada çok söz söyledi.
Belli bir harfle, belli bir sesle değildi; bir de elbise giydirdi ki, Hakkani idi.
Bütün renkler onda gizlenmişti; o elbisenin içine girenler de velî
Evet, o elbisenin dışı halk, içi de Hak idi; artık Nuri âlemden tamamen gider
Silindi, kalmadı kendinden eser..


Alt Konulari