Kitaplar | Yazarlar | İlmihal | Sohbetler | Hutbeler

Kimler tuzağa geliyor? 26 ARALIK 1997

Her devirde olduğu gibi, zamanımızda da, müslüman kılığına girmiş sinsi din düşmanları, öyle veya böyle elde ettikleri, rektör, dekan, prof, ilahiyatçı, aydın din adamı, sosyete hocası, tarikat şeyhi gibi unvanları istismar ederek, bu unvanları koz gibi kullanarak, müslümanların imanlarını çalmaya insafsızca devam etmektedirler.

Bugün İslâm memleketlerini sarmış olan, bu yıkıcı dinde

reformculara aldanmamak için, müslümanların çok bilgili olmaları gerekir. Dikkat edilirse bunların tuzaklarına şu kimselerin yakalandığı görülür:

Birincisi; altyapısı olmayan, temel dinî bilgilerden mahrum cahil müslümanlar. Bunlar işin aslını bilmedikleri için, kandırılmaya, yönlendirilmeye, istismara müsait kimselerdir. Demagoji ve mantık oyunlarını ilim zannederler; çünkü gerçek ilmi bilmezler. İlimle değil, basit akılları ile hareket ederler. Böyle olduğu için de, tuzağa yakalanmaları kolay oluyor.

İkincisi; inanç boşluğunda olan kimseler. İnsan, yaratılıştan bir şeye inanma ihtiyacını hisseder. İnsan, doğru veya yanlış bir şeye inanmazsa, huzursuz olur. Bu tür inançsızlık boşluğuna düşmüş kimseler, genelde, dinle pek ilgisi olmayan kimselerdir. Bunların sadece isimleri müslüman ismidir.

”Herşey serbest olsun (!)”

Bu tür insanlar derler ki: “Biz iyi kötü bir şeye inanalım, fakat bu inandığımız şey, bizi bazı şeylere zorlamasın. Mesela, namaz kılma, oruç tutma, kadınlar için örtünme şartı getirmesin. Yine, şu haramdır, şu yasaktır, mesela, zina, içki, kumar, uyuşturu haramdır, denilmesin. Biz özgürce istediğimiz gibi yaşayalım, bunlar bizim inancımıza zarar vermesin.”

Dikkat edilecek olursa, yukarıda bahsettiğimiz iman hırsızları, tam bunların istediği gibi konuşan, onların nabzına göre şerbet veren hainlerdir.

Adam çıkmış televizyona, diyor ki: “Eskiden namazın sünnetleri diye bir şey yoktu. Bunları sonradan din adamları uydurdu. Bunun için sünnetleri kılmayın. Namaz, gündüz işinizi, mesainizi mi aksatıyor? O zaman beş vakit namaz kılmaya da gerek yok, namazı üç vakte indirin. Bunu da yapamadınız, öyleyse kazaya bırakın, akşam hepsini birlikte kaza edersiniz. Akşam oldu, gündüz çok yoruldunuz, bitkin bir hâldesiniz veya misafiriniz geldi, kazasını da yapamadınız, tevbe etmeniz kâfi. Hiç üzülmeyin, Allah affetmeyi sever, hiç kafanıza takmayın, sizi de affeder. Zaten şimdi kılınan namaz, gerçek namaz değil.”

Adam, namaz neymiş, yok öyle bir şey diyecek, dilinin ucuna kadar geliyor, fakat söyleyemiyor. Söyleyebileceği günün gelmesini bekliyor. Bunların en bariz özelliklerinden biri de, herşeyi tersine çevirmek. Tersten yorumlamak. Cahil kimselerin kafalarını allak bullak etmek.

Burada görüldüğü gibi, namaz kıldırmamak için çırpınırken, diğer taraftan da, aynı adam, kadınlara, hayz hâlindeyken namaz kıldırmaya uğraşarak diyor ki: “Kadınların hayz hâlindeyken namaz kılmaları, ayetlerde açıkça yasaklanmıyor. Bunun için kadınlar, bu hâldeyken de namaz kılmalıdır. Kadınlar cuma namazına da gitmelidir. Namazda da, başka zamanda da, kadınların örtünmesi şart değil. Bunları âlimler sonradan uydurdu.”

Be adam, senin hanımın açık, mini etekli diye herkesin hanımı da öyle mi olsun? Müsaade et de, izin ver de, müslüman hanımlar senin hanımın gibi değil de, Resulullahın hanımları gibi örtünsün.

Neymiş efendim, müslüman kadın, kâfirle evlenebilirmiş. Sen kızını evlendir, ona karışmayız. Fakat, biz Allahın ve Resulullahın yasakladığı bir şeyi yapamayız. Müslümanlar başıboş kimseler değildir, işlerini, Resulullahın, âlimlerin bildirdiklerine göre yaparlar.

Diğer taraftan bir tüccar, zekât vermek istiyor. Fakat, mal canın yongasıdır misali, vermek zor geliyor. Medyatike soruyor: “Ne kadar zekât vereceğim? İlmihâl kitaplarında, altından kırkta bir, mahsülden onda bir yazıyor. Bir sürü vergi veriyoruz. Köylü; tohum, gübre, traktör masrafı derken yarısı gidiyor. Bir de onda birini zekât mı verecek?” Demagog hemen televizyondan ahkam kesmeye başlıyor:

“Kur'an-ı kerimde verilecek zekâtın oranı bildirilmemiş. Oran çok önemli olsaydı, bildirilirdi. Bunun için, önemli olan vermektir. Miktarı önemli değildir. Sen gönlünden kopanı ver, kâfi. Allah kabul eder.”

Bu anlayış din mi, dinsizlik mi?

Adam o kadar rahat konuşuyor ki, sanki Kur'an-ı kerim Hz. Peygambere değil de, kendisini inmiş. Açıyor ağzını, yumuyor gözünü, aklına geldiği gibi konuşuyor. Daha doğrusu, ağa babalarının, dini yıkmak için hazırladıkları fikirleri kusuyor. Nereden bilsin benim saf insanım, bunun bir kukla olduğunu, müslüman kılığında din düşmanlarının sözcülüğünü yaptığını?

Adama göre, gerçek din, Hz. Peygamberin bildirdikleri değil, kendi söyledikleri.

Kur'ana dönün, diyor. Arkasından da, kendi mealinden başka doğru meal olmadığını söylüyor. Kur'ana dönün derken, aslında bana dönün, diyor. Sadece doğruyu bir kişinin anladığı, başka anlayan olmadığı din olur mu? Böyle anlayışa din mi denir, yoksa dinsizlik mi?




Eserin yazarı: Mehmet ORUÇ Eser: MEZHEPLER DOSYASI

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

MEZHEPLER DOSYASI

MollaCami.Com